Genel olarak dünyada, siyasetin ana temaları üzerinden siyaset yapma bilinci kaybolmuştur. İlkesiz siyaset olunca siyasetçilerde de gerçek manada siyasetçi olmaktan çıkmıştır. Siyasette muhasebe zinciri koptuğundan dolayı toplumlar siyasetçiler konusunda kör bir bakışa sahip oldular.
Siyaset alanında insanlık cahiliye dönemini yaşamaktadır. Siyaset ve aydın siyasetçi yoksunu bir süreçten geçilmekte, kamuoyunu yaz-boz tahtasına çeviren sözde siyasetçiler dünyayı büyük kaosların eşiğine getirmiş vaziyetteler. Öyle ki toplumsal barışı tesisi etmek için akil kişiler diye topluma sunulan siyasetçiler; artist, müzisyen, eşcinsel, model figürler, hayatı fuhşuyat ve yalanlarla dolu vb. şahsiyetlerden oluşuyor. Günümüzde siyasete yön veren örnek alınacak bir tane dürüst devlet adamı gösteremezsiniz. Aynı şekilde siyasette yer edinenler kendi çıkarlarını ve menfaatlerini gözetmekten başka bir iş yapmadıklarını görürsünüz. Bu dünyanın genelinde böyledir. Siyaset düşmüştür, siyasilerde yerde paspas bezine dönüşmüştür. Geçmişte komünizme direnen kapitalizm siyaseti bugün insanlığın kurtarıcısı olmadığının görüntülerini alenen vermeye başlamıştır. Onun için günümüzde dünya, kapitalizmin uyguladığı kokuşmuş siyasete isyan ediyor. Aynı şekilde bozuk sistemin siyasetçilerine gereken değeri de vermiyor.
İslam aleminde ise siyasi eksen kaos içerisinde olup siyasi hayat, kukla siyasetçiler eli ile, küfür ilkeleri doğrultusunda kendini kurtaramayan, batmak üzere olan sömürgecilerin ellerine teslim edilmiştir veyahut ta mevcut statükoya göz yumulmuştur. Onun için günümüzde hayattaki ilişkileri düzenleyen siyaset, siyasetçi ve siyasi muhasebeciler çok kaypak bir zemin üzerinde yürüyor. Bu hem dünyada genelinde hem de özellikle İslam aleminde böyledir.
Kapitalizmin pençesinde şekillenen günümüz dünyasında ilkeli ve olgun bir siyaset beklemek elbette mümkün değildir. Bu sistemden beslenen siyasetçilerin toplumlara bir faydasının dokunacağını beklemekte yanlış olur. Bir kere kapitalizmin doğası bozuktur.
Batı, Osmanlının yıkılış sürecinde kendine özgü ilkeler (laiklik) ve bu doğrultuda siyasetçiler çıkartmışlardı. Sadece bununla yetinmeyerek sözde münevver, aydın, çağdaş görünümlü siyasetçileri okullarında yetiştirip Müslümanları batı kültürü ile etkilemeleri için bunları İslam alemine pazarlıyorlardı. Osmanlı yıkıldıktan sonra bunu Komünizme karşı yaptılar. Fakat ideolojik çarpışma döneminin bitmesi ile birlikte ilkeli siyaset ve ilkeli siyasetçi yetiştirme dönemi de bitmiş oldu. Artık kapitalistlerin ne o siyasetlerini görebilirsiniz nede o meşhur siyasetçilerini. Dünya çapında kariyerli (!) diplomat yetiştiren o meşhur üniversiteleri siyasetçi yetiştirmekten aciz hale geldi. Artık dünya genelindeki işlerini orada-burada buldukları menfaat düşkünü ajanları ve kuklaları ile yürütmeye çalışıyorlar.
Yıllardır siyaset, hem kendine özgü fikri çerçevede hem de ameli sahada ilkelerinden sapmış, saptırılmış ve bir o kadar da kirletilmiştir. Belki bugünkü siyaset ve siyasi durum bazılarınca insan hayatında karşılaşılan ve sıradan bir durummuş gibi algılanabilir. Veyahut siyasetin temel ilkelerinin günümüzdeki şekliyle en doruk noktasına ulaştığı yargısı kamuoyu üzerinde etkin kılınabilir.
Ne acı ki günümüz ilkesiz ve en düşük seviyesinde olan siyasi anlayışını yakalamak, onunla iştigal etmek medeni ve çağdaşlık seviyesinin ölçüsü kabul edilmektedir.
Ayrıca halkın siyaset etme vasfı ellerinden alınmış belirli kesimlere verilmiştir. Kutuplaşma hasıl olduğu için de halk siyasetçiyi, siyasetçide halkı anlamaz olmuştur.
En kötüsü ve Müslümanları derinden etkileyen ise; İslam devleti yoksa İslami siyasette yok algısının yerleşik bir hal almış olmasıdır. Bunun sonucu olarak ta; “siyaset kirlidir, dini siyasete karıştırmayın vb.” söylemler türemiştir. Bunun yanında inancı ayrı bir kefeye, siyaseti ayrı bir kefeye koydukları gibi Müslüman bir şahsın günümüz siyasetinde yer alması büyük başarı olarak algılandı. Hatta onların iktidarda olmaları, yönetmeleri doğru siyaset, doğru siyasetçi, siyasetin doruk noktasına ulaşma ve her şeyi elde etme şeklinde kabul görerek kişileri sistemleri sorgulamaktan uzaklaştırdı. İslam devletinin hayatta olmamasından kaynaklanan siyasi boşluğun böyle doldurulacağına inandırıldılar. Bu demek değildir ki şu an Müslümanlar İslam’la siyaset edemezler. Böylesi bir düşünceye teslim olmak, inanmak gaflettir, düşüklüktür. Bu demektir ki; İslam’ın siyasi yönü, getirdiği siyasi çözümler toplum tarafından tam manasıyla idrak edilmiyor demektir. İslam devletinin varlığı veya yokluğu İslam siyasetinden tümüyle uzaklaşmak anlamına gelmez. Veyahut ta İslam siyasetinin ömrünü doldurduğu veya tümüyle kalktığı anlamına da gelmez. İçerisinde bulunulan şartlar ne olursa olsun Müslümanlar için tek siyaset türü vardır. O da İslam’la siyaset etmektir. Bu konuda kesinlikle zan yoktur.
Dolayısıyla dünya siyasetine yeniden yön verecek ilkeli siyasete ve dünya siyasetinde etkin olacak ilkeli siyasi şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Dünyayı kapitalizmin kokuşmuş siyasetinden kurtaracak olan tek siyaset vardır o da İslam siyasetidir. Yine dünya siyasetini çöplüğe döndürmüş siyasetçilerinden kurtaracak olan İslam siyasetçileridir. Bugün bunları konuşabiliyorsak bu çatışma başlamıştır. Bu siyasi çatışma sadece İslam alemini temizlemekle kalmayacak dünya siyasetini de temelden şekillendirecektir.
Derinden derine ve ilkeli düşünmeye başladığımızda, ideolojik siyasi görüşler arasında karşılaştırmalar yapıp geçmişten günümüze siyasetin fikri ve ameli boyutu ele alındığında müşahede ederiz ki günümüzde Müslümanların hayatına etki eden siyasetin (bizden olmayan belli ilkeler içermesine rağmen) kabullenilecek doğru bir siyaset olmadığı görülür. Siyasi hayatın insan fıtratına uygunluğunu tartışmaya açmadan günümüz siyasi hayatına yüzeysel bir bakış sergileyen insanın bugünkü siyasi yaşamdan memnun olmadığı yüzlerinden okunur. Siyaset vardır ki insanı değerli bir varlık kılıp onun hayatına adalet ve huzur getirir. Hazreti Ömer’ler gibi. Yine siyaset vardır ki insanı insanlıktan çıkartıp günümüzdeki gibi zelil bir duruma düşürür. Ümmetin başındaki bugünkü hain yöneticiler gibi.
Bugün sadece Müslümanlarla sınırlı kalmayıp bütün dünyayı kıskacına almış, huzursuzluğun kol gezdiği, adaletin kaybolduğu, istikrarın olmadığı, emniyetin kalmadığı, menfaat üzerine bina edilen ilişkilerin insanları canavarlaştırdığı, bununda kurtarıcı siyaset kabul edildiği, etrafımızı çepeçevre saran bir siyasi yaşamdan bahsediyoruz.
İzahında zorlandığımız bu hal İslam aleminde “demokratik siyasetten İslami siyasete geçiş yapacağız” diyen beyinleri sulanmış, siyasi şahsiyeti bozuk kişilerin elleriyle uygulanıyor. Kirli bir siyasetten temiz bir siyaset çıkartmayı düşünenlerin takip ettikleri yol elbette ki doğru bir yol değildir. Maalesef aklını kiraya vermiş birilerinin yürüttüğü siyaset İslam ümmetini perişan etmiştir, zehirlemiştir. Onların ümmete yutturmaya çalıştıkları bu siyaset İslam siyaseti değildir. Bu siyaseti yürütenlerde İslam siyasetçileri değildir.
Bir toplumda şahsileştirilmiş siyaset o toplumu nasıl kurtarabilir ki! İslam aleminde bugün maalesef böylesi bir durum yaşanıyor. Müslüman görünümlü kişilerin üzerinden yürütülen şahsiyetleştirilmiş siyaset… “O ne derse doğrudur, o ne yaparsa doğrudur. Çünkü o namaz kılıyor, Kur’an okuyor, hanımı kapalı, dilinden besmeleyi düşürmüyor…” algısı etkili olmuştur. Sahte görünümleriyle, siyaseti üzerlerinde merkezileştiren bu şahsiyetler toplumu hipnotize etmiştir. Onun için onların ne siyasetleri ne de şahsiyetleri sorgulanabiliyor. Bunun önü hem oluşturulan algıyla (ki eleştiri toplumda hemen tepki göre biliyor) hem de hukukla (koruma kanunları çerçevesinde) önü kesilmiştir.
Şahsın iktidarı ideolojik siyasetin iktidarı anlamına gelmez. Bu, siyasetin o toplumda en düşük seviyede seyrettiğinin işaretidir. Nasıl ki vatancılık ve milliyetçilik fikren çökmüş toplumlarda en zayıf bağ ise siyasetin ilkelerinden kopartılıp kişileştirilerek yürütülmesi de zayıf bir bağdır. Kişiselleştirilmiş siyasetin insanları birbirine bağlama gücü yoktur. Tam tersine insanları birbirine bağlamayıp basit kutuplaşmaların artmasına, birliğin çözülmesine neden olur.
Hayatımızı ve tüm insanlığı kirleten günümüz siyaset anlayışı kökünden sökülüp atılmalıdır. Bunu atmanın yolu ise hayatımızı yeniden şekillendirecek olan, ilkeleri fıtrata uygun düşen, toplum olarak yeniden sağlıklı kalkınmayı gerçekleştirecek olan siyasi temelleri atmaktan geçer. Eğer siyasetin temel esasları bilinmezse doğru bir siyasi bakış ta o toplumda yakalanmış olmaz.
Müslümanlar siyasette İslam’ın temel ilkelerini esas almadığı içindir ki bugün İslam ümmeti üzerinde batının çökmeye mahkûm, kokuşmuş siyasi hayat tarzı hakimdir. Kendilerinden olmayan karaktersiz siyasetçiler türemiştir. Siyasi hayatlarını batının istediği siyasi düşünce ve amellerle şekillendirip ikame ediyorlar. Batı insan fıtratına uygun olmayan siyaseti ile hızla uçuruma doğru sürüklenirken onların bu siyasetleri İslam alemini nasıl kurtarabilir?! Günümüzde batı dünyasının yaşadığı sorunlar ve dünyaya yaşattığı sorunlar ortada dururken bu kokuşmuş siyaset nasıl Müslümanlar için örnek siyaset olabilir ki?!
Maalesef onların siyasetlerine ve siyasetçilerine meyleden günümüzde Müslümanlar hiçbir kazanımları olmayan zayıf, güçsüz, ezilen sömürülen, aşağılanan bir konuma düşmüşlerdir. Batının siyasi değerleri ve siyasetçileri karşısında eğilip-bükülenlerin batılıların yanında hiçbir kıymeti, değeri yoktur. Teslimiyetçi bir siyaset yürütenlerin gözünde de ümmetin hiçbir değeri yoktur. Öyle ki; İslam aleminde Müslüman bir şahıs veya alim biri çıkıp devleti, sistemi, başındaki idarecileri İslam’la muhasebeye kalkışsa cezalandırılıyor, hapse atılıyor veya idam ediliyor. Fakat bunun tam tersi Müslümanlar üzerine uygulanan siyasete her neden se batılılar hatta en aşağılık sözde siyasetçileri (eşcinselleri dahi) çok rahatça müdahale edebiliyorlar. Ve de onlara karşı hiçbir tepki gösterilmiyor, aksine alkışlanıyor. Bunun adı da siyasi çıkarlar, siyasi antlaşmalar, uluslararası ilişkiler oluyor. İslam ümmetine hiçbir şey kazandırmayan teslimiyetçi siyaset kamufle edilerek ümmet aldatılıyor. Veyahut ta “menfaatlerimiz bunu gerektiriyor” denilerek gerçekler perdeleniyor.
İşte bütün bunlar ümmetin başındaki siyasetçilerin İslam siyasetinden uzak olup küfür ilkelerine bağlı kalmasından kaynaklanan çok acı verici bir tablodur. Ne halk ne yöneticiler İslam siyasetine vakıf olmadıklarından dolayı da yönlendirmeler veya zanni düşüncelerle, öz düşüncelerine şüpheyle yaklaşıyorlar. Veyahut ta zanni kanaatlerle İslam siyasetini zamanın getirilerine uyarlamaya çalışıyorlar. Bu teslimiyetçi düşünceden dolayıdır ki günümüzde Müslümanlar kendilerine has siyasi bir yaşantıyı ve siyasetçiyi hala yakalayabilmiş değillerdir. Yüzeysel arzularının dışında siyasi hayata müdahale etmiyorlar. Üstün gördükleri batı siyaseti karşısında cesaretleri kırık, korkak bir görünüm sergiliyorlar. Oysaki köklü bir siyasi bilince sahip olmak kişiyi hayatta cesaretli kılar.
Siyasete kör kesilmek veya siyasetten uzak kalmak da çözüm değildir. Veya günümüz siyasetini kapitalizm ilkelerine sığınarak ıslah etmek veya tadilatlar yapmak ta bu halden bizleri kurtarmaz. Aksine köklü çözümler ve değişimler gerektirir. Bu ümmetin siyaseti diğerlerinin siyasetinden farklıdır. Kâfirlerle aynı siyaseti gütmek bu ümmetin akidesi ile temelden çelişir. Siyasette değişim ideolojik değişimle eşdeğerdir.
Öyle ise ümmetin siyasete bakış açısı olan demokratik, menfaatçi siyasi yaklaşımını tümden değiştirmek gerekir. Bunun için de köklere dönmek icap eder ki zihinlerde kaybolmuş olan İslam siyaseti yeniden ruh bulsun.
Bu minvalde hiçbir ayırıma gitmeden, ümmeti sınıflara bölmeden her kesime İslami siyaset kavratılmalıdır. Ümmet kendinden olan siyaseti bilmeli ve onun hayatında yer edinmesini gerçekleştirmelidir. Bağrından tarihteki gibi kariyerli siyasetçiler çıkarabilsin. Bir Hazreti Ömer gibi, bir Abdulhamid gibi… Burada uzun uzun olmasa da/kısaca bizden olan siyasetin köklerine bir göz geçirmekte fayda var.
Siyasetin tanımı:
Arapça bir kelime olan siyaset; ıstılahta belirli bir fikirle insanların ülke içi ve dışı ile ilgili işlerini gütmeye yönetmeye denir. Bu iş, devlet, kitle ve ümmet tarafından yapılır. Devlet ve yöneticiler bu işi yönetici olarak; kitle ve ümmet de takipçi, muhasebeci, nasihat edici olarak yürütür.
Bu tanım genel tanımdır. Bu tanım “siyaset” kelimesinin lügat manasına da uygun düşmektedir. Nitekim Lisan-ul Arab’da siyaset kelimesi; insanların işlerinin yönetimini üstlenmek anlamında geçmektedir. Kamus El-Muhitde de; “tebaayı siyase ettim” yani; “tebaaya emrettim ve nehyettim” denmektedir. Siyaset kelimesinin lügat ve ıstılahtaki bu manası Şer’i naslarda da aynı şekilde geçmiştir. Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem bir hadisi şerifte şöyle demiştir:
“İsrail oğullarını peygamberler siyasa ediyorlardı (yönetiyorlardı). Bir nebi öldüğünde onu bir başka nebi takip ediyordu. Benden sonra nebi yoktur. Birçok halifeler olacaktır.” (Buhari Enbiya 50, Müslim İmarat 1842) Yani, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem ‘den sonra Müslümanları halifeler yönetecektir.
Siyasetin tanımı iman veya akidenin tanımı gibi değildir. Ancak siyasetin oturduğu temel iman ve akidenin oturduğu temel kaidelerin üzerine oturduğu ilkeler gibidir. Yani akli akideden neşet eden şer’i hükümler üzerinedir. Akli akide insanın “hâkim” olanı bulma ciheti nedeniyledir. Şer’i hükümler “hâkimin hüküm koyma yetkisini kabullenme” cihetiyle alakalı olan yönüdür.
Bu hususta ayet ve hadislere bakıldığında İslâm’da siyasetin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. İslâm’ın ona nasıl teşvik ettiğini ve bir yükümlülük olarak Müslümanlara bu sorumluluğu nasıl yüklediğini görürüz. Zira Müslümanların maslahatlarına önem vermekle, yöneticilerin işleri ile ve yöneticileri muhasebe etmekle kısacası siyasetle ilgili birçok nas vardır.
1- İslam’da siyasetin ana kaynağı Şar’i yani kanun koyucuya aittir.
İman, tasdik ortaya çıktıktan sonra Yaratıcının kulların fiillerine müteallik hükümleri netleşir. Yaratıcı insanlar arasında ilişkilerin hangi temel üzerine bina edileceğini de göstermiştir. Bunun delillerine Kitap, Sünnet, Sahabenin icmaı ve kıyasla ulaşılır. Siyasetin bina edildiği bu temel esasların hiçbirinde zan yoktur.
Allah’ın hükmetme sıfatı bellidir. Hiçbir Müslüman “yaratıcı olması” sıfatının yanında Allah’ın “hükmetme sıfatında” şüpheye düşemez. Kanun koyma da böyledir. Bu hususta hiçbir şüphe yoktur. Aksi durumda kişi aklen iman ettiği yaratıcısının sıfatları konusunda şüpheye düşmüş olur ki bu durum doğrudan akide ile ilişkilidir ve imanı etkiler. Yani siyasette ilkeleri belirleyen Şar’idir, Allah kanun koyma yetkisini üzerine almıştır. Allah’ı veya O’nun dinini siyasete karıştırmamak, bu konuda yetkisiz kılmak akla uygun olmadığı gibi küfürle eşdeğerdir. Allah’ın yeryüzünde sözünün geçmemesi demek İslam akidesinin sadece ruhani bir akide olduğu ve hayata karışmayacağı anlamına gelir ki bu yanlış bir düşüncedir. İslam Hristiyanlıktaki gibi ruhani bir inanç değildir.
“La İlahe İllallah” kelime-i tevhidi, İslâm’da temel fikirdir ve bu aynı anda siyasi bir fikir. Çünkü bunun manası; “Allah’tan başka İlah yoktur” demektir.
“Muhammeden Rasulullah” demek; Muhammed SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem’i Allah’ın elçisi kabul etmektir. Elçi; kendisini görevlendiren tarafından mesaj getirir. Öyleyse, Muhammed Sallallah’u Aleyhi Ve Sellem’i Rasul olarak kabul etmekle getirdiği mesajı da kabul etmiş sayılırız. İşte, İslâm’ın temel siyasî kitabı, ruhanî boyuttaki Allah inancını siyasî boyuta çekerek, İslâm dininin ruhanî siyasî akide oluşunu ortaya koyar. Ruhanî boyuttan gelen emir ve yasaklar bizim dünyevi işlerimizi sınırlandırır ve bir nizama koyar. Bu hususla ilgili bazı ayetlerde şöyle geçmektedir:
“Hüküm ancak Allah’ın dır.” (Yusuf 40)
“Allah’ın indirdikleriyle hükmet.” (Maide 48) gibi ayetler yönetimle ilgili siyasî temel fikirlerdir.
“Allah alışverişi helal ribayı (faizi haram) kıldı.” (Bakara 275) gibi ayetler iktisatla ilgili siyasî temel fikirlerdir.
“Bir kavimle anlaşma yapıp da onlardan buna ihanet yapacaklarını hissettiğiniz zaman hemen onlara açıklayın ve anlaşmayı bozun.” (Enfal 58) gibi ayetler dış siyasetli ilgili birer siyasî temel fikirlerdir.
“Onları (boşadığınız karılarınızı) gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun.” (Talak 19) gibi ayetler ictimaî hayatla (kadın erkek ilişkileriyle) ilgili birer siyasî fikirlerdir.
“Allah ve Resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası ya öldürülmeleri ya asılmaları ya ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir.” (Maide 33) gibi ayetler ceza kanunlarıyla ilgili siyasî temel fikirlerdir.
Naslarda geçen delillere baktığımızda böylece bunların siyasetten uzak değil belirleyici olduğunu görürüz. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlar, hâlâ o cahillik devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kimmiş Allah’tan daha güzel hüküm verecek? Fakat bunu, gerçek anlayış sahibi olan bir toplum bilir.” (Maide 50)
Hiç şüphesiz Müslümanların siyasi hayatını belirleyen ve bu hususta siyasi ilişkileri tanzim eden de Şari’nin kendisidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi birçok ayetler açık bir şekilde bunu göstermektedir. Akidenin siyasi oluşu da buradan kaynaklanmaktadır. Müslümanlar bu hususta kesinlikle zanna düşemezler, düşmemeleri de gerekir.
İslam akidesi siyasî olduğu gibi aynı zamanda ruhanî bir akidedir. Dünyada sadece İslâm akidesi böyledir. Çünkü İslâm’daki hayat nizamı Allah’u Teâlâ tarafından indirilir. Bu akide her konuda Allah’u Teâlâ ile bağ kurmayı gerekli kılar. Bundan dolayı ruhanî siyasî bir akide olmuştur. Çünkü İslâm’da işler Allah’u Teâlâ’nın emirlerine göre yürütülür. Nitekim siyaset; insanların dahili ve harici işlerini bir fikirle yürütmektir. Onun için İslâm siyaseti, kapitalist siyasetten ve komünist siyasetten farklıdır. Diğer siyasetler ise, insanların işlerini akıl ve hevâyı esas alarak yürütürler. İslâm dini diğer akidelerden farklıdır ve bu farkı onun akidesinden hayat nizamının çıkmasındandır. Günümüz siyasi mesellerine çözümler de buradan üretilir. Diğer akideler Allah mefhumunu hayattan ve nizamlarından çıkarırlar.
İnsanlar arasındaki ilişkilerde İslam siyaseti egemen kılınmadıkça, sadece düşüncede ve birtakım bireysel davranışlarla Allah’a tam manasıyla kulluk gerçekleşemez. İslam nizamını hayatta var eden onun siyasi ilişkileri düzenleyici hükümleri barındırıyor olmasındandır. Bunun adı da İslam siyasetidir. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Zira onlar inkâr etmekle emrolundukları halde tağutla yönetilmek istemektedirler. Şeytan ise onları uzak bir sapıklığa saptırmak istiyor.” (Nisa 60)
Yönetenler ya Allah’ın şeriatına göre hükmedecekler ve bu durumda iman üzere olacaklar, ya da başka şeriatlarla hükmedecekler ki bu da kafir, zalim ve fasık olmaları demektir.
Bu iki yol arasında bir orta yol, yani “orta yol siyaseti” yoktur. yoktur. Bu konuda hiçbir delil, hiçbir özür ileri sürülemez ve de bu meseleye zanla da yaklaşılamaz. Hükmetme ve yönetme konusunda bağlanılması istenilen delillerin hepsinde subuti ve delaleti kat’ilik vardır.
Nakli delillerde böyle olduğu gibi aklen de aydın bakan insan hükmetme konusunda şüpheye düşemez. Her türlü acizliğini görür ve yaratıcının hakim/hükmeden sıfatına teslim olur. İnsanların Rabbi olan Yüce Allah, insanların iyiliğine olanı bildiği için şeriatını onların iyiliğini gerçekleştirecek şekilde indirmiştir. O’nun hükmünden daha güzel bir hüküm veya şeriat söz-konusu değildir. Aynı şekilde, O’nun kullarından hiç kimse, ben Allah’ın şeriatını terk ediyorum; çünkü ben, insanların çıkarını Allah’tan daha iyi biliyorum iddiasında bulunamaz. Böyle bir söz veya davranış insanı iman dairesinden çıkarır.
Onun için bir beşerden, dinlerden, ideolojilerden veya kanun koyuculardan yasalar almak caiz değildir. Ayetlerde ve hadislerde geçen deliller gösteriyor ki siyaset etmenin temel ve değişmez ilkeleri vardır. Bunlar;
1-Hükmetmek; siyasetin temel kaidesi hükmetmek üzerine kuruludur. “Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap (lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların hevalarına (istek ve tutku)uyma…” (Maide 48)
Hükmetmekte de zan yoktur. Yani hâkim olan Allah’u Teâlâ’dır. O kanun koyucudur ve hayatımıza hükmeder. Bu konuda hiçbir Müslüman zan içerisinde olamaz, şüphe duyamaz. Onun için Allah’u Teâlâ’nın yaratıcılığını kabul edip siyasi hayata karıştırmamak büyük çelişkidir. Her kim “Allah’u Teâlâ hüküm koyucu değil, insanda kanun koyar, isteyen Allah’ın kanununa uysun isteyen de insanların yaptığı hukuka uysun” derse bu hâkim veya hüküm konusunda ortak kabul etmektir ki kişiyi şirke kadar götürür. Dolayışla İslam’la hükmetme esastır ve bu kaide değişmez. Burada İslam hukuku içerisinde içtihadi konuların zanniliğinden bahsetmiyoruz. Hükmetme usulünün zan içermediğinden bahsediyoruz. Nitekim içtihadi konular zan ifade etse de İslam dışı hükmetme kaynaklarından alınmaz. Yani herhangi bir meselede İslam buna çözüm getirememiş diyerek (!) başka bir nizamın hükmetme ilkelerine yönelinmez. İslam hukuku dairesi içerisinde içtihada gidilir.
Görüldüğü gibi, İslâm siyasetinin dünya hayatı ile ilgili siyasi boyutu olduğu gibi bu siyasetin ahiret boyutu da vardır. Siyasetin ahiretle alâkalı yönü dünyada Şer’i hükümlerin uygulanıp-uygulanmaması ile bağlantılı hesaba çekilmekle alakalıdır. Birçok delil yürütmekle alakalı olarak Ahirette hesaba çekileceğini ifade eder. Dünyada bu işleri kolaylaştırıcı olan İslam devletidir. İslâm devleti İslam’ın hükümlerini uygularken tatbik, koruma ve taşıma görevini üstlenir. Bu üç çerçeve içerisinde dönen siyaset Müslümanları dünya hayatında korur. Bu dünyada Allah’ın rızasını kazanmak için mücadele verilir ki ahirette insanlar Allah’ın azabından kurtulup cennetine girebilsinler. Burada Ahirette siyaset uygulanacak demiyoruz aksine dünyadaki uygulanan siyasetin asıl hesaplaşma yerinin ahiret olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Onun için İslam devletini yöneten siyasetçiler bu mesuliyetin ne kadar ağır olduğunu bilirler. İslam devleti dinini terk edeni öldürür, imanı yaymak için çalışır, ibadetlerin ikame edilmesini sağlar, halife namazı kıldırır, herkesi namazdan hesaba çeker, haccı yürütür ve haccın da emiridir. Nitekim İslâm’ın pratikte ilk uygulanışında da Allah Rasulü SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem namazı kıldırıyor ve haccın da emiri oluyordu. Yine devlet zekâtı toplar ve dağıtırdı.
İslam devletinde siyasetçi olmak koltuk ve makam sahibi olmak değildir. Devlet olarak üzerine düşen yükümlülükleri Allah’ın rızasını kazanacak şekilde yerine getirmektir. Onun için İslam devletinde siyasetçi hükümleri kendi isteğine göre evirip-çeviremez.
İslam devletinin varlığında veya kişilerde oluşan siyasi zihniyet bozukluğu temel kaide de zan var anlamına gelmez. Bu ancak kişilerdeki şahsiyet bozukluğundan ileri gelen meseledir.
2- Siyasetin ikinci ayağında Rasûle uymak vardır. Siyasetin uygulanış keyfiyeti/metod bizzat Rasûlden SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem’den alınır. Bu konuda kesinlikle zanna yer yoktur. Bilâkis tabi olma ve Şeriattan bir şey almada O’nun getirdiklerine ve gösterdiği metoda yönelmek vaciptir. Nitekim Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Peygamber size ne getirdiyse onu alın ve neyi yasakladıysa ondan sakının.” (Haşr 7)
Hükümlerde nasıl ortaklık yoksa metodda’da ortaklık yoktur. İslam akidesi, hiçbir şekilde siyasi hayatı diğer nizamlarla paylaşmaz veya kısmen İslam dışı siyasetin uygulanmasını asla kabul etmez. Hilafetin cumhuriyetle tatbiki veya parlamenter sistemle yönetilmesi diye bir şey yoktur. Veya günümüzde İslam beldelerinin bazı bölgelerinde hükümlerinin bazılarının uygulandığı gibi parça parça uygulamada yoktur. Böylesi bir siyaset yamalı siyasettir ve başarılı da olamaz. Hükümler İslâm’ın bir defada tastamam, kapsamlı bir şekilde tatbikini farz kılar. Onun bir kısmını tatbik edip bir kısmının tatbikini terk etmeyi haram kıldığı gibi, tedricen (aşama aşama) tatbikini de haram kılar. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem’e Kureyş ileri gelenleri;
“Sen bizim tanrılarımız olan Lât ve Uzza’ya bir yıl tap, biz de senin İlâhına bir yıl tapalım” (İbni Hişâm, Sîre: 1/388; Taberî, Tarih: 2/225-226.) teklifiyle geldiklerinde Allau Teâlâ “Kafirun” suresini indirdi:
“De ki: Ey kâfirler! Sizin taptıklarınıza ben ibâdet edecek değilim. Benim ibâdet ettiğime de siz ibâdet edecek değilsiniz. Ben zâten sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim ibâdet ettiğime ibâdet etmezsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kâfirun: 1-6)
Görüldüğü gibi Allah’ın Resulü SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem ne Roma’nın ne Kisra’nın ne de müşriklerin siyasetlerinden, metotlarından hiçbir şey almış değildir.
Kemale ermiş bir din siyasi hayatta eksik bir şey bırakmış değildir. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu;
“Bugün dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size Din olarak da İslâm’ı beğenip seçtim.” (Maide 3)
Onun için Müslümanın hayatında ne demokrasiye ne kapitalizme ne de diğerlerine yer yoktur. Bu minvalde kesinlikle siyasi metottan sapma da görülmez. Siyasi teslimiyet bu dine, bütününe olmalıdır.
Siyaset etmenin metodu tektir. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
“…Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir metod-yol-yöntem kıldık.” (Maide Suresi, 48)
Burada Rasulullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem’in yönteminin dışında herhangi bir uygulama yoktur. Nasıl ki siyasette hükmetmek tek ise yöntemi/metodu da tektir. Siyasette uygulama/metod oynak bir zemin üzerine kurulu değildir. Yöntemini hükmün aslından alır. İslam’la yönetilen bir yerde kapitalizm veya başka metoddan bahsetmek mümkün değildir. Yani başka bir deyişle; hırsızlık yapan bir kişinin elinin kesilmesi, zina yapan bir kişinin recmedilmesi hükümlerini değiştirerek ıslah etme yöntemlerine gitmek caiz değildir. Böyle bir yola yönelmek metoddan sapma demektir. Ve bunun adı da İslam’la siyaset etmek değil hükümlerle oynamaktır.
Âişe radıyAllah’u anhâ şöyle dedi:
Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri çok üzmüştü. Onlar:
– Bu konuyu Rasûlullah SallAllah’u Aleyhi ve Sellem ile kim konuşabilir, diye kendi aralarında müzakere ettiler. Bazıları:
– Buna Rasûlullah SallAllah’u Aleyhi ve Sellem’in sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler. Üsâme, onların istekleri doğrultusunda Rasûlullah ile konuştu. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem SallAllah’u Aleyhi ve Sellem Üsâme’ye:
– “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” diye sordu; sonra ayağa kalktı ve halka şöyle hitap etti:
“Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler: Aralarından soylu, mevki ve makam sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim. “ (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbni Mâce)
Veyahutta (yukarıda dediğimiz gibi) birileri çıkıp hükümleri başkanlık sistemi, millet meclisi, krallık gibi bir yöntemle uygulayamaya kalsa bu metoddan sapma olur.
Rasûlullah SallAllah’u Aleyhi ve Sellem;
“… Sonra zorba yöneticiler olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak, Allah kaldırmayı dilediğinde onları da kaldıracaktır, ardından nübüvvet metodu üzere Râşidî Hilâfet olacaktır.”(Ahmed ve et-Teyâlisî rivayet etti.)
3-Siyaset edecek kişinin Müslüman olması şarttır.
İslam’ı siyaset edecek kişinin Halife ve Müslüman olması konusunda da zan yoktur. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulu’l-emr’e (idarecilere) de itaat edin…” (Nisa 59)
“Yahya b. Husayn RadiyAllah’u Anh anlatıyor: Nimen (Ümmü’l-Husayn)in şöyle haber verdiğini işittim: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi ve Sellem’i, vedâ Haccı’nda hutbe verip: Üzerinize, sizi Allah’ın Kitabı’yla yöneten bir köle bile yönetici tayin edilse, onu dinleyin ve itaat edin.” (Sahih-i Müslim)
Bu idareciler için böyledir. Hâlife İslâm’daki yönetim nizamının başında bulunup yürüttüğü gibi, İslâm’daki iktisadi nizamı, ictimai nizamı, öğretim siyasetini ve dış siyaseti de yürütür.
İslam’ın tatbikinin Müslümanların eliyle olması konusunda zan yoktur. Siyasetin girdiği hangi alan olursa olsun İslam’la siyaset ancak Müslümanların eli ile gerçekleşir. Bu konuda gelen naslar da katidir. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Allah, kafirlere müminler üzerine kesinlikle yol (fırsat) vermeyecektir.” (Nisa 141)
Kafir bir kişi Müslümanlar üzerinde asla siyasi bir yönetici olamaz. Hatta batının en meşhur siyasetçileri dahi örnek alınamaz. Maalesef günümüz siyasi sorunlarının başında bu mesele geniş bir alan teşkil etmektedir. Batı kültürüyle yetişen siyasiler ve batı siyasetçilerine aşık siyasetçiler bu ümmetin başına bela olmuşlardır. Böylesi kişiler İslam’ın temel siyasetini göremedikleri gibi İslam dünyasının 1400 yıllık siyasi geçmişine, adil olan İslam siyasetçilerine de kör kalmışlardır.
Peki günümüzde İslami siyasetin uygulanabilirliğinden bahsetmek mümkün mü?
Yukarıda da belirttiğimiz gibi siyaset; insanların işlerini içte ve dışta bir ilkeye göre yürütmektir. Evet, İslam devletinin hayatta olmaması İslam siyasetinin bütünü ile uygulanır kılmaz. İslam hayattan kalkmamıştır, İslam devleti kafir İngiliz ve onun yerli işbirlikçileri eli ile devletin siyasi ciheti hayattan kaldırılmıştır. Bugün ümmet İslam devletinin yükleneceği asli siyasi işlerinden yoksundur. Bunu her alanda görüyoruz.
İslam dini hayatta var olduğu müddetçe onun siyaseti de var olacaktır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi İslam ideolojisi ruhi ve siyasi bir yapıya sahiptir. Hilafet devletini kaldırmakla İslam’ı ruhi alana hapsettiklerini zannedenler bu konuda yanılıyorlar. Bu duruma teslim olup İslam siyaseti dışında hareket eden Müslümanlar da yanılıyor. Batının öğretileriyle siyaseti yürütenlerin bakışı hakikatten çok uzak bir bakıştır.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi ve Sellem Medine’de İslam devletini kurmadan öncede siyaset yapıyordu. Bu siyasetini iki temel üzerine bina etmişti. Birincisi; İslam davetini taşıma, ikincisi; muhasebe üzerine idi. Günümüzde de bu böyledir. Yani İslam siyaseti iki aşamalı süreçte varlığını sürdürmektedir.
-Muhasebe; İslam devletinin varlığında da olur onun yokluğunda da olur.
Siyasi yönüyle muhasebe İslam temelleri üzerine bina edilir. Temel ilkesi; “emri bil maruf nehyi anil münker” dir. İslam’dan olana çağırmak, İslam’a ters düşen ne varsa ondan uzak tutmak maksadıyla siyasi ve fikri çerçevede (uyarmak, hatırlatmak, nasihat etmek için) muhasebe yapılır. Siyasi muhasebenin temel esasları vardır. Bu esaslar yukarıdaki asalara benzerlik arzeder;
Siyasi Muhasebe İslâm akidesini esas almalı,
Günümüz şartlarına boyun eğmeden, temel esastan kopmadan İslâmî fikirlere, İslami hükümlere ve İslami çözümlere davet edilmelidir.
3- Siyasi muhasebede takip edilecek minhac/yöntem Rasulullah SallAllah’u Aleyhi ve Sellem’in metodu olmalıdır. Fikri sahada üstlenilen bu çalışma İslami siyasi bir çalışmadır. Bu hususlarla alakalı bazı deliller şunlardır:
Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu;
“İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran 104)
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi ve Sellem; “Birbirinize Müslümanlığı öğretin! Emr-i bil marufu bırakırsanız, Allah’u Teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.” (Bezzar)
“Günahkâr bir toplumdaki iyi kimseler, kötülükleri düzeltmeye güçleri yettiği hâlde, düzeltmezlerse, Allah’u Teâlâ, ölümlerinden önce onların hepsine şiddetli azap eder.” (Ebu Davud) buyurdu.
-İslam siyasetinin günümüzde yürümesi ve İslam’ın birçok hükümlerinin yeniden hayat bulması İslam düşüncesi temelli siyasi davetle bağlantılıdır. Davet genel manada bünyesinde birçok konuyu bağrında barındırıyor olsa da günümüzde yüklenilen davetin siyasi olmasıyla beraber sınırları da belli olmadır. Ruhani davet yapmak siyasi hayata etki etmez. Davetin siyasi yönü İslam’ın hayat sahasına dönüşü ile bağlantılı demektir. İslam ideolojisinin hâkim olup Hilafetin yeniden kurulması demektir. Bu da ancak İslam’ı kendisine ilke edinen, onun metodu üzere yürüyen İslami siyasi Hizbler/partiler yolu ile yapmakla mümkündür.
Bu parti İslam ümmetine İslami fikirleri taşıyarak topluma etki edecek ümmetin evlatlarından şahsiyetli İslam siyasetçileri çıkartır. Onun için Müslümanları tekrar İslami kültürle kültürleştirmek ve siyasi bir akide olması itibariyle, İslam akidesinden fışkıran hüküm ve fikirlerin açıklanması gereklidir. Ancak böyle yapmakla Müslümanlar siyasi uyanıklığa sahip olabilirler. Bununla da kalmayıp parti veya ümmet bu siyasi daveti fikri olarak yani devleti muhasebe etmekle de yürütür. Ki uyanık siyasetçiler yolu ile otorite İslam ümmetinin eline geçsin. Otorite siyasi varlıktan ayrılmaz bir parçadır. Bunu ele geçirmenin yolu da İslam ilkeleri doğrultusunda çalışmakla olur. İslam ilkeleri doğrultusunda siyasetçi yetiştirmeden İslam siyaseti hakim olmaz. Çünkü ümmete yön verecek onlardır. (Elhamdülillah ki günümüzde ümmet içerisinde bu işi yürüten hizb vardır. Ve bu parti İslam ümmetinden günümüz siyasetini etkileyecek nice şahıslar çıkartmıştır.)
Özetle; İslam siyaseti hayat sahasına dönmeden dünya siyasette sükûnet bulamaz. Temiz siyaset ancak İslam siyaseti ile mümkündür. Onun hayat bulması günümüz dünyasını kirletilmiş siyasetten mutlaka kurtaracaktır.
İslam siyaseti her zaman var olmuştur ve var olmaya da devam edecektir. Kıyamete kadar bu siyaseti yürütecek birileri mutlaka var olacaktır.
Şu anda bu işi üstlenen kitle ve dava adamları çalışmalarını İslâm akidesinin siyasî olduğunu göstermek üzere yoğunlaştırmalıdırlar. Bu ancak her problem ve her olay hakkında İslâm’ın görüşünü ayetlerle ve hadislerle delillendirerek göstermekle olur. Bu onların günümüz İslami siyasi çalışmasının öncüleri olduğunu gösterir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:
“Ümmetimden Allah’ın emrini yerine getiren bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onları aşağılayan veya onlara muhalefet edenler, onlara asla zarar veremeyecektir. Öyle ki Allah’ın kıyamet emri gelinceye kadar bu topluluk insanlara karşı böyle muzaffer halde kalacaklardır.” (Buharı, Menâkıb 28, Tevhid 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/101.)
Yapacağımız siyaset işte budur. Bunun engellemeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
“De ki; çalışın, Allah yaptıklarınızı görecektir. Resulü ve müminler de yaptığınızı görecektir. Görülmeyeni ve görüleni bilen Allah’a döndürüleceksiniz.” (Tevbe 105)
Tahir Şanlı