Home / News / YAZARLAR / Necati Erdem / Musibetler karşısında müslümanların tavrı ne olmalıdır?
musbietler-karsisinda-muslumanlar-tavri-ne-olmalidir

Musibetler karşısında müslümanların tavrı ne olmalıdır?

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam muttakilerin imamı Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e, O’nun âli ashabına ve onları takip eden Müslümanların üzerine olsun.

Rabbim günümüzde yaşanan corona virüsü neticesinde ölen Müslümanlara rahmet etsin, tüm hastalarımıza da acil şifalar versin. Ayrıca dünya coğrafyasında zulme maruz kalan Müslümanlara da yardım etsin, her türlü felaket ve belalardan korusun inşAllah.

Bu yaşadığımız musibet, bizlere başlarına bombalar yağan evsiz yurtsuz kalan aileleri, kâfirlerin iğrenç arzularına duçar kalan bacılarımızı, bir parça ekmeğe muhtaç korumasız Sizi Allaha şikâyet edeceğim diye feryat eden yavrularımızın çekmiş oldukları acıları anlamayı Rabbim bizlere nasip etsin. Yurdumuzdan defolup gitsin dediğimiz o mülteci kardeşlerimiz var ya! inşAllah bu yaşadığımız sıkıntılar bizlere onları artık sahiplenmeyi sağlar ve tekrardan Müslümanların kardeş olduklarını hatırlarız.  

Malumunuz olduğu üzere genelde dünya halkları özelde ise ümmet olarak zor günler yaşamaktayız. Neredeyse hayatın her alanında sosyal ilişkiler durma noktasına geldi. İnsanlar korku çemberi içerisinde ne yapacağını bilmeksizin belirsizliğe doğru gitmektedir.

Toplum içerisinde her bir fert birbirinden şüphe etmekte hastalık korkusuyla uzak durmaktadır. Hatta öyle oldu ki bir kısım insanlar yaşlılarımıza sanki bir virüs gibi bakmakta onları öteleyip horlamakta, bir kısmı da onları eğlence aracı olarak görmekte ve sosyal medya aracılığıyla komiklik peşinde koşmak suretiyle kısa videolarını çekip yayınlamaktadır.

Enam suresi 43. Ayeti Kerimede Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“Onlara (indirdiğimiz) darlık-sıkıntı geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan da onlara yapmakta olduklarını çekici-süslü gösterdi.” (En’âm 43)

Etrafımızda yanı başımızda olup bitenleri görmüyor muyuz? Dünya çaresiz kalmış insanlar ölüyor!!! Bizler ne bekliyoruz. Ya da bu musibet bizim için gelmediğini mi düşünüyoruz? Neden ibret almıyoruz bu tür ikazlara kayıtsız kalıyoruz. İbret almamız için başımıza taş yağmasını mı neyi bekliyoruz? Hâlbuki Müslümanlar başlarına gelen musibetlere karşı Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya yalvarıp yakarır tevbe eder mağfiret diler.

Namazları cemaatle kılamaz olduk müezzinler ezanı okuduktan sonra camiye gelmeyin namazlarınızı evde kılın derken ezanın mahiyeti tesiri nerde kaldı? Bu salgın nedeniyle ölen Müslümanların cenazesi yıkanmaz oldu,

Sri Lanka’da Hükümet yasa çıkardı ve o ülkede yaşayan bu salgından ötürü ölen Müslümanların cenazelerinin de yakılmasına karar verdi. Ve 2 Müslümanın cesedi yakıldı.

Hiç düşünmüyoruz!.. Acaba bu musibet kendi ellerimizle yaptıklarımızın bir karşılığı, bir uyarı mı? Yoksa günahlarımızın karşılığı mı? Tüm dünyayı esir alan bu küçücük virüs ordusu karşısında insanlık öyle çaresiz kaldı ki tüm övünülen teknoloji tıp ilim bilim her şey ama her şey adeta bloke oldu.

Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın İsra suresinde buyurduğu gibi 

وَمَا نُرْسِلُ بِٱلْءَايَٰتِ إِلَّا تَخْوِيفًا

“Oysa Biz ayetleri (mucizeleri) ancak korkutmak için göndeririz.” (İsrâ 59)

Bugün Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan korkmayacağız da acaba ne zaman korkacağız?

İnsanlar hayatları boyunca belli nizamlarla kayıtlıdır. Nizam, ya Yaratıcı/Allah’tan gelir veya insanlar kendileri koyarlar. Buna göre de hayatlarını tanzim ederler. Ve böylece itaat ettikleri alanlar da belli olur. 1924’de İslam ahkâmının yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte, Allah’ın hâkimiyetinin tanınmamasına bugün bizlerde ne acıdır ki şahitlik ediyoruz.

Aslında o tarih dünya üzerinde gelmiş geçmiş en büyük musibettir. Allah katında bir Müslümanın canı Kâbe’den daha kıymetli iken işte o tarihten sonra Müslümanların canı ve kanının hiçbir kıymeti kalmadı. Allah’ın hükümleri hiçe sayıldı. Kâfirler dost edinildi.

Onların hayat tarzı kanun ve nizamları bizim hayatımıza, yaşam tarzımıza direk etki eder oldu. A dan Z ye her şeyimizi değiştirmek üzere üzerimize kanunlar yapılıp yasalar çıkarıldı. Bizim Müslümanlık kimliğimizi İslam dinimizi değiştirmek istediler. Biz şimdi coronadan dolayı Cuma’ya gidemediğimizin mi acısını çekmeliyiz yoksa Allah’ı unuttuğumuz için Rabil âlemin gazabına duçar kalacağımız endişesiyle mi acı çekmeliyiz?

Bu zaviyeden bakıldığında Müslümanların rahat olmamaları, bulundukları halin uykularını kaçırması gerekir. Bugün Allah’ın haram kıldıklarını helal sayan, hayatta Allah’a ve nizamlarına yer vermeyen, küfür kanunları ile yöneten yönetimler ve yöneticiler bulunmaktadır.

İşte bunlar Allah’a ve nizamlarına karşı savaş açmış vaziyettedirler. Başta Amerika olmak üzere Batı öyle şımardılar ki kendilerinin en büyük küresel gücü teşkil ettiğini beyan ederek her fırsatta İslam’la savaşmakta içlerindeki kinlerini Müslümanlara kusmaktadırlar.

Allah Subhânehu ve Teâlâ Âl-i İmrân suresi 120. Ayeti Kerimesinde kâfirler hakkında şöyle buyurmaktadır:  “Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir şeyle zarar veremez. Allah hiç şüphesiz, onların yapmakta olduklarını kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân 120)

İşte Müslümanlar Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın bu uyarısına rağmen İslam dininden uzaklaşmaları veya İslam dinine itaatsizlik göstermeleri sebebiyle onları arzu ve hevaya, demokrasiye, laikliğe veya bunlardan çıkan nizama itaate yönlendirir oldu. Ne yazık ki, toplum olarak İslam’dan uzaklaştık.

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ

 “Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp gevşersiniz gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)

Maalesef ayette belirtildiği gibi itaatten el çekildiği için Müslümanlar her alanda dağılmış ve güçlerini kaybetmişlerdir. Bunu devletten tutun toplumun katmanlarından olan, çekirdek yapısı aile denen yapıda dahi görmek mümkündür. Çünkü başımızdaki düzenler İslami olmadığı için Müslümanları sürekli Allah’a ve O’nun Rasulü yolu ile gönderdiklerine itaatsizliğe/isyana teşvik etmektedir. Bu düzenler itaati Allah’a değil, kendilerine istemektedirler.

Böyle olunca Allah’a itaat suç sayılmaktadır. Bu düzenlere itaatsizlik ise hukuksuzluk sayılıp cezalandırılmaktadır. Daha açık bir ifade ile Müslümanların başındaki bu düzenler Müslümanları “inkâra” zorlamaktadır. Çünkü bu düzenler kendilerini kanun koyucu olarak görüyor ve Allah’ın gönderdiği kanunları inkâr edip onlarla mücadele ediyorlar. İtaati demokraside, laiklikte görüyor ve bunun hâkimiyeti için mücadele ettiklerini her fırsatta söylüyorlar.

Bundan dolayıdır ki itaat ile birlikte Tevekkül anlayışı bir Müslüman için hayati önem arz eden bir konudur. İlk Müslümanlar bunu hakkıyla anlamışlar ve Allah’a hakkıyla tevekkül etmişlerdi. Bundan dolayı da büyük işlere kaim oldular. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 “Hâlbuki kim Allah’a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir” (Enfal 49)

Bu ve buna benzer birçok ayeti kerime, Allah’a tevekkül etmenin en önemli farzlardan bir farz olduğuna delalet eder. Bu delillerin hepsinde Allah’a tevekkül emri herhangi bir şarta bağlı olarak geçmiş değildir. Bu deliller, mutlak olarak geçtikleri için Allah’a tevekkül etmek de mutlak olarak farz olur. Bu tevekkülün bütün işlerde Allah’a yapılması farzdır.

Tevekkül etmek nasıl farz ise bir takım sebeplere sarılmakta aynı şekilde farzdır. Tevekkül etmeyen günahkâr olduğu gibi, bir takım sebeplere sarılmayan da günahkâr olur. Sebep ve müsebbibe sarılmayı emreden birçok Şer-i hükümler vardır. Mesela: Savaş için gerekli hazırlıkların yapılması, iktisatla, içtimai hayatla alakalı Şer-i hükümler gibi hususlar sebeplere sarılmayı emreder.

Sebep ve müsebbipler bir işe sarılmakla alakalıdır. Allah’a tevekkül etmek ise bu sayılan sebeplere kayıtlı kalınarak emredilmemiştir. Böylece hiç bir kayıt olmadan her halükarda Allah’a tevekkül etmek farzdır.

Sahabelerin o sağlam iman, itaat ve kayıtsız şartsız tevekkülleriydi ki onları, Bedir Savaşı’nda kendilerinden üç misli daha büyük bir orduyla savaşmaktan geri bırakmadı. Hendek Savaşı’nda Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir avuç Sahabeye istikbaldeki fetihleri müjdelediğinde onlar bu müjdelere gönülden iman ediyorlardı. Tarık bin Ziyad’ın Cebeli Tarık’ta gemileri yakarak İspanya’yı ve Fatih Sultan Mehmed’in gemileri karadan yürüterek o fethedilmez sanılan İstanbul’u fethetmeleri sadece Allah’a iman, itaat ve güvenin ortaya çıkardığı eserlerdir.

İslam’ı yaşama ve yaşatma noktasında bize sonsuz bir güç veren bu sahih itaat ile birlikte tevekkül anlayışı, maalesef yerini şarta ve tedbire bağlı bir güven anlayışına bırakınca her şey ters yüz oldu. Hem Allah’a inanıp güveneceksin hem de bu güven için bazı şartları yerine getirmiş olacaksın. Böylesi bozuk bir anlayışı zihinlerimize zerk ettiler.

Allah aşkına düşünün Allah’a güvenebilmek için bazı şartların yerine gelmesini düşünmekten daha saçma bir düşünce olabilir mi?

Eğer öylesi şartlı bir güven, bir düşünce olsaydı İstanbul fethedilebilir miydi? Çünkü Bizans yıkılmaz, yenilmez, İstanbul fethedilemez anlayışı vardı. Tıpkı günümüzde bazı Müslümanların gözlerinde Amerika’yı Rusya’yı Çin’i büyüttükleri gibi…

Bakın İşte, şu yaşadığımız günlerdeki gelişen olaylara; gözle görülmesi imkânsız olan bir virüs küfür sistemlerinin belini kırdı, onların ne kadar zayıf ve güçsüz olduklarını, kartondan birer varlık olduklarını gösterdi.      

Amerika başta olmak üzere kâfirlerin güç sahibi olduklarını, gökyüzünden her şeyi kontrol edebildiklerini, her türlü silaha ve teknolojiye sahip olduğu gerekçesiyle onlara meyleden, Müslümanların kalplerine korku ve ümitsizlik salmaya çalışanlar hele bir baksınlar gerçek güç sahibi kimmiş?!

Zira bu virüs, sahip oldukları en ileri düzeydeki teknolojileriyle, her türlü işbirliğini ortaya koymalarına rağmen tüm dünyayı aciz bırakmış ve bu virüs şu an için “en tehlikeli bir güce” dönüşmüştür.

Bugün Amerikalıların sorduğu en önemli soru şu: Yurtdışındaki insanların ve sömürgeciliğin tüm enerjilerini, büyük Amerikan kapitalistlerine hizmet etmek için kullanan bu ölümcül kapitalist sistemin ne gibi bir faydası var?

Eğer bir devlet maske ve solunum cihazları bile sağlamaktan yoksunsa Amerika hangi büyüklüğünden bahsediyor ki?

Nitekim insanlara sağlık sektöründeki çöküş haberlerinin aktarılması, tanesi bir veya üç dolar değerinde bile olmayan yalıtımlı plastik giysilerin olmaması nedeniyle Amerika ve İngiltere’de hemşireleri çöp torbası giymeye sevk etti!          

Şuan kapitalizm, sistem olarak durdu, işlemiyor ve çaresiz. İspanyada doktorlar; “Allah’a dua etmekten başka çaremiz yok” diyorlar. 500 yıl sonra orda ezan okunuyor.

Batılılar düştükleri bu musibet karşısında bir faydasını görmedikleri putları kırıyorlar. İçerisine düştükleri bu felaketten kurtulmak için Kur’an okutuyorlar, sokaklarda secdeye kapanıyorlar. Bir misal vereyim;

“İtalya’da hastaneden iyileşerek taburcu olan 93 yaşındaki adamdan solunum cihazının kullanım bedelinin ödenmesi istendiğinde ağlamaya başlar. Doktor ise faturanın ödenmesi yüzünden ağlamamasını söyler. Yaşlı adam: ‘ödemem gereken fatura yüzünden ağlamıyorum, bütün bunları ödeyecek gücüm var.

Ne acıdır ki 93 yıldır Allah’ın havasını soluyorum ve bunun bedelini hiç ödemedim. Oysa bir solunum cihazı kullanımı için bugün günlük 500 Euro ödüyorum. Allah’a ne kadar borcum var tahmin edebiliyor musunuz? Ve ben bunun için bir kere dahi Allah’a teşekkür etmedim!”

Onlar öyle yaparken maalesef Müslümanlar, Müslüman bildiklerimiz ülkemizde sokaklarda moral şarkısı, müziği çalıyorlar. Ne kadar acınası bir durum!.. Bu hal ne kadar dejenere bir toplum olduğumuzun göstergesi olsa gerek. Çünkü düşünceler bozuk! Maalesef alınacak tedbirin kendilerini kurtaracağı vehmine kapılarak virüsün sahibi olan Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya itaati, güvenmeyi tevekkül etmeyi unutmuşlar.

İşte bu corona kapitalist sisteminde son derece zayıf ve dayanıksız çürük bir sistem olduğunu gösterdi.  Bütün bunlar yanlış ve tehlikeli teşhis yapan ve insanlığı aydınlıktan karanlığa sürükleyen kapitalizmin ürünü ve eserleridir. Ancak ülkemizde de tedbir almayı bu salgından kurtuluşun sebebi gösterilmekte yoğun bir şekilde tedbir meselesi gündem yapılırken Allah’a olan tevekkül meselesini hiç gündeme getirmemektedirler.

Dünyada ve ülkemizde coronavirüs salgını sebebiyle büyük bir tedirginlik oluştu, bu sebeple ülkemizde de bir dizi tedbirler alınıyor. Türkiye; halkının çoğunluğu Müslüman bir ülkedir. Alınan tedbirlerin Allah ve Rasulünün getirdiği esaslar istikametinde olması, tedbirli olmanın tedbiridir. İtaat ve tevekkülden yoksun olan her türlü tedbirin hiçbir anlamı yoktur.

Burada aklımıza vakıadan dolayı takılan bazı sorular olabilir. Örneğin; karantinaya alınan bir bölgede Cuma namazını yasaklamak tedbir midir?

Müslümanların kıblesi Kâbe; karantinaya alınıyor, Müslümanlar tavaftan menediliyor. Alınan tedbirler, farzları yasaklama şeklinde ortaya çıkarsa, bela ve musibetlerden kurtulmak için talep edeceğimiz Allah’ın yardımı bize nasıl gelecektir? Savaşlar da bile beş vakit namazın terkine veya kazaya bırakılmasına cevaz vermeyen İslam, coronavirüs nedeniyle Cuma namazının tedbiren yasaklanmasına cevaz verir mi?

En büyük tedbir; İslam’ı din ve düzen olarak yaşamaktır. Buradaki en önemli nokta şudur: Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın emri olduğu için sebebe, tedbire sarılmalı, ama bu sebeplere, bu tedbirlere güvenmemeli, sadece Allah’a güvenmeli, sebeplerin etkisini Ondan bilmelidir.

Hasta eden ve iyileştiren de Allah’tır. Ama hasta olmamak için tedbir almak, korunmakta dinimizin emridir. Biz tedbir alsak da takdir yerini bulur. Takdiri değiştirmek için değil, dinin emrine yapışmak için tedbir alıyoruz. Yani önce tevekkül sonra tedbir.

Yaşamış olduğumuz vakıa açısından başımıza gelen ya da gelecek olan bela ve musibetler karşısında Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin Ebu Seleme’ye öğrettiği duayı sizinle paylaşmak istiyorum.

Rasulullah efendimizin halasının oğlu olan Ebu Seleme bir gün Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in meclisinde bulunmuştu. Eve geldiğinde çok sevinçliydi. Hanımı Ümmü Seleme’ye Rasulullah’tan bir söz işittiğini ve çok sevindiğini ifade ettikten sonra şu hadisi nakletti: Rasulullah buyurdu ki şu üç şeyi söyleyen Allah’ın kendisine yardım etmediği ve başlarına gelen musibeti daha iyisiyle telafi etmediği Müslüman yoktur.  Bunun üzerine Ümmü Seleme’nin merakı giderek artar ve hadi söylesene der. O ‘da birincisi;

Allah’tan geldik Allah’a döndürüleceğiz

İkincisi;

Allah’ım başıma gelen musibette bana ecir ver

Üçüncüsü;

Allah’ım başıma gelen sıkıntıyı daha güzeliyle telafi et.

Bu üç şeyi söyleyip de o üzüntü içerisinden kurtulmayan kimse yoktur.

Aradan zaman geçer Ümmü Seleme can yoldaşı sevgili eşi Ebu Seleme’yi kaybeder. Çok büyük üzüntü içerisinde kaldığında öğrendiği o duayı eder. Duayı ederken üçüncüsüne geldiğinde ise duraklar, tıkanır. Çünkü başıma gelen sıkıntıyı en güzeliyle telafi et anlamındaki duasında Ebu Seleme’den daha iyisi yok ki der ama Efendimiz demişse doğrudur diyerek o duayı da eder.

Aradan çok zaman geçmeden kapı çalınır ve kapıyı çalan sahabe Ümmü Seleme’ye; Allahın Rasulü gönderdi sana evlilik teklifi etti der. Ebu Seleme’den daha hayırlısı olsa olsa Rasulullah olur diyerek teklifi kabul eder. Bu olaydan sonra derki; Duayı Ebu Seleme’den ezberledim. İddetim bittikten sonra Rasulullah’ın beni istetmesi üzerine duamın kabul edildiğini anladım.

Sonuç olarak; Corona virüsü hangi cihetten olursa olsun bize gösterdi ki; tüm kâfirlerin hazırlamış oldukları tuzaklar, arşın sahibi Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın güç ve kudreti karşısında kesinlikle başarısız olacaktır. Çünkü Allah’ın yerde ve göklerde görünen – görünmeyen orduları vardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَلِلَّـهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَكَانَ اللَّـهُ عَزِيزًا حَكِيمًا

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç ve hüküm sahibidir..(Fetih 7)

Üstad Dr. Muhammed Malkawi’nin söylediği gibi Bu virüs tüm dünya Müslümanları açısından da büyük bir fırsat ve uyarı olarak algılanmalı ve değerlendirilmelidir. Öyleyse Müslümanlar Allah Azze ve Celle dışında hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın Allah’ın dinini, yıkılışının üzerinden hicri 99 yıl geçmiş olan Hilafeti yeniden ikame etmek için tüm güçleri ile çalışsınlar. Şüphesiz ki Allah’ın vadi haktır ve umarız ki içerisinde bulunduğumuz ortam bunun tam da zamanıdır.

İnşAllah öyledir. Bunun öyle olması için Rabbil âlemine yalvarıyoruz..

YA RABBİ !

İslam ümmetinin eskiden olduğu gibi tek bir vücut olmalarını ve dünyaya Risaletini taşımalarını nasip eyle. Şu anda zalimin ve kâfirin zulmü altında inleyen tüm kardeşlerimize yardım eyle.

Dünyayı kana ve zulme boyayan azgın kâfirler zümresini kahreyle.

YA RABBİ ! Duaları işiten, kalplerimizden geçenleri bilen sensin. Sen bizlere acı, merhamet et. Bir an evvel başımızdaki musibetleri kaldır. Bundan ders alıp Hakkı Hak olarak bilip teslim olmayı, Batılı Batıl olarak bilip mücadele etmeyi bizlere nasip eyle. Bizlere ancak sen yardım edersin. Yardımını, rahmetini üzerimizden eksik etme.

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟

“…Onların dualarının sonu da, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.” (Yunus 10)

Ayrıca...

asil-sosyal-mesafa

Asıl Sosyal Mesafe Kapitalizme Konmalı ki İnsanlara Zehri Bulaşmasın!!

Günümüzde insanoğlunun yaşadığı en büyük olumsuzluk çeşitli boyutlarda meydana gelen fitne-fesat, adaletsizlik, haklının haksız sayıldığı, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir