Home / News / YAZARLAR / Mehmed Güney / Coronavirüs (corona virüs) ve hayatımıza etkileri.
corona-virus-ve-hayatimiza-etkileri

Coronavirüs (corona virüs) ve hayatımıza etkileri.

Konuya Coronavirüsün bilimsel açılımı ile başlamak istiyorum. Uzmanlık alanımız olmayan virüs hakkında yetkili ağızlardan gerek medyada, gerek tıp alanında çok şeyler söylendi ve yazıldı. Etkisi kaldığı ve salgın devam ettiği sürece bu konu hakkında daha çok şeyler yazılıp konuşulacak demektir.

Şunu önce belirtelim ki; virüsün varlığı bir hakikattir, bunu yok saymanın, inkâr etmenin bir anlamı yoktur. Coronavirüs bilimsel açıdan kısaca şu şekilde izah ediliyor:

“2019 yılının Aralık ayında, Çin’de birdenbire sebebi açıklanamayan zatürre olguları ortaya çıkmaya başladı. Yapılan araştırmalar, bu zatürre vakalarının daha önceden tanımlanmamış yeni bir tip (coronavirüs) olduğunu ortaya çıkardı. Virüsün bu formuna, 2019 yılında ortaya çıktığı için, Coronavirüs 2019 yani COVID-19 denildi. Coronavirüs aslında, hayvanlarda sıkça rastlanan bir virüstür.

Gündeme son salgın ile birlikte gelse de esasında coronavirüsler, farklı tipleri olan geniş bir virüs gurubudur. Genetik materyal olarak RNA taşır, hatta RNA taşıyan virüsler arasında en büyük genoma sahip olan virüs gurubudur.” 

Bu bir vakıanın tespitidir. Virüslerin var oluşları elbette yeni değildir. Bu dalda çalışan insanlar yıllar öncesinde mikrop ve virüsün varlığını keşfetmişlerdir. Dünyada karşımıza çıkan coronavirüs’te ilk ve tesadüfi değildir. Bilim bunu yeni icat etmiş veya (kendi deyimleri ile) yaratmışta değildir. Atom çekirdekleri nasıl tesadüfi oluşmadı ise virüslerde tesadüfi oluşmamıştır. İnsanlar (gelişen teknikle) bunun gibi bazı şeyleri yeni keşfetmektedir.

Mikrop, virüslerin varlığı ve varlık alanlarında başıboşluk veya bir dengesizlik yoktur. Ancak ortaya çıkış nedenleri veya seyirleri değişkendir. Tabiattaki var oluşları canlılar üzerinde denge unsuru içeriklidir. Mesela; sivrisinek bataklıkta bulunur ve oralardan ürer. Yaşam alanı onu hayatta tutunabilmesi üzerinde dengelenmiştir. Fakat bir insanın bataklıkta yaşaması insan yaşamına göre dengelenmemiştir. Bataklıktan gelen mikroplar insanın yaşam dengesini bozabilir. Bu örneği konuya açıklık getirmesi açısından verdik ve buna benzer birçok kıyaslamalar vermek mümkündür. Burada anlatmaya çalıştığım husus ismine ne denirse densin bu tip (koronavirüste dâhil) mikrop ve virüsler yaratılmış birer varlıklardır. Yani varlığı bir yaratıcıya muhtaç olması gözden kaçmamalıdır.

Bilim, deneylerle laboratuvarlarda yeni bir virüs geliştirildiği iddiasında bulunurken var olan mikroplar üzerinden geçiş yaparak bu gelişime ulaşmaktadır. Bu açıdan insanların virüs ürettiği şeklinde lanse edilmesi yanlıştır. Oysa laboratuvarlarda yapılan virüsü yaratmak değil var olan mikroplar üzerinde DNA’sıyla oynamaktır. Ki göz ardı edilen bazı açıklamalar da bu yöndedir. Böyle bir virüsle uğraşıldığı bazı kesimlerce bilinmekte ve ikazlar yapılmıştır.

“Coronavirüsünün ilk ortaya çıktığı yer olan Çin’in Wuhan kentinde 2017 yılında bir virüs laboratuvarı kurulduğu ortaya çıktı. Laboratuvarın kurulmasına karşı çıkan bilim adamları, 3 yıl önce tehlikeye dikkat çekerek, “incelenen virüslerin laboratuvardan dışarı sızması ve kontrolden çıkması” ihtimali hakkında açıklamalar yapmıştı. Ancak Çinli mikrobiyologlar, dünyanın en büyük biyolojik tehditleriyle boğuşmak için yetkilendirilmiş bir ‘elit kadro’ olduklarını söyleyerek uyarılara kulak asmadığı iddia edildi.” https://www.sabah.com.tr/gundem/2020/01/25/son-dakika-corona-virüsu-onlenemiyor-cin-virüsu-wuhanda-2017de-kurulan-laboratuvardan-mi-yayildi

 “ABD’li uzmanlar, Wuhan Ulusal Biyogüvenlik Laboratuvarı’nda virüs enjekte edilecek hayvanlarla ilgili uyarıda bulunmuştu. Biyogüvenlik danışmanı Tim Trevan, Çin’in kapalı kültürünün, virüsleri barındıran laboratuvarı güvensiz hale getireceğinden endişe duyduğunu söylemişti.” https://www.milliyet.com.tr/dunya/koronavirüs-laboratuvardan-cikti-6130051

Hatırlatalım ki bunun gibi laboratuvarlar ne yeni ne de sadece Çin’de mevcuttur. Buna gücü yeten birçok ülke oluşturdukları laboratuvarlarda bu tip çalışmalar yapmaktadır. Bu laboratuvarlarda mikropların genleri ile oynanarak saldırgan hale getirilmektedir.

İnsan sağlığı çok önemlidir ve devletler de sağlık konusunda gerekli olan önlemleri alarak en iyi hizmeti sunmak zorundadır. Bu maksatla kurulan laboratuvarlar veya çalışmalar insan sağlığını tehlikeye atacak çalışmalardan uzak durması gerekir. İnsan sağlığına, hastalıklara şifa arama çerçevesinde düşünüldüğünde laboratuvarların varoluşu olumludur. Fakat bugün çoğumuz biliyoruz ki günümüz laboratuvarları insanı koruma içerikli olmayan, düşman virüs üretme işleri ile uğraşmaktadır. Belirli kesimlerin tekelleştirdiği laboratuvarlar önce insan sağlığını bozacak deneyimler daha sonra insan sağlığını iyileştirme üzerinden ticari kazanç elde etme amaçlı buluşlar, projeler peşindedir.  

Yukarıda demiştik ki; mikroplar tesadüfi ortaya çıkmış nesneler değildir. Bu konuyu çözmek için insan dünyada canlıların fıtri özelliklerini ele almakla başlamalıdır. İncelediğinde görülür ki mikrobun varlığı canlıların yaratılışı ile aynı süreçtedir. Canlıda bulunan mikropların varlığı, türevleri üzerinde geçmişten günümüze çok araştırmalar yapılmış, uğraşlar verilmiştir. Mikrobun fıtri özelliğini keşfedemeyen mikrobun ve virüslerin de kontrolünü sağlamakta da aciz kalır. Bazen virüsün etkisi başka bir mikropla atlatılmış olabilir, bazen koyun sürüleri virüsten telef olabilir bazen de bu virüsler tehlikeli bir şekilde insana hücum edebilir. (Nitekim de günümüzde böylesi bir manzara ile karşı karşıyayız.) onun içinde mikropların bilinmesi genel kapsamda önlem alma açısından değerlendirilir. Burada bakteri-mikrop ile virüs ayırımını yapan kısa bir alıntı ile devam edelim:

“ Bakteriler virüslere göre daha kompleks, sert ve ince bir zarla çevrili tek hücreli canlılardır. Bakterilerin büyük çoğunluğu yararlıdır. Atıkları parçalarlar, vitamin üretirler. Sütü peynire, yoğurda çevirirler. Vücudumuzda yiyecekleri sindirmemize, hastalık yayan mikropları yok etmeye yardımcı olurlar.

Virüsler bakterilere göre çok küçüktürler. Sadece protein bir kılıf ve DNA ya da RNA taşıyan bir çekirdekten oluşurlar. Virüsler canlı bir hücreye girmeden yaşayamazlar. Girdikleri hücrelerin çekirdeklerine kendi kodlarını aktararak hücreyi virüs üretmesi için programlarlar. Bu nedenle virüslerin tamamı zararlıdır. https://www.eskitadinda.com/bakteri-ve-virüs-arasindaki-fark-nedir-356-c

Virüs ve mikroplar canlı varlıklardır. Bunların hayat dediğimiz yaşam içerisinde belirli alanlarda ve belirli etkende işlev görmeleri için yaratılmıştır. İnsanda, hayvanda, bitkilerde bulunması; canlılık alametlerini tamamlayan, belirli görevleri icra eden bir varlık olarak yaratılmalarından dolayıdır. Hücreler gibi, alyuvarlar ve akyuvarlar gibi. Bunların yaratılış özelliklerini insan varlığına düşman varlıklar nitelemesi şeklinde algılamak yanlış olur. Canlılarda tamamlayıcı bir niteliğe sahip olduklarını kabullenmemiz gerekir. İnsan vücudunda, hayvanlarda, bitkilerde bulunup kendilerine yüklenen belirli görevleri icra ederler. Mesela; birçok yiyecek, içecekte mevcutturlar. Peynirde, hamurda, mayalarda vb. şeylerde olduğu gibi.  Bunların bir kısmı canlıların vücudunda ağızında, bağırsaklarında, ciğerlerinde vesaire yerlerinde bulunurlar. Bu tür bakteriler insan vücudunun dostu olarak ta kabul görür ve vücudun korunmasında etkin rol oynayan mikroplardır.

  • Bu açıklamalardan ortaya çıkan ilk husus; virüs ve mikrop diğer şeyler gibi yaratıcının varlığına birer delildir. Hem de insanoğlunu aciz bırakan delilerden bir tanesidir. Allahu Teâlâ tarafından yaratılmış ve yine Allahu Teâlâ’nın muradına göre programlanmış canlı varlıklardır. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ

“Toprağın bitirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah her türlü eksiklikten uzaktır.” (Yasin 36)

Doğal olarak ortaya çıkan virüs saldırılarında geçmişte devletlerin etkin rol oynadığını söylemek mümkün değildir. (DNA’sı ile oynanmış virüsten bahsediyoruz.) Zehir kullanımı, taun, veba ve buna benzer bazı virüs salgınları tarihte vuku bulmuştur. Örnek;

-1346 yılında Kefe kuşatmasında Tatarların salgın oluşturmak için vebadan ölmüş insan cesetlerini mancınıkla şehrin içine attıkları geçmektedir.

-1756-1763 yılları arasında İngiltere ve Fransa arasında yapılan Yedi Yıl Savaşlarında çiçek virüsünün kullanımıdır.

– İkinci Dünya Savaşı’nı ve Japonya’nın biyolojik savaş programını takiben Amerika Birleşik Devletleri de kendi biyolojik silah programını başlatmıştır. 

-1972 yılında, genelde Biyolojik Silahlar Anlaşması olarak adlandırılan “Bakteriyolojik ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretimi ve Depolanması ve İmhası”na dair anlaşma 79 ülke tarafından imzalanarak 1975 yılında yürürlüğe girmiştir.https://www.afad.gov.tr/kbrn/biyolojik-silahlarin-tarihcesi

Virüsün devletler elinde “korku imparatorluğuna” dönüştürülmesi bilimin ve bununla bağlantılı çalışan laboratuvarlarda araştırma ve deneylerin çıkar amaçlı kullanılması ile başlar. Bir dönemler bu alanda Japonların etkinliği görülmüş, daha sonra Çin bu işe el atmış, sonrasında Amerika, Rusya, Almanya, İngiltere gibi ülkeler peşi sıra gelmiştir.  Her ne kadar yasaklandığı söylense de dünyada güç sahibi olmak isteyen devletlerin elinde “korkutma” amaçlı kullanıma hazır virüslerin olduğu veya laboratuvarlarında ürettikleri bir gerçektir. Burada şunu belirtelim ki yanlış anlaşılmasına mahal bırakmayalım. Coronavirüsünü şu an için herhangi bir devlet biyolojik savaş amaçlı kullandığını (bazı söylentiler olsa da) delil ortaya çıkana kadar diyemiyoruz. Fakat şu var ki coronavirüs felaketi bu alanda en deneyimli laboratuvarlara sahip olan ülkeleri dahi en derinden sarstığını görüyor ve şahit oluyoruz. Dünyanın süper gücü Amerika’nın, Batının, hala Komünist kalıntılar üzerinde yürüyen, yaratıcı tanımayan, Müslüman Uygurları dininden etmek isteyen dünyanın en büyük ekonomik gücüne sahip Çin’in nasıl küçüldüklerini gördük ve düşüşlerini seyrediyoruz. Çin bugün inkârcılığının altında bir virüse yenik düşmüş, aciz kalmıştır. Aynı şekilde sapıklığın her türlüsünün yaşandığı dünya genelinde kibrine yenik düşen batı dünyası, deizm sevdalıları bir virüs karşısında aciz kalmışlardır.

Dünya sağlık sektörü çökmüş, tıp acizliğini, çaresiz, yetersiz kalışını ortaya koymuştur. Coronavirüs sadece sağlık alanında hasar açmakla kalmadı, dünya ekonomisini de alt-üst etti. Büyük ekonomik krizlerin geleceği endişesi her tarafı sardı. Milyonlarca işsizler ordusundan bahsediliyor.

-Demokrasi ve hürriyetlerin beşiği olan, medeniyet havarisi kesilen batı çaresizlik içerisinde. Kokuşmuş sistemleri bir virüse yenik düştü, insanlar evlere kapatıldı. Buradan farklı bir bakış açısına yönelmek istiyorum.

  • İkinci husus; mikrop, virüs etkilerinden doğan hastalığın kader, kaza boyutunun bilinmesidir. Bu inanan, iman edenlerin üzerinde duracağı, teslim olacağı bir konudur. Hastalanmak insanın kaderinde vardır. İnsanoğlu sağlıklı-dinç olabildiği gibi çeşitli nedenlerden dolayı da hastalanabilir. Bu Allahu Teâlâ’nın insanın fiziki yapısına koyduğu inkâr edilemez kurallardan bir tanesidir. Yani kaderimizde hastalanmak ta vardır, ömür boyu dinç yaşamakta vardır. Hastalıksa bağışıklık sisteminin zayıf düşmesi sonucu virüs kapma yolu ile ortaya çıkan etkenlerdendir. Hastalığın insanoğlunun hayatında bir gerçek olduğunu ayet ve hadisler bizlere bildirmiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

…   لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ

“Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz…” (Al-i İmran 186)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den gelen hadislerde de şöyle geçti:

“Yüce Allah buyuruyor ki; ‘Mümin bir kulumu bir hastalığa müptelâ ettiğim zaman Bana hamd ederse anasından doğduğu günkü gibi günahlarından temiz olarak yatağından kalkar. Yüce Allah buyuruyor ki: Ben kulumu bağladım, sınadım (şimdi ey meleklerim:) sağlam iken ona yazdığınız sevaplar gibi hastalık zamanı için de aynı sevapları yazın.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned IV/123)

Ebû Huzeyfe Vâsıl b. Atâ el-Gazzâl elBasrî (ö. 131/748), fakirlik ve zenginlik, hastalık ve sağlık, ölüm ve hayat gibi olguları kader bağlamında ele alıp ilahî fiiller olarak adlandırmaktadır. (Şaban Ali Düzgün, “Kader Mes’elesi”  İnsan İradesi ve Kudreti İlahiyye Bağlamında Kader Mes’elesi,(ed.) İlyas Çelebi, (İstanbul: Ensar Yay., 2011),  s. 119)

Bu bağlamda insana virüs isabet edebilir ve de hastalanabilir. İsabet etmesi ise o insanın kazasıdır. Bunu en güzel anlatan olay Hz. Ömer Radiyallahu anh’ın verdiği şu cevaptır:

İbni Abbas (r.a.) anlatıyor:

Hz. Ömer (r.a.) Şam’a doğru yola çıkmıştı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona Şam’da veba hastalığı baş gösterdiğini haber verdiler.

Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.):

– “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sordu. Hz. Ömer (r.a.):

– “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde!” dedi. Zira Ömer (r.a.) Ebu Ubeyde’ye muhalefet etmek istemezdi. Ve sözüne şöyle devam etti:

– “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?”

Tam o esnada bir takım ihtiyaçların karşılamak için ortalarda görünmeyen Abdurrahman b. Avf (r.a.) çıkageldi ve:

– “Bu hususta bende bilgi var, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve sellem Efendimizin: ‘Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız’ buyururken işittimdedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Allah’a hamd etti ve oradan ayrılıp yoluna devam etti. [Buhari]

Usâme (r.a.)’den, Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir:

-“Bir yerde tâûn [bulunduğunu] duyarsanız oraya girmeyiniz. Siz orada bulunurken vebâ vuku bulursa oradan çıkmayın.” (Buhari)

Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere hastalık, salgın hastalık, önlenemeyen virüs salgınları her toplum için muhtemeldir. Hiçbir insan kendisini bundan emin göremez. Müslüman olmak hastalığa yakalamayacak veya virüs ona uğramayacak anlamına gelmez. Bunlar göz önünde bulundurularak sağlık konusunda daha da ciddi olunması gerekir. Tedbir ve tevekkül elden bırakılmamalıdır.

İbn Abbâs’ın naklettiğine göre Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmuştur: “İki nimet vardır ki insanların çoğu aldanmıştır: “Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî)

Böylesi durumlarda Müslümanların hastalık ve virüsler karşısındaki anlayışı bunu sadece sağlık açısından değerlendirmekle kalmayıp sağlık üzerinden gelen bir imtihan olarak kabul etmeli ve gerekli ciddiyeti göstermelidir. Müslümanı diğerlerinden ayıran özellikte burasıdır.

İnanç zafiyeti olanlar bunu sadece belirli sebeplere havale ederek gevşeklik gösteriyorlar. Allahu Teâlâ bu gibi durumları insanların kendisine dönüşünü hatırlatmak için, kudretini göstermek için hikmetini bilmediğimiz bazı nedenlerden dolayı göndermiş olabilir. Felakete dönüşen bu vakıalar önlemlerin ötesinde insana kulluğunun gereklerini hatırlatan ikazlardır. Maalesef insanlığın büyük kesimi felaketlerden ders almayıp inkârları üzerinde debelenip duruyorlar. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ

     “Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.” (Tevbe 126)

Felaketler gelip-geçicidir, kısa vadeli olduğu gibi uzun vadeli de olabilir. Bu süreçte kimi kazanır, kimisi de kaybedenlerden olur. Coronavirüs atlatılınca felaketler üzerimizden eksilecek gibi bir yanılgıya düşmemek gerekir. İnsanlar sapıttıkça, Allah’ın varlığını unuttukça, O’nun yarattığı düzeni bozdukça, ilkelerinden uzaklaştıkça dönem dönem imtihan, ihtar mahiyetli felaketler insanı bulacaktır. İmtihanın belgelerini üzerinde barındıran bir süreçte olduğumuz unutulmamalı. Bunu bize deliller açıkça gösteriyor.

Abdullah bin Ömer, şöyle demiştir:

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, bize yönelerek şöyle buyurdu: 

“Ey muhacirler cemaati! Beş şey vardır ki, onlarla müptela olacağınız zaman (hiç bir hayır kalmaz). Ben sizlerin, o şeylerin (dönemine) erişmenizden Allah’a sığınırım (O şeyler şunlardır):

-Bir milletin içinde, zina – fuhuş ortaya çıkıp, nihayet o millet bu suçu aleni olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde vuku bulmamış ‘hastalıklar’ yayılır. 

-Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarın zulmü ile cezalandırılırlar. 

-Mallarının zekâtını vermekten imtina eden her millet, mutlaka yağmurdan menedilir (kuraklık cezasıyla cezalandırılır) ve hayvanlar olmasa onlara yağmur yağdırılmaz. 

-Allah’ın ahdini ve resulünün ahdini bozan her milletin başına, mutlaka Allah, kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman, o milletin elindekinin bazısını alır.

Bir toplumun imamları (yöneticileri), Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmetmeyi terk edip Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allahu Teâlâ onları kendi aralarında savaştırır (onları birbirine düşürür).” (Sünen-i İbni Mace)

İmtihana tabi tutulmak Allahu Teâlâ’nın gücü ile alakalıdır. O istemedikçe imtihan olunduğumuz şeyler üzerimizden kalkmaz. Ta ki Allahu Teâlâ’nın takdir ettiği ana kadar.

Koronavirüs kişisel mesele olmaktan çıkmış bu gün toplumsal bir mesele haline dönüşmüştür. Toplumsal felaketler kişinin kaldıracağı bir yük değildir, ancak devlet ve toplu dayanışma ile güç yetirilebilir. Bu gibi toplumsal felaketlerde insanlar hizmet alabilmek için, yiyecek bulabilmek için tıbbi malzemelere ulaşmak için, kendini tehlikelerden korumak için kontrolden çıkmış bir vaziyette hareket etmeye çok çabuk meyillidir. Bu tür felaketlerde kontrolü kaybetmek ikinci bir felaketi hatta önü alınamayan iğfallere sebep olabilir. Nitekim bu tür felaketler dünyanın çeşitli yerlerinde kamuoyuna yansıyor. Çılgınca alış-verişler, hastanelerdeki yığılmalar, maskelerin çalınması, hapishanedeki ayaklanmalar, korunmak için silahlanmalar vs.

Demek ki; sadece hastanelerin olması, ilaçların temini, tedavi süreçleri için imkanların artırılması, yiyeceklerin yeterliliği, cadde ve sokaklarda polis gücünün artırılması bu tür felaket anlarında yeterli değildir. Bu noktada yöneticiler insanları iki kıskaç arasında tutmak, o alanlarda yönlendirmek ve çevrelemek istiyorlar.

Kamuoyuna verilen mesaj; sağlık konusuna, şifa arama hususuna, virüse bilimsel açıdan yaklaşmak, bilimsel açıdan değerlendirmek,  uzmanların önerilerine meyli artırmak, devlet odaklı olmayan, sistemin görüşlerine ters düşen düşünce ve görüşlerden uzak tutmaktır. 

Kamuoyu yaptıkları diğer mesele ise; ekonomik konuda insanların endişesini giderici ekonomik paketler açıklamak. Bu konuda umut verici demeçler, teşvikler, yardımlar sunarak insanların güveninin sistem dışına taşmasını önlemektir. Kamuoyu bu iki ana eksende meşgul edilerek başka alternatif düşünce, görüş ve amellere yönelmesi engellenmek isteniyor.

Burada toplumların taşıdığı mefhumların önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. İnsanlar felaket anlarında da tepkisini taşıdığı mefhumlara göre sergiler. Kapitalist toplumun felaket anlarındaki tavrı ile İslam mefhumlarını taşıyan bir toplumun felaket anlarındaki tavırları bir değildir. Bundan dolayı da (Allah’a ve O’nun dinine)  inanmak her şeyin önünde gelir. İslam bize merhameti getirdi, açları doyurmayı getirdi, yaşlılara bakmayı onlara hürmet etmeyi getirdi…  Kapitalizm ise zalimliği getirdi, sömürgeciliği getirdi, yaşlılara acımasızlığı getirdi…

İnanç devreye girdiğinde (sadece normal zamanlarda değil) felaket anında insanlar sadece kendini düşünen değil ümmeti ve diğerlerini de düşünür noktaya gelir. Bunun içinde inanmak, itaat etmek, tevekkül çok önemlidir. Bu mefhumu insan fıtratına uygun, en sağlıklı şekilde veren sadece İslam’dır. Onun dışında demokrasi, laiklik, sosyalizm kalıntıları, kapitalizm, milliyetçilik bunu gerçekleştirme gücüne sahip değildir.          

  • Üçüncü husus; teknoloji, bilim, gelişmiş ülkelerin kalkınmış(!) olması, büyük maddi servetlere, ellerinin altında mevcut imkânlara rağmen içine düştükleri çaresizliktir. Teknolojinin doruk yaptığı bir dönemde virüsle alakalı konuda ne kadar yetersiz kaldıklarını gözyaşları içerisinde kendileri itiraf ediyorlar. Gerçi sadece sağlıkta değil, yetersizlikleri her alan için geçerlidir.

Yetersiz kalmalarının ana ekseninde insanı insan olarak değerlendirmeyip kapitalizm ekonomisinin dönen çarkının bir dişlisi olarak görmeleridir. İnsan kapitalist ekonomiye katkısı kadar değerlidir. Katkı azaldıkça insanın yaşamasının, kalan ömrünün sonlarını huzurlu geçirmesinin bir önemi yoktur. Dikkat edilirse gelişmiş ülkeler (veya kapitalist ülkelerin genelinde) sağlık sektörü varlığını kapitalistlerin kazancını artırmak üzerine bina etmişlerdir. Bu temel üzere olan tıpta maddi değerler, bilimsel öngörüler, bilimselliği güce dönüştürme, ilahlaştırma, diplomaların getirdiği kariyer ve dolgun maaşlar önde gelir. Yani sağlık sektörü insanı koruma üzerine değil, insan sağlığı üzerinden rant elde etmek için vardır. Bunu sağlık sektörünün işleyişi, laboratuvarların kuruluş amaçları, şehir hastaneleri, doktorların eğitiliş şekilleri, ilaç sanayii ve bu alanda gelişmelerden görmek mümkündür. Yine çoğumuzun bildiği gibi petrolden sonra sağlık sektörü kapitalistlerin ikinci gelir kaynaklarıdır.

Medyadan seyrettiklerimiz, içerisinde yaşadığımız durum bize şunu gösteriyor; demek ki insanların sağlığını korumakla alakalı yeterli önlemler günümüz devletlerince alınmamıştır. Alanlar varsa da kazanç amaçlı almışlardır. Kapitalist çarkın korunduğu kadar insan hayatı korunmamıştır. Tam tersine insan sağlığını bozacak ne tür şeytani düşünce varsa hayata geçirilmiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ

“İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 205)  

İnsanın yediklerine, insanın nesline, insanın aile hayatına kapitalizm öylesine hücum etti ki dokunmadık alan, yıkmadık değer bırakmadı.

