Home / News / YAZARLAR / Mehmed Güney / BEKA MESELESİ VE SİYASETÇİLERİN BEKA SORUNU
beka sorunu

BEKA MESELESİ VE SİYASETÇİLERİN BEKA SORUNU

Bir dönemler İslam aleminde belki bu denli kavramsal konular gündeme gelmemiş veya üzerinde durulmasına pek gerek duyulmamıştır. Fikren olgunluk veya yükseliş dönemi dediğimiz dönemlerde hatta çökme dönemlerine kadar günümüzde karşı karşıya kaldığımız bir çok konular ne alimlerce ne de diğer Müslümanlarca gündem konusu olmamıştır. Belki de vakıası ortaya çıkmadığı için tartışma veya görüş beyan etme gereği duyulmamıştır. Doğru olan da budur. Vakıası ortaya çıkmamış bir konu üzerinde tartışmanın bir anlamı olmasa gerek. Fakat günümüze geldiğimizde durum geçmişten izler bırakmayacak derecede farklılaşmış, geçmişte sahip oluna birçok değerler manzumesi kaybolmuştur. Burada izler kaybolmuş derken taşı-toprağı kastetmiyoruz. İnancımız kaynaklı birçok düşüncenin izlerinin yaşantımızda kaybolmasından bahsediyoruz. Başka bir tabirle geçmişten miras alamayan-almayan ümmetin zihni karmaşık ve yanlış düşünce ve fikirlerle dolu olmasıdır.

Herhangi sebeple olursa olsun veya herhangi durum ve şartlar bizleri buralara getirmiş olsa da bu gün kavram kargaşası yaşandığı bir gerçektir. Ümmetteki bu boşluğu fırsat bilen İslam ve Müslüman düşmanları her defasında bu konumu kendi menfaatleri doğrultusunda fırsata çevirmesini biliyorlar.

Bazen ateşi düşse de dönem dönem gündeme düşen “beka” konusu da bunlardan bir tanesidir. Beka hususunda güncelleştirilerek kasıtlarını ortaya koydukları zamanlama çok önemlidir. Eğer bu ince ve detayların ayırımını yakalayamazsak akıbeti karanlık veya belli olmayan detay ve olayların içerisinde sürüklenir dururuz.    

Bilgilenme maksatlı-yönüyle bakacak olursak beka konusu çok yönlü ele alınabilir. Mesela;

-Kelamcıların beka tartışmaları (Allah’a nispet edilen bekanın hangi sıfat grubu içinde kabul edileceği hususu kelâm âlimlerince tartışılagelmiş ve Eş‘ariyye ile Mâtürîdiyye arasındaki görüş ayrılıklarından birini teşkil etmiştir),

-Dilcilerin beka kelimesini irdelemeleri (Sözlükte “sebat ve devam etmek, kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitmek” anlamına gelen beka, terim olarak Allahu Teâlâ’nın varlığına herhangi bir yokluğun gelemeyeceği (fenanın selbi) manasını taşır; zıddı fenadır),

-Akidevi alanda Allahu Teâlâ’nın baki olması (beka; Allah Teâlâ’nın varlığının ebedî ve devamlı olması ve sonu olmaması demektir),

-İnsan fıtratında bekanın yeri ise; (kendi varlığını devam ettirmeye önem veren güdüsüdür. Beka içgüdüsü insanın aslında mevcuttur. Ondan da lider/hakim olma sevgisi doğar İnsan, doğal olarak “hayatta kalma” ve “ölümsüzlük” duygusuna sahiptir. Beka içgüdüsünden doğan hissi bir bağdır. Ondan da tahakküm hırsı doğar.  İçgüdüsel bir bağ, duygusal bir bağ, yani değişime müsaittir, değişime maruz kalır. Tahrike muhtaçtır, tahrik varsa var, yoksa yoktur. İnsan, bu duyguya yönelen tehdidin türüne göre korkar veya kendisini tehdit eden unsurun üzerine gider. Gördüğü nesnenin niteliğine göre onda bir duygu oluşur ki bu duygu kendisini bir eylemde bulunmaya iten “beka” arzusundan doğan bir duygudur.

Beka içgüdüsünün istençleri gereği insan, yaşamına devamlılık sağlamak için mülk edinir, korkar, kaçar, topluluk hâlinde yaşar vs.

Fakat gündem konusu yapılan beka daha çok bilimsel irdeleme değil siyasi bir bakıştır, belli bir maksadın güdülmesinden dolayıdır. Son dönemler beka konusunun daha çok siyasi alanda partiler ve parti liderleri, devlet ve devletin bekası, bunun yanında rejim meselesini de içine alan bir açılım söz konusudur.

Beka meselesinin zamanlaması konun kendisine açıklık getirir mahiyettedir. Şöyle ki; “varlığını devam ettire bilme” noktasında siyasi erkin içerisine düştüğü konumla bağlantılı olarak karşımıza çıkan beka;

-Uygulanan siyasetin bekası,

-Devleti yöneten siyasetçilerin bekası,

-Devletin veya rejimin bekası başlıkları altında karşımıza çıktığı gibi değişik mahiyette de karşımıza çıkar. Beka meselesinin siyasallaşması geçmiş tarihlerde olduğu gibi çok yakın tarihle birlikte içerisinde bulunduğumuz dönemle de ilişkilidir.

Osmanlı toprakları parçalanıp Türkiye’de cumhuriyet kurulduktan beri (1923) rejim üzerinde beka meselesi yürütülmüş ve hala da siyasilerin malzemesi olmaya devam etmektedir. İngilizlerin kurmuş olduğu devletin başına getirilenler/sözde siyasetçiler o gün ellerine teslim edilen bu devletin hiçbir zaman yok olmayacağına öyle inandırılmışlardır ki nerede ise imani mesele haline getirilmiştir. Bu da yetmezmiş gözümüzün iliştiği, kulağımızın duyduğu her yerde vatanın bekasının tabulaştırıldığına, cisimleştirildiğine şahid oluyoruz. Örneğin; tabelalar, kitaplar, devlet daireleri vs. vatanın, cumhuriyetin bakasına has sözlerle donatılmıştır.

“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” (Mustafa Kemal)

Ve bu yaklaşım atasının izinden giden Kemalist düşünce sahibi olanlar içinde geçerli:

“Türk milleti, büyük destanlarla dolu tarihini hiçbir zaman unutmayacak, milletimizin birlik ve beraberliği, ülkemizin bölünmez bütünlüğü sonsuza kadar korunacaktır.” (Süleyman Demirel)

Nerede ise Türkiye Cumhuriyeti’nin başına gelen her yönetici atasının izinden gitmeyi miras olarak almıştır.

Başbakan Yıldırım, Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı:

Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Ruhun şad olsun.”

Değişen bir şey yok, yöneticinin ismin değişmesi bir şey değiştirmiyor. Aynı argümanla bu ülkenin başına geçen her şahıs taviz vermeden aynı düşüncelerle yoluna devam ediyor.

“Siyaset, milletin maslahatını, kendi menfaatinin önüne koymayı gerektirir. Türkiye’nin bekası vatandaşlarımızın birlik ve beraberliği her türlü politik hesabın üstündedir. (Recep Tayyip Erdoğan)

Tabii siyasetçilere yön verecek, yeri geldiğinde onların yanında duracak, bu ilkeleri koruyacak akil adamlar (!) diye bilinen (sözde) kanaat önderlerinin de bu hususta görüşleri lazım.

“Hiçbir Parti Türk devletinden daha değerli değildir. Siyasete partiler penceresinden değil devlet ve millet penceresinden bakın. Partiler insanlar gibi doğar büyür ölür. Parti geçicidir. Dünyada baki olan Türk devleti ve milletidir. Geçici olan bir şey için Baki olana zarar vermeyin.” (Ömer Turan Siyaset Bilimcisi)

Şunu biliyoruz ki; insanlık tarihi boyunca ismini unuttuğumuz onlarca devlet kurulmuş ve yok olup gitmiştir. Baki kalanı yok. Siyasetle iştigal edenler en yakın tarihe baktıklarında Osmanlı Hilafet devletinin de baki olmadığını, 1400 yıllık Hilafet müessesesinin (İngiltere ve onların İslam beldesindeki yerli işbirlikçilerinin eli) yıkıldığını ve yerine onlarca karton devletçiklerin kurulduğunu görür. Çok  yakın tarihimizde komünizm ideolojisinin temsilcisi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB)’de aynı akıbeti yaşadığını, ideolojik (komünizm) birliğin dağıldığını da burada hatırlatmakta fayda var.

Devletler uzun yaşayabilir fakat onlarda aynı insanoğlu gibi birer fanidirler yıkılıp yok olur ve ölürler. Kalıcı olmadıklarını Resulullah Salllahu Aleyhi Ve Sellem’in  meşhur olan şu hadisinde geçen ifadelerinden de anlıyoruz:

“Allah’ın olmasını dilediği sürece aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği sürece olacak, sonra Allah onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah olmasını dilediği sürece olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği sürece olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra da Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır… Sonra sükût etti.” (İmam Ahmed nakletti)

Başka bir misal de Resulullah Salllahu Aleyhi Ve Sellem’in ahirete irtikalinde yaşanan şu olaydır:

Peygamber Efendimizin vefat haberini alan Hazreti Ömer’in benliği, yaşadığı bu olayı birden kabullenemez ve etrafındaki kişilere kılıcını çekerek seslenir: “Resulullah ölmemiştir ve sağdır! Ona sadece, Hz. Musa’ya ârız olan saika gibi bir saika ârız olmuştur. Kim ‘Muhammed (aleyhissalatu vesselam] öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim.” ( İbn Sa’d, Tabakât, II/266.)

Hazreti Ömer etrafına karşı böyle tehditler savurduğu sırada, Hazreti Ebu Bekir der ki; “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.” (Tabakât, 2:268; Buharî, 3:95) diyerek Al-i İmran suresinin 144. ayetini okudu:

وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ

“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. O ölür veya öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah’a en küçük bir zarar vermiş olmaz. Fakat şükredenlere Allah mükâfatını verecektir.” Bu sözlerden sonra Hz. Ömer, artık gözyaşlarını tutamaz ve yere çökerek ağlamaya başlar.

Bundan dolayı beşerin kendisi-insan, ortaya koyduğu veya inandığı nizamlar  çerçevesindeki yönetimler (İslam dininin kıyamete kadar kalması ayrı bir konu), yönettiği devletler (İslam devleti de olsa) baki değildir. Yönetimleri kutsamak, hükmü altında bulunan toprakların arkasında kutsalmışçasına durmak, bu yönde onları ve üzerinde bulundukları karaparçalarını yüceltmek ve bunu beka sorunu haline dönüştürmek kelimenin kavramsal içeriği itibari ile vakıada yerini bulmuyor. Nasıl ki insanoğluna veya başka şeyler için bakilik vasfı eklenemiyorsa ne siyasiler için nede devletler içinde bakilik söz konusu değildir. Bu dediğimiz gibi  İslam’la yönetilen devlet olsa dahi… Kavram içerikli düşündüğümüzde bu manada bakilik/ebedilik sadece ve sadece Allahu Teâlâ’ya mahsustur.   

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذ۪ي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِه۪ۜ

“Bir de, daima diri olup, hiç bir zaman ölmeyen Allah’a tevekkül et; ve O’na hamd ile (O’nu) yücelt…” (Furkan 58)

Durum böyle olunca (Allahu Teala dışında) her şeyin yaratılmış olması, bir diğer tabirle hâdis olması baki olmadıklarının da delili olur. Böylece Allahu Teala’nın dışında her ne olursa olsun onlara nispet edilen beka hakiki anlamda beka olmadığı anlaşılır. Yaratıcının varlığına özgü olan beka konusunda inkarcıların dışında pek itiraz eden de bulunmaz.

Siyasetçilerin beka anlayışı (lügat manasında ele alındığında) yalın olarak uzun süre kalıcı olabilme seyrinde sürebilir. Bundan dolayı da  (bekaları için) hiç ölmeyecekmişçesine gaye edinerek yönetime yapışır, iktidarda kalmayı ölüm-kalım meselesine dönüştürürler.

Böylesi bir ortam yani iktidarda kalabilmek, çıkarlar elde edebilmek, bunun içinde siyaset alanında etkin olabilmek   “devletin bekasını” doğurur. Diğer bir tabirle “beka” bütün kurumları ile siyasetçiyi koruyacak devletin bekasıdır ve “devletin bekası” altında rejimi korumaya çalışan siyasetçilerin iktidarda kalıcılık mücadelesidir. Siyasetçiler kendi bekaları yanı-sıra rejimin bekasını da kalıcı kılabilmek için  devletin bekası söyleminin arkasına saklanırlar. Bekaya işlerlik kazandırmak için birlik, vatanı koruma, devlete sahip çıkma gibi konular en üst seviyeye çıkartılır. Bir yerde halkı ortak bir zeminde buluşturma çabasıdır. Ki bu durum siyasetçileri siyaset üstü milli menfaatlerle tanımlamaya ve bağlar (yanlış bir bağ) kurmaya iter. Bu şekilde ortaya çıkan beka meselesi süreklilik arzeden değil koşullar oluştuğunda gündem meselesi yapılan bir konuya dönüşür. Her ne kadar devlet te deseler yöneticinin bekası önde gelir. Gerektiğinde yönetici devleti bekası için satabilir, kuklası olduğu devletlerin güdümüne terk edebilir. Yönetim şekillerini her ne kadar öne çıkartsalar da dünya genelinde yönetim olgusu maalesef günümüzde bu şekilde yürüyor. Bundan dolayı da beka meselesinin dönem dönem şartlara göre açılımının yapıldığını görürüz. Bir dönem yapıldığı gibi:

“Dolayısıyla irticai faaliyetler olduğu sürece 28 Şubat devam edecektir. İrtica bin yıl sürerse 28 Şubat da bin yıl sürecektir’ dedim.” (Eski Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu)

Kapitalizmin hakim olduğu süreçte sömürge devletler (ulus devlet diye de adlandırdıkları devletler) her geçen gün daha da dibe vurarak çaresiz biçimde her türlü kırılganlıklara açık hale gelmiştir. Sömürgecilerin elinde doğan devletler yine sömürgecilerin tehditlerine ve her türlü isteklerine açıktır. Siyasi çizgileri de onların elindedir ve hangi hallerde beka siyasetine yöneleceklerini onlar tayın etmiştir-etmektedir.

Bu yüzden İslam karşıtı inkarcıların söz konusu ettikleri beka hususu doğrudan hem İslam’ı/yönetimini inkar hem de İslam’a ve Müslümanlara karşıt saldırı içeriklidir. Yani hakkın karşısında var olma mücadelesidir. Daha açık bir ifade ile Allahu Teâlâ’nın gönderdiği nizama karşı açılan bir savaşın başka bir adıdır bugünkü beka iddiası. Çünkü Allahu Teâlâ’nın göndermediği bir nizamın, cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin bekasından söz edilmekte ve onun korunması içinde Allah’a değil (Allah’a yönelemezler, çünkü Allah’ı ve onun nizamlarını inkar üzerine kurulmuş bir düzen için saten bu mümkün değil) Anıtkabir’e yönelir ve bekaları için serzenişte ve yakarışta bulunurlar. Bunun örnekleri çoktur:

 “Yüce Atatürk, Cumhuriyetimizin 77. yılında kıvanç ve coşku ile kutladığımız büyük bayramımızda ulusça huzurunuzdayız… Cumhuriyeti kurarken öngördüğünüz özgürlükçü demokrasiyi geliştirmek için bütün gücümüzle çalışıyoruz. Türk Ulusu, kurduğunuz demokratik, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün olarak sonsuza kadar korumaya ve yaşatmaya ant içmiştir. Cumhuriyetimizi sonsuza kadar yaşatma görevimizi yerine getirirken ilke ve devrimleriniz, ışığımız ve yol göstericimiz olmayı sürdürecektir. Bu büyük günde ulus olarak yüksek anınız önünde saygıyla eğiliyor ve şükranlarımızı sunuyorum.” (Cumhurbaşkanı Sezer)

Konumuza katkı açısından bir örnekte Mısırdan verelim. Cumhurbaşkanı Mursi’nin yerine atanan Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur yemin ederken;

“Cumhuriyet sistemini koruyacağıma, anayasa ve yasalara bağlı kalacağıma ve halkın çıkarlarını koruyacağıma yemin ediyorum” ifadesini kullandı.

İslam beldelerinde hangi yöne dönerseniz dönün genelde aynı içerikle hareket eden yöneticilerle karşılaşmanız mümkündür. Hatta bazıları Kur’an’ı Kerimin üzerine yemin ederek bu amellerine yönelirler.  

Peki siyasetçiler neden beka konusunda bu kadar ısrarcılar dersek bunu üç açıdan değerlendirmek mümkündür:

  1. Güçlü bir devlet veya siyasetçi olmak ki; güçlü devletler ellerindeki imkanların arkasında kendilerini ölümsüz görürler. Bunun içinde kibirlenirler ve bu kibirleri onları bekalarını koruma havasına sokar. Böyle bir devleti elinde bulunduran siyasetçilerde kibir salgınına maruz kalır ve kibrinden dolayı kendisini baki/ölümsüz görür. Diğer deyimle (yukarıda belirttiğimiz gibi) yaratıcıya karşı açılan savaşın başka bir ifadesidir. İnkar edenler baki olduklarına ve ellerindeki imkanların bakiliğine inandıkları için sık sık gücünün arkasına saklanır, kaybetme korkusu onları meydan okumaya sevkeder. Tarihte Firavun, Calut, Ebrehe ve daha nicelerinin içerisine düştüğü konum gibi. Geçmişin günümüze yansıyanı ise günümüz Amerika’sı ve yöneticileri örneğidir.
  2. Kıytırık devletlerin konumu ve bu devletlerin yöneticilerinin pozisyonudur. Bu devletler birilerince kurulmuş  devletlerdir. Başlarına ise yine kuranlarca atama ile tayin edilen yöneticiler getirilmiştir. İşte asıl beka sorunu yaşayan ve tartışmasını yapanlar da bunlardır. Türkiye, Mısır, Sudan, Irak, Suriye ve  diğer devlet ve yöneticilerinin içerisine düştükleri hal gibi…

Türkiye Cumhuriyeti ve diğer cetvelle çizilen karton devletçikler Osmanlı Hilafet devleti toprakları üzerine İngilizler tarafından kurulmuştur. Bu devletlerin bekası diye bir şey saten mümkün değildir. Yaşam süreleri batının elinde olan bir devlet nasıl baki kalsın? Bunların yöneticileri de öyledir. Beka diye çırpınan Mustafa Kemal’ler Nasırlar ve diğerleri  İngilizlere bağlı olan bu topraklar üzerine atadığı yöneticilerdendi ve gelip geçtiler. Batılıların izin verdiği sürece partileri veya kendileri iktidarda kalabilirler.

Batı zihniyetli ve atanan siyasetçinin bekası zorbalık, sürekli halkından tereddüt, baskı, korku ve bunlar üzerinden uygulamalara tutunmaktır. Ki bunlar batıya hizmette kusur doğurmazsa, batının memnuniyeti sürdüğü müddetçe ayakta durabilirler. Bir nevi görevleri kumdan yapılan kuleleri koruma gibidir. Kulelerini dalgalardan korumak isteyenler dalganın asıl sahibini görmezler.

  • Diğer açıdan küresel güçlerin mücadelesi sonucu ortaya çıkan değişim rüzgarlarının bu gibi ülkelerde yapmak istedikleri değişim isteklerine tepkisel çıkışlar olarak ta görmek mümkündür. Bu gibi (yukarıda belirttiğimiz gibi) durumlarda milli duygular harekete geçirilerek iktidar sahiplerinin var olma/beka sorunu çerçevesinde korunmaya geçmesidir. Günümüzün büyük devleti olan Amerika’nın bir zamanlar büyük güç olan İngilizlerin hayat damarlarına/sömürü alanlarına el atması gibi. Bu yönde İslam alemindeki siyasetçilerin sömürgecilerin isteklerine karşı çıkacak cesaretleri yoktur. Yeter ki kendilerini ayakta tutan bu günkü rejimler (ufak bir kara parçası da olsa orada) daim olsun isterler. Bundan dolayı da beka meselesinde kullanmak zorunda kalırlarsa sömürgecilerin ilke ve görüşlerinin dışında başka bir ilkeyi kamuoyuna sunmazlar.       

Sık sık başımızdaki siyasetçiler Türkiye’de devletin bir beka sorunu yaşadığını dillendirirler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi zamanlamasına iyi bakmak lazım. Belli bir kesim ve yöneticiler Cumhuriyet ve ilkelerinin  sürekli tehlike altında olduğunu söyler ve bu tartışma, devletin devamlılığıyla ilgili tehlikenin büyüdüğü sinyalleri verilerek alarm zilleri çalınır. Oysa batının bu gibi sömürge yerlerde ne cumhuriyeti ne demokrasiyi ne de laikliği kaldırma gibi bir heveslerini olmadığı aksine yerleştirmek için çaba sarf ettiği görülür. Ancak kuvvet bulmamaları için ufaltma yoluna giderler. Onların asıl korkuları yanı başlarında veya ümmetin kendisinden gelen İslam rüzgarının esintisidir. İslam’ın söz konusu ettikleri bekalarını tehlikeye sokacağını çok iyi biliyorlar.

Onun için şeytani siyasi dehalarını ortaya koyarak beka meselesini gayri İslami argümanlarla en üs seviyede kamuoyu meselesi yaparlar. Bu bekasını korumaya çalıştıkları devletin, siyasetin, rejimin ne kadar zayıf olduğunun bir yansımasıdır.

Güçlü devlet, güçlü liderler, fikren kalkınmış bir toplum kendisine “beka konusu” yapma gereği duymaz. Çünkü orada iktidar kavgası veya kişiselleşmiş bir siyaset yoktur. Kişinin bakası üzerine kümelenmiş bir yönetim şekillenmesi yerine ideolojinin şekillendirdiği bir yönetim tarzı vardır. İslam İdeolojisinin şekillendirdiği yönetimde herkes İslam’dan kaynaklanan yönetimi ve yönetimle bağlantılı olanı (bu konuda Şer’i hüküm ne ise) onunla korumakla mükelleftir. Böylesi bir devletin ne de devleti yürüten siyasetçinin sahip olduğu sahih kalkınmışlıktan dolayı beka sorunu veya kaygısı yoktur. Onu hayatta var kılan ideolojisine olan bağlılıktır. Düşmesi de kalkması da buna dayalıdır. Kalıcılığı/bakiliği sürekli değil ancak uzun süre kalıcılığı ideolojisini tatbik, koruma, yayma mücadelesinde vereceği mücadeleye bağlıdır. Yani kesintiye uğramayan değişikliğe maruz olmayan bir bağa ihtiyaç vardır. Bunun dışında Allahu Teâlâ’nın kaderi ona bir türlü isabet edebilir. Nitekim Allahu Teala bu hususta şöyle buyurdu:

وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ

“…Böylece biz, Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, o günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Allah zulmedenleri sevmez.” (Al-i İmran 140)

Müslümanlar İslam Devleti Hilafetle uzun bir süre yönetim olarak, hayatta siyasi bir üstünlükle kalıcı olmuşlar, hilafetten uzaklaşınca da bu üstünlük ve yönetimdeki ideolojik kalıcılık bitmiştir. Bu ümmeti siyaseten hayatta var kılan, doruk noktaya taşıyıp dünyada etkili kılan İslam ideolojisinden başkası değildir. Dönüş onadır, o ne güzel bir dönüştür…

وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

(Ey Muhammed!) De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Elbette batıl yok olmaya mahkumdur.” (İsra 81)

Ayrıca...

batinin-islam-ummeti-kavramini-parcalama-plani

Batının “İslam ümmeti” kavramını parçalama planı

İslam ümmetinin farklı bir özelliği vardır. O da kavim, dil, ırk, meşrep farkı gözetmeksizin İslam …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir