Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri de “el-Hak” tır. Rabbimiz, hakkın, hakikatin, adaletin kaynağı ve yegâne sahibidir. Âdem (a.s.)’dan Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e kadar bütün peygamberler insanları hakka davet etmiştir.
İnsanlık tarihinin hak-bâtıl mücadelesi Hz. Âdem’in iki oğlu Hâbil ve Kâbil ile başlamıştır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder.” “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Maide: 27-28)
Hâbil, teslimiyet ve samimiyetiyle hakkın yanında yer almış, Kâbil ise hırsı ve kibri yüzünden, bâtılın tarafını seçmiş, Allah’ın emrine karşı gelmiştir.
Kıyamete kadar Hâbil, Allah’ın emrine uyduğu için iyilerin ve iyiliğin öncüsü; Kâbil ise işlediği cinayetle Allah’ın emrine karşı gelerek kötülerin ve kötülüklerin öncüsü olarak anılmaya devam edilecektir.
Hak; Allah’a iman ve teslimiyettir, yalnızca O’na kul olmaktır. Batıl ise hakkın tam olarak zıddıdır.
Hak yolu; iman edenlerin yoludur. Bu yolun sonunda ebedi nimetler yurdu olan cennet vardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır. Onlara, “girin oraya esenlikle, güven içinde denilir. Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar. Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.” (Hicr: 45-48)
Bâtılın yolu ise; inkârcıların, gazaba uğrayanların, doğruluktan sapanların, hakkı inkâr edenlerin yoludur. Bu yolun sonu, azap ve hüsran diyarı olan cehennemdir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.” (Casiye: 27)
Ve şöyle buyurmuştur:
“Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir.” (İbrahim:16)
Hakka gönül verenler, yüce değerler uğruna mücadele ederken; bâtıla dalanlar, çıkar ve menfaati üstün tutarlar.
Hakka tabi olanlar Allah Subhânehu ve Teâlâ ‘ya kulluk esası üzerine hayatını düzenler. Allah Subhânehu ve Teâlâ ‘nın şu buyruğunu hiç unutmadan yaşarlar:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
Batılın hizmetkârları, fitne, fesat, bozgunculuk peşinde koşarlar.
Hakka tâbi olanlar, dünyada özelde Müslümanlar genelde bütün insanlık için huzur ve adaleti temin için çabalar. Bâtıl ise, Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr etmek ve O’na şirk koşmaktır. İslam’a savaş açan uygulamalardır. İnsanın onur ve haysiyetini zedeleyen hakkın karşısındaki bütün kötülüklerdir. Hak yolundan insanları saptırmaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz inkâr edenler, insanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.” (Nisa: 167)
Hak; doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt eden hidayet rehberimiz Kur’an-ı Kerim’dir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in eşsiz örnekliğidir. Bâtıl ise Yüce Kitabımızı ve peygamberimizin sünnet-i seniyyesini gönüllerden, zihinlerden silmeye yönelik bütün inanışlardır.
Öyleyse kardeşlerim!
Şartlar ne olursa olsun hakkın yanında, bâtılın karşısında yer almaya devam edelim. Hakkı hâkim kılmak için mücadele edelim.
Unutmayalım ki, hakkın hizmetinde olduğumuz sürece Allah’ın rahmeti ve yardımı da bizimle olacaktır. Hakkı tutup kaldırdığımız müddetçe bâtıl mağlup olacaktır. Bu durumu Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle bildirmektedir:
“Hak geldi, bâtıl yok oldu. Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ 81)
Bugün yeryüzünde Allah’ın razı olmadığı, İslam dışı bir yaşam sürdüren Müslümanlar zelil, perişan, sahipsiz ve eşi benzeri olmayan bir durumdadır. İslam yönetimi olan Hilafetten uzak kalmak onlara çok şeylere mâl oldu. Bu gün yıkılışının üzerinden 99 yıl geçmiştir.
Hilafetin yıkılışının tarihi sürecini inceleyen kimse görür ki kâfirler her şeylerini feda ederek hilafeti ilga etmişlerdir. Zaten Allah Subhânehu ve Teâlâ’da onların bizleri Allah yolundan alıkoymak için her türlü mücadele edeceklerini bildirmektedir:
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ فَسَيُنفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ
“Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır.” (Enfal:36)
Müslümanlar 3 Mart 1924‘de hilafetin kaldırılmasına/ilgasına karar verilmesiyle başsız kaldı. Kendilerinin sahip olduğu hiçbir değeri koruyamadılar. Kâfirler bunu fırsat bilerek, ümmetin topraklarını yağmaladılar paramparça ettiler. Milyonlarca ümmetin evlatlarını öldürdüler. Bu gün dünyanın her tarafında oluk oluk ümmetin kanı akıtılmaktadır, namusları kirletilmektedir. O günden sonra, acı kan gözyaşı ümmeti hiç bırakmadı. Batılılar bunu ümmetin başına bela ettiği kukla yöneticiler eliyle daha ileriye götürerek kendi hayata bakışlarıyla ümmetin hayata bakışını değiştirmek için mücadele ettiler ve hala ediyorlar. Kendi batıl düzenlerini ümmet üzerine dikte ederek Allah’ın dinin hayata tekrar hakim olmaması için her türlü mücadeleyi halen sürdürmekteler.
Oysa Allah (cc) bize göstermiş olduğu yol üzere olmamızı emretmiştir. Bu da hak yoludur. Rabbimiz hak yol üzere olanların kazanacağını batılın eninde sonunda kaybedeceğini bize bildirmektedir. Ayrıca rabbimiz kendi emrine boyun eğmemizi ve onun indirdiği ile hükmetmemizi bize emretmekte. Hükmetmenin yetkisinin sadece kendine ait olduğunu bildirmektedir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana hak gelmişken onların heveslerine uyma. Sizden her biriniz için bir yol, bir şeriat kıldık. Şayet Allah dileseydi; sizi tek bir ümmet yapardı. Lakin sizi verdiği ile denemek istedi.” (Maide 48)
Bütün Müslümanlar şunu iyi bilsinler ki; kâfirlerin Allah’ın dinini yok etmeye gücü yetmeyecektir. Çünkü Allah Subhânehu ve Teâlâ başka bir ayetinde şöyle buyurmuştur:
“(Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.” (Tevbe 32)
İman ile küfür mücadelesi var olduğundan bu yana -iman eden kişi için- İslam davetini taşımak işlerin en meşakkatlisi ama en değerlisi olmuştur. Çünkü İslam davetini taşıyan kişi inanmış olduğu değeri amellerine yön veren bir gaye edinmiştir. Bundan dolayı gayesi uğruna ciddi ve güzel üslupla, sabırla amellerini süslemelidir. Ayrıca hayatının her anında fikri ve ameli bir bütün olarak yaşamalı ve taşımalıdır. Her daim iman ile küfür mücadelesi içinde olduğunu unutmadan kararlılık göstermelidir. Allah’tan yardım isteyerek takvalı, mücadeleci olmalıdır. Çünkü Allah’ın dinine yardım edince ancak Rabbimiz bize yardım edip ayaklarımızı sabit kılacağını bildiriyor. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed 7)
Rabbimiz bu ayetinde, kulları kendi dinine yardım ettiği zaman kendisine yardımcı olan o kullarına iki şeyi vaat etmektedir:
- Yardım ve nusretini,
- Kullarının ayaklarının bu din üzere sabit kalmasını.
Bu gerçekten de büyük bir nimet, büyük bir vaattir. O halde bu büyük sözün yerine getirilmesini gerektiren ameli yapmamız olmazsa olmazlardandır. Allah’ın nusretine layık olmak için zemin hazırlamalıyız ki yardımı, nusreti gelsin.
Kullar bu şartı yerine getirdiklerinde Rableri de onlara yapmış olduğu vaadini yerine getirecek, onlara hem yardım edecek hem de ayaklarını hak üzere sabit kılacaktır. Bugün Allah’a iman etmeyen kâfiler bile kendi ideolojilerinin uğruna her şeylerini çekinmeden feda edebiliyorlar. Oysa biz Müslümanların bundan çok daha fazlasını Rableri uğrunda takdim etmeleri gerekmez mi?
Dine, Kitaba, Rasûl’e ve Müslümanlara yardım edenlere Allah’ın yardım edeceği Rabbimizin Kur’an’daki en büyük vaatlerinden birisidir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Allah, kendi (dini)ne yardım edene mutlaka yardım eder! Muhakkak ki Allah, elbette Kavî (çok kuvvetli olan)dır, Azîz (kudreti daima üstün gelen)dir.” (Hac 40)
O mazlumlar ki, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, azgın zalimleri, bozguncuları, kâfirleri âdillerle, salihlerle, müminlerle defetmiş olmasaydı içinde Allah’ın adı çok anılan mescitler yıkılırdı. Nitekim o zalimlerin defedilmediği yerlerde dinsizlik görülmektedir. Biz neyimizi Allah yolunda feda etmiş isek, Allah’ta mutlaka karşılığını verecektir.
Allah Rasulünün arkadaşları olan ashab-ı kiram, bu dine ellerinde var olan her şeyi takdim ederek benzeri görülmemiş bir şekilde Allah’ın dinine yardım etmişler ve bu çabalarının neticesinde “ensârullah/Allah’ın yardımcıları” vasfını almaya hak kazanmışlardı. Onların bu çabaları kendilerine “cennet” olarak geri dönmüş ve yeryüzünde cennetlik insanlar olarak yürümüşlerdi. Allah, gerek kendisine gerek Resulüne gerekse dinine yardımcı oldukları için onların ayaklarını bu din üzere sabit kılmış ve en zor günlerde bile dimdik durmalarını sağlamıştı. Zira, Allah Müslüman kullarının ortaya koyduğu samimi çabaları asla zayi etmezdi. Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
“Muhâcir ve Ensar’dan öncü olanlarla, ihsan (ilkesi) ile onlara uyanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe 100)
Allah’ın dinine yardım etmek, Allah’ı hoşnut edecek amellerdir. Sahabe bunu çok iyi anlayıp en güzel şekilde yerine getirmiştir. Bundan dolayı da daha hayatta iken hem dünya hem de ahiret mükâfatı ile mükâfatlandırılmışlardır.
İşte, kim Allah’ın bu isteğinin tahakkuku için çaba gösterir, yardım ederse, Allah’ta kulunu yardımsız bırakmaz. Allah’a yardım, Allah’ın dininin yerleşmesine, güçlenmesine yardım demektir.
Küfrün hâkimiyetine asla razı olmadan, Hakkı hâkim kılmak için mücadele etmelidir. Çünkü hak mutlaka hâkim olacak ve batıl mağlup olacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ bu durumu bize şu şekilde müjdelemektedir:
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ ۚ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
“De ki: “Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu). Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya mahkûmdur).” (İsra 81)
Kardeşiniz,
Muhammed Kaya