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden dolayı karada ve denizde fesat ve bozgunculuk yayıldı. Böylece Allah kendine dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmının (cezasını) onlara tattıracaktır.” (Rum 41)

Sınırlı çapta devletlerin gösterdiği çabalar olsa da bu bizleri kapitalist düşüncenin insanı kurtaracağı vehmine kaptırmasın. Onun için (doğası gereği) kapitalistlerden insanlığın düştüğü bu felaketlerden kurtarma gibi bir netice beklemek yanlış olur. İnsanlığın içerisine düştüğü bu felaketten nemalanmak için kıyasıya bir yarışın olduğunu yakında göreceğiz. Bunun örneklerini şimdiden yaşıyoruz. Kolonyanın, dezenfekte ilaçların, maskelerin satışlarında uygulanan fahiş fiyatların geldiği noktaya bir bakın! Daha karaborsaya düşen ürünlerden bahsetmiyoruz. Arkası-sıra birçok ülke coronavirüse karşı yeni aşı bulduğunu ilan etmeye başladı.

Dünyada insan sağlığı tekelleşmiş vaziyette belli çevrelerin eline teslim edilmiştir. İnsan sağlığı Birleşmiş Milletlere bağlı Dünya Sağlık Örgütü  (World Health Organization – WHO)’ne emanettir. Bu örgütü kimler kurdu, ne amaçla hizmet ediyor bunlar artık bilinmeyen gizli-kapaklı konular değildir. Bu yönüyle tıp, sağlık sektörü tümüyle revize edilmeli BM. Dünya Sağlık Örgütünün elinden kurtarılmalıdır.

Toplu ölümler, toplu virüs vakıaları yeni değildir. Yaşanmış felaketlerin ardından insanlar kendilerine ders alıp önlemler geliştirmeye çalışır. Deprem veya sel felaketleri karşısında yapılan belirgin örnekler gibi.

Günümüzde virüs salgınını önleyici çalışmalar, temel yapılanmalar yok denecek kadar azdır. Dünya genelinde toplu yaşam alanları, milyonları barındıran şehir hayatı, yüzlerce insanın bir arada konakladığı binalar, yüzlerce insanın gemilerde, uçaklarda toplu seyahat yaptıkları bilinen bir gerçektir. Bu toplu yaşamın getirdiği yan etkilerden birisi de virüsün çabukça yayılmasına zemin bulmasıdır. Virüs felaketi karşısında organize-yapılanma baştan gözetilmesi gerekirken rant uğruna göz ardı edilmiştir.

Gördük ki; bir anda silah sanayisine dönüştürülen fabrikalar düşünülürken, bir anda sağlık sorununu çözebilecek, sağlık sektörü için elzem olan malzemeleri üretecek olan alt yapısı kurulmuş fabrikaları yoktur. Ve yine altı ayda yetiştirdikleri ekonomistler gibi altı ayda sağlıkçı yetiştirecekleri alt yapıları yoktur. Tıpta eğitim oldukça zorken dünya ekonomistlerden geçilmiyor.  Ekonomistlere sunulan imkânların belki de 1/10 tıpta sunulmuyor. Sınıfsal ayırım konusu ise başlı başına küresel bir sorundur.

Dördüncü husus; sağlık siyasi çıkarlara alet edilecek bir malzeme değildir. Felaketlerden fırsatçılık yapmak isteyenler mutlaka olacaktır. 26 Aralık 2004’te Endonezya’da yaşanan tsunami felaketinde ABD’nin  bunu fırsata dönüştürüp kullanmak istemesi gibi. Felaketler halk ayaklanmalarının, siyasi ayaklanmaların evirilmesi gibi değildir. Elbette yeri ve zamanı geldiğinde bu konuda doğan zafiyetler, siyasilerin, idarecilerin becerisizlikleri (menfaat gözetilmeksizin) konu  edinilmelidir. Kaldı ki bu tür virüs salgını dünya halklarının birbirine olan kin, düşmanlık ve nefreti bir kenara bırakarak hepsinin ortak hareket etmesi gereken bir sorun haline dönüşmüştür. Yeri geldiğinde ortak hareket etmeli, tedbirler alınmalı, kaçınılması gereken hususlardan kaçınılmalıdır. Ticari bakış yerine insani bakış ön plana çıkartılmalıdır. Bu konuda da çok söylenecek sözler vardır. Fakat sınırlı tutmak adına sonuca yönelmek istiyorum.

Sonuç olarak; hastalığı önemsiyoruz ve bunla alakalı yapılması gerekenleri Şer’i çerçevede kalarak yerine getirmemiz gerektiğinin altını çizmek istiyorum.

Müslümanlar olarak bu gibi hadiselerin birer imtihan olduğunun şuuru ile hareket etmeliyiz. Tıbben üzerimize düşen ne ise o yerine getirilmelidir. Fakat bu meseleyi yerli yerine oturtturarak hareket etmeliyiz. Virüs korkusu yerine Allahu Teala’dan korkmayı, ekonomik endişe yerine rızkı Allahu Teala olduğuna olan inancımızı pekiştirmeliyiz. Diğer türlü önlemleri ne kadar çeşitlendirirseniz çeşitlendirin bu önlemlerin başına Allahu Teâlâ’ya olan öz güveni koymuyorsanız baştan kaybettiniz demektir. Bu hususta;

“Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım!” (Hud 43) diyen,  dağları güvence olarak gören Nuh Aleyhisselam’ın oğlu gibi olmayacağız.

Ancak bizler;

“Bugün Allah’ın helâk emrinden koruyacak hiçbir kuvvet yoktur. Ancak O’nun merhamet ettiği kurtulur!” (Hud 43)düşüncesini aklımızdan çıkartmayacağız.  

Bu güven kaynağı bizi şifa sabinin de Allahu Teâlâ olduğuna götürecektir.Hastalığı veren de O’dur şifasını verende O’dur. Bu Allahu Teâlâ’yı yüceltmektir, O’na teslim olmaktır, yardımı O’ndan dilemektir, O’nun gösterdiği şekilde şifayı aramaktır. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ

“Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur.” (Şuarâ, 80)

 Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ Hazretleri hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedavi olun. Ancak haram olan şeyle tedavi olmayın.” (Ebu Dâvud)

Bu saldırgan virüse karşı gerekli olan önlemler mutlaka alınmalıdır.

İsterdik ki böylesi bir ortamda sağlığımızı koruma ve hastalandığımızda da endişelere mahal vermeyen bir durumda olalım, emniyet içerisinde, güvenli bir şekilde sağlıklı bir yaşam sürelim. Maalesef günümüzde bu nimetten sadece Müslümanlar değil insanlık tümüyle mahrumdur. Çünkü gönül rahatlığı ile korkusuzca kendimizi sağlık kesimine teslim edebileceğimiz bir devletin altında yaşamıyoruz. Güvenli bir gemide yolculuk yapmıyoruz. Her yanımız güvensizliklerle dolu. Kapitalizmin elinde oyuncak olan, sadece onların menfaatini güden BM. Sağlık Örgütü (birçok muayyen sebeplerden dolayı) bizim için güven oluşturmuyor. Onlardan gelen önlemler, talimatlar, ilaçlar, aşılar, insanlar üzerindeki (kobay olarak kullanılan) deneyler güvensizliklerle dolu.   

Biz bu emniyet ve güven ortamını 1924 te maalesef kaybettik. Emniyetten, güvenden mustarip olan sağlığından emin olamaz. İslâm Devleti Hilafet yokluğunda geçen her geçen gün ziyanla doludur.

İnsanın kendisini emniyette, güvende hissetmesi ve sağlıklı olmak insan için çok büyük nimetlerdendir.

Üzerimizdeki bu güvensizliği kaldıracak olan ancak Râşîdi Hilafet Devletidir. Bu felaketin arkasından doğacak olan güneşin İslam güneşi olmasını Yüce Rabbimizden istiyoruz. Allahu Teâlâ’nın rızasını gözeten, O’nun rızası doğrultusunda güvende olan bir gemi ile İslam’ın yeniden hâkimiyeti için Nuh Aleyhisselam’ın kıyıda kalan oğluna seslendiği gibi;

“Ne olur, sen de bizimle birlikte gemiye bin; inkârcıların yanında kalıp onlarla aynı akıbeti paylaşma!” (Hud 42) diyoruz.

Küfrün üzerimize gölgelediği kapitalizm hastalığından kurtulmak istiyoruz. Bu tür salgınların azap olup üzerimize gelmesinden Allaha sığınıyor, günahlarımız için tövbe ediyor ve Musa Aleyhisselam’ın şu yakarışıyla konumuzu bağlıyoruz. A’raf suresi 155. ayette Allahu Teala şöyle buyurdu:

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلًا لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ

“Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam ayırıp seçti. Bunları da ‘(korkudan) dayanılmaz bir sarsıntı’ (şaşkınlık ve perişanlık) tutuverince, dedi ki: “Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından (ve yapmaları gerektiği halde yapmadıklarından) dolayı bizi helak mi edeceksin? (Gerçi) O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim Velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; çünkü bağışlayanların en hayırlısı Sensin (Allah’ım) .” (A’raf 155)

Ayrıca...

batinin-islam-ummeti-kavramini-parcalama-plani

Batının “İslam ümmeti” kavramını parçalama planı

İslam ümmetinin farklı bir özelliği vardır. O da kavim, dil, ırk, meşrep farkı gözetmeksizin İslam …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir