Birleşik Arap Emirlikleri, Arap Baharı sonrası süreçte 2013 Mısır darbesindeki rolü ile anılsa da, bölgedeki birçok askeri operasyonda yer alan bir aktör. ABD’nin diplomatik ve askeri yardımları BAE’nin bölgedeki politikalarında, hem amaçlar hem de enstrümanlar açısından giderek daha pervasız hareket etmesine imkan veriyor.
2010-2011’deki halk hareketleriyle birlikte Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da ortaya çıkan dönüşüm süreçlerinin ardından, müttefiki Suudi Arabistan ile birlikte Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), dış politikasına artarak askeri güç unsurlarını da ekleyerek bölgenin jeopolitiğinin şekillenmesinde belirgin bir rol oynamaya başladı. 2011’e kadar bölgesel bir finans ve uluslararası iş merkezi olmayı önceleyen BAE, Arap Baharı ile ortaya çıkan bölgesel dinamiklerin etkisiyle Orta Doğu’da etkisi ve görünürlüğü artan askeri bir güç haline geldi. 2013’te gerçekleşen darbenin ardından Abdülfettah es-Sisi’nin iktidara gelmesinin ardından, Suudi Arabistan-BAE bölgesel ittifak bloğuna Mısır’ın da dahil edilmesi ile birlikte, BAE dış politika amaçlarını Libya’ya doğru genişletti ve Libya siyasetindeki iktidar rekabetinin seyrinin değişmesinde önemli bir rol üstlendi.
– Arap Baharı sonrası BAE dış politikası
2011 sonrası dönemde dış politikasında derin bir dönüşüm gerçekleşen BAE’nin özellikle bölgesel amaçları ve rolü, Suudi Arabistan ile geliştirdiği yakın iş birliğinin gölgesinde kalıyor. İki Körfez ülkesinin Arap Baharının ardından yeniden formüle ettiği bu bölgesel ittifak bloğunun ekseriyetle daha az ilgiye mazhar olan ortağı BAE, bir yandan hızlı bir şekilde bölgesel bir askeri güç haline gelirken diğer yandan da bölgedeki rejimlerin en önemli finansal sponsorlarından biri haline geliyor. Bugün BAE, Kızıldeniz’e sınırı olan yedi ülkenin dördünde (Mısır, Somali, Yemen ve Suudi Arabistan) liman işletmelerine sahip. Mısır, Somali ve Suudi Arabistan’daki liman işletmelerini ticari anlaşmalar ile elde ederken, Yemen’deki limanların kontrolünü devam eden Yemen operasyonları sırasında askeri güç ile ele geçiren BAE, Kızıldeniz’de daha önce sahip olmadığı bir nüfuz elde etmiş oldu. BAE, benzer bir yayılmacı politikayı askeri üsler konusunda da izliyor. Ülkenin Libya, Yemen, Eritre ve Somaliland’da askeri üsleri bulunuyor.
1980’ler ve 1990’lar boyunca temel güvenlik tehdidi olarak algıladığı İran’a yönelik savunma stratejileri geliştiren ve güvenliği Amerika Birleşik Devletleri’nden ithal eden BAE, Arap Baharı sonrası süreçte 2013 Mısır darbesindeki rolü ile anılsa da, bölgedeki birçok askeri operasyonda yer alan bir aktöre dönüştü. Bahreyn, Libya, Yemen, Suriye ve Irak gibi ülkelerde askeri operasyonlara başta hava kuvvetleri ile olmak üzere askeri destek sağlayan BAE, bu süreçte askeri kapasitesini de geliştirdi. İlk olarak 2011’de Ortak Askeri Komuta çatısı altında, Körfez Kalkanı birlikleri kapsamında Bahreyn ve BM Gönüllüler Koalisyonu’yla birlikte Libya askeri operasyonlarına katıldı. DEAŞ terör örgütüne yönelik operasyonlarda, Irak’ta ABD ile birlikte ve Suriye’de ise hem 2014’te ABD öncülüğündeki hem de 2015’te Rusya öncülüğündeki operasyonlarda yer aldı. Temmuz 2019’da askeri kuvvetlerini operasyonlardan çekeceğini açıkladığı ve 2015’ten itibaren Suudi Arabistan öncülüğünde devam eden Yemen operasyonlarının ise ikinci önemli ortağı. 2016’dan itibaren de Mısır’la birlikte Tobruk Temsilciler Meclisi ve Halife Hafter’in safında Libya’da hem hava operasyonları gerçekleştiriyor hem de Halife Hafter liderliğindeki Tobruk Libya Ulusal Ordusu’na silah ve mühimmat desteği sağlıyor.
– BAE, Libya’da ne yapıyor?
BAE ve Hafter arasındaki ilişki karşılıklı çıkarlara dayanıyor. Halife Hafter’in Libya’daki siyasal İslamcı gruplarla, özellikle de Müslüman Kardeşlerle mücadelesi, BAE’nin bölgedeki siyasi gündeminin önemli bir parçası. BAE, 2012’den itibaren İhvan’ın BAE uzantısı Islah hareketine karşı “rejimi yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla” operasyonlara başlamış, çok sayıda tutuklama ve yargılama gerçekleştirmişti. 2014 yılında ise BAE, Suudi Arabistan ile birlikte Müslüman Kardeşleri “terör örgütü” olarak tanımış, hareketi hem ulusal hem de uluslararası bir ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlayarak İhvan’la geniş cepheli bir savaşa başlamış oldu.
Bu savaşın ilk cephelerinden biri hiç kuşkusuz Mısır’dı ve Mısır’da iktidara gelen Sisi, BAE için Libya kapılarını açmış oldu. Ağustos 2014’te BAE’nin, Mısır’ın kendisine açtığı askeri üslerden Trablus’ta bir dizi hava operasyonu gerçekleştirdiği Batı medyasında yer almıştı. Aynı yıl Libya’da iki önemli gelişme daha yaşanmıştı. İlki Halife Hafter’in ülkenin doğusunda, çoğunlukla eski askerlerden oluşan Libya Ulusal Ordusu’nu kurması ve bu askeri birliklerle Mayıs 2014’de Onur Operasyonlarına başlaması, diğeri ise Haziran 2014 seçimlerinin ardından Libya’da biri Milli Genel Kongre diğeri Temsilciler Meclisi (2014 seçimleri ile oluşan) olmak üzere iki hükümetli siyasi bir yapının ortaya çıkması. Ağustos 2014’e gelindiğinde ise Trablus şehri, bu iki hükümete bağlı aşiret ve milis güçlerinin başkent Trablus’un kontrolünü ele geçirme mücadelesine sahne olmaktaydı. BAE ise Libya’da gerçekleştirdiği bu ilk hava saldırısıyla Trablus merkeze doğru ilerleyen ve Milli Genel Kongre safında yer alan Misrata güçlerinin ilerleyişini durdurmayı amaçlıyordu. Fakat başarılı olamadı ve Temsilciler Meclisi Trablus’tan çekilmek ve Halife Hafter’in güvenliğini sağladığı Tobruk’a yerleşmek zorunda kaldı.
Ancak BAE, Tobruk Temsilciler Meclisi’ne ve Halife Hafter’e destek vermeye devam etti. Bu destek uluslararası arenada Tobruk hükümetine meşruiyet kazandırma çabalarından Halife Hafter’in askeri birliklerine silah ve mühimmat temin edilmesine, finansal kaynakların sağlanmasından Onur Operasyonlarına hava desteği verilmesine kadar geniş bir yelpazede gerçekleşiyordu. BAE, 2016 ve 2017 yıllarında Halife Hafter tarafından başlatılan Derne ve Bingazi operasyonlarına havadan da destek sağladı. 2015 yılında ise Mısır, Libya’da DEAŞ’ın Mısır vatandaşlarını infaz etmesinin ardından, sınır ötesi operasyona başlayarak Halife Hafter’in askeri ilerleyişine yardımcı oldu. Öte yandan 2018 yılında, 2016 yılından itibaren BAE’nin Libya toprakları içinde El-Kadim askeri üssünü işlettiği ve operasyonlarını buradan gerçekleştirdiği ortaya çıktı.
Bölgedeki askeri varlığını Libya’daki askeri üsle genişleten BAE, Halife Hafter’e ve Tobruk Temsilciler Meclisi’ne uluslararası meşruiyet sağlayarak kazanımlarını garanti altına almak için de yoğun bir çaba harcadı. BM’nin sunduğu çözüm önerisi Suheyrat Anlaşması’nın (Temmuz 2015) mimarı BM Libya Özel Temsilcisi Bernardino León, görev süresinin dolmasının hemen ardından BAE’nin finanse ettiği bir düşünce kuruluşunda işe başladı. Bu skandalın ardından ise Libya’daki siyasi diyalog görüşmeleri sırasında (Aralık 2014) BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed ile sürece ilişkin mailleri ortaya çıktı.
Ancak Suheyrat Anlaşması ne tarafları tek çatı altında toplayarak Libya siyasal diyaloğunun hedeflerine ulaşmasını ne de Tobruk Temsilciler Meclisi ve dolayısıyla Halife Hafter ve müttefiklerinin arzu ettiği uluslararası meşruiyeti sağlayabildi. 2015 başında BM desteğiyle Fayiz es-Serrac önderliğinde Ulusal Mutabakat Hükümeti kuruldu ancak Tobruk Temsilciler Meclisi yeni hükümeti tanımadı. BM’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti Trablus’ta grupları kontrolü altına almaya çalışırken, Halife Hafter operasyonlarını ülkenin batısına ve güneyine doğru genişletmeye devam ediyordu.
BAE ise özellikle son dönemde, Halife Hafter’in uluslararası meşruiyet arayışına ve Libya’nın liderliği konumuna yükselme çabasına daha doğrudan bir diplomatik destek sağladı. Fransa ve İtalya’nın peş peşe gerçekleştirdiği Libya zirvelerinin ardından, BM Libya için yeni bir yol haritası belirlediğini açıklamıştı. BM Özel Temsilcisi Gassan Selame’nin yol haritası çerçevesinde, Halife Hafter’in liderliğindeki Tobruk Temsilciler Meclisi ile Fayiz es-Serrac liderliğindeki Trablus Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında bir anlaşma yapılması ve yeniden Libya’daki rakip kurumları ve aktörleri tek çatı altında birleştirilmesi hedefleniyordu. Ancak BM arabuluculuğu ile gerçekleşen bu görüşmeler, Halife Hafter’in şubat ayında başlattığı, operasyonların ardından güney Libya’nın önemli petrol tesis ve sahalarının kontrolünü ele geçirdiği “Fizan Operasyonları” nedeniyle ertelenmişti.
Bu gelişmenin ardından BAE, bir diplomasi turu gerçekleştirmişti. Önce Libya Ulusal Petrol Şirketi başkanı ile görüşerek kurumu, petrol sevkiyatını engelleyen güney petrol sahalarındaki “mücbir sebepleri” kaldırmaya ikna etmiş ve Halife Hafter’in petrol sahasındaki varlığına meşruiyet kazandırmıştı. Ayrıca şubat ayının sonlarında BM ve BAE desteği ile Fayiz es-Serrac ve Halife Hafter Abu Dabi’de bir araya gelerek uzlaşı görüşmelerine başlamıştı. Ancak diplomatik görüşmeler ile Libya’nın liderliğini ele geçiremeyeceği sonucuna varmış olacak ki, Halife Hafter BM tarafından 14 Nisan 2019 tarihinde düzenlenmesi planlanan Libya Ulusal Konferansına on gün kala diplomasi sürecini rafa kaldırdı ve Trablus saldırısına başladı. Böylece BAE de Libya’da Ağustos 2014’te başladığı noktaya geri dönmüş oldu.
– Ambargoya rağmen ABD silahları Libya’da
BAE’nin hem bölgesel hem de Libya’da izlediği yayılmacı ve hırslı dış politika, yakın müttefiki Suudi Arabistan’ın gölgesinde kalıyor ve yüzeysel bakış açıları ile analiz edilmeye çalışılıyor. BAE’nin Müslüman Kardeşlere yönelik iç tehdit algısı şüphesiz ki dış politikasında, özellikle 2012-2014 yılları arasında, çok temel bir belirleyici olarak karşımıza çıkmakta. Ancak bugün Yemen’de ve Libya’da askeri operasyonlarla önemli kazanımlar elde eden BAE, hem ekonomik hem de askeri bir bölgesel güç olmayı hedefleyen bir aktör haline geldi.
BM tarafından desteklenen Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Giryan kentini ele geçirmesinin ardından kentte Halife Hafter’e ait birliklerce kullanılan ve BAE tarafından sağlandığı düşünülen ileri teknoloji “Javelin” füzeleri dahil olmak üzere ABD menşeli silahlar ortaya çıktı. Senato Dış İlişkiler Komitesi Demokrat üyesi Bob Menendez, olayın incelenmesini talep etti. Pentagon tarafından Amerikan silahlarının BM silah ambargosunun hâlâ geçerli olduğu Libya’ya nasıl ulaştığına dair bir soruşturma açıldı. Ancak Trump yönetimindeki ABD’nin BAE’ye yönelik kısa vadede çok sert bir cevap vermeyeceğini de düşünmek mümkün. Başkent Trablus’a yakın Tacura bölgesinde yer alan mülteci kampının hava saldırısı ile vurulmasının ardından -saldırının BAE tarafından gerçekleştirilmiş olduğu iddiaları da mevcutken- acil olarak toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ABD’nin desteğini alamadığı için saldırıyı kınayamadı. Bu durum ise BAE’nin bölgedeki politikalarında, hem amaçlar hem de enstrümanlar açısından giderek daha pervasız hareket etmesine olanak tanıyor.
Kaynak: Dünya Bülteni