Allah bir beldeyi yok etmek isterse oraya melekleri gönderir, Melekler ya rabbim burada filan salih kimseler var der, Allah önce ondan başlayın yok etmeye der, melekler sebebi nedir diye sorarlar o kişi marufu emredip münkeri nehyetmezdi neme lazımcıydı, bane neciydi, kimseye yardım etmezdi hep kendini düşünürdü, der ve onlardan başlayın yok etmeye der. İste bugün gelinen nokta.
“Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.” (Yunus, 10/44)
Şüphesiz ki Allah, yarattıklarından herhangi birine, günah işlemediği halde ceza vererek zulmetmez. Fakat insanlar, Allah’ın gazabını icabettiren günahları işleyerek kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. Allahu Teala bu âyet-i kerimede iman etmeyenlerin bu hallerinin kendi suçlarından kaynaklandığını beyan etmektedir.
“Ey kullarım; ben zulmü hem kendime hem de kullarıma haram kıldım. Siz de birbirinize zulmetmeyin…” (Müslim, Birr, 55, No: 2577)
Biz Müslümanlarda olması gereken vasıf bu sekil olması gerekirken malesef öyle değildir.
(Ey ümmet-i Muhammed) “Siz insanlar için (insanlığın saadet ve selâmeti için seçilip) çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. (Çünkü siz) iyiliği emreder kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Siz) Allah’a inanıyorsunuz.” (Ali imran 110)
Bu ayet-i celilede ise emr-i bil maruf nehy-i anil münker yapanların insanlar arasından seçilmiş en hayırlı kimseler olduklarının faziletini bildirilmektedir.
“Onlar Allah’a ve âhiret gününe iman ederler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Hayır işlerinde de birbiriyle yarış yaparlar. İşte onlar sâlih (olan kimse) lerdendir.” (Ali imran 114)
“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin velileri (dost ve yardımcıları) dır. (Bunlar insanlara) iyiliği emrederler, (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlar var ya Allah onlara merhamet edecektir. Çünkü Allah, Azîz ve Hakîmdir.” (Tevbe 71)
Bu ayet-i kerimede de iyiliği emretme, kötülükten vazgeçirme, mü’minin vazgeçilmez bir vasfı olarak beyan edilmektedir. Mü’minlerin aksine münafıkların ise kötülüğü emrettikleri iyilikten de alıkoydukları aynı sürenin altmış yedinci ayetinde haber verilmektedir.
Konu ile alâkalı olmasına rağmen yanlış anlaşılan Maide Sûresi’nin 105. ayet-i celîlesine dikkat çekmek isterim. Meali şöyledir
“Ey iman edenler! Siz nefislerinizi (kendinizi) ıslah etme(y)e bakınız. Siz doğru yolda olduğunuz zaman sapıtanlar (yolunu şaşıranlar) size (hiçbir şekilde) zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide 105)
Kendinden başkasını görmeyen bazı Müslümanlar şeri hükümleri bilmediği halde bu ayeti delil kabul edip başkaları ile ilgilenmeyi görev kabul etmezler. Siz kendinize bakın, kendi nefsinizle ilgilenin, başkasına karışmayın, beni sokmayan yılan bin yaşasın… gibi ifadelerle kendilerini teselli ederler. İyi de o yaşayan yılanın bir gün seni de sokmayacağını ne ile garanti ediyorsun.
“Rasûlüm! De ki: “Yaptıkları ameller yüzünden en çok zarara uğrayacakları haber verelim mi? Onlar, güzel şeyler yaptıklarını zannetmelerine rağmen, dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşa giden kimselerdir. ” (Kehf 103-104)
Ben evimde İslam’ı yaşıyorum ya. İmansızlık, ahlaksızlık, fuhuş, küfür, fısk u fücur bütün bu illet ve hastalıklar bana hiçbir şekilde zarar veremez. Ya, “Zina en korkunç bir şekilde yaygınlaşmış bir hale gelmiş ise de ben yapmıyorum ya, içki su gibi tüketiliyorsa, dünya sıralamasında nerede ise ikinci sıra da yer alsak bile önemli değil, çünkü ben içmiyorum ya, ben kendimden sorumluyum. Başkalarının durumu beni hiç de ilgilendirmez.” diyen bir kısım Müslümanlar yanlış anladıkları için bu ve benzeri ayeti kerimelere sığınıyorlar. Dünyada yaşarken iyi işler yaptıklarını sanmaktadırlar, fakat âhirete vardıklarında o amellerin hepsinin boşa gittiğini ve kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağını göreceklerdir.
İbn Cerir Taberî (r.a) söyle diyor: “Bu ayet-i celile hakkında yapılan te’villerin, söylenen sözlerin en isabetli ve en sahih olanı Hz. Ebu Bekir’den gelen şu rivayettir: Bir gün bu ayetin tefsiri hakkında konuşulurken Hz. Ebu Bekir (r.a) ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
“Bu ayeti okuyorsunuz fakat manasını yanlış anlıyorsunuz. Ben bir gün peygamber Efendimiz (s.a.v)’in yanında idim ve şöyle buyurduğunu duydum “İnsanlar zulmü (isyan, fısk u fücuru) görür ve o zulmü yapan insanları o kötülükten vazgeçirmezlerse çok yakın bir zamanda Allah’ın azabı onlara umûmileştirilir. (Genelleştirilir, ilahî azab hem kötülüğü yapanlara hem de seyirci kalıp engel olmayanlara müştereken ulaşır.)”
Bu hadis-i şerifin dayanağı da Enfal Sûresi’nin 25. ayet-i celilesidir. “Öyle bir fitneden korkun (sakının) ki; o fitne gelecek olursa sadece o fitneyi çıkaranlara isabet etmez, o fitneye göz yumanları (duyarsız kalanları) da içine alır.”
İbnü’l Mübarek (r.a) ayetin “Siz nefsinizi koruyun, siz kendinize bakın.” bölümündeki nefsinizden maksat bütün Müslümanlardır diyor. Yani “Ey Müslümanlar! Siz birbirinizi koruyun, birbirinizle ilgilenin, birbirinize karşı marufu emr, münkerden de nehyetme görevini icra edin.” demektir. Çünkü Müslümanlar bir vücut gibidir. Tıpkı “Siz kendinizi öldürmeyiniz” ayetinde olduğu gibi burada da “Ey mü’minler! Siz birbirinizi öldürmeyiniz.” demektir. Ama Müslümanların durumu hiçte yukarıda geçtiği gibi değildir.
Bu ayet ve hadisler ışığında.
Bugün insanlığın özelde ümmetin geldiği noktaya bir bakılım neler oluyor. Dünyada içgüdü ve uzvi ihtiyaçlar Âdemde neyse bizde de aynı. Değişenler ise duygular, fikirler, düşünceler, değişik olduğu içindir ki insanlar geleceğine umutla bakamıyor kurtuluş için umutları yok olmuş olduğu halde ağlanacak halimize gülüyoruz. Sorumsuz yaşadığımıza göre ya deliyiz ya vurdumduymaz bir haldeyiz. Bütün İnsanlarda olduğu gibi özelde ümmet ile yaradanı arasında Büyük bir uçurumlar olmuş bütün değerleri yok olmuş herkes kendini deli yerine koymuş ağlanacak hallerine gülüyor. Deli olmuş olsaydı en azından kalem kalkardı ama bütün insanlık deli değil özelde Müslümanlar vurdumduymaz neme lazımcı bir toplum olmuşuz. “Bir dahamı geleceğiz dünyaya” mantığı hâkim olmuş bütün insanlara, özelde Müslümanlarda dünya sevgisi mal, mülk, para, şöhret, makam her şeyin önüne geçmiş hayra da şerre de güler geçer olunmuş, ağlanacak halimize güler olmuşuz. Sonunda helal haram düşünmez olmuş “ver Allah’ım yer kulun Allah’ım” olmuş nasıl olsa Allah affeder fikri hakim olmuş, nasıl olsa namaz kılar oruç tutmaz oruç tutar namaz kılmaz sonrada Allah affeder, Haftada birde olsa Cumaya giderim, ramazan ayında da oruç tutarım birde kuran hatmedersem hocada camide biraz gaz verir iste kolay yoldan cennet ne kolay değil mi? Her haltı yiyin için Allah affeder. Dahası var bizde cennete götüren uydurulmuş geceler, hurafeler çok, o gecelerde Allah cc. herkesi affeder mantığı hâkim olmuş. Müslüman kendisinin kurtulacağını sanki garantiye almış. Kısacası “her haltı ye nasıl olsa Allah affeder” ve “haram ama” mantığı olduğu sürece yok olmaya mahkûm Müslümanlar. Böyle gider de kendi kimliğine yani fıtratına dönmez ise Müslümanlar bu zilletten kurtulamazlar. Çünkü Müslümanlar kendilerine uymadılar İslam’ı kendilerine uydurdular. Müslüman kendi kimliğini unutmuş, Kardeşini, ailesini unutmuş Müslümanın derdiyle dertlenilmez olmuş. Aileler yok olmuş. Bir başkasına nasihat ederken kendimizi unutur olduk, başkasına talkın, verirken nasihat ederken biz kendimizi unuttuk. Bizim dünyaya geliş gayemiz Allah’a kulluk yapmak iken, biz kulluğu unuttuk dini parçalara ayırdık, dinin ruhaniyetini alırken siyasetini bıraktık, dini Allah’a siyaseti şeytana verdik. Sonrada mutluluk öylemi bekleyelim bakalım. İşte ağlanacak halimize güler olduk. Dini işimize geldiği gibi yorumladık işimize geldiği gibi menfaatimize geldiği şekilde aldık. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rezillik; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba uğratılmaktır. Allah yaptıklarınızdan asla habersiz değildir. (Bakara 85)
Siz insanlara iyilik yapmayı emredip kendinizi unutuyor musunuz? .Halbuki ilâhî kitabı da okuyup duruyorsunuz. Hiç aklınızı çalıştırmıyor musunuz? (Bakara 44)
Resul (sav) şöyle buyurmuştur:
İnsanlara iyiliği öğretip onunla amel etmeyen âlimin misali insanları aydınlatıp kendini yakan çıranın misali gibidir. Peygamber Efendimiz, bu hususta şu ibretli hâdiseyi haber vermektedir:
Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkep gibi döner durur. Cehennem halkı onun başına toplanır ve:«–Yahu sen dünyadayken iyiliği emredip kötülükten sakındırmaz mıydın?» diye sorarlar. O da:
«–Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, kötülüklerden sakındırırdım, fakat kendim yapardım» der.” (Müslim, Zühd 51; Buhârî, Bed’ü’l-halk 10)
Sistem bütün insanları değirmenin taşı gibi döndürüp dururken insanlar morfinlenmiş haline dahi güler olmuş. Bütün ahlaksızlık moda olmuş parayla fuhuş yapan fahişe olurken filim sahnelerinde fuhuş ve ahlaksızlık yapanlar sanatkâr olmuş. Anlayışlar farklılaşmış kısacası; nerden nereye, kimdik kim olduk, izzetli iken zillette duçar olduk, ağlanacak halimize güler olduk.
Müslümanın yaşantısı şu içinde bulunduğumuz zelil hayat olmaması gerekirdi. Evet, tagutların hâkim olduğu kokuşmuş hayat olmamalıdır. Zillet içinde olmak, hakir olmak, zelil olmak, sefil olmak insanlık için özelde Müslümanlar için ne acı şeydir. Ey Müslümanlar size ne oluyor da aydınlık ve nur dolu hayattan kaçıp da karanlıklarda, bataklıklarda saadet ve huzur arıyorsunuz. İzzet dururken zillete koşuyorsunuz. Müslim’in rivayeti şöyledir:
Resûlullah (sav) ashâbının durumuyla ilgili bir haber alınca şöyle bir konuşma yaptı:
“Cennet ve cehennem gözlerimin önüne serilip bana gösterildi. Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim. Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” (Müslim, Fezâil 134) buyurdu. Resûlullah’ın ashâbına bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar. Bu hadis, Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyetinin açıklaması mahiyetindedir:
“Artık kazandıkları işlere karşılık az gülsünler, çok ağlasınlar” (Tevbe sûresi 82)
İşte bugün insanlar küfrün bataklığında kendilerini mutlu sanırken gerçekte mutlu değillerdir. Zillet içinde Herkes mutlu gözükmeye çalışıyor kendi kendilerini kandırıyorlar. insanlık at gözlüğü takmış önünden başka yeri görmüyor. Toplumla bağı kopmuş kimseleri görmediği için kendini mutlu sayıyor. Çünkü insan mutluğu bilmiyor. Mutlu olan insanları tarif edersek iste örnek. Sahabeyi kiram Onlar Allah tarafından gönderilen bir kitaba, ilahi bir şeriata ve hukuka sahiptiler. Hayatlarında, siyasetlerinde ve insanlarla ilişkilerinde gelişi güzel hareket etmezlerdi. Mümininlerin öylesine geniş, öylesine kapsamlı, öylesine derin, öylesine yüce, öylesine güzel, öylesine mutlu bir hayatları vardı.
Bugün ise Müslümanlar ne kadar mutlu olabilirler ki kültürleri batıdan, tahsilleri batıdan, yasaları, kanunları, giyimleri, nerdeyse ibadet şekillerini de batılılar belirliyorlar. Bütün değer ölçüleri batıdan yani kafirlerden işte bunca kötü durumdayken bile bir Müslüman mutluluktan bahsediyorsa kendini ve akidesini bir daha kontrol etsin. İste aşağıda geçtiği üzere kafirlerin hayatlarından bir farkı var mı bugün Müslümanların, zaten vakası ortada degil midir. Müslümanların özenle baktıkları, taklit ettikleri küffarın durumunda özendirici bir şey olmadığı halde Müslümanlar batılı olmak için neler feda ettiklerine bir daha baksınlar.
Onun yanında inanmayanların dünyaları, küçük, sönük, düşük, değersiz, karanlık ve mutsuzluk içindedir. Çünkü küfür nizamı; cahilliğin, yanlışlığın ve zulmün kaynağıdır. Bugün olduğu gibi küfür düzeninde de insanlar ağlayacakları hale güler oldu. Gerçekten büyük bir hüsrandır. Hem de ne hüsran. Gerçekte mutluluk arayan Sahabeler İslam’a girmekle cahiliyetin, küfrün tüm örf ve adetlerini, dünya görüşünü, İslam öncesi hayatın değerlerini arkalarında bırakıyorlardı. Kişi İslam’a girdiği andan itibaren hayatında yepyeni bir sayfa açıldığının bilincindeydi ve ona göre hareket ediyordu. Kelime-i şehadet, tüm şirk ve cehaletten soyutluyordu onları. “işte mutluluk ve huzuru İslam’da buldular, ağlarken güler oldular. Çünkü cenneti kazanmışlardı. Onun içindir ki bir Müslüman mutluluk arıyorsa İslam’a dönmesi bütün değer ölçüleri İslam olması gerekir.
Evet, bir insan mutluluğu arıyorsa fıtratına dönmesi, yaratılış gayesini bilmesi gerekir, çünkü mutluluk ancak Allah’a kulluk edilirse mutlu olunur aksi takdirde kendini kandırırsın. Tarih bunlara şahitlik ediyor.
İşte, asri saadet devri denen devirde insanlar varlıklı değillerdi ama çok mutlu ve saadetli idiler. Neden kitap ve sünnete tabi oldukları için bütün amellerinde Resul (sav)’i örnek aldıklarından dolayıdır. Bugün bütün insanlar özelde Müslümanlar bunlardan uzaklaştılar ne kadar varlık ve refah içinde olduklarını söyleseler bile mutlu ve huzurlu değillerdir, mutlu gözükmeye çalışılmaktadır. Ne kadar mutlu gözükmeye çalışmalarda huzurun ve mutluluğun İslam’da olduğunu bilmelidirler çünkü İslam bir hayattır, mutluluktur. İnsanlığın tekrar mutluluğu İslami hayat ile olacaktır. Bundan sonra mutluluk inşallah 2.rasidi hilafetledir. Maalesef bugün Müslümanlar yapmadıklarını söylemektedirler.
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? (Saf 2)
Biz Müslümanlar olarak kendimizdeki hataları görmeden başkalarının hatalarını görür olduk, marufu emretmek yerine münkeri işleyenlere sahip çıkar olduk, evet bütün halimize nedamet edeceğimiz tövbe edip Allah’a döneceğimiz yerde hala ısrarcı olmak nedir. İşte buna ağlanacak hale gülmek denir. İşte Müslümanlar gerçekten mutlu ve huzurlu bir yasam düşünüyorsa hem dünyasını hem ahiretini kurtaracak olan 2. rasidi hilafet olmazsa olmazlardandır. Yoksa İslam’a iman, aktif ve harekete geçirici bir gerçektir. Amel, ihsan şeklinde insanın pratiğinde kendini gerçekleştirmeye çalışmadan insanın kalbinde ve vicdanında yerleşip duramaz. İşte İslam’ın iman anlayışı budur.
Hareketsiz ve sönük halde beklemesi müminin içinden dışa çıkıp dışında kendini göstermeden gizli kalması mümkün değildir.
Eğer iman bu doğal hareketini sağlayamıyorsa ya zayıftır ya da ölüdür. Tıpkı kokusunu içinde tutamayan çiçek gibi.
Nasıl ki çiçekten kokunun yayılması doğal ise imanda da hareketin olması doğaldır. Yoksa iman yok demektir. İşte bugün İslamiyet’ten önceki konumdayız.? Müslümanlar İslam’ın sancağı ile insanların önderleri durumuna gelmişlerdi.
Daha sonra ümmet bu sancağı bıraktılar ve kendilerini küffar toplumunun en arkasında buldular. Artık bütün Müslümanlar fıtratına dