İslam, hayat dolu bir nizamdır. Onda durgunluk, diğer dinlerdeki gibi kapalılık söz konusu değildir. Hayatın her alanında, yaşamın her bölümünde, anlayışların derinliklerinde kendisini sürekli hissettirecek bir yüceliğe sahiptir, İslam.
Şahsiyetindeki tortuları atmak, kurtuluş arayışı içerisinde olan gidişatı değiştirmek isteyen herkes ve her hareket, İslam’ı kendisine ölçü aldığında, kendisini yenileme veya kuvvet kazanma imkânını bulacaktır. Geçmişte bu değişim nasıl yaşanmışsa günümüzde de bu değişim yaşanabilir. O gün müşrik düzende Müslüman yoktu. Allah’u Teâlâ bu değişimi peygamber olarak seçtiği, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gönderdiği vahiy ile gerçekleştirdi. Değişimin ilk başlangıç emrini Allah’u Teâlâ Rasulüne şöyle bildirdi:
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ قُمْ فَاَنْذِرْۙ
“Ey (elbisesine) bürünen Peygamber! Kalk ve uyar.” (Müdessir 1,2)
Bu emir doğrultusunda Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanları sadece Allah’a kulluk etmeye, ona hiç bir şeyi şirk koşmamaya çağırıyordu. Yani akideden başlamıştı, insanları imana İslam akidesine davet ediyordu.
Allah’u Teâlâ bu değişim davetini Resulünden açıkça çıkıp anlatmasını istiyordu. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
“Şimdi sen, emrolunduğun şeyi, çatlatırcasına bildir ve müşriklerden yüz çevir.” (Hicr 94)
Bu değişim davetine icabet edenler oluyor, Rasulullah’ın etrafında sayı gittikçe artıyordu. Kitlesel faaliyetini gizli yürüten Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ayetten sonra kitlesini açığa çıkartmıştır.
Böylece Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem güzide sahabesi ile birlikte daveti insanlara taşımaya başlamış oldu. Onlar bütün zulüm eziyetlere aldırış etmeden daveti taşımaya devam etti. Bu uğurda mallarını ve canlarını hiç düşünmeden feda ettiler. Çünkü emrolundukları şeyi açıkça ortaya koymaları hem Rasul’den hem de ona tabi olanlardan istenmişti.
Onların tek amaçları ise insan hayat ve kâinatın yaratıcısı olan Allah’u Teâlâ’nın hayatlarında söz sahibi olmasıydı. Yani amaçları hayatlarını Allah’ın emir ve nehiylerine göre şekillendirmekti. Çünkü Allah’u Teâlâ böyle istiyordu.
Bu durumu da Allah’u Teâlâ Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e şöyle emretmiştir:
اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يمًاۙ
“Şüphesiz biz, sana kitabı insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hüküm veresin diye hak olarak indirdik, hainlerin savunucusu olma.” (Nisâ 105)
Değişim devleti gerekli kılıyordu. İnsanlar arasında Allah’u Teâlâ’nın indirdikleriyle hükmetmenin yolu bir devlet gücü ile mümkündür. Onun için tek hedefleri hayatlarının her alanında İslam’ın hâkimiyeti ve tatbikiydi. Bu ise ancak bir devlet gücü ve otoritesi ile gerçekleşecekti.Çünkü İslam insanın, yaratıcısı ile olan alakasını, kendi nefsi ve diğer insanlarla olan alakasını düzenleyen bir bütündür. Bu, devlet olmadan asla mümkün değildir. Ayrıca cahiliyenin hâkimiyetinin hükmüne razı olmamak, onun altında yaşamamak ta devleti gerekli kılıyordu.Allah’u Teâlâ bu durumu bize Kur’an’ı kerimde şöyle bildirmiştir:
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
“Onlar, cahiliye dönemi hükmünü mü arıyorlar? İyice bilen bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide 50)
Allah’u Teâlâ bu ayetle kendi hükmünün dışındaki hükmetmenin yanlışlığını bildiriyordu.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve güzide sahabesi imanlarının gereğini doğru anlayıp her türlü mücadeleyi verdiler.Medine’de devleti kurup İslam’ı hayat sahasında hâkim konumuna ulaştırdılar.Devlet ile birlikte güç otorite İslam’ın oldu. İslam nizamı hayatlarında tatbik merciine ulaştı ve tatbik edildi.
Böylelikle o toplum içerisinde büyük bir değişim yaşanmış, müşrik toplum yok olmuş yerini İslam toplumu almıştı. İslam yaşamlarını düzenlemeye başladıktan sonra hayatları izzetli ve şerefli bir yaşamla doldu. Yukarıda bahsettiğim İnsanın kendi nefsi ile olan, diğer insanlarla olan ve Allah’la olan alakasını tanzim edecek olan İslam düşüncesi hayata tümü ile hâkim oldu.Allah’ın hükümleriyle hükmedildi, ümmetin malı canı garanti altına alındı, fetihler gerçekleşti, sınırlar genişledi, insanlar akın akın İslam’a girdi, İslam’la izzet buldu.
Bu bağlamda İslam dünyanın dört bir yanında hâkimiyet elde ederek insanları İslam ile şereflendirdi. İslam Hilafet Devleti yaklaşık 1350 sene bu şekilde dünyada hükmetti. Bu devlet özelde İslam ümmetine genelde ise tüm insanlığa adalet ve şeref dolu bir yaşam sundu. Ümmet ilimde, bilimde, teknolojide ve takvada zirve yaptı. Ta ki o kara gün 3 Mart 1924’de gelip çatana kadar. Hilafetin kaldırılışıyla ümmetin siyasi varlığı yok oldu. İslam’la şeref bulan o toplum artık İslam toplumu olmaktan çıktı. Müşrik dönemin tortuları kâfirlerin desteği, kiralık yöneticilerin desteği ile adeta yeniden hayat buldu.
Devasa çınar yıkılınca ümmet korumasız başsız kaldı. İşte ümmet olarak böylesine tarihi bir süreci yaşadık. 3 Mart 1924 tarihi ümmet için kara gün olarak tarihe yazılan bir leke oldu.
İslam’ın hayattan kaldırılıp laiklikle, demokrasi ile yönetilme sürecine girilmesi ümmete çok ağır bedeller ödemesine sebep olmuştur. Ümmet zoraki bir değişim sürecinden geçiriliyor, geçirilmek isteniyor. Kafirlerin baskısı, zalim yöneticilerin zulmü, ekonomik arızalar ve daha birçok unsurlar ümmetin üzerinde bütün etkinliği ile hilafetin yıkılışından günümüze kadar halen değişim sürecini devam ettirmektedir.
Zoraki ümmetin üzerine yıkılmak istenen, bizden olmayan, Allah’ı kızdıran bu değişim sürecinden kurtulmak gerekir. Neden bu sürece girildiği üzerinde Müslümanların kafa yorması gerekir. Üzerimizde hüküm süren küfür sistemlerinin bizleri sürüklediği bu kötü gidişata dur denmelidir. “Dur denecek” kadar ağır yaşam koşulları içerisinde olduğumuz artık görülmeli. Allah’u Teâlâ’dan gelen öğütlere kulak verilmelidir. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor:
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ
“Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” (Kaf-37)
Kurtuluş için İslam’a kulak verip öğüt almalıyız. Her zaman olduğu gibi bu süreçte de Kur’an ve Sünnet ışığında yol haritamızı çizmek zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir.
Şu içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayının getirdiği heyecanla, ümmet istenilen şekilde olmasa da bir hareketlenmeye girmiştir. Bu ay, içerisine bulunduğumuz durumun yeniden değişimini gerçekleştirmek adına ümmetin birliğini vahdetini tekrardan hatırlatma ve kazandırmak adına büyük bir fırsattır. Yeter ki bu değişim Müslümanlarca istensin. Allahu Teala şöyle buyurdu:
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ
“Ramazan ayı, içinde insanlara doğru yolu gösteren, doğru ile yanlışı birbirinden ayırıp açıklayan, bir rehber olmak üzere Kur’an’ın indirildiği aydır…” (Bakara 185)
Bu ifade, Allah’ın insanları hidayete erdirmek üzere indirdiği, inananları ve onu tasdik edip, tâbi olanları dosdoğru yola götüren Kuran’ın metni ve senasıdır.
Onu düşünen ve anlayanlar için Kuran’da apaçık hüccetler vardır. Bu da onun sapıklığa karşı hidayetini, azgınlığa karşı olan doğruluğunu, hak ile batılın arasını ayıran, helal ile haramı tefrik eden bir kitap olduğunu gösterir.
Ramazan ayı, ümmetin akidesiyle olan bağlarının hatırlandığı ve bu doğrultuda İslam düşüncesine yoğun bir şekilde yönelişin gerçekleştiği bir aydır.
Bu mübarek ay zarfında Müslümanlar İslam’a olan eğilimlerini hissedilir bir şekilde yaşamaya koşarlar. Haramdan uzaklaşmalar olduğu gibi haram işleyenler de bu ay müddetince toplumun büyük bir kesimince ayıplanır/kınanırlar.
Bu açıdan Ramazan ayına baktığımızda değişimde öncü, hayatın sultanı olduğu ortaya çıkar.
Her ne kadar günümüzde korona virüs engeline takılsa da Ramazan ayı diğer günlerdeki normal seyre göre oruçla, teravih namazlarıyla, sahuruyla, iftarıyla, bayramıyla normal yaşantıya biraz daha sosyal alaka kazandırmaktadır. Bu ise değişime etki eden ve hız kazandıran niteliklerdendir. Rabbimiz tez zamanda yardımını bizlere ikram eylesin ve bu vebayı ümmetin hayrına vesile kılsın İnşallah.
Diğer yandan ümmet, değişim noktasında işin sadece ibadet yönünü hatırlamakla yetindiğinden dolayı siyasi gelişmeler karşısında gerekli eğilimi göstermekten aciz kalmaktadır. Ramazan ayı bu havayı da değiştirme gücüne sahiptir. Çünkü Ramazan ayında inmeye başlayan Kur’an bizlere şu uyarı ve hatırlatmayla geliyor:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ
“Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, sizi gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.” (Al-i İmran 149) (Allah muhafaza!)
Bu büyük uyarı Allah’ın kitabından gelmekte, doğruyu eğriden ayırmanın söz konusu edildiği ve bunun sadece Ramazan ayı ile sınırlı olmadığı bilinmelidir. Bu doğrultuda Ramazan ayı sonrasında da uzak kaldığımız doğru düşünceleri hatırlayarak yaşanan olayları yakından algılama ve tartma imkânına kavuşarak İslam’la değişime koşmalıyız.
Doğruyu yanlıştan ayırt etmek ve değişmek sadece Ramazan ayında içkiyi, haram alışkanlıklarını geçici bir şekilde bir kenara koyarak değiştim demekle değişim gerçekleşmez. Aslında Ramazan ayıda ümmetin ufkunu değişim için İslam’la daha geniş alanlara yaymaktadır. Kurana, Sünnete daha yakın, sıkı sıkıya bağlı, azimkar bir duruşla sahiplenip gösterdiği çizgide yürümektir. Bu yönelişte hakkı pekiştiren ve Hak yola iten bir öz vardır. Bu öz, kâfirlerin ektiği ayrımcılık kapılarına zincirlerin vurulmasını gerektirir, İslam ümmeti kavramının tekrar hayata kavuşturulmasının aciliyetini gösterir.
Bu dönüş zor değildir. Müslümanların bu zoru başarma isteklerini artık görürüz. Ramazan ayına başlamada Şer’i Hilali gözetlemeleri, bayramlarının sadece Ramazan ve Kurban Bayramı olduğu bilincine varmalarıyla Râşîdi Hilafete olan hasretleri vb. değişimin umutlarına ivme kazandırmaktadır.
İşte bu, ümmetin İslam’a gösterdiği teveccüh cesaret verici bir gelişmedir. Aynı anda kâfirlere ve düşmanlarına (onların düzenlerini reddetmekle) vurduğu bir tokattır.
Bütün bunlar değişim için bütünlüğü oluşturma, kavgasını yapabilme gücünü göstermektedir. Bu ümmetin istediği takdirde ortamı değiştireceğine bir delil değil midir?
Bu noktada İslam’ın gücü her zaman mevcuttur. Hatta bu durum birçok yönetimlerin yasaklamalarına rağmen, İslam’ın her dönem içerisinde ümmet arasında birliğe dönüştüren kesimler oluşturabilme gücüne sahip olduğunu da gösteriyor.
Batı anlayışı bir ruhani bakıştan sıyrılıp İslami ölçüler baz alınarak hayatın gerçekleri ile yüzleşmek zorundayız. Ramazan ayının getirdiği atmosferin oluşturduğu iman gücüyle ümmet, kendilerine inen bu ilahi Kitaptaki yüzlerce ayetlerle değişimi hatırlamalı ve ona kuvvet, güç, destek vermelidir.
Ayrıca şunu bilelim ki; Ramazan ayını kabullenmek onun içerisinden süzülüp gelen her şeyi kabullenmeyi gerektirir. Yani Ramazan ayına olan meyil Kuran’a ve onunla gelen İslam’ın bütününe kucak açmaktır. Yalın bir şekilde, siyasetten uzak, dünya siyasetine sırt dönmüş, Müslümanlar üzerinde sergilenen oyunlara seyirci kalan ibadetlerle donatılmış bir Ramazan ayının İslam’da yerini bulmak mümkün değildir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ramazan ayı sürecinde birçok hayati işler gerçekleştirmiştir. Sahabeler(r.a) ve onları takip eden nesiller Ramazan ayı içerisinde birçok övünülecek, gurur duyulacak olaylara imza atmışlardır. Ramazan ayının nuruna sığınarak hareket etme; İslam dışı fikirlerin atılması için hayat nizamı olan İslam’ın bütün emir ve nehiylerine yönelmeyi gerekli kılmaktadır. Bu hatırlatmalar dikkate alındığında görülecektir ki Müslümanların hallerinde büyük değişiklikler vuku bulacaktır.
Zulmedenlerin telkin ettiği değişim sürecini bırakalım, bırakalım ki ateşin bize dokunmasından kurtulmuş olalım. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!” (Hud 113)
Bu ayda yürütülecek etkin çalışma değişimde adımlarımızı hızlandıracak, Râşîdi Hilafete gidişin kapılarını aralayacak ve ümmeti bu halden kurtaracaktır inşallah.
Mahzun ve boynu bükük geçirdiğimiz Ramazan aylarını bir daha yaşamamak ve her şeyi İslam’a göre yeniden düzenlemek adına değişimi gerçekleştirecek gerçek güç ümmetin elindedir. Yeter ki ümmet istesin. İslam’a gönül vermiş dava elemanlarına destek verdikleri takdirde çok şeyleri kısa zamanda başarma kabiliyetine sahiptirler. Rasulullah ve güzide sahabesinin hayatı bunun açık delilidir.
Rabbimizin razı olduğu Ramazanlar ve bayramlar çok yakın İnşallah. Bizde Ramazanlarımızı bayramlarımızı Rabbimizi razı ederek aynen İslam’la kutlu bir değişim yaşayan Sahabelerin heyecanı gibi bir heyecanla yaşarız İnşallah.
İslam devleti gölgesinde geçen bayramlar çok farklıdır.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sadır olan bir rivayette;
Bir gün Hz. Ebu Bekir, kızı Ayşe validemizin evine gidince, iki cariyenin def çalıp oynadığını gördü. Ensar-ı kiramın kahramanlıklarını övüyor, destan söylüyorlardı. Hz. Ebu Bekir(ra), Rasulullah’ın evinde böyle şey yapılmasının uygun olmayacağını bildirerek; onların susmalarını söyledi. Peygamber efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Ebu Bekir’e hitaben; “Onlara mâni olma! Her kavmin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır. Bayram, sevinç günleridir buyurdu.” (Buhari)
Rabbimiz bizlere de Râşîdi Hilafet devletimizin gölgesinde bayram sevinçleriyle dolu bayramları kutlamayı en kısa zamanda nasip eylesin İnşallah…
Muhammed Kaya