Türkiye’de artık siyasetin ve siyaset yapmanın herhangi hiçbir ölçüsü kalmadı. Real siyasetin bile bir ölçüsü olmaz mı diyesi geliyor insanın. Siyasetçilerin dilinden dökülen yalan ve çelişkili açıklamalar o kadar çok ki, bunları toplayıp derlemek ve çelişkileri ortaya koymak epeyce bir çalışma gerektiriyor. Eskiden siyasetçiler yalan ve çelişkili açıklamaları demagoji yaparak süslü püslü sunuyor ve ikiyüzlülüklerini gizlemeyi başarıyorlardı. Şimdi artık demagoji hünerli siyasetçiler kalmayınca düpedüz insanların gözünün içine baka baka söylenen yalanlar ve çelişkili açıklamalar aldı başını gidiyor.
Bundan bir ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan muhtarlara yaptığı bir konuşmada Lozan Antlaşması hakkında aynen şu cümleleri kullanmıştı: “Tarihte bize ne yaptılar. 1920’de bize Sevr-i gösterdiler. 1923’te bizi Lozan’a razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada. Şöyle bağırsan duyulacak adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu? Oralar bizimdi.” Erdoğan bu açıklamasını, Ak Parti’nin 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu Gülen grubu ile daha önce ittifak kurmasından dolayı laiklerin kendisine çok yoğun saldırı başlattıkları bir dönemde yaptı. Yani bir manada laiklere, “uzlaşma buraya kadar” mesajı verdi. Ama aslında aynı Erdoğan daha önce yani 15 Temmuz’dan tam 9 gün sonra 24 Temmuz 2016 tarihinde Lozan Antlaşmasının yıldönümü sebebiyle resmi yazılı bir mesaj yayınlamış ve şöyle demişti: “Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir. Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir.”
Şimdi buradaki çelişkiyi sorgulamadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi akşamı 29 Ekim resepsiyonunda Cumhuriyet ile ilgili yaptığı açıklamayı sizlerle paylaşayım. Erdoğan, Cumhuriyet’i tarihten silinmeye çalışılan bir milletin şahlanışının sembolü olarak görüyor ve ekliyor; “Cumhuriyet bir kopuş değil bir devamlılık ve yeni bir başlangıçtır.”
Şimdi gel gelelim biz bu işin içinden nasıl çıkacağız? Önce soru şu; Lozan bir zafer mi değil mi? 29 Eylül 2016 tarihinde muhtarlar buluşmasında yaptığı konuşmaya bakılırsa, Lozan bir zafer değil aksine hezimet, Eyvallah… Ancak 24 Temmuz 2016 tarihinde yani daha önce, Lozan’ın yıldönümü münasebetiyle yayınladığı resmi mesaj da ise Erdoğan, Lozan’ı yeni kurulan devletin tapusu niteliğinde görüyor. Anadolu halkının inanç cesaret ve fedakârlığıyla elde ettiği başarısını, Lozan’da diplomatik bir başarı ile M. Kemal ve İnönü’nün tescil ettirdiğini söylüyor. Birde peşine bu “başarının” mimarlarını rahmetle anıyor. Tekrar soruyorum; Lozan zafer mi yoksa hezimet mi siz ne anladınız?
Gelgelelim Lozan ile Cumhuriyet arasındaki gizli meseleye… Yani Lozan’a nasıl gidildiğine ve Cumhuriyet’in nasıl ilan edildiğine…
20 Kasım 1922’de Lozan Konferansı açılıyor, Ankara Hükûmeti adına konferansa Rauf Orbay gitmesi gerekirken Mustafa Kemal, İsmet İnönü’yü gönderiyor. İngiliz heyetine başkanlık eden Lord Curzon yapılan gizli görüşmelerde Türklere “bağımsızlık” verilebilmesi için dört şart sunuyor. Bu şartlar şunlar 1- Hilafet tam manasıyla ilga edilecek. 2- Halife hudut dışına sürülecek. 3- Halife’nin Mallarına el konulacak. 4- Devletin laikliğe dayandığı ilan edilecek.
Curzon’un istediği bu şartları görüşmek için Ankara’ya dönen İsmet İnönü, mebusların çok hiddetli tepkisi ile karşılaşıyor. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün Laik Cumhuriyet’e karşılık İngilizlere vereceği şey Müslümanlar için olmazsa olmaz değerde çünkü. Ancak tüm bu tepki ve karşı gelmelere rağmen Mustafa Kemal, 28 Ekim 1923 günü yakınındaki isimleri evinde toplantıya davet edip ertesi gün yani 29 Ekim 1923 günü bir oldubitti ile Cumhuriyeti ilan etmek için plan kuruyor. Bu plana göre Mustafa Kemal, evinde topladığı zevat ile ertesi gün toplanacak mecliste işleri çıkmaza sokup mebusları birbirine düşürecek ve bu çıkmazdan kurtulması için kendisinin işi ele almasını teklif ettirecek. M. Kemal’in bu toplantıda söylediklerine bir bakın; “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz. Bütün bu sorunlardan kurtuluş yolu budur. Fethi, yarın mecliste işleri çıkmaza sokup, azaları elinden geldiği kadar birbirine düşürmek senin vazifen.” Bu sırada Kemaleddin’e; “Sen de meclisi bu güç durumdan kurtarmak için benim, işi ele almanı teklif edeceksin.”
29 Ekim 1923 tarihinde toplanan mecliste oluşturulan suni hükümet krizini çözmek için hile ile tüm yetkiyi eline alan Mustafa Kemal kürsüye çıkıp şöyle diyor. “Bu düzeni değiştirmeniz gerekiyor. Bunun için de Türkiye’nin seçimle iş başına gelen bir cumhurbaşkanının idaresi altında cumhuriyet olmasına karar veriyorum.” Mebusların %40’ı bu karara itiraz edip oylamaya katılmasa da Ankara hükümeti, işgalci müttefik kuvvetler komutanı İngiliz General Sir Harrington’un himayesinde ve Lord Curzon’a sadakat üzerinde Cumhuriyeti ilan ediyor.
Şimdi tekrar başa dönelim ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soralım; 29 Ekim 1923’te ilan edilen bu Cumhuriyet hangi milletin şahlanışı? Cumhuriyet inkılaplarına karşı geldikleri için meydanlarda darağaçlarında sallanan milletin şahlanışı mı? Cumhuriyet’in ilanını duyduktan sonra Ankara hükümetine başkaldıran milletin şahlanışı mı? Cumhuriyet’i ilan edip Hilafeti kaldıran M. Kemal ve arkadaşlarını hain ilan eden milletin şahlanışı mı? İslam, şeriat ve Hilafete baş koyan Şeyh Said, İskilipli Atıf ve Nene Hatun’un şahlanışı mı? Yoksa içkili masalarda kadınlı erkekli balolarda dine ve Kur’an’a küfredenlerin milletinin şahlanışı mı?
Kimin şahlanışı?
kokludegisim