ABD’nin sahip olmuş olduğu tüm imkânlarına ve dünyadaki güdümlü devletlerin fiili yardımına rağmen, Suriye’de kıyamının durdurulamamış olması aslında bu kıyamın gerçek olduğunun bir kanıtıdır. Müslümanların her türlü imkânsızlıklarına rağmen hedefe doğru yürümüş olması yine takdire şayandır. Lakin kafir batı ve onun başında bulunan ABD istenilen netice alınamadıkça adeta çıldırıyor ve zaman zaman hatalı siyasi hamlelerde bulunuyor. Hatalarından biriside kendi menfaatleri için ölümü göze alan ve konumu itibarı ile taviz vermek istemeyen belirli güçlerin, örneğin Suriye PKK’sının (PYD) veya şii İran’ın, hatta Osmanlı Hilafet’inin torunları olarak övünen Türkiye’nin birbiri ile uyum halinde çalışmalarını istemesidir. Aslında bölge unsurlarına Hizbul-İran ve Rusya’yı da katabiliriz. Denilebilir ki ABD bu güç (Rusya, Türkiye ve İran) ve unsurlarla (PYD ve Hizbul-İran) çalışmak zorunda. Evet ABD’nin Afganistan ve Irak’daki menfi tecrübesinden sonra bu şekilde bir siyaset izlemesi normal. Yine demokratların yani Obama’nın ılımlı askeri bir yol izleyeceği de biliniyor. Lakin her ne olursa olsun şuan vakıaya baktığımızda ABD’nin Suriye çıkmazına girdiğini görmek mümkün. Bu çıkmazı şu şekilde özetlemeye çalışalım:
İran:
Mart 2011 ayaklanmasından hemen sonra Esad’ın en sadık dostu ve yardımcısı olan İran ve onun kontrolünde bulunan 50 bine yakın şii milisleri her türlü desteği almalarına rağmen istenilen başarıyı elde edemedi ve binlerce milislerini hatta onlarca general konumunda olan üst rütbeli askerini kaybetti.
Rusya:
Ekim 2015 tarihinde özellikle havadan bombalamak suretiyle savaşa dahil oldu. Büyük çaplı bir başarı elde ettiği söylenemez. Lakin yapmış olduğu tahribat ve katliamların çok büyük olduğunun da unutulmaması gerekiyor. Rusya’nın ABD ile yapmak istedikleri Rojova diye adlandıralan Afrin ile Irak sınırına kadar olan kuzey Suriye bölgesi, çok yol kat etmelerine rağmen istenilen güce gelememiştir. Cerablus -Azez hattı kapatılamamıştır, Türkmendağı ve özellikle Halep tamamen rejimin eline geçirilememiştir. Lakin Rusya’nın Esad ve İran için bir can simidi olmuş olduğunun da unutulmaması gerekiyor. Yani Rusya Suriye’ye dahil olmamış olsaydı muhtemelen muhalifler Şam’a doğru ilerlemiş ve Halep’i tamamen ele geçirmiş olacaklardı.
Türkiye:
Ağustos 2016 tarihinden itibaren ABD bir başka uydu devleti olan Türkiye’nin Suriye’ye girmesini istemiştir. İŞİD ve PYD’nin tampon bölge olarak adlandırılan Fıratın batısından Azez’e kadar olan hattın temizlenmesi ve yerine ÖSO yerleştirilmesi istenilmektedir. Erdoğan’lı Türkiye bu şekilde hem Türk halkına güç gösterisi yapmaya hem de Suriye ılımlı muhaliflerin teveccühünü kazanmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda kendisi ile yıllardır mücadele etmiş olduğu PKK’nın Suriye kolunu hem meşrulaştırmış hem de onun sınırlarını adeta cizmiş olacaktı. Tabiki bu yine ABD’nin gözetimi ile gerçekleştirilmek isteniliyor. Lakin bu hamlenin oldukça kırılgan olduğunun da unutulmaması gerekiyor.
İlk iki çıkmazın netice vermemiş olması üçüncü bir çıkmazın oluşmasına sebep oldu ve muhtemeldir ki oda çıkmaz sokağa girecek ve ABD’nin istemiş olduğu sükünet oluşturulamayacak. Türkiye’nin fiili olarak Suriye çıkmazına dahil olması ve 100 km genişliğinde ve 40 km derinliğinde olan bir bölgenin tampon bölge olarak adlandırması hem siyaseten hem de askeri açıdan aslında oldukça gülünç. Türkiye’nin dile getirmiş olduğu gibi PYD bir terör örgütü ise ve onların Suriye sınırından uzaklaştırılması isteniliyorsa, neden Fıratın batısı ile Azez arası ile yetinilmektedir? Yani diğer 800 km sınır boyu tehdit oluşturmamaktamıdır? Özellikle PYD terör örgütü ise ki öyledir ve Türkiye PKK’sının Suriye uzantısıdır. Öyleyse özellikle güneydoğu Anadolu’nun komşusu olan yani Şanlıurfa, Diyarbakır, Cizre ve Şırnak’ın güneyinde bulunan Suriye’nin kuzeyi yani Kamışlı, Haseke ve Kobani neden Cerablus veya Azez olarak görülmemektedir? Aslında danışıklı bir dövüşün yapıldığı gün gibi aşikar. Lakin görmek için Rabbimizin bize vermiş olduğu göz ve akıl nimetini kullanmak gerekmektedir.
Bu kargaşa esnasında Türkiye’nin Suriye siyasetinde ona biçilen görevi anlamak ve kıyam için ne kadar sinsi ve tehlikeli bir oyun oynadıklarını anlamak için Suriye’nin önde gelen cihadi guruplarından olan Fetih ordusunun kadısı Dr. Abdullah Muhaysin’le yapılan bir röportajdan bahsetmek istiyorum. Diriliş postası yazarı olan Yaşar Yavuz’un yapmış olduğu bu röportajda şu kısma dikkatlerinizi yöneltmek istiyorum:
Abdullah Muhaysini, İslam coğrafyasında ezilen masumların umudu olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, yönelik şu çağrıyı yaptı: “Sana mülk veren, darbeyi bozan, Türkiye’yi temin eden ve senin sevdanı Türkiye halkının gönlüne koyan Allah’tır. Senin Suriyelilerin yanında duruşun, Allah’ın katında sayılacaktır. Senin ecdadın ve Fatih tarihe altın harflerle yazıldılar. Senden de tarihte yazılacak büyük duruşlar bekleniyor.”
Müslümanların bugün mazlum Suriye halkını savunmalarının ve onlara yardım etmenin Mekke’ye gidip tavaf etmekten daha hayırlı olduğuna inandığını belirten Muhaysini, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da seslenerek, “Tarih senin ecdatlarını altın harflerle yazdı. Senden de tarihte yazılacak büyük duruşlar bekleniyor” dedi. (dirilispostasi.com / 02.09.16)
İşte bu duruşun ve Erdoğan ile alakalı sözlerin aslında küçümsenmemesi gerekmektedir. Türkiye ve Erdoğan’ın yapmış olduğu gayri İslami duruş ortada olduğu halde neden bu açıklamanın yapıldığını anlamak zor. Lakin cihadi gurupların siyasi basiretten yoksun olduklarını ve anlık bir değerlendirme yaptıkları ortada. Erdoğan değil mi İsrail ve Rusya ile normalleşen. Yine Erdoğan değil mi ABD’nin kadim dostu olan. Türkiye devleti kafir Mustafa Kemal’in İngilizlerin eli ile kurmuş olduğu laik ve demokrat T.C. yi yıkıp yerine ikinci Raşidi Hilafet Devlet’ini kurmadığı müddetçe ne Suriye’ye yardım edebilir ne terör belasından kurtulup, ekonomik bağımsızlık, izzet ve şerefe kavuşabilir.
Öyleyse Allah’a güvenin ve tarihte yerinizi alabilmeniz için Hilafet’i kurmak için canla başla çalışan Hizb-ut Tahrir’e nusretinizi verin.
Kardeşiniz Mehmet Aydın
04.09.16