Home / News / OKUYUCUDAN / Makale / AİLE, NESİL VE TOPLUM İSLAM İLE KORUNUR.
aile-nesil-ve-toplum-islam-ile-korunur-ahmet-bayram

AİLE, NESİL VE TOPLUM İSLAM İLE KORUNUR.

İslamı ideolojik bağlamda hayatın tüm alanlarına kapsayıcı bir şekilde tatbik ettirecek yegâne güç ve unsur, Allah’ın vaadi ve yardımı ile yakın bir zamanda kurulacak olan,  2.Raşidi Hilafet Devleti’nin kendisidir. Allah Azze ve Celle’nin vadettiği, Rasul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in bizi onunla müjdelediği 2. Raşidi Hilafet Devleti’ni yeryüzüne hâkim kılacak olan da fikirleri ve metodu akidesine dayalı ideolojik siyasi kitle veya partilerdir.

İşte bu partileri hayat sahnesine çıkaracak, siyasi, fikri ve kültürel anlamda çalışmalarını ümmet içerisinde ve Müslümanlarla beraber sürdürecek, aydın ve şahsiyetli gençleri var edecek kurum, muhakkak ki İslam ümmetinin içerisindeki aile yuvalarımızdır.

Bir asra yakındır İslam ümmeti, Hilafet Devleti’nin ilga edilmesi ile birlikte çobansız bir sürü misali; koruyanı ve sahipleneni olmayınca, aç kurtların ve çakalların saldırılarından kendilerini muhafaza edip kuruyamadıkları gibi İslam ümmeti de kendilerini mevcut gayri İslami küfür düşünce ve sistemlerden kuruyamaz oldular.

Hilafet devletinin yıkılması, İslam ümmetinin devlet ve toplum unsurundan düşmesi ile en temel birimi olan aile kalesi ciddi şekilde her yönden kuşatılması sonucuyla karşı karşıya kaldı.

Halbuki İslam ve ümmeti nezdinde aile dendiğinde fikri ve nefsi olarak şahsiyetli nesillerin, salih gençlerin yetiştiği en temel birim akla gelir.

Bir bina için temel ne kadar önemli ise, İslam ümmetinin salahiyeti ve saadeti, birlik ve beraberliği için de aile o kadar önemli ve hayatidir. Ferdi yetiştiren ilk mektep aile ortamıdır. Burada öğretici unsur anne baba ve bunlarında yanında varsa büyük anne -baba ve kardeşler ile birlikte oluşan aile ortamı olacaktır. Ailenin mutfağında ne pişerse evde onun kokusu hissedildiği gibi, aile ortamında yaşanan ne varsa, o çocukların tertemiz hafızalarına kaydedilecektir. Çocuklar ninelerinin şefkatli kollarında huzur bulurken dedelerinin hayat tecrübelerini “olgun bir arkadaşın ağzından” dinleyerek büyürler.

İslam’a inanan ümmetin bir parçası olan ebeveynler olarak çocuklarımız için sevginin, saygının, huzur ve mutluluğun hâkim olacağı bir ortamı ancak İslam akidesi ve kültüründen doğan birikimlerimizle sağlayabiliriz. Bu aşamada evin velisi babaya ve çocukların terbiyecisi anneye büyük sorumluluklar düşmektedir. Allahu Teâlâ bu hususla ilgili şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. (O ateşin) üzerinde öyle melekler vardır ki, çok sert, çok kuvvetlidirler. Allah kendilerine ne emretti ise, ona isyan etmezler ve emredildikleri şeyi yaparlar.’’ (Tahrim 6)

Aile ortamının varlığı demek, geleceğimiz, nesillerimiz demektir. Aile ortamı demek nesillerimizin İslam kültürü ile yetişmesi ve yuvaların sağlamlığı demektir. Aile ortamında anne ve baba şefkatini, kardeşlerin birbirlerini sevip saymaları, yaşanan ortamda var olan nimetleri paylaşma, feragat ve fedakârlıkların sonuçlarının güzelliğini göstermeliyiz. Burada ölçümüz İslam akidesi, nebevi metodu çizgisinde olmalıdır. Allah Rasul’ü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyuruyor: 

“Sizin en hayırlınız, âile fertlerine karşı hayırlı olanınızdır. Âilesine en hayırlı olanınız ise benim…” (Tirmizî, İbn-i Mâce,)

Evlatlarımıza kendisiyle, diğer insanlarla ve Rabbi ile olan alakalarını öğretmeli, hayat hakkında doğru bilgiler vererek ayakları yere basan, ne yaptığını bilen İslam şahsiyetine sahip fertler olarak toplumsal hayata kazandırmaya çalışmalıyız. Böylece sağlıklı nesiller yetişip korunacak, fikri, insani ilişkileri daha istikrarlı hale gelecek, kendi içlerinde huzurlu, toplumsal ilişkilerde ise güvenli bir toplum ortaya çıkacaktır.

İşte ebeveynler bu bilinçle hareket etmeli ailelerini ve nesillerini akidelerine dayalı eğitim, öğretim ve terbiyelerini ciddi bir şekilde vermelidir. Allah Rasül’ü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem buyurdu ki; 

“Bir baba çocuklarına güzel ahlaktan üstün bir miras bırakmamıştır.’’ (Buhari)

Muhakkak ki bu konuda sarf edilecek çok şeyler vardır. Ben ise burada aile kurumunun önemine binaen İslam kültüründe kıymeti hala göz önünde bulunan bu ailevi yapının önemini ortaya koyan, 1. dünya savaşı yıllarında bizatihi olayın kahramanlarından aktarılan bir hadiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Osmanlının son dönemlerinde vuku bulan bu olay, İslam kültürü ile yetiştirilen nesillerimizin nasıl bir şahsiyete sahip olduklarını ortaya koymaktadır.

Irak cephesinde savaşan Osmanlı ordusu komutanlarından Halil Paşa emrinde bulunan askerleri korumak düşüncesiyle; onlar çok, biz ise az bir kuvvetiz; sizi burada telef etmek istemiyorum diyerek İngilizlere teslim eder. On bin kişilik birliğin teslim bayrağını çekmelerine rağmen İngilizler ancak üç gün sonra teslim alır ve onları esir kampına koyarlar.

Gün gelir savaş biter esirler mübadele (değiş tokuş) için gemilere bindirilip İstanbul’a getirilmek üzere yola çıkartılırlar. Ancak askerler nereye gittiklerini bilmemektedirler. Esirler arasında bulunan Kayserili Hamdi Çavuş’un İngiliz komutanla aralarında şu konuşma geçer:

Hamdi çavuş: bizi nereye götürüyorsunuz? der.

İngiliz komutan; kimseye söylemezsen sana söyleyeyim der. Rotamız İstanbul sizi mübadele için götürüyoruz der.

Hamdi çavuş; peki biz gidiyoruz da siz niçin geliyorsunuz? deyince;

İngiliz komutan; biz de sizi doğuran analarınızı görmeye geliyoruz der. 

Hamdi çavuş; bizim analarımızı sen değil evdeki amcamız dahi göremezken, sen nasıl göreceksin? Boşa gidiyorsunuz, fakat niçin görmek istiyorsunuz analarımızı? Bu işle ne ilgisi var? deyince,

İngiliz komutan ağzındaki baklayı çıkartır; biz bu savaşa başlarken bizim de sizin de iki yüz bin askerimiz vardı. Bizim o iki yüz bin asker sizlerin eliyle yok oldu, biz bir iki yüz bin daha ilave ettik. Onunda yüz bini yine sizlerin eliyle yok oldu. Siz de ise hiçbir ikmal ve takviye yapılmadığını biliyoruz. Askeri üstünlük, silah ve mühimmat olarak sizinle kıyas kabul etmeyecek kadar üstünlük bizde olmasına rağmen, nasıl oluyor da sizin bu iki yüz bin kişiniz bizim üç yüz bin kişimizi öldürüyor!!!?  Ve halen karşımızda dimdik duruyorsunuz. Makineli tüfeklerimiz ateş kusuyor. Buna rağmen, bir tek asker geriye dönmeden üzerimize gelmeye devam ediyor.  Bu işin sırrını çözemedik. Bir tek şüphemiz sizi yetiştiren o ailelerinizdendir. Onun için bir de gidip onları göreceğiz” der.

İstanbul’a gelirler. Birkaç gün sonra o İngiliz komutan Hamdi Çavuşla vedalaşmak için yanına gelir. Hamdi Çavuş merakla sorar: Ne yaptınız, görebildiniz mi anaları?

İngiliz komutan kendinden emin bir eda ile; “Göremedik ama teşhisimiz doğrudur” der.

O analar nasıl bir terbiye vermiş ki aç, açık, silahında mermisi yok süngüsüyle savaşıyor. Ayağında çarığının üstü varsa altı yok, yalın ayak savaşıyor. Yiyecek ekmeği yok, ot köküyle, ağaç yapraklarıyla, börtü böcek yiyerek hayatta kalmaya çalışıyor. Asla korku yok, ümitsizlik yok, moral bozukluğu yok, isyan yok, kaçıp canını kurtarma düşüncesi yok, yok, yok, yok…

Yokluklar içinde bu başarının sırrının altında yatan dinine inanmış bu kahramanları yetiştiren o annelerin İslam’a olan sapasağlam bağlılıklarında yatmaktadır. Onlar; “Haydi oğlum emanetin Allaha! Sizleri bu günler için doğurduk, haydi git. Ya gazi olup şerefinle dönersin baba ocağına başın dik, yüzün ak olarak; ya şehit olup şerefinle Allah’ın huzuruna varırsın. Düşmana asla arkanı dönme. Bütün gücünle saldırmazsan sana emzirdiğim sütümü helal etmem” diyerek cephelere yollamışlardır.

İşte o Mehmetleri bu anneler yetiştirip yollamıştı askere!..

“Çanakkale geçilmez” dedirten, düşmanın ateşine göğsünü siper eden, asla geri dönmeyi düşünmeden, sağanak halinde yağan kurşunlara inat, bir öndeki siperleri tutmaya çalışan, üç saniye sonra öleceğini bildiği halde, gözünü kırpmadan ölüme atılan bu ümmetin şerefli evlatları… 

Anzak koyunda son neferine kadar şehit olan Osmanlı alayının alay sancağı Avustralya müzesine götürülmüş ve altına şu not yazılmıştır. “Bu sancak esir alınmadı. Son neferine kadar şehit olan Müslüman alayının bu sancağı, bir ağacın dalına takılmış olarak bulundu.”

İşte bu tespiti yapan İngilizler, Batılılar cephede, meydanda güç yetiremediği, bileklerini bükemediği Müslümanları, bu sefer aile yuvalarını bozmak için seferber ettiler. Bu savaşları, bu gayretleri ta ki İslam ümmetinin aile düzenini, o aile anlayışını doğuran inanç dünyalarını yok edesiye kadar sürdürecekler, sürdürme niyetindeler.

İşte kâfir batı, İngilizler İslam’ı ve ümmetini parçalamak, gücünden etmek için elinden geleni ardına koymadan çalışıyorlar. Batı kültürü müptelası, batının kuklası olmuş idareciler eli ile aile yapısını bozmak için işbirliği içerisinde çalışan batı kendisinin dahi içine sinmeyen yasaları, uygulamaları İslam aleminde dayatıyor. İstanbul sözleşmesi ve benzeri çalışmalarla yıllardır bu ümmetin kıymetli birimi aile yuvalarımızı yok etmeye çalışılmaktadır.

Batı, İngilizler Hilafeti kaldırmakla bu ümmetin boğazına yapışmıştır. Bu tür eylemleri ile bu ümmetin boğazını hala bırakma niyetinde olmadıklarını gösteriyorlar.

İngiliz General Lort curzon, avam kamarasında (İngiliz meclisinde) yapmış olduğu konuşmada Kuran’ı Kerim’i meclistekilere göstererek; “bu kitabı Müslümanların hayatından çıkarmalıyız. Bu kitap onların hayatlarında olduğu sürece onları mağlup etmemiz mümkün değildir” demişti.

İnanç birliğini esas alarak, oluşturulan aile anlayışıdır ki; Bu konuyla ilgili ilk akla Nuh (as)ın tufanı diye ifade edilen felaket gelir. Kur’an’ı Kerimde şöyle geçmektedir:

Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.”

“Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): «Bugün Allah’ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hud 42-43)

Nihayet tufan sona erip ayakları karaya basınca Nuh (as) boğulan oğlunun durumunu öğrenmek için rabbine yöneldi:

“Nuh Rabbine dua edip dedi ki: «Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâadin ise elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin. »

“Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hud 45-46)

Burada Allahu Teala’nın bize verdiği mesaj; inançlı, sağlıklı bir ailenin varlığı şu hususlar üzerinde kalınarak sağlanabilir: Nasıl ki bir beldede yöneticilerin Müslüman olması oranın İslam devleti olduğunu göstermediği gibi bir babanın kanını oğlunun taşıması da onların bir aile olduğunu göstermez. Bir beldede devletin İslam devleti olması için orada mutlaka uygulanan nizamın İslam nizamı olması gerekir. Aynı şekilde sağlıklı köklü bir ailenin varit olması da o aile fertlerin her birinde  fikir, duygu ve icraat olarak nizam birliğinin sağlanması muhakkaktır. Aksi taktirde sıhhati ve birliği yerinde bir aileden bahsedemeyiz. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: 

“Hiç şüphe yok ki inananlar, ancak kardeştirler.’’ (Hucurat 10)

Aynı inanca sahip olmayla kardeş olduğumuz İslam dini, aramızdaki ilişki ve sorumluluk bağlamında da bizi kendi irademizle baş başa serbest bırakmamaktadır. Allahu Teala’nın Rasulü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyuruyor:   

“Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!.’’ (Buhari)

Sonuç olarak bu gün İslam ümmeti adalet ve merhamet nizamı olan İslam nizamını yeryüzünün tekrar hâkim gücüne kavuşturmak istiyorlarsa, hiç zaman kaybetmeden ihtişamlı kadim medeniyetlerine kavuşmak için çalışmaya konulmak zorundadırlar.

İşte o gün görülecektir ki; Müslümanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in Nebevi metoduna ümmet olarak sarılmış, yol olarak harfiyen onunla amel etmeye başlamışlardır. Ki bu akım İslami hayatı başlatacak, 2. Raşidi Hilafet Devleti’ne talip siyasi partilerle çalışılmaya, İslam’ın hayatta uygulanır olmasıyla birlikte tekrar o refah dönemine bu hayırlı ümmet tekrar dönebilsin.

Onun için bütün dünya Müslümanları ’’Aile, Nesil ve Toplum İslam ile korunur’’ kampanyasına sahip çıkmalılar. Ki, aileyi, nesli, ve toplumu var edecek, ve de kuruyacak siyasi güç; 2. Raşidi Hilafet Devleti’nin yeryüzünde Allah’ın vaad ve yardımıyla kurulabilsin.

İşte ümmet olarak bu siyasi ve yaptırım gücün var olması için gecemizi gündüzümüze katarak samimice çalışmalıyız. Alllahu Teala şöyle buyurdu:

“De ki: “Çalışın, Yaptıklarınızı Allah, O’nun Rasul’ü ve Mü’minler göreceklerdir. Sonra, görüneni de görünmeyeni de Bilen’e döndürüleceksiniz. O, size yaptıklarınızı bir bir haber verecektir.’’ (Tevbe 105)

AHMET BAYRAM

Ayrıca...

bu-ramazan-ayi-hilafetsiz-gecen-son-ramazan-olsun

Bu ramazan ayı hilafetsiz, buruk geçen son ramazan olsun

İslam, hayat dolu bir nizamdır. Onda durgunluk, diğer dinlerdeki gibi kapalılık söz konusu değildir. Hayatın …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir