Home / News / YAZARLAR / Mehmed Güney / İslam Davetinin Aile Üzerindeki Rolü
islam-davetinin-aile-uzerindeki-rolu

İslam Davetinin Aile Üzerindeki Rolü

Aile yapısının hayata sağlıklı bir şekilde tutunması ancak İslami hayatı tatbik eden devletin varlığına bağlıdır. Devlet toplumu koruduğu gibi fert ve aileyi de korur. Çünkü aile toplumun bir parçası olup etkilenmeye her zaman açık olan bir yapıya sahiptir. Dolayısı ile aile yapısını etkileyici ne varsa devlet ona karşı mücadele eder.

İslam, her ne kadar ictimai nizam olarak kadın erkek ilişkisinden doğan özel düzenlemeler de getiriyor olsa da uygulamayı yani devletin aile içerisindeki meselelerle alakadar olduğu birçok hususlar vardır. Örneğin; miras, boşanma, nafaka, zina suçundan kaynaklanan cezanın tatbiki, mürted olan evladın hukuku gibi birçok konuyu kapsar.  Bundan dolayı “özgür aile veya ailenin devletin korumasına ihtiyacı yok” gibi bir düşüncenin İslam’da yeri yoktur.

İslam’da toplum ve devlet korunursa doğal olarak birey ve ailede korunmuş olur. Onun dışında, aileyi koruma cezai müeyyideler dışında kalan nasihatlerle sınırlı kalır.

Ayrıca İslam’ın hayatta olduğu ve olmadığı arasında ayırım yapmadan İslam genel hayattan gelebilecek olan fiziki saldırılara karşı aileye her an savunmayı emretti.

Böylesi bir hayata geçiş, Müslüman aile, örnek aile veya İslam davetçisinin aile yapısı saydıklarımızla doğrudan bağlantılıdır.

İşte, günümüzde Müslümanlar arasındaki gereksiz çekişmeler, tartışmalar burada başlıyor. Aile meselesine gerekli önemin verilmemesi meseleyi kısırlaştırıyor. Meseleye derin bakılmadığından veya ideolojik yaklaşım sergilenmediğinden dolayı Müslümanlar bu konuda basit tartışmalar veya çözümler üretmeye kalkışıyorlar. İlkesiz ve ölçüsüz tartışmalar ve çözümler meseleyi biraz daha boğar.

Müslümanların yoğunlukla yaşadığı bir bölgede olmak, Müslüman bir aileden gelmek, İslami amellerin bir kısmını yerine getirmek Müslümanları diğer birçok meselede olduğu gibi Müslüman aile meselesinden de maalesef uzak tutuyor.

Aile tabiri genelleme bir tabirdir. Müslüman aile, İslam’a göre aile tabiri ise İslami detayları içerisinde barındıran özel bir tabirdir.

Genelleme tabir (soyut aile) üzerinden bakıldığında günümüzde aile olgusuna küfür yönetimlerinin gözlerine kestirdikleri, menfaatlerini gerçekleştirecekleri bu tip aileler içerisine sinsice sızarak veya diyalog kurarak emellerine ulaşmak istiyorlar. Aileleri koruma altına alıyoruz veya aile meselelerini çözmek istiyoruz diyerek birçok etkin çalışmalar yapabiliyorlar. Muhafazakâr kesimle muhafazakâr ailelere hücum ediyorlar. Ancak iş İslam sınırlarını korumada ısrarcı, direnen ailelere geldiğinde çatışma orada başlıyor ve hukuk, fikir, düşünce, sert uygulama devreye giriyor. Durum böyle olunca İslam mefhumlarına göre hayatını, ailevi yapısını oluşturmak isteyen korumak isteyen Müslümanlar yönetimi elinde tutan erkler tarafından radikallikle vasıflandırılarak toplumdan ayrıştırılıyor.

Dolayısı ile bir Müslüman, bir davetçi ailesi ile birlikte gayri İslami yönetimlerle barışık değildir, zaten olamaz da.  İslam davetçisinin aile anlayışı ile günümüz idarecilerinin aile düşünceleri fikren çatışmaktadır. Bu oyunu bozar. Davetçi kendi ailesi için düşündüklerini diğer Müslüman aileler içinde düşünmesini de gerekli kılar. Çünkü ona inancı öyle emrediyor. Bundan dolayı da davetçinin görevleri arasında küfür yönetimlerinin Müslüman aile yapısını bozmakla alakalı planlarını ortaya çıkartmakta vardır. Bununla kalmayıp alternatif çözümler/İslami çözümler göstermekte vardır.  Batı aile konusunda fikri mücadelede zayıf kalacağını bildiği için yönettikleri kesimlerle farlı bir yol izlerler.

Burada mefhumlarına bağlı Müslümanın veya İslam davetçisinin en çok karşılaştığı konulardan bir tanesi ailevi yapı üzerinden olur. Devlet ailevi meseleleri toplumsal mesele olmaktan uzaklaştırıp bireyselleştirir. Halkta meseleyi böyle anlamaya başlar. İşte bundan dolayı İslam âleminde öyle bir yargı oluşmuştur ki değişim metodu bireysel ve ailevi olarak algılanmıştır. Kişi İslam’la alakalı konuşmaya başladığında veya İslami bir hususa davet edildiğinde öncelikli olarak veya kasıtlı olarak ailevi yapısı öne çıkartılır ve sorgulanır. “Anlattıkların doğru da önce aileden başlamak lazım, haklısın önce kendimizi ve ailemizi düzeltmemiz gerekir, nefsimizi ve ailemizi temizlemeden kime ne anlatalım, evlatlarımızı yola getirmeden dışarıya bir şey anlatamayız” gibi sözlerle karşı karşıya kalınır ve konu asıl mecrasından çıkartılıp başka mecralarda dolanmaya başlar.

Biz şöyle bir iddiada bulunmuyoruz; davetçi bir melektir, hata yapmaz veya onun ailevi sorunları olmaz, günümüzde İslam davetçisinin aile yaşantısı dört dörtlüktür demiyoruz. Böyle bir yaklaşım elbette yanlıştır. Üzerimize tatbik edilen gayri İslami nizamlardan kaynaklanan onlarca sorunla Müslüman aileler uğraştığı gibi davetçide bir insan olması hasebiyle karşılaşıyor ve mücadele veriyor. İslam davetini yüklenen de bir insandır. Fakat onun bariz özelliği İslami hayata davet etmek, diğer hususlarda olduğu gibi aile içerisinde de olsa karşılaştığı mesellerini İslam’ın getirdiği şer’i hükümlere göre çözmek istemesidir.

Toplumsal alakaları düzenleyen bozuk nizamlardan kaynaklanan veya topluma hükmeden nizamın getirilerinden ortaya çıkan onlarca sorun getirilip aile içi meseleymiş gibi Müslümanların önüne atılıyor. Maalesef Müslümanlar da aile terbiyesi, aileleri ıslah altında yapılan çalışmalara odaklanarak bu oyunun bir parçası oluyorlar. Bununla da kalmayıp, meseleleri çözmekte aciz kalan sistem ve ondan kaynaklanan hususlar sorgulanacağı yere konu İslamileştirilir. Sanki bütün ailevi ve toplumsal sorunlar İslam’ı yaşamaktan kaynaklanıyormuşçasına Müslümanlık ve İslam hedef tahtasına oturtulur. Bunun üzerinden İslam’a ve davetçiye saldırılar gerçekleştiriliyor.

Elbette ki bu suçlamalar yersiz suçlamalardır. Çok açık ve net olarak bilinir ki; İslam’ın uygulanmadığı yerde meseleler İslam hukukuna göre çözülmez. İslam’ın hayatta olmadığı, tatbik edilmediği, İslam hukukunun hiçbir şekilde hayata müdahale edemediği bir ortamda ortaya çıkan sorunlar için dönüp te İslam’ı yargılamak İslam’a karşı en büyük haksızlıktır. Müslümanlar önce bu gerçeği kavramak zorundadırlar. Oysa sistemden dolayı Müslümanların güvencede olmadığı aşikârdır.

Aile meselelerine ve günümüzdeki bozuk aile yapılarından ve yapılaşmasından bahsedilecekse önce; insanlar arasındaki uygulanan, insanlar arasındaki alakaları tesis eden nizam üzerinde durulmalı. Görülecek ki insanları bu hale İslam değil demokrasi dedikleri küfür mefhumları getirdi.

Demokrasinin getirdiği fikirler, mefhumlar çerçevesinde özgürleşen insanlar aile çatısı altında da aile içi özgürlüğü benimsemiş veya benimsettirilmiş. Müslümanların başındaki zorba yönetimler de sürekli bu oluşumu desteklemekte, bu düşüncelerin toplumda taban bulması için etkin faaliyetler sergilemektedir.

Demokraside özgür bir aile ve bunun altında bireysel özgürlükler fikri yer alır. Bundan dolayı sosyal erozyona uğramış bir toplum içerisinde beklediğimiz veya hayalini kurduğumuz aile ortamını bulmak oldukça zordur. 

Nasıl ki cahiliye düzeninden İslam’a geçişle aile yapısı şekillendi ise bu günde kapitalizmin getirilerinden/sisteminden kurtulup İslam’a yönelişle aile yapısı yeniden şekillenecektir inşallah.  

İslam Müslüman bir aile yapısının nasıl şekilleneceğini Şer’i hükümler çerçevesinde çok açık bir şekilde ortaya koymuş ve İslam hukuku ile de çok sıkı bir şekilde korunmuştur. Malum olduğu üzere İslam hayatta tatbikten kaldırıldıktan sonra (1924) Müslüman aileler güvence ve koruma altında değildir. Durum böyle olunca hem genel manada Müslüman aileler hem de özel olarak İslam davetini yüklenen aileler diğer fertler gibi korumasızdır.

Müslümanı ayakta tutan imanına olan bağlılığıdır.  İslam’ın tatbik edilmediği bir ortamda aile yapısını koruyabilmenin yolu aynen imanını korumak gibidir. Bu İslam davasını yüklenen kişiler içinde böyledir.

İslam davası için ortaya çıkmış kişi sadece sisteme karşı mücadele eden değil aynı anda kendisini, ailesini ve etrafını sistemin tehlikelerinden koruyan etkin kişidir.

Davetçi İslami hayatı kurmak için çalışırken aile oluşumu ve bu yuvanın dışardan gelen virüslere karşı korunması içinde mücadele verir. Bu davetçi olmanın vasıflarındandır. Merkeze oturttukları İslami yaşamı oluşturmak için toplumun sahip olduğu birçok gayri İslami hususları reddederek hayata atılmaya başlar. Örneğin; bütün cinsiyetini sergileyen bir gelinlik mi yoksa tamamen kapalı bir kıyafet mi? Karışık bir düğün mü yoksa kadın ve erkeğin ayrı ayrı olduğu bir ortam mı? Bütün bu hususlarda toplumun ne yaptığı değil Allahu Teâlâ’nın rızası gözetilir. Davetçi bay olsun veya bayan olsun aile çatısı altında buluştuklarında asli görevlerini bilir. Şer’i hükümlerle çelişen hiçbir hususa yuvalarında yer vermemeye çalışırlar. İnsan olduklarını unutmazlar, bu doğrultuda nefislerin zayıf düştüğü haller olabilir. İşte böylesi durumlarda şeytanın gösterdiği çözüm kapılarına yönelme yerine İslam’da meselenin çözümünü aramaya yönelir. İslam davetçisine yakışanda budur. Böylesi durumda, dik duruşu ile toplumda dikkatleri üzerine çeken örnek kişi olur. İslami hayatı oluşturmak için yaptığı çalışma ile aile ictimai hayata yönelik süreci gözetir. Böylece insanlara sunduğu çözümler etkisini gösterir. Ailevi konuda da bu böyledir.

Davayı yüklenmek ayrıca aile için içtimai hayatta ayrı bir yükümlülük getirmiyor. (Kişi evlendiğinde dava ile alakası şu şekilde olur veya davasını şu sınırlar dairesinde üstlenir gibi.) Davayı yüklenmek ayırım yapmadan bütün aile fertleri için de geçerlidir. Bu bütün Müslümanları kapsayan bir hüküm olup genel hayatla alakalı hükümler olarak mevcuttur. Yani İslam davasını yüklenmek toplumun kadın-erkek her ferdine farzdır. Fakat bu bazı hallerde farzı ayın olur bazı hallerde farzı kifaye olur. Allahu Teala şöyle buyurdu:

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

”Gerek erkekten, gerekse kadından kim mü’min olarak iyi amel işlerse, hiç şüphesiz onu (dünyada) çok güzel bir hayat ile yaşatırız ve onlara mutlaka yapageldiklerinin daha güzeliyle ecir veririz.” (Nahl 97)

İslam, toplumla alakalı konuda kadını da erkeği de ayırım yapmadan mesul tutmuş, İslam davetini yüklenmede her ikisine de görevler yüklemiştir. Şu ayeti kerimede olduğu gibi:

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

“Doğrusu teslim olan erkekler ve kadınlar, iman eden erkekler ve kadınlar, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.” (Ahzab, 35)

Kadının, evlatların ve aile fertlerinin hayatı sadece içtimai hayatla sınırlı değildir. Erkek nasıl ki davayı yüklenerek davetçi oluyorsa kadın ve diğer aile fertleri de dava sahibi olup davetçi olur. Kişinin evli olması veya bir aile çatısı altında bulunması davetten elini çekeceği manasına gelmiyor.

Bundan dolayı ayetler ve Rasulü Sallahu Aleyhi ve Sellem’in kadınlara yaptığı hitaplar Müslüman aile bireylerinin de davetçi olup toplumda emri bil maruf nehyi anil münker işini yüklenebileceklerine göstermektedir.

Erkeğin daveti taşıması bazen farz-ı ayın noktasına çıkarken bu kadın için farz-ı kifaye noktasında kalabilir. Duruma göre her ikisine de farzı ayın da olabilmektedir. Burada güç yetirememe hasıl olmuş ise bu durumda kadınların da daveti omuzlamaları üzerlerine farz-ı ayın olur. Onun için Mekke ve Medine’de Müslüman kadınlar İslam davasının altına girerek büyük işler gerçekleştirmişlerdir. Burada bazı örnekleri sizlerle paylaşalım:

Ümmü Şerîk (r.anhâ) İslâm’ın güzelliklerini Kureyş’li hanımlar arasında yayabilmek için canhıraş bir şekilde çalışıyordu. Müşriklere yakalanmamak için de elinden gelen gayreti gösteriyordu. Ümmü Şerîk (r.anhâ)’yı önce tehdit ettiler. Sonra hapsettiler. Kızgın güneşin altında bir lokma ekmek bir yudum su vermeden üç gün boyunca eziyet ettiler. (Tabakât, 8: 154-157; Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 466.)

Ümmü Atiye el-Ensariyye’nin “Resulullah ile birlikte yedi gazveye katıldım. Onların geride bıraktıkları yüklerine bakıyor, onlara yemek pişiriyor, yaralıları tedavi ediyor, hastalara bakıyordum.” (Müslim, es-Sahih, Cihad, 142, İbni Mace, Sünen, Cihad, 37)

Kaynakların, Uhud savaşında erkekler gibi savaştığını kaydettiği Ümmü Umareyi Hz. Peygamber “ Uhud Savaşında sağıma soluma döndükçe Ümmü Umare’nin yanımda çarpıştığını gördüm.” şeklinde ifade etmiştir. (İbn Hcer el-Askalani, El-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, C. 7-8, s. 270)

Buna benzer çalışmaların örneklerini çoğaltmak mümkündür. Yeterliliğin hasıl olduğu bir ortam da ise bu durum farklılaşmaktadır. Buna örnek;  

“Bir gün Ensar kadınlarından birisi olan Esma bint-i Yezid, ashabının arasında bulunduğu bir sırada Resulullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in huzuruna vardı ve şöyle arz etti: “Anam, babam sana feda olsun; ben kadınların bir elçisi ve temsilcisi olarak huzurunuza varmış bulunmaktayım. Canım size feda olsun, doğu veya batıda bulunup da benim huzurunuza neden vardığımı duyan her kadın mutlaka benimle aynı şeyleri paylaşacaktır. Arzım şudur ki:

Allah seni hak olarak bütün erkek ve kadınlara göndermiştir. Ve biz sana ve seni gönderen Rabb’ine iman etmiş bulunuyoruz. Biz kadınlar, siz erkeklerin evlerinde oturarak, sizlerin isteklerini yerine getirmekte ve evlatlarınızın yükünü taşımaktayız. Siz erkekler ise Cuma namazı, cemaat namazı, hasta ziyareti, cenaze merasimine katılma, haccetme ve hepsinden de önemlisi Allah yolunda cihad etme gibi amellerle biz kadınlara üstün kılınmışsınız. Sonra hacca, umreye veya sınırları korumaya çıktığınızda, elbiselerinizi dokuyan ve çocuklarınızı eğiten yine bizleriz. O halde ey Allah’ın Resulü, sevap ve mükafat açısından sizinle bir ortaklığımız var mı?”

Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) o kadının bu sözlerinin ardından yüzünü asabına çevirerek şöyle buyurdu: 

“Acaba bu kadının dini meselelerinden bu şekilde sorması gibi güzel bir konuşma dinlediniz mi?” Ashap da “Ya Resulallah, dediler biz bir kadının böyle konuşabileceğini sanmazdık.” Sonra Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) kadına dönerek şöyle buyurdu: 

“Ey kadın, git ve seni bekleyen kadınlara söyle ki, sizden her kim eşine karşı vazifelerini en güzel şekilde yerine getirir ve onu hoşnut etmeğe çalışır ve ona itaat etmeğe çalışırsa, erkeklerin alacağı o kadar sevabın hepsi ona da verilecektir.” Bunu duyan kadın sevinçli bir şekilde ve tekbir vetehlil getirerek Allah Resulü’nün huzurundan ayrıldı.” (Beyhakî, El-Mizan, C. 4 S. 350)

Kadının daveti taşımadaki seyrinin duruma göre değiştiğini görüyoruz. Yeterliliğin olduğu hallerde kadın dava taşımaz diye bir hüküm yoktur. Ancak öncelikleri farklılaşır. Amellerin kıymet derecesine göre hareket eder. Bu durumlarda, amellerin kıymet derecesine göre kadınlar aile yuvasının meseleleriyle ilgilenmeye yöneltilmiştir. Çocukların eğitimi, evin işleri gibi…

Buna göre kadının aile çatısı altındaki vazifesinin önemi büyüktür. Ancak bu, onun toplumda başka görev almasına engel değildir. Aile fertlerinden bir fert olarak toplumu alakadar eden bir mesele ortaya çıktığında davetçi olarak yer alabilir.

Bazılarının iddia ettiği gibi/“eşitlik” düşüncesinden hareketle kadın ve erkek eşit dava yürütürler diye bir kaide yoktur. Bu bir kere erkek ve kadının fıtratı ile çelişir. Kadın doğurgandır, annelik yükümlülükleri vardır. Erkek evin rızkını temin etmekle yükümlüdür kadın değil… Bu hal böyle iken erkeğin daveti taşımada yüklendiği alanlarla kadının daveti yüklendiği alanlarda da birçok farklılıklar vardır.  Örneğin; kadın günlerce, aylarca, evinden kilometrelerce uzakta davet çalışması yapamaz. Fakat erkek gidebilir. Kadının her iki tarafın (daveti taşıması ve ailevi yükümlülük) dengesini kurması sınırları zorlamaktır. Ayrıca toplumsal hayatla içtimai hayatın Şer’i delilleri bir değil ki denge olsun. Öyle ise; burada asıl mesele aile fertlerinin, konumları itibari ile aile çatısı altında yükümlülüklerine (şar’inin gösterdiği çizgi doğrultusunda) göre hareket etmeleridir. Yani farz-ı kifaye, farz-ı ayın ve amellerin kıymet derecesi gözetilir. Bunlarında delilleri bilinerek hareket edilir.

Genelleme yaparak söylemek gerekirse daveti taşıyan fertlerin bulunduğu aile çatısı altında zıtlaşma yoktur ve de olmaması gerekir. Böylesi durumlarda davetçi bir erkek kendisi gibi eşinin de toplumun kötü gidişatından mesul olduğunu bilir. Erkek burada da öncülük yaparak, alan taraması yapıp hanımının da bu noktada bir şeyler yapması için yardımcı olur. Hanımı da bu sahada en azından eşine davetinde yardımcı, evlatlarının İslami eğitiminde öncü, sılayı rahim yaparak yakınlarına İslam davetini taşıma, doğruluğu, cesareti ile toplumun önünde örnek olmaya çalışır.

 Böylece Müslüman bir aile, bunun yanında İslam davasını omuzlamış bir aile, davada birbirlerine destek olmanın huzurunu birbirlerine yaşatan bir aile çizgisi yakalanmış olur. Ayrıca bu seyirde huzurun ve mutluluğun alanı genişlemiştir. Allahu Teala şöyle buyurdu:

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Size kendi nefsinizden huzura kavuşabilesiniz diye eşler yaratıp, aranıza sevgi ve merhamet koyması da onun ayetlerindendir. Bunda, düşünen toplum için ayetler vardır.” (Rum 21)

Bu ayet sadece iç etkenlerden kaynaklanan mutluluktan bahsetmiyor. Bunun yanında dış etkenlerden kaynaklanan huzuru ve mutluluğu da kapsamına alıyor. Daveti taşımanın huzuru içerisinde evine gelen bir erkeğin bundan dolayı evinde bir destekçisinin olması ne kadar önemli…

Rasulullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem hadislerinde eşine yardımcı kadının öneminden şöyle bahsetmektedir:

“En güzel dünya nimeti, insanın sahip olabileceği nimetlerin en hayırlısı; zikreden dil, şükreden kalp ve insanın iman doğrultusunda (Müslümanca) yaşamasına yardımcı kadındır.” (Tirmizi)

Resulullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem’in ilk vahyi aldıktan sonra eşi Hz. Hatice Radıyallahu Anha’nın Resulullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem’e karşı huzur dolu yaklaşımı Müslümanlar için ne güzel bir örnektir:

Resulullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem Hira Mağarası’nda hiç yaşamadığı bir olay yaşayıp evine geldiğinde titriyor, üşüyor ve “Beni örtün!” diyordu. Hz. Hatice Radıyallahu Anha üstünü örterek sakinleştirmek için güzel sözleriyle yardımcı olmaya çalışıyordu.

O gün, Rasûlullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem meydana gelen hâdiseyi ona haber vererek: “Kendimden korktum.” dediğinde Hz. Hatice Radıyallahu Anha Ona: “Öyle deme; Allah’a yemin ederim ki, Allah hiç­bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini gör­mekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda meydana gelen olaylarda halka yardım edersin.” (Buhârî, Bedyü’l-Vahy 1.)demiş; sonra da O’nu iyice yatışması için amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e götürmüştü.

Birçok hususlarda olduğu gibi dava konusunda da aile çatısı altında, davadan dolayı huzurun olması dava açısından olumlu bir gelişmedir. Ayrı olması ise davetin önünde engellerden bir engeldir. Onun için erkek ve kadının davayı üstlenmiş olmaları çok önemlidir. Her ikisi davaları için birbirine destek olur. Allahu Teala bu konuda şöyle buyurdu:

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ

“Mü’min erkekler de mü’min kadınlar da birbirlerinin velileridir (dostları ve yardımcılarıdır). Bunlar iyiliği emrederler, kötülükten men ederler…” (Tevbe 71)

Böylesi birlikteliğin neler yapabileceğini varın siz düşünün. Tarihten bir örnekle bu noktayı pekiştirelim:

Hz. Ömer Radıyallahu Anhu’nun kız kardeşi… eşi ile davet yüklenmeleri çok dikkat çekicidir. Kocası ile İslam davasını yüklenmiş bir aile yapısı… Ve de bunu tebliğ etmekten korkmayan bir aile yapısı…

Hz. Ömer kız kardeşine;

“Vallahi ben sizin Muhammed’e ve onun dinine inandığınızı haber aldım” deyip Said bin Zeyd’in yakasına sarılıp hırpalamaya başladı. O sırada Fâtıma, kocasını ağabeyinin elinden almak için hareket edince Ömer ona çok sert bir tokat atıverdi. Yanağına inen tokadın etkisiyle yere yığılan Hz. Fâtıma’nın yüzü kanlar içinde kalmıştı. O halde ağabeyine dönüp:

“Evet, Müslüman olduk! Allah’a ve Rasûlü’ne iman ettik! Elinden ne gelirse yap!” dedi. (İbni Hişam, 1/459–461)

İslam tarihi daveti yüklenen, bununla mutlu ve huzurlu olan ailelerin örnekleriyle doludur. İslam davetini yüklenip te aile içerisinde yalnız kalan aile fertlerinin sayısı sayılamayacak kadar çok azdır.

Müslüman aile fertleri İslam davası uğrunda gayret sarf ederken bir takım imtihanlarla karşılaşacağını unutmamalıdır. Aile içerisinde davetten engelleyici hususlar çıkacağı gibi aile dışında da engelleyici durumlarla karşılaşabilir. İslam davetçisi bütün bunlara önceden hazırlıklı olmalıdır. Bazen eşi, çevresi, bazen çocuklarına olan sevgisi, bazen dünyanın aldatıcı süsü ve çoğu zaman da kuvvetli nefsî arzuları öne çıkabilir.  Ayeti Kerimede Allahu Teala şöyle buyurdu:

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ

“İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.” (Al-i İmran 14)

İnananları hayata bağlayan bağ Allah’ın rızasını kazanmaktır. Yoksa hayatın süsüne kapılmak değildir. Bu aile bireylerinin tümü için de geçerlidir. Aile içi huzuru temin eden kişi dışarıda davasını daha rahat taşıma imkanını da yakalamış olur. Onun için Allah sevgisi yuvaya yerleştirilmeli, güç kaynağına dönüştürülmeli. Günümüzde yanlış gidişatlar ancak bu şekilde engellenebilir.

Ayrıca bir davetçi için kendi ailesi ne kadar önemli ise diğer Müslümanların ailesi de o kadar önemlidir. Biz tek bir ümmetiz, İslam ümmeti olarak ta tek bir aileyiz.  Ümmetteki ailevi çöküntü bu gün hepimizin kanayan bir yarası haline dönüşmüştür. Çözümü ise İslami hayata yeniden kavuşmaktır. Bunun öncüleri de İslam davasını yüklenenlerdir.

Davetçi olmak, ailesi de dahil toplumu yenden İslami mefhumlarla inşa etmektir. Sorumluluklarımız dışa taşmıştır. İslam ümmeti küfür sistemlerinden kurtulana kadar da bu sorumluluklarımız bitmeyecektir.

O günleri Allahu Teala en kısa zamanda bizlere göstersin ve yaşatsın inşallah.

Ayrıca...

batinin-islam-ummeti-kavramini-parcalama-plani

Batının “İslam ümmeti” kavramını parçalama planı

İslam ümmetinin farklı bir özelliği vardır. O da kavim, dil, ırk, meşrep farkı gözetmeksizin İslam …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir