Home / News / HABER / “İsrail” – Suudi Arabistan arasındaki normalleşmedeki tuhaflık

“İsrail” – Suudi Arabistan arasındaki normalleşmedeki tuhaflık

ABD medyasının Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sebebiyle kurmaylarıyla birlikte Kızıldeniz’deki devasa projesi Neom yakınlarında bir saraya kapandığı iddiası ne kadar doğru bilemiyoruz, fakat sarayın hemen yanı başında, evini ve toprağını bu proje için tahliye etmeye karşı çıkan Abdurrahim el-Huveyti adlı bedevi vatandaşın Nisan ayı başlarında güvenlik güçlerince öldürülmesi, Neom projesini yeniden gündeme taşıdı.


Eski “İsrail” Cumhurbaşkanı Peres’in Barış Ekonomisi adını verdiği “Yeni Orta Doğu Projesi” olarak lanse ettiği önerinin bugün Bin Selman eliyle Neom projesi şeklinde hayata geçirildiği söylenebilir.
Şu günlerde herhangi bir internet arama motorunda Neom’la ilgili Arapça veya İngilizce bir arama yaptığınızda karşınıza Huveyti’nin acı hikayesi çıkar. Huveyti basit bir bedevi vatandaş iken ölümü sonrası sosyal medyada trend oldu. Tabii bunda Suudi “elektronik sinekleri” denen trol ordusunun Huveyti aleyhindeki kampanyasının rolü büyük. Suudi rejimi öldürülmesinden 48 saat sonra “Huveyti’nin arananlar listesinde olduğunu ve güvenlik güçlerinin teslim olması yönündeki çağrılarına karşılık vermediğini” açıkladı. Resmî açıklamada Huveyti’nin neden arandığı bilgisi yer almazken, bu cinayetle kabile üyelerine evlerini boşaltmaları yönünde gözdağı verilmiş oldu.


Bin Selman, Trump yönetimiyle iyi ilişkilerin ve “İsrail’le” normalleşme adımlarının kendisine tahtı garanti edeceğini düşünüyor. Yani Neom projesi ekonomik bir ihtiyaçtan ziyade siyasi bir tercih ve tahta çıkma garantisinin veliahda yükleyeceği fatura.

Zaten Huveyti sosyal medyadan yayınladığı videosunda “Hükümetin beni öldürmesine ve yanıma silahlar koyup tıpkı Mısır’da yaşandığı gibi terörle suçlamasına şaşırmam” diyerek öldürüleceğini önceden haber vermişti. Huveyti’nin mesajındaki en önemli detay ise “Filistin halkının “İsrailliler” tarafından topraklarından tehcir edildikleri sırada hissettiği duyguları yaşadığını ve şartların buna çok benzediğini” vurgulamasıydı.


Projede pek dile getirilmeyen önemli bir ayrıntı da yerel halkın bölgelerinden uzaklaştırılacak olması. Evini ve toprağını bu proje için tahliye etmeye karşı çıkan bir bedevi vatandaşın güvenlik güçlerince öldürülmesi tepkiyle karşılandı.

Peres’in projesi Bin Selman eliyle hayata geçiriliyor

Gerçekten de Veliaht Prens Bin Selman, Neom projesini ilan ettiği Ekim 2017’den bu yana proje hep bir “İsrail” projesi ve Tel Aviv yönetimiyle ilişkileri normalleştirme yolunda atılan bir adım olarak görüldü. Zaten proje için seçilen bölgenin “İsrail’e” yakınlığı da hep tartışma konusu oldu. Eski “İsrail” Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in Barış Ekonomisi adını verdiği “Yeni Orta Doğu Projesi” olarak lanse ettiği önerinin bugün Bin Selman eliyle Neom projesi şeklinde hayata geçirildiği söylenebilir. Peres 1993 yılında yayınlanan “Yeni Orta Doğu” adlı kitabında bölge ülkeleriyle ekonomik işbirliği ve kalkınmaya dayalı bir barış ekonomisi önerisinde bulunuyor. Öneride kara, hava ve deniz ulaşım ağlarından petrol, su, mal üretimi, iletişim ve bilgisayar teknolojisine kadar birçok alanda muhtemel işbirliğine dair detaylar mevcut. “İsrail’in” o dönemki Ulaştırma Bakanı Yisrael Katz da Kasım 2017’de Kanada’nın Globe and Mail gazetesine yaptığı açıklamada Sünni Arap ülkeleri ”İsrail’i” birbirine bağlayacak geniş çaplı demiryolu ve liman ağının kurulması gerektiğini ifade etmiş ve bu ağın “İran karşıtı blok oluşturmak” amacıyla kullanılabileceğini belirtmişti.

Neom projesi tahta çıkmanın garantisi

Görünen o ki Veliaht Prens Bin Selman, Trump yönetimiyle iyi ilişkilerin ve ““İsrail’le” ” normalleşme adımlarının kendisine tahtı garanti edeceğini düşünüyor. Yani Neom projesi ekonomik bir ihtiyaçtan ziyade siyasi bir tercih ve bir nevi tahta çıkma garantisinin veliahda yükleyeceği fatura.

Neom projesinin 2 bin 300 sayfalık planlama belgelerinde epeyce detay var. Kısaca işaret edilecek olursa; adını İngilizce “new” (yeni) ve Arapça “müstakbel” kelimelerinin ilk harflerinden alan proje, Suudi Arabistan’ın çölde ütopik şehir projesi olarak görülüyor. Veliaht prensin petrol dışındaki gelirleri çeşitlendirmeyi hedefleyen 2030 vizyonunun önemli ayaklarından birini oluşturuyor ve Suudi Arabistan’ın Ürdün ve Mısır sınırında Kızıldeniz sahili üzerinde 26 bin 500 kilometrekare bir alan üzerinde hayata geçirilmesi planlanıyor. Yaklaşık 500 milyar dolara mal olacak olan projenin, hükümet ve özel yatırımcılarca finanse edilmesi öngörülüyor.

Projede pek dile getirilmeyen önemli bir ayrıntı da yerel halkın bölgelerinden uzaklaştırılacak olması. Projenin hayata geçirileceği bölgede yaşayan 20 bin nüfuslu halkın çoğunluğunu ise Huveytat kabilesi sakinleri oluşturuyor. Kabile Ürdün-Suudi Arabistan sınırında bulunan en büyük kabilelerden ve bu tarihi topraklar ülkenin kuzeyinden Ürdün ve Mısır’daki Sina topraklarına kadar uzanıyor. Veliaht Prens Bin Selman’ın kabileye gönderdiği temsilcisiyle görüşmelerinde kabilenin önde gelenleri adeta çıldırmışlar, yönetimin evlerini boşaltmaları karşılığında önerdiği maddi teklifleri reddetmişler ve atalarının topraklarında kalmakta ısrar etmişlerdi.

Suudi gazeteci merhum Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda hunharca öldürülmesinden birkaç gün sonra, yani 5 Ekim 2018’de Bloomberg’e verdiği röportajda Bin Selman, Neom projesinin detaylarını paylaşarak 5 yıl zarfında 5 kentin kurulacağını ve Şubat 2019’da projeyle ilgili bir sürpriz yaşanacağından bahsetmişti ancak bu açıklamanın arkası gelmedi.

Neom “İsrail’le” normalleşmenin ekonomi ayağı

Genç veliahdın Neom projesini “İsrail’le”  normalleşme adımlarının ekonomi ayağı olarak görebiliriz. Bin Selman Haziran 2017’de veliaht olduğundan beri “İsrail’le”  normalleşme adına ciddi adımlar atıyor. Siyaset, ekonomi, din ve medya alanlarında bu normalleşme adımlarına son dönemde hız verildiğini görüyoruz.

Siyasi anlamda sözgelimi ABD Başkanı Donald Trump’ın Filistin sorununu tarihin tozlu raflarına kaldırmak için açıkladığı Yüzyılın Anlaşması planına saraydan doğrudan açık destek gelmese de nötr bir tutum alınarak karşı çıkılmadığını görüyoruz. Yalnız görsel ve yazılı medya üzerinden planın avantajlı yönleri ön plana çıkarılırken aleyhte haberler yapılmadı ve yorumlara yer verilmedi.

Yine siyasi anlam taşıyan bir diğer adım da Bin Selman’a yakınlığıyla bilinen Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri Şeyh Muhammed el-İsa’nın geçtiğimiz aylarda Nazi toplama kamplarının en meşhuru olan Auschwitz’i ziyaret etmesiydi. Bu ziyaret çok eleştirilmiş ve Suudi Arabistan yönetiminin “İsrail’e” sıcak mesajlar vermesi olarak yorumlanmıştı. Hatta Şeyh İsa hızını alamayarak, kampta cemaatle namaz kılıp Kur’an-ı Kerim okumuştu. İsa’nın geçen yıl da Amerikan Yahudi Komitesi ile mutabakat zaptı imzaladığını ve komitede bu yıl da bir konuşma yapmasının beklendiğini hatırlatalım.

“Filistin davam değil”

Suudi Arabistan’ın “İsrail’le”  normalleşmesindeki tuhaflık, geçmişteki tüm normalleşme girişimlerinin aksine Filistin davasına yönelik sergilenen düşmanlık ve Filistinlilerin şeytanlaştırılmaya çalışılmasında yatıyor. Örneğin Huveyti’nin katledildiği günlerde Suudi Arabistanlı trol ordusunun da ateşlemesiyle sosyal medyada çoğunluğunu Suudi hesapların oluşturduğu “Filistin benim davam değil” etiketiyle bir kampanya başlatılıyordu. Mahmud Abbas isimli Filistinli bir ressamın petrol fiyatlarındaki düşüşün Arap petrol ülkeleri üzerindeki etkisini ele alan karikatürüne tepki olarak başlatılan bu kampanyada Filistin ve Filistinlilere yönelik çok ağır ifadeler kullanıldı.

Bu yetmezmiş gibi Suudi Arabistan’ın MBC kanalı şu sıralar Filistinlileri kötüleyen ve tarihi gerçekleri çarpıtan diziler yayınlıyor. “Mahrec 7” (Çıkış 7) ve “Ümmü Harun” (Harun’un Annesi) isimli dizilerde “İsrail” propagandası yapılırken “Arapların yıllarını Filistin davasıyla kaybettiği ve sonucun hüsran olduğu” yollu diyaloglarla Filistinliler şeytanlaştırılıyor. Arap topraklarında yaşayan Yahudi bir anneyi konu alan Ümmü Harun dizisi de Filistin yerine “İsrail’in” İngiliz sömürgesi olduğu mesajını veriyor. Anlaşılan o ki bu tür diziler üzerinden Körfez halkının tarihi hafızası silinmeye çalışılmakta ve normalleşmenin önü açılmakta.

Normalleşmedeki tuhaflık

Burada bir diğer tuhaflık ise “İsrail’le”  geçmişte yürütülen normalleşme girişimlerinde “İsrail” tarafını Filistinlilerin gasp edilen haklarını geri vermesine yönelik ikna çabasına mukabil şimdi tam aksi yönde hareket ediliyor olmalı. Örneğin, Kral Abdullah’ın 2002 Beyrut barış girişimi “toprak karşılığı barış” esasına dayalıydı. Veliaht Prens Bin Selman yönetiminde ise tam tersi yaşanıyor. Arap halkları ve özellikle de Körfez halkları “İsraillilerin” bu topraklarda “hakları” olduğuna ikna edilmeye çalışılıyor.

Sonuç itibarıyla Yemen savaşının ağır maliyeti ve Kaşıkçı cinayeti sonrası yabancı sermayenin ülkeden kaçışıyla birlikte Veliaht Prens Bin Selman’ın ülkenin ekonomisini dönüştürme planları suya düşmüş görünüyor. Kovid-19 salgını sebebiyle dünya ekonomisinin çöküşü ve petrol başta olmak üzere önemli gelir kalemlerindeki düşüş sebebiyle sadece Neom projesi değil, Bin Selman’ın 2030 Vizyonu kapsamında yer verdiği başka projelerin uygulanabilirliği de şüpheli hale gelmiş durumda. Dahası, “İsrail’le”  normalleşme çabaları ters tepecek ve Suudi Arabistan’ın Arap ülkelerindeki karşı devrimleri desteklediği için bozulan imajı Filistin davasına sırt çevirmesiyle çok daha ağır bir darbe alacaktır.

Bu analiz halil Çelik tarafanından AA’ya yazılmıştır.

Ayrıca...

Kar: Ruhani değil siyasi halifelik

Yıllardır halifeliği savunan Hizbu’t Tahrir’in Türkiye Medya Sorumlusu Mahmut Kar, Hilafetin ruhani değil siyasi olarak …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir