28 Şubat sürecinden sonra yargılama aşamasında yaşadıklarını anlatan Hizb-ut Tahrir hükümlüsü Kurtuluş, “Mahkemenin ‘ileride muhakkak silahlanacaklar’ yorumuna dayanarak PKK, DEAŞ gibi silahlı terör örgütleriyle aynı maddeden cezalar aldık” dedi.
İSTANBUL – MÜCAHİT TÜRETKEN
Hizb-ut Tahrir davası hükümlüsü Bekir Kurtuluş, “2005 yılına kadar ‘silahsız terör örgütü üyesi olmak’ isnadıyla yargılanırken bir mahkemenin içtihadıyla ‘Bunlar ideallerine silahsız ulaşamazlar, ileride muhakkak silahlanacaklar.’ şeklindeki yorumuna dayanarak PKK gibi, DEAŞ gibi silahlı terör örgütleriyle aynı maddelerden cezalar aldık.” dedi.
Kurtuluş, AA muhabirine 28 Şubat sürecinden sonra Hizb-ut Tahrir’e ilişkin davalardaki yargılama aşamasında yaşadıklarını anlattı.
Kurtuluş, 2001 yılında mühendislik fakültesinden mezun olduğunu ve o dönem 11 Eylül saldırıları sonrasında Bursa’da arkadaşları ile ABD’nin Afganistan’a yönelik operasyonunu eleştiren bildiri dağıttıklarını söyledi.
Dağıtıkları bildiri nedeniyle polisin yaptığı operasyonla gözaltına alındıklarını ifade eden Kurtuluş, basında “Hizb-ut Tahrir Yargılamaları” olarak bilinen sürecin bu olay neticesinde başladığını belirtti.
Kurtuluş, gözaltı sürecinde işkence gördüklerini öne sürerek, ilk cezaevi deneyimini iki günlük nişanlı iken yaşadığını kaydetti. Kısa bir süre Bursa Cezaevi’nde, daha sonra ise yaklaşık 16 ay Eskişehir Cezaevi’nde kaldığını anlatan Kurtuluş, birçok arkadaşının da tutuklandığı dile getirdi.
Bekir Kurtuluş, daha sonra 2005 yılında Fatih Camisi’nde yaptıkları basın açıklaması nedeniyle haklarında yakalama kararı çıktığını ve yaklaşık 1,5 yıl kaçak yaşadığını, teslim olduktan sonra ise tutuksuz yargılandığını kaydetti.
Hizb-ut Tahrir’in, 28 Şubat döneminde bile silahlı terör örgütü kategorisinde değerlendirilmediğine dikkati çeken Kurtuluş, “2006 yılı sonrasında Balyoz”, Askeri Casusluk, Hrant Dink, Devrimci Karargah gibi davaların kararlarını onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, hukuksuz içtihadı ile kanaate dayalı kararı sonucu 500’den fazla insana bin 800 yılı aşkın ceza verdi.” diye konuştu.
“Ayrılık vakti atılan bir bakış insanın kafasından günlerce çıkmazdı”
Daha sonra 2010 yılında Lübnan’da düzenlenen ‘Hizb-ut Tahrir’ konferansına katıldığı için tekrar yargılandığını bildiren Kurtuluş, şöyle konuştu:
“Bu yargılamalar neticesinde uzun bir süre tutuklu kaldım ve bugüne dek kesik kesik aralıklarla toplamda yaklaşık 4 yıl 8 ay tutuklu kaldım. ‘Hizb-ut Tahrir üyeliği veya yöneticiliği’ gibi isnatlarla defalarca yargılama süreci yaşadım. Mahkemelere savunma yapmaya gitmek de ayrı bir işkenceydi. Eskişehir’den İstanbul’a eski püskü cezaevi araçlarıyla ellerimiz zincirli mola bile vermeden 10 saatte götürülüp getirilmek insanı çok yıpratıyor. Sosyal, ekonomik, ailevi düzenimiz sürekli bozuldu. En çok ailem ve çocuklarım mağdur oldu. Akranları yazları tatile, hafta sonları gezmeye giderken benim ve diğer dava kardeşlerimin çocukları cezaevlerine ziyarete gidiyorlardı. Şehir dışındaki hapishanelerde kaldığım dönemlerde saatlerce yol alıp sadece 45 dakika için babalarını görmeye geliyorlardı. Bu bazen cam arkasından ahizeyle görüşme olup bazen geniş bir masanın iki tarafında resmi toplantı atmosferinde oluyordu. Dokunamadan, koklayamadan, sarılıp öpemeden geçen aylar, yıllar oldu. En kötüsü de ayrılık vakti yaşlı gözlerle son defa atılan bir bakış insanın kafasından günlerce çıkmazdı. Bunun birkaç yaşındaki çocuklar üzerindeki etkisini bir canlandırın zihninizde. Hatırladıkça gözlerim yaşarır.”
Kurtuluş, cezaevinde geçirdiği yılları kayıp olarak görmediğini, aksine Medrese-i Yusufiye olarak değerlendirdiklerini dile getirdi.
Bu bakış açısının kendilerine zulmedenlere hak vermek anlamına gelmediğini vurgulayan Kurtuluş, “Biz okumaya aç birer kurt gibi elimize geçeni okurken hücrelere 3 kitap sınırı getirildi. Onları okuyup gönderip yenilerini isterdik. Posta yoluyla kitap gönderimi hem masraflıydı hem de ailemize sıkıntı veriyordu.” dedi.
Cezaevi süreçleri nedeniyle yüksek lisans eğitimini tamamlayamadığını ve mühendislik kariyerinde yükselemediğini belirten Kurtuluş, “Dışarıda geçirdiğim birkaç yılda kablosuz elektrik aktarımıyla çalışan insansız taşıma araçları, robot projeleri gibi güzel projelere imza attım. Kesintiler olmasaydı yerli sanayi adına çok daha büyük hedeflerim ve projelerim vardı. Hiçbirini gerçekleştiremedim.” ifadelerini kullandı.
Hizb-ut Tahrir’in kurulduğu 1953 yılından bu yana silahlı eylem yöntemlerine ilkesel olarak karşı durduğunu, bir siyasi parti olduğunu savunan Kurtuluş, Hizb-ut Tahrir’in 65 yıldır faaliyet gösterdiği 40’tan fazla ülkede mensupları öldürülse dahi hiçbir zaman silaha ve şiddete başvurmadığını aktardı.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve sonrasında FETÖ’cü yargı dönemlerinde kendilerine ‘terör örgütü üyesi’ suçlaması yapıldığını hatırlatan Kurtuluş, “Eskiden ‘silahsız terör örgütü’, şimdi ise ‘silahlı terör örgütü’ suçlaması yapılıyor. İkisi de birbirinden beter birer hukuk garabeti olan bu suçlamalar tamamen mesnetsiz ve hayale dayalı suçlamalardır. Çünkü Hizb-ut Tahrir hiçbir zaman cebir, şiddet ve silaha başvurmamış hele terör olarak tabir edilebilecek bir eyleme asla tevessül etmemiştir. Hizb-ut Tahrir’e yapılan operasyonların hiçbirinde silah hatta bıçak bile ele geçirilmemiştir. Bizim aldığımız eğitim silahlı çatışma eğitimi değil sadece dinimizin 1400 yıllık mirasına dayalı İslami fikirler ve İslami kültürden ibarettir.” diye konuştu.
Yargılama sürecinde mahkemelerde savunma yaparken kendilerinden cevap verilmesi istenen tek sorunun “Hizb-ut Tahrir’e üye misin?” sorusu olduğunu ifade eden Kurtuluş, “Biz başka konularda kendimizi ifade etmeye ve savunmaya çalışsak hakimler tarafından hemen sözümüz kesilir ve ‘Soruya cevap ver başka konulardan bahsetme.’ denilirdi. Buna, ‘Cevap vermek istemiyorum.’ dediğimiz zaman ‘Örgütsel tavır takındı.’ deyip ceza kesiyorlardı. ‘Evet’ dememiz durumunda da yine ceza kesiliyordu.” dedi.
“Savcı dosyaya ‘Talimatla ifadesi alındı’ yazarak savunma hakkımı gasbetti”
Kurtuluş, 2004 yılında ise Bursa Ulucami’de başörtüsü ile ilgili bir açıklama ve bildiri dağıtımı gerekçe gösterilerek yeniden arkadaşları ile birlikte gözaltına alındığını kaydetti.
Bekir Kurtuluş, 2005 yılında eşinin doğum yaptığı gece sabaha karşı evlerine yine baskın yapıldığını dile getirerek, şunları söyledi:
“Bu seferki gerekçe İstanbul Fatih Camisi avlusunda bir basın açıklamasına katılmamızdı. İlk çocuğumuzun ilk günlerinde ailemin geçimini sağlayabilmek için o gece yakalanmadan kaçabildim. 16 ay süren kaçak bir hayattan sonra ifade vermek üzere kaldırılan DGM’lerin yerine kurulan özel yetkilerle donatılmış İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gittim. Tutuksuz yargılanmak üzere salındım ve bu dosya kapsamında hiç mahkeme yüzü görmedim. Savcı dosyaya ‘Talimatla ifadesi alındı.’ yazarak savunma hakkımı gasbetmiş oldu. Yargıtay 9. Ceza Dairesi ise bunu değerlendirmeye almayarak ayrı bir garabete imza atmış oldu. Son geldiğimiz süreçte 9. Ceza Dairesi hakimlerini FETÖ’den suçlu bulan 16. Ceza Dairesi onların hakkımda verdiği bu kararı onaylayarak bambaşka bir garabete imza atmış oldu. Ve 12 yıl sonra bu dosya zaman aşımına 1 ay kala onaylandı ve kesinleşti.”
Hizb-ut Tahrir’in legal faaliyet yürüttüğü Lübnan’a 2010’da, Türkiye’den 15 gazeteci yazarla beraber uluslararası bir konferansa tercüman olarak katıldığını söyleyen Kurtuluş, “Bu resmi konferanstan döndükten 1 yıl sonra 2011’de 7,5 yıl hapis cezası istemiyle yargılandım. Gerekçe olarak Lübnan’a örgütsel faaliyet kapsamında gittiğim gösterildi. Bu kapsamda önce 6 ay tutuklu olarak İzmir F Tipi Cezaevi’nde yattım, daha sonra jet hızıyla bu dosya 1 senede onaylandı ve 2013’te tekrar tutuklandım ve 2 sene daha yatıp çıktım.” dedi.
“Durum kadar absürt ve trajikomik”
Kurtuluş, 2005 yılına kadar ‘silahsız terör örgütü üyesi olmak’ isnadıyla yargılandıklarını ifade ederek, “O yıldan sonra bir mahkemenin içtihadıyla ‘Bunlar ideallerine silahsız ulaşamazlar, ileride muhakkak silahlanacaklar.’ şeklindeki yorumuna dayanarak PKK gibi, DEAŞ gibi silahlı terör örgütleriyle aynı maddelerden cezalar aldık. Şiddet karşıtı silahsız bir hareket, kanaatle ve hayal ürünü yorumla silahlı terör örgütü ilan edildi. Düşünün ki siz normal bir vatandaş olarak hayatınızı sürdürürken bir vesileyle hakim karşısına çıkıyorsunuz ve mahkeme siz ne derseniz deyin ‘Sen ileride cinayet işleyeceksin.’ diyerek hayale dayalı bir yorumla sizin yapınız ne kadar şiddete karşı olsa da ömür boyu hapis cezası kesiyor. Durum bu kadar absürt ve trajikomik.” değerlendirmelerinde bulundu.
Kurtuluş, 2001’de ilk tutuklanmalarından bu yana kendilerine operasyon yapan polislerin çoğunun, savcı ve hakimlerin ise büyük bir bölümünün ya FETÖ’den tutuklandığını, ya firari olduğunu ya da görevden alındığını ifade ederek, FETÖ’nun Orta Asya ülkelerinde çok uğraşmalarına rağmen kirli fikirlerini yayamadığını kaydetti. Bekir Kurtuluş, Hizb-ut Tahrir’in Kur’an ve sünnet aydınlığıyla o bölgelerde bilinçlendirme faaliyetleri sayesinde FETÖ’nün o bölgede kök salmasına engel olduğunu, örgütün de bunu bir kin vesilesi yaparak sahip olduğu yargı imkanlarını kendilerine karşı silah olarak kullandığını belirtti.