İslam ümmetinin farklı bir özelliği vardır. O da kavim, dil, ırk, meşrep farkı gözetmeksizin İslam çatısı altında tek bir ümmet olmasıdır. Müslümanlar dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar, aradaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, farklı dillere ve renklere sahip olsalar da bu onlara İslam ümmeti vasfından bir şey kaybettirmez. İslam’a olan bağlılık bu temel ilkeyi getirmiştir. Müslüman olmak İslam ümmeti olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Yaşam alanları ne kadar değişirse değişsin (Pakistan’da veya Afrika’nın bir köşesinde bulunmakla) İslam ümmeti kavramı değişmez. Batı/Amerika/Avrupa, İngiltere’de vs. diyarlarında yaşamakta bu ilkeyi değiştirmez, Müslüman olarak kaldıkları müddetçe İslam ümmetindendir ve İslam ümmetinin bir parçası olarak kalır.
“Mümin mümine karşı, parçaları birbirini bağlayıp tahkim eden bina gibidir, buyurdu ve (bu bağlılığı göstermek için Resul-i Ekrem) parmaklarını birbirinin arasına geçirip kenetledi.” (Buhari ve Müslim)
İslam diğer inançlardan farklı bir şekilde ümmet kavramına sahiptir. Batı bunu genel manada “çoğulculuk” prensibine bağladı. Ulus devletler çatısı altında çoğulculuğu demokratik temellerde çözme yoluna gitti. Çoğulculuk İslam ümmeti kavramına uygun değildir ve de uygun da düşmez.
Müslümanların bir ümmet olarak bütünleşmesi İslam ile birlikte olup aynı renk, ırk, dil ve beldede olmaları veya ekonomik ilişkiler nedeniyle değil, aynı din ve aynı peygambere mensup olmaları nedeniyledir. Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in ümmeti tabiri ile İslam Ümmeti tabiri eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu iki ifadenin mefhumundan İslam dinine inananların kastedildiği anlaşılmaktadır.
Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Ben Rabbimden dört şey istedim; üçünü bana verdi, bir tanesini vermedi; Allah’tan ümmetimi dalalette birleştirmemesini istedim, bana verdi. Allah’tan, daha önceki ümmetleri helak ettiği gibi, onları (ümmetimi) kıtlıkla helak etmemesini istedim, bunu da bana verdi. Allah’tan, düşmanlarının onlara (sürekli galip olacak şekilde) üstün getirmemesini istedim, onu da bana verdi. Sonra Allah’tan onların arasına tefrika vermemesini, onların kendi aralarında birbirlerine -iç çatışmalarla- acı vermemelerin istedim, bunu benden esirgedi.” (Ahmed b. Hanbel, 45/200; Taberanî, h. no:2171)
Elbette ümmet olunca bir Müslümanı mutlu eden bir şey diğer Müslümanı da mutlu etmeli, bir Müslümanı üzen bir şey diğer Müslümanı da üzmeli. İslâm dünyasında veyahut başka yerlerde cereyan eden bütün olaylar ve hadiseler olduğu gibi diğer Müslümanların hepsine yansımalı.
Numan bin Beşir Rasûlullah Aleyhi Ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etti:
“Mü’minler birbirlerini sevme, birbirlerine şefkat gösterme ve iyilik yapma konularında tek bir vücut gibidirler. Vücudun bir tarafı rahatsız olursa bütün vücut uykusuz kalır ve harareti yükselir. (Müslim)
Batı asırlardır bu kavramı yıkmak, parçalamak, yok etmek için mücadelesini sürdürmektedir.
İslam beldelerinin bölünmüşlüğünün altında yaşayan ümmetin dışında bugün batı dünyasında milyonlarca İslam ümmetinin evlatları yaşamını sürdürmektedir.
İster Hilafetin yıkılmasından sonra batının işgalinde kalan yerlerdeki Müslümanlar olsun veya çeşitli nedenlerden dolayı batıya göç eden Müslümanlar olsun İslam ümmeti olarak zor dönemler geçirdikleri malumdur. Batı Müslüman olmayan bazı kesimleri bünyesinde eritebilmiş, ortak payda olarak demokrasi, laiklik gibi bir zeminde buluşmuş/buluşturabilmiştir. İlk göç hareketi yaşayan Polonyalıların, İtalyanların, Yunanistanlıların Avrupa içerisinde eriyip yok olmaları, Amerikan kıtasında değişik kıtalardan gelenlerin Amerikalılaştırılması gibi. Fakat söz konusu Müslümanlar olduğunda bu meselede batı ülkeleri zorlanmışlardır. Müslümanlar üzerinden yürütülen birlikte yaşam, asimile veya entegrasyon batı için önemli projelerindendir. Buna çok önem vermiş ve yüklü miktarda yatırım yapmıştır. Fakat diğer kavimler gibi Müslümanların asimile olmadıklarını görmüş ve bu projenin ümmet kavramına köklü bir vuruş gerçekleştirmediğine şahit olmuştur. Bunun için şeytani düşüncelerine yenisini eklemekte geri durmamaktadırlar. “Ya uyum sağla yoksa defol” en keskin düşünceleridir. Geçmişten ilham alarak yani hilafeti yıkıp yerine ulus devletleri kurarak ümmeti farklı yönetim ve sınırlar içerisinde hapsederek nasıl güçsüz, korumasız, çaresiz bıraktılarsa onun bir sonraki adımı olan İslam ümmeti kavramına vurmakla gerçekleştirmek istiyorlar.
-Türklerin İslam’la bağlarını koparmak için Araplardan bağlarının kesilmesi gerekiyordu koparttılar,
-Arapların hilafetle bağlarının koparılması gerekiyordu, hilafeti Türkleştirdiler ve kaldırdılar ve de koparttılar.
İşte buna benzer bir üslupla başlarına dönem dönem bela olan İslam ümmeti kavramını kırmak istiyorlar.
Kâfirler, Batı memleketlerinde ve ulus devletleri çatısı altında yaşayan Müslümanları İslam ümmeti kavramından uzaklaştırmak, tamamen bireysel düşünmek ve yaşamak, birliktelik ruhunu oluşturacak her türlü fikir ve duygunun önünü köreltmek, kesmek adına Müslümanlara yeni bir rol biçmek istiyorlar. Bu hem İslam’a yeni giren Müslümanları kapsayacak ve hem de İslâm ümmetinden koparmak şeklinde bir proje olacaktır. Çünkü onlar şunu gördüler; İslam’a girmek veya Müslüman olmak beraberinde İslam ümmeti mefhumunu beraberinde getiriyor. Bu ortadan kaldırılamayacaksa bununun kontrolü, yönlendirmesi, pasifize edilmesi mutlak olarak kendi ellerinde olması gerek. Bir yerde ümmet kavramını dondurmak, üstüne kül serpmek, görünmez kılmak, etkisizleştirme projesidir.
Bu konuda sertleşmeleri ve sosyal hakları geri almaları, düşmanlıkları doğaldır, batının geçmişinde bu tür vakıalar çok olmuştur. Daha önce İspanya’da gerçekleştirdiklerinin bir benzerini uygulamaya koydular. Asimile olmayacaksa haklar tek tek alınmalıdır temelinden hareketle İslami yaşamlarına sekte vurulmaya başlandı. Örneğin; başörtü yasağı, kurban kesme yasağı, ezan yasağı, denetleme, Müslüman ailelerin çocuklarının ellerinden alınması, takip gibi.
Dolayısıyla batıda yaşayan Müslümanlar yeni sosyal haklar veya iyileştirme gibi durumlarla karşılaşma yerine sürekli baskıcı, hakları elinden alınmakla karşı karşıya kalacaklardır.
Batılı Müslüman olarak yaşamak sergiledikleri projelerine ekledikleri yeni bir projedir; Müslümanlar nerede yaşıyorsa oralı olması projesi… Yani Tanzanya’da yaşayan bir Müslüman Tanzanyalı Müslüman, Fransa’da yaşayan bir Müslüman Fransalı bir Müslüman, İngiltere’de yaşayan bir Müslüman İngiltereli, Amerika’da, Almanya’da vs. yaşayan Müslüman oralı olmalı. Ve bu ülkelerin benimsemiş olduğu İslam tarifi, anlayışı, sınırlamalar çerçevesinde Müslümanlara tanıdığı hayat biçimi/yaşam kendilerince tayın edilmeli ve benimsettirilmelidir. Bundan dolayı da Fransız İslam’ı, Amerikan İslam’ı, Almanya İslam’ı, Türk-İslam gibi söylemlerini çok duyarız. Bu Müslümanları İslam ümmeti kavramından kopartıp dış meselelerden, alakalardan, sorumluluklardan, Müslümanların İslami bağlarından kopartılması demektir. Yani Batı nizamları altında yaşamaya razı olmuş ve o toplum içerisinde yaşayan Müslümanları ümmetin bütünlüğünden uzaklaştırmış, ümmetin ana meselelerini bir kenara bırakmış kısmî ve yerel problemlerle uğraşan ve sadece bireysel düşünen tesirsiz birer kişiliğe döndürmek istemektedir. Bu hilafeti yıkma projesinden sonra düşünülen, adım adım ilerleyen belki de en sinsi şeytanca bir proje ve düşüncedir. Hayatta etkinliği artırıldıkça İslam ümmeti üzerinde derin yaralar açacak, Müslümanlarda birliktelik ruhuna darbeler vuracak niteliktedir. Çünkü bu noktadan sonra İslam’ın değil batının rol biçtiği dini motiflerle yaşamak zorunda bırakılmış olacaklardır. Nasıl ki Türk-İslam (!) bir devlet projesi ise Avrupa İslam’ı da (!) batı ülkeleri kapsamında hayata geçirilmek istenen bir projedir. Bazı yerlerde ulus devletlerinin din anlayışına göre bir İslam tasarımı, Müslüman tanımı gündem konusu iken bazı yerlerde de batının çoğulculuk hürriyetler düşüncesi altında eritilmiş, bireyselleştirilmiş bir İslam ümmeti projesi adım adım güdülmektedir.
Bu bağlamda batı kendine göre tasvir ettiği ve kendisi ile barışık yaşayabilecek Müslüman portresi çizmeye başladı. “Muhafazakar kesim” betimlemesi. Son dönemler dikkat edilirse İslam ümmeti kavramı yerine bu kelimeyi Müslümanlar üzerinden çok duyarız. Bu kelime altında çok ayrıştırmalara gidildiği ortadadır. Radikal olmayan, sistemle barışık yaşayan vs. gibi birçok sinsi düşüncelerle donatılıdır.
Ancak İslam ümmeti mefhumu kolay kolay silinemeyecek bir temel üzerine kuruludur. Zira bağlayıcı temel yapısı İslam akidesidir. Ümmet bilinci Müslümanların nezdinde şu an için sarsıntılar geçirse de ufacık bir ateşlemede kendini gösterecek, hayat bulacak cinstendir.
Batının Müslümanlar üzerinde hilafeti yıkıp yerine ulus devletleri kurarak ümmeti farklı yönetim ve sınırlar içerisinde hapsederek nasıl güçsüz, korumasız, çaresiz bıraktılarsa onun bir sonraki adımı olan İslam ümmeti kavramına vurmakla, parçalamakla gerçekleştirmek istiyorlar. Yaşanan olaylardan yola çıkarak nasıl bir noktaya gelindiğine bir bakalım; Başta şunu açıkça belirtelim ki, İslam ümmetini tek ümmet yapan bağlı oldukları akidedir. Ve bu akideden neşet eden fikirler bütünlüğüdür. İslam ümmeti yeryüzünün en köklü ümmetlerindendir, o siyasi bir akideye sahiptir. Bundan dolayı da yeniden ümmet oluşumuna gitmez. O belli (İslami) kaideler üzerinden yeniden hayata dönüşünü gerçekleştirmek için çalışır. Köklü İslam ümmeti dendiğinde Kur’an’sız bir ümmet düşünemezsiniz, İslam ümmeti dendiğinde hadislerden kopuk sünnetten uzak bir ümmet düşünemezsiniz, İslam ümmeti dediğinizde İslam devleti yani hilafetten kopuk bir ümmet düşünemezsiniz. Bunlar İslam ümmetini İslam ümmeti yapan vazgeçilmez değerlerdir. Bunların dışında ne kadar birliktelik kurarsanız kurun İslam ümmeti birlikteliği olmaz. D 8’ler gibi, Arap Birliği gibi, Türki ülkeler birliği veya dil birlikteliği gibi.
İslam ümmeti kavramı köklerinden uzaklaşırsa Müslümanlarda birliktelik ruhundan uzaklaşır.
-Bir dönemler Filistin’de bir Müslüman öldürüldüğünde dünyanın her yerindeki Müslümanların protesto yürüyüşleri vardı ve şu an yerini sessizliğe bıraktı.
-Bir dönem Amerika ve müttefikleri tarafından Afganistan, Irak işgal edildiğinde dünyanın dört yanında ümmetin ateşli ayağa kalkışı vardı. Şu an Suriye’nin işgalinde ümmet sessizliğe gömüldü.
-Bir dönem İster İslam aleminde olsun ister batıda olsun Kur’an’a, Sünnete, başörtüsüne saldırı olduğunda İslam ümmetinin tek meselesi haline dönüşüp sahipleniliyordu. Şu an bu gibi sorunlar artık içselleştirilmiş, çok cılız kalan bireysel tepkilerin ötesinde bir karşılık bulmuyor.
Daha bunlara benzer birçok mesele İslam ümmetinin elinden alınmış vaziyettedir. Veyahut İslam ümmetinin meselesi olmaktan çıkartılmış, yöreselleştirilmiş, millileştirilmiş, bireyselleştirilmiş, toplumsal olmaktan uzaklaştırılmıştır. Milliyetçilik İslam ümmetinin saflarında çatlaklar meydana getirerek Müslümanların birliğini (Hilafet çatısı altında tek ümmet olarak yaşamayı) kökünden parçaladı, dağıttı ve onları kavimlere böldü.
Şöyle bir düşünün, tasavvur edin, zihninizde canlandırın; bu şekilde Myanmar (Burma) Müslümanlarının Pakistan Müslümanları ile ümmet bağı kopartılmış olacak, Fransa’da yaşayan Müslümanların Şam beldesinde yaşayan Müslümanlarla ümmet bağı koparılmış olacak, Türkiye’de yaşayan Balkanlarda yaşayan Müslümanların nidalarına sessiz kalacak, hiçbir Müslüman diğer bölgedeki Müslümanın duygularına ortak olamayacak. Yanı başında bir Müslümanın başörtüsü çekilirken, öldürülürken onun meselesidir deyip çekip gideceksin!
Batıda camilerin yakılmasına seyirci kalmak, başörtüsüne uzanan elleri görmemek gibi. Hatta öylesine ki; batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar İslam ümmetinden olmalarına rağmen meselelerde millileştirilerek Faslıların, Türklerin, Pakistanlıların camisi veya ayrı ayrı sorunlar şeklinde hayat bulmaktadır. İslam aleminde bunun başka bir benzeri yaşanmıyor da değil.
Bunun etkin bir uygulamasını Suriye meselesinde gördük. Batı ve onun yerli işbirlikçileri ümmet kavramından uzak bir düşünceyi beyinlere kazıdılar. Suriye’de mücadele verenleri ümmetin bir ferdi değil de bölgesel cihadisler olarak lansa ettiler. Fransız, İngiliz, Alman, Belçika, Amerikan vs. cihadisleri ilan edilerek bizzat İslam beldelerindeki hain yöneticiler tarafından o ülkelere iade edildiler. Bunun yanı sıra öldürüleceği bile bile Çin zaliminin ellerine Müslümanlar teslim edildi.
İslam ümmeti kavramının içinin boşaltıldığı, dağıtıldığı bir dönemdeyiz.
Oysa İslam böyle bir düşünceyi, ameli, yaşam biçimini/tarzını asla kabul etmez. Bir Müslüman Almanya’da, Amerika’da, Fransa’da, İngiltere’de veya dünyanın herhangi bir köşesinde yaşıyor olabilir. Fakat bu onu Fransız Müslümanı, Belçika Müslümanı yapmaz. O bölgede yaşayan İslam ümmetinin bir ferdi olarak yaşamını sürdüren kişi olarak kalmasından uzaklaştırmaz. Aynı şekilde İslam aleminde olsun veya diğer bölgelerde olsun ümmet sorumluluğunu üzerinden asla kaldırmaz.
Batı nizamları içerisinde bu meseleye ait çözümler bulunmadığı için sorunu Müslümanlar ve taşıdıkları düşünceden kaynaklandığını ileri sürüyor ve bu sorunu bünyesinde kendi ürettiği sapık düşüncellerle çözme yoluna gidiyor.
Oysa bu sorunların kaynağı İslâmî hayat tarzı ve gerektirdiği hususlar ile Kapitalizm hayat tarzı arasında bulunan farklardan kaynaklanmaktadır. Mesela; yiyecekte sadece yemek değil bunun yanında helal yiyecek olması, giyecekte sadece üzerine bir şey atmak değil, tesettüre riayet olması, öğrenimi sadece öğrenim değil, öğrenimin inkarcılıktan arınmış olması gibi.
Ümmet konusu da böyledir. Batıda İslam ümmeti olmak üzerinde durulmaması gereken yalın bir şey değil ki bizde batının bir ümmeti olduk diyelim. Ümmet olmak doğal olarak inançla bağlantılı olduğu için kimin, neyin ümmeti olduğumuz etraflıca düşünülmelidir.
Müslümanlar kimliksiz değildir ve kimlik ikileminde yaşayamaz. O kimliğini inandığı akidesinden alır ve o kimlik Müslümanları diğer insanlardan ayrı bir ümmet yapar. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ
“…size Müslüman adını veren O’dur…” (Hac 78)
Ayrıca ayrı bir ümmet olduğumuzu Allahu Teâlâ şöyle beyan etti:
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ
“Böylece biz sizi, insanlara şahid olmanız için vasat bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde şahid olsun…” (Bakara 143)
Bundan dolayı ümmet vakıamız İslam’dan uzak düşünülemez. İslam düşüncesinden uzak bu mesele olarak ele alınılır ve düşülürse (Allah korusun) kaybedenlerden oluruz.
İslam ümmetini evlatlarından bir kısmı maalesef batının bu tuzağına düşmüştür. İslam ümmeti duyguları yerini batı bireysel yaşam duyguları almıştır. Bunun neticesinde yaşadıkları memleketlerin meselelerine adapte olmaya, onların siyasi hayatlarında yer almaya, batının hayat tarzına göre İslam ümmetinin meselelerini yalnızca batıda yaşayan Müslümanların meseleleri görüp o hayat ve düşünce tarzı içerisinde çözmeye, ilgilenmeye meyletmiş durumdadırlar. Bu minval üzere dernekler, cemiyetler kurdular. İşin daha garip tarafı bu kişiler İslâm memleketleri veya diğer bölgelerde ümmetin genel sorunları ile ilgilenenleri ayıplamaya, hor görmeye, her şeye karışmakla suçlamaya başladılar.
İslam ümmeti birlikteliğine yürüyen, davet eden, ilgilenen insanları gerçekçi olmayan, hayalist kişiler olarak nitelemekten de geri durmuyorlar. Bazen de bu kişileri geçici duygularına teslim olmuş kişiler olarak vasıflandırıyorlar. Batının düşünce safında yer almayan, kendi düşünceleri dışında olanlar siyasi cahillikle, çağdaş olmamakla da itham edilmektedir. Dahası batıda yaşayan veya batı hayat tarzına teslim olan bir kısım Müslümanlar kendilerine bir üstünlük payı çıkartıp, haddi aşarak İslâm beldelerinde yaşayan Müslümanları hor görmeye ve onları küçümsemeye başlamışlardır. İslam’la, İslam ümmeti düşüncesi ile bağdaşmayan bu düşünce elbette tasvip edilemez. Bu hususta Müslümanlar Rasûlullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’den rivayet edilen şu hadisi hatırlamak zorundadırlar:
“Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulüm edemez, rezil etmez ve horlamaz. Müslümana şer olarak kardeşi olan Müslümanı horlaması yeterlidir. (İbni Hanbel) Ayrıca Rasûlullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in şu sözü de vardır: “Benim ümmetim yağmur gibidir; Onun ilki mi yoksa sonumu hayırlıdır. (İbni Hanbel)
Müslüman her nerede olursa olsun birbirlerine karşı İslam ümmeti mefhumunu parçalayacak davranışa yönelmeleri İslam’a ve şerî hükümlere aykırıdır. İslam ümmeti olmaları hasebiyle şerî hükümler her Müslümana nerede olursa olsun birçok sorumluluklar getirmiştir. Batıda olmak, İslam beldeleri dışında bulunmak muhalefet etmek veya ümmetin sorunlarından uzak durmak anlamına gelmez. Mesela;
“Kim (halifeye) verdiği biatı çekerse kıyamet günü Allah (cc)’ın karşısına hüccetsiz olarak gelir. Kim boynunda bir halifeye biat bulunmadan ölürse cahiliyye ölümü üzerine ölür.” (Müslim) hadisi hiçbir bölge ayrımı yapmadan bütün ümmeti kapsar.
Halifenin bulunduğu zaman nasıl ki ona karşı gelmeyi haram kılıyorsa halifenin bulunmadığı zaman da onu tekrar ikame etmeyi farz kılıyor. Batıda yaşamak İslam hükümlerinden soyutlanmak anlamına gelmez. Buradaki çağrı Müslümanların genelini kapsar. Eğer bu amel için harekete geçilmezse tüm Müslümanların üzerine büyük günah terettüp eder. Hadiste geçen “kim” sözcüğü umum ifade ettiği için batıda yaşayanı da içerisine alır. Cahiliye ölümünden kurtulmak için ister İslam diyarında olsun ister batıda olsun Kitap ve Sünnet ile insanları yönetecek halifeyi ikame etmekle ümmetin geneli yükümlüdür.
İşte batı bu gibi yükümlülükleri İslam ümmeti mefhumunu kırarak Müslümanların ellerinden almak istiyor. Allah’u Teâlâ’nın hükümlerini yeryüzünde tatbik etmekle ilgili sorumluluk İslam ümmetiyim diyen herkesi bağlar.
Batıda olmak İslam ümmeti olmayı terk etmek, ümmetimizle olan bağlarımızı kopartmak demek değildir. Bizler batıda yaşan Müslümanlarız fakat batının Müslümanları değiliz, bu bilinçte olunması gerekir. Onun içinde batının kendi kimliği ile Müslümanları sahiplenmesi veya Müslümanlara kendi sınırları dairesinde bir İslam sunması veyahut ta Müslümanlara kendince tasarladığı bir İslam’la motife etmesi asla kabul edilir bir durum değildir. Bundan dolayıdır ki Batıda yaşayan Müslümanların öncelikli olarak İslam kimliğini korumaları ve ortaya koymaları gerekir.
Evet, nasıl ki Hilafetin yıkılışı ile İslam ümmetini İslam beldelerindeki yönetimlerce terk edilmişliği/sahipsizliği beraberinde getirmiş ise Batı memleketlerinde yaşamak ta buralarda yaşayan Müslümanların İslam beldelerindeki yöneticilerle terk edilmişliğini/sahipsiz bırakılmasını beraberinde getirdi. Sadece tabiyet taşımak yetmiyor. İslam ümmeti olarak Müslümanlar batıda yalnız bırakıldı. Batıda da her ne kadar kimi ülkelerin pasaportları taşınıyor olsa da onları koruyan, savunan, haklarını gözeten bir sahipleri yoktur.
Sahipsiz kalmak İslam ümmetinin ortak meselesidir ve bunu çözecek olan da yine İslam ümmetinin kendisidir.
Batı memleketlerinde yaşayan Müslümanlardan bu memleketleri Dar-ül İslam’a çevirmeleri için çalışma yapmaları elbette istenmez. Bundan dolayı da batıda yaşayan Müslümanlar İslâm beldelerinde İslâm otoritesini tesis etmek için faaliyet gösterenlere yardım eder, onlara destek olur. Bu da ancak gölgesinde emin adımlarla yürüyecekleri, İkinci Râşîdi Hilafet devletini kurmak için çalışan güçlü, siyasî hizbin saflarına katılmakla olur. Batıda yaşayan Müslümanlar İslam fikirlerini Batı memleketlerinde yaşayan Müslümanlara, İslâm memleketlerinden gelen ziyaretçilere ve hatta kâfirlere taşıyarak bu görevi icra ederler. Burada şu yanlış anlaşılmasın; yaşadıkları bölgedeki özel sorunlarla ilgilenmeyecek veya bunlara çözüm aramayacak demek değildir. Elbette insan olmaları ve insanlarla yaşamaları bazı sorumluluklar ve sorunlar getirecektir. Başörtüsü, kurban kesme meselesinde olduğu gibi. Burada yapılması gereken ortaya çıkan müşküllerini İslam’a göre çözmenin yollarını aramalı ve ayrıca İslam ümmetinin bir parçası olduklarını unutmamalarıdır. Yani İslam otoritesine geçiş için yapılan çalışmalara, davetlere batıdan izin alarak veya onların arzularına uygun bir yönetim isteyerek değil, şer’i hükümleri gözeterek hareket etmeleridir.
Sonuç olarak Batıda yaşayan Müslümanlara yönelik bu ümmet bilincini vermek gerekir. Batı diyarlarında yaşamak İslam ümmetinden ayrışmayı getirmiyor. “Yöresel İslam ümmeti” diye bir şey yoktur. Bilakis İslam ümmeti olarak birbirlerine daha çok bağlanmak ve davalarında ortak olmayı gerekli kılıyor.
Batıda da olsa onurlu izzet, şeref ve kuvvet sahibi olmak ancak İslam ümmetinin tekrar izzet, şeref ve kuvvet bulmasıyla mümkündür. Eğer, Müslümanların genelini kapsayan bir Hilafet devletleri olursa o zaman her nerede olursak olalım sorunlarımızı çözecek, savunacak ve bizlere, İslam ümmetine sahip çıkacaktır.
Medine bu noktada İslam Ümmeti varlığının İslam tarihinde bir dönüşümün adıdır. Medine alakaların, sosyal bağların, siyasal oluşumların kan bağına, ırk, akrabalık ve buna bağlı kabilecilik anlayışının yerine tek bir dini inanca dayalı ümmeti birliği anlayışını getirmiştir. Vahiy seyrinde dini bir sıfata bürünmüştür. Daru’l İslam dendiğinde Müslümanların Kur’an ve Sünnet’i esas alarak kurdukları ve üzerinde yaşadıkları yer olarak İslam ümmetini koruyan ve barındıran bir devletin varlığının olduğu ülke karşımıza çıkar.
Böyle bir devlet olmayınca İslam ümmetinin nerede olursa olsun meselelerini çözmek kolay değildir. Batıda Habeşistan vari rahat ortamlar olabilir fakat bu İslam ümmetinin sorunlarının çözüldüğü veya çözüleceği anlamına gelmez. Bugün batıda yaşayan Müslümanlar birçok sosyal uygulamalarda sıkıntı yaşıyor. İslam hakimiyeti gölgesinde yaşamak, o imkanlara kavuşmak çok farklı ve ayrı bir şeydir.
Sonuç olarak köklü bir geçmişi olan İslam Ümmeti kendisi için yeni bir ümmet düşüncesi ortaya koyacak değildir. Çünkü Müslümanlarda belli bir siyasi akide vardır. Onda ümmet olmakla alakalı belli kaideler vardır ve ümmette bu mevcuttur. Sadece ümmetin bu kaidelere geri dönüşünün yolları açılması gerekir. İslam ümmetinin bu dönüşü sağlayacak, İslam ideolojisini hayat nizamı olarak kabul eden kitlelere ihtiyacı vardır.
Bu alanda yapılacak çalışmalara yönelik hem bir örnek ortaya koymak ve hem de İslam ümmeti kavramının anlaşılmasına bir katkı sağlamak temennisiyle bu tür çalışmaların teşvik edilmesini diliyoruz.Nitekim Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ
“…Eğer din için sizden yardım istenirse onlara yardım etmeniz gerekir…” (Enfal-72)
Ancak bu durumda tek bir ümmet yani İslam ümmeti olduğumuzu ortaya koymuş olur, her yerde saygınlığımızı, sahipsiz olmadığımızı bütün devletlere kabul ettirebiliriz.
İşte o zaman İslam ümmeti olmanın onuru ile yaşarız ve hiçbir gücün aramıza girmesine yol vermeyiz. Bugün içerisine düştüğümüz bölünmüşlükten kurtulur, kardeşine karşı duyarsız kalmaktan geri durmayız.
Dolaysıyla İslam ümmeti olarak birbirimizle olan bağlarımızı daha sıkı bir şekilde düğümlemeli, her nerede olursak olalım sırtsırta vererek bu sorunların üstesinden gelmek için mücadele verelim Allah’u Teala şöyle buyurdu:
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا
“…Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse en büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab-71)
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allâh’a îmân edersiniz…” (Âl-i İmrân, 110)