2011 Mart ayında başlayan Suriye Devrimi sonrası süreçte ABD tarafından atılan siyasi adımların başında ilk “Suriye Konferansları” gelir. İstanbul’da Paris’te, Londra’da, Tunus, Doha ve diğer başka yerlerde yapılan Suriye Konferansları ile Amerika Suriye’de koltuğu sallantıda olan ajanı Esed için alternatif olabilecek adamları kamuoyuna tanıtıyor ve onlar için meşruiyet arayışına giriyordu. Alternatif olarak gösterilenler arasında kimler yoktu ki; Burhan Galyum’dan Muaz el Hatip’e Gassan Hito’dan “eli kana bulaşmamış” Faruk Şara’ya kadar herkes vardı. Hangi kurumlar kurulup dağılmadı ki bu süreçte; SUK, SMDK, Suriye Geçici Hükümeti ve daha niceleri… Bu konferanslara, Clinton’dan tutun, Davutoğlu’na Erdoğan’dan tutun Cofi Annan’a kadar birçok lider ev sahipliği yaptı, katıldı, konuştu ve Suriye için çözüm önerileri sundu. Tabii hepsinin çözüm önerileri ABD’ninki ile aynıydı; hepsinde kapı Cenevre’ye açılıyordu.
Aradan günler, aylar ve yıllar geçti… Tertemiz devrim, ihanetler ile heba edildi… Kala kala elde bir İdlib kaldı. Şimdi sıra geldi İdlib’i de Esed’e vermeye ve Suriyeli mültecileri geri göndermeye… Ve CHP bugüne kadar yapmadığı bir şeyi yaptı, Suriye ile ilgili uluslararası bir konferans gerçekleştirdi. Tabii önceki konferanslara katılan yüzlerden farklı yüzler vardı bu sefer… Bir dönem AK Parti ve Erdoğan yandaşı olan Hüsnü Mahalli vardı mesela…
CHP’nin öncülüğünde gerçekleşen “Uluslararası Suriye Konferansı”nın sonuç bildirgesinde “Türkiye’nin Suriye siyasetindeki değişimin nasıl gerçekleşeceğinin muğlak olduğuna” vurgu yapıldı. CHP’nin bu vurgusu, CHP’nin dış siyasette etkin olmak istemesini ifade ediyor. CHP, “Türkiye’nin Suriye siyasetinde muğlaklık var” diyerek kendi çözüm önerilerinin önem kazanmasını, dikkate alınmasını amaçlıyor. Bunun yanında CHP bu konferans ile ilk defa uluslararası alanda Suriye ile ilgili bir şeyler söylemeye çalışıyor ve bu söyledikleri şeyler ABD’nin istediği plan dahilinde işlerin yürümesini isteyen AK Parti iktidarının da işini kolaylaştırmaya yarıyor. Zira iktidar Türkiye’deki 3 milyondan fazla Suriyeli muhacirin geri gönderilmesi işini gerçekleştirmek için Laik Kemalist ve ulusalcı Milliyetçilerin mülteciler aleyhinde yürüttükleri kampanyayı istismar ediyor. Bir taraftan “biz muhacirlere tabii ki ensarlık yapmaya devam edeceğiz” diyor diğer taraftan da Türkiye’de laik ulusalcıların oluşturduğu mülteci düşmanlığını muhacirleri geri göndermek için kullanıyor yani istismar ediyor. Yine iktidar Suriye’de ve özellikle de İdlib’de işlerin rejimin kontrolüne geçmesini sağlamak için muhalefet partilerinin çözüm önerilerine kapı aralıyor ve bu meselede Türkiye ile Suriye rejiminin ilişkilerinin yeniden başlaması için kamuoyu oluşmasını gönülden istiyor. Bunları şunun için söylüyorum; İktidar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye ile ilgili orta vadede iki meselede çözüm arayışı içinde…
Birincisi: Türkiye’de muhacir olarak bulunan Suriyeli muhacirlerin geri gönderilmesidir. İkincisi ise İdlib’de ABD ve Rusya’nın istediklerini yapıp Suriye’deki son direniş toprağını da rejime teslim etmektir. AK Parti, İslâmi duyarlılığı ve kardeşlik duygusu yoğun Müslümanlardan çekindiği ve daha önce sadece hamaset üzerine yürüttüğü “ümmetçi” politikalar ile çelişmemek için CHP ve ulus Milliyetçilerinin kamuoyu oluşturmasına ihtiyaç duyuyor. Bu aslında AK Parti iktidarının Suriye meselesinde de İslâmcı ve Müslümandan yana bir siyaset takip etmediğini açıkça gösteriyor.
CHP Suriye Konferansı sonuç bildirgesinde; “Bölgemizdeki ve bölge dışındaki siyasi aktörlerin büyük çoğunluğunun Suriye’deki krize barışçıl yollarla son verme gayreti içinde olduklarını memnuniyetle not ediyoruz.” ifadelerine yer verdi. Bu ifadeler, Suriye meselesinde Amerika’nın siyasi çözüm planının dışında Avrupa ya da daha başka bir tarafın herhangi bir planının olmadığının teyit edildiğini de gösteriyor. CHP, “bölgemizdeki aktörler” derken Rusya, İran, Suud, Körfez ülkeleri ve Rejimi; “Bölge dışındaki aktörler” derken ise ABD ve Avrupa’yı kastediyor. Bu, tüm Batılı sömürgeci güçler ve onların bölgedeki tüm işbirlikçilerinin Suriye meselesinde hemfikir olduklarını gösteriyor. Peki, bunların Suriye’de hedefe koydukları ve tehdit olarak gördükleri taraf kim? Suriye’de rejimin yıkılmasını isteyen Müslümanlar ve muhlis devrimci gruplar.
CHP’nin Suriye Konferansında üzerinde durduğu önemli başka bir nokta ise Türkiye’nin Suriye rejimi ile resmen görüşmesi… Bildirgede “Türkiye’nin, Suriye’den yönelebilecek somut tehditlere karşı güvenliğini Suriye yönetimiyle ve Suriye toplumunu oluşturan bütün meşru aktörlerle çok yönlü diplomasiye başvurarak bertaraf edebileceği” ifade edildi. Bu ifadeler Kuzey Suriye’deki PKK/YPG tehdidini AK Parti iktidarına göstererek onun Esed rejimi ile görüşmesinin yolunu kolaylaştırmayı amaçlamaktadır. İktidar şimdi bundan sonra yeni Suriye Anayasası’nın oluşturulması ve yeni demokratik Suriye’nin inşa edilmesi sürecinde masada olacak rejim tarafı ile iletişim kurmanın yeni kanallarını arıyor. Kaldı ki Türkiye, Suriye rejimi ile istihbaratlar ve gizli kanallar üzerinden zaten bir şekilde görüşüyordu.
Özetle; 8 yıllık Suriye siyasetinde geldiğimiz noktada AK Parti iktidarı, Suriye halkını katleden, onlara zulmeden, kadınlarına tecavüz eden, çocuklarını boğazlayan ve canlı canlı insanları toprağa gömen bir cani, bir zalim, bir diktatör ile yeniden iletişim kurmak için laik Kemalist CHP’nin ve Milliyetçi faşistlerin siyaset ve propagandalarına sarılıyor. İktidara bu değişimin sebebini sorsanız size, “reel politika” diyecekler emin olun. Aslında 2012’de yaptıkları Suriye Konferansları ile bugün sarıldıkları CHP’nin Suriye Konferansı arasında amaç ve sonuç bakımından hiçbir fark yok. Şimdi AK Parti’ye “İslâmcı” ve “ümmetçi” parti diyenler; o İslâmcılık ve ümmetçilik düşüncesinin AK Parti’nin yürüttüğü kirli siyaset ile daha fazla nasıl kirletildiğini görüyorlar mı acaba? Dünden bugüne dersler çıkarılıyor mu acaba? “Ne için çıkmıştık yola, vardığımız yer ne ola?” diyorlar mı acaba?
Bu makale Mahmut Kar tarafından Köklü Değişim Medya’ya yazılmıştır.