Home / News / YAZARLAR / Fuad Hamidoğlu / Kur’an’ın işaret ettiği ‘Mustazaflar’ topluluğu kimlerdir?

Kur’an’ın işaret ettiği ‘Mustazaflar’ topluluğu kimlerdir?

Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي ۚ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ” (Allah “Elbette üstün geleceğim, ben ve elçilerim” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür.) Mücadele /21

Her şeye kadir ve mülk sahibi olan Allah-u Teala insanoğlunu sınamak için gücü ve mülkü dilediğine verir, dilediğinden çekip alır. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltır. Her türlü iyilik O’nun mutlak denetimi ve bilgisindedir. Bununla alakalı olarak şu ayeti iyice tefekkür edelim; (قُلِ ٱللَّهُمَّ مَٰلِكَ ٱلْمُلْكِ تُؤْتِى ٱلْمُلْكَ مَن تَشَآءُ وَتَنزِعُ ٱلْمُلْكَ مِمَّن تَشَآءُ وَتُعِزُّ مَن تَشَآءُ وَتُذِلُّ مَن تَشَآءُ ۖ بِيَدِكَ ٱلْخَيْرُ ۖ إِنَّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ) ‘De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”’ Ali İmran/26

Bu ayet; Sünetullah diye adlandırdığımız değişmeyen ilahi kuralın ta kendisidir. Burada gücün ve mülkün el değiştirdiği kuralından bahsedilmektedir. Yani güç ve mülk sürekli olarak hiçbir zaman tek bir yerde ve tek bir kişide, aynı devlette ve aynı eksende kalmamıştır, aksine güç ve mülk sürekli el değiştirerek her yerde ve herkeste, her devlette ve her eksende olabilmiştir. Antik Yunanistan, Asurlular, Bizanslar, Persler, Hilafet, Sovyetler, İngilizler ve Amerikalılar gibi bunlar; dünyanın batısı ve doğusu, milattan öncesi ve sonrası hâsılı tarihin her döneminde gelip geçmiş güçlerin birkaçıdır. Tarihte ‘Güçlünün güçsüz olduğu, güçsüzün de güçlü olduğu’ veya zaferin özellikle savaşlarda el değiştirdiği çok görülmüştür. Tıpkı Ali İmran süresinde (140. ayette) geçtiği gibi; (اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ) ‘Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki (Mekke’li müşrikler de Bedir‘de) o topluluk da benzeri bir yara almıştı. Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye o günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zalimleri sevmez.’ Bazen de insan; zaferin veya gücün el değiştirdiği kuralı, yani güçsüzün nasıl güçlü olduğunu ve güçlünün de nasıl güçsüz olduğunu anlayamaz. Zira bunun mantıksal veya matematiksel bir izahı yoktur. Güçlünün gücünü birden kaybettiğini, güçsüzün de aniden şahlanarak güçlü olduğunu imkansız görenlerin sadece tarihe bakmaları yeterlidir. Zira gücün ve mülkün el değiştirmesi olağanüstü bir olay ya da Allah’ın dünya için koyduğu nizama aykırı bir şey değil, bilakis o ilahi nizam ile uyum içerisinde cereyan etmektedir. Bazen güç hak etmediği yerlerde görülür, lakin yukarıda ifade ettiğimiz gibi Allah-u Teala gücü ve mülkü insanoğlunu sınamak üzere sadece hak eden kimselere değil, hak etmeyenlere de verebilir. Zira mülk ve güç insan için şiddetli bir sınavdır, adaletli mi yoksa adaletsiz mi olacak diye. Bir diğer deyişle zalimler güçlü olmayacak diye bir şey yok, mustazaflar da hep güçsüz kalacaklar diye bir kural da yoktur. Allah’ın mülkü dilediğine vermesi ve dilediğinden onu çekip alması tamamen Allah’ın kullarına rızık vermesi meselesine benzer. Kendisi رَبُّ الْـعَالَم۪ينَ ‘âlemlerin Rabbi’ olduğu için Allah kullarına rızık verirken onlara zalim-mustazaf, erkek-kadın, fakir-zengin, hak eder-hak etmez, mü’min-kafir veya şımarık-olgun diye bakmaz. Allah’ın bütün kullarına rızık vermesi onların ikramiyesi değil, O’nun onlara karşı ‘Rabb’ oluşundan ötürüdür. Allah’ın şımarıklar ve zalimleri rızıklandırmasının onlara bir ikramiye olarak düşünülmesi Allah’ın Rezzak sıfatına aykırıdır. Ayrıca Allah’ın kullarına sunduğu mülk ve rızık gibi imkânları onlar için birer kulluk sınavı olarak ve (لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا) ‘Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu denemek için’ Mülk süresi/2 şeklinde algılamak lazım. Güç ve mülk vermek de böyledir.

Gücün ve mülkün el değiştirme sürecinde en kırılma noktası ve ölümcül durumu, gücü ve mülkü elinde bulunduran zalimlerin korkulu rüyası; gücün ve mülkün zalimlerin ellerinden çıkıp zulmettikleri ‘Mustazaflar’ın ellerine geçmesinden sonra işledikleri zulüm ve haksızlıkların hesabının kendilerinden birer birer sorulmasıdır. Güçlü zalimleri korkutan şey bu hesaplaşma günüdür. İşte bu sebeple durumun bu raddeye gelmemesi için gücü ellerinde bulunduran zalimler hiçbir kanun-kural tanımadan saatin gösterilerini tersine çevirmeye çalışırlar lakin nafile. Zira onların yaptıkları tedbir değil sünnetullaha aykırıdır. Şüphesiz her beşeri planının üzerinde tıkırında işleyen ve onu alt eden bir ‘İlahi Plan’ vardır. Lakin bunu sadece mü’min ve akıllı insanlar görürler. Hemen şunu da belirteyim ki bu yazı iktidar, güç ve mülk hevesli bir yazı değildir. Allah’a karşı kulluk görevinin bilincinde olan mü’min; hiçbir zaman iktidar, güç ve mülk sevdalısı olmaz, tersine Allah’ın dinini hâkim kılmak ve adaletle hükmetmek için güç ve mülke talip olur. Zira İslam’ sız güç zalimlik ve şımarıklıktır, güç’süz İslam ise miskinliktir. Resülüllah (صلى الله عليه وسلم) Taif’e gittiğinde uğradığı büyük haksızlıktan dolayı hem oradan kovuluşu hem de Mekke’ye dönemeyişinin çaresizliğini Rabbine duasında şöyle beyan etti:

Allah’ım! Kuvvetimizin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımızı ve halk nazarında hor görüldüğümüzü ancak sana arz ederiz. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Mustazaf ve çaresizlerin rabbi sensin…

Biz burada mustazaflar ile alakalı olarak tarihten çok Kur’an-ı Kerim’in özellikle kasas süresinde geçen Mustazaflar-Zalimler formunda Musa-Firavun sahnesinin/kıssasının inanılmaz boyutlarıyla değerlendirmesini yapacağız inşAllah. İbret almak için Kasas süresinde Musa-Firavun arasında cereyan eden ‘Mustazafları güçlü kılma ve onlara mülk verme’ sünnetüllahı anlatılmaktadır. Önce ayetleri derin bir şekilde tefekkür ederek okuyalım.

نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَأِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٣﴾ اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٤﴾ وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ ﴿٥﴾ وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ ﴿٦﴾ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٧﴾ فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ وَحَزَناًۜ اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ ﴿٨﴾

(İman eden bir topluluk için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını gerçek şekliyle sana anlatacağız. Kuşkusuz ülkesinde Firavun ululuk taslamış, (ayırımcılık yaparak) halkını da gruplara ayırmıştı. Gruplardan birini, erkek çocuklarını kıyımdan geçirip kızlarını sağ bırakarak güçsüz düşürmek istiyordu. Hiç kuşkusuz o huzur ve güveni bozanlardandı. Oysa biz o ülkede güçsüz düşürülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin) vârisleri kılmak istiyorduk. Onları belli bir yere yerleştirmek, Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek (istiyorduk). Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden endişe ettiğinde onu nehre bırak. Korkup kaygılanma. Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye vahyettik. Böyle de oldu. Firavun ailesi onu bulup aldı. Ama sonunda o kendileri için bir düşman ve tasa sebebi olacaktı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yoldalardı.) Kasas/3-8

Taha süresinde ise Musa (a.s)’ın bu kritik durumu farklı bir versiyon ile anlatılmaktadır:

(إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى. أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي)

(Hani annene şunu vahyetmiştik: Onu sandığa koy ve ırmağa bırak; böylece ırmak onu kıyıya çıkarsın ve benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Mûsâ!) Senin üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki (sevilesin), nezâretim altında büyütülüp yetiştirilesin.) Taha/38-39

Değişmeyen ve aklın anlayamayacağı bu sünetullahın en önemli bölümü; öldürülmemesi için bebek iken sandık içine daha sonra nehre atılması istenen Musa (a.s)’ın buluğ çağına erdiğinde Firavun’un hükümranlığına son verecek ve Allah’ın elçisi olarak yapacak kişi olduğudur. Üstelik Firavun’un mülkünü koruyan sihirbazların Musa’ya tabi olarak. Kıssanın daha ilk anında hangimiz inanır ki bebek olarak kapalı bir sandık içine kapatılarak sonra nehre atılan çaresiz ve hiçbir şeyden haberi olmayan yavrucağız; büyüdüğü zaman İsrail oğullarına önderlik yapacak, ona Vahiy gelecek, Allah ile konuşacak, kendisine olağanüstü mucizeler verilecek ve Mısır’da bulunan Firavun’un mülküne son verecek kişi olacak??

İşin ilginç yanı da yine Kasas süresinin 85.inci ayeti Hicret esnasında Mekke ile Medine arasında nazil olmuş, Allah-u Teala Resülüllah (صلى الله عليه وسلم) daha Medine’ye ayak basmadan tekrar Mekke’ye geri döneceğinin müjdesini vermiş ve şöyle buyurmuştur:

اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَـرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ (Kur’an’ı sana indiren Allah, elbette seni dönülecek yere de (Mekke‘ye) gönderecektir.) Kasas/85

Zira Resülüllah (صلى الله عليه وسلم) şu ayetin bilincinde hareket ediyordu: (يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ) ‘Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.’ Muhammed/7

Yusuf (a.s) biri kuyu diğeri zindanın iki derin karanlıklardan sonra başta anne-babası olmak üzere bütün ailesini Mısır’ın ve Nil nehrinin en verimli topraklarında yerleştirecek kadar güç ve mülk sahibi oluyorsa, Musa (a.s) da bebek olarak adeta ölüme terk edilmiş küçücük bir sandığın karanlıklarından sonra kardeşi Harun (a.s) ile birlikte O’nun dönemindeki Firavun’un gücü ve mülküne bertaraf ederek son vermişler ise, Allah Resülü (صلى الله عليه وسلم) Mekke’de kendisi ve diğer Müslümanların güvende değilken ve Mekke’li müşriklerin karanlık entrikalarında sonra Medine’de Allah-u Teala onlara güç ve mülk olarak devlet kurmayı nasip etmiş ise, bugün de bu İslam merkezli güç ve mülkü hak eden kullarına nasip edecektir:

وَاذْكُرُوا إِذْ أَنتُمْ قَلِيلٌ مُّسْتَضْعَفُونَ فِي الْأَرْضِ تَخَافُونَ أَن يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَآوَاكُمْ وَأَيَّدَكُم بِنَصْرِهِ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

(Bulunduğunuz yerde önemsenmeyecek kadar az (güçsüz-mustazaf) olduğunuz, insanların sizi kapıp götürmelerinden korkar halde bulunduğunuz zamanı hatırlayın. O durumda Allah size sığınacak yer verdi, yardımıyla sizi destekledi, size güzel rızıklar ihsan etti; umulur ki şükredersiniz!) Enfal/26

(Allah bizi o kullardan etsin. Amin)

Fuad Hamidoğlu

Ayrıca...

cameronun-sok-teorisi

Cameron’un Şok Teorisi!

بسم الله الرحمن الرحيم Fikir; insanın hem dostudur hem de aynı zamanda düşmanıdır. Belki bunu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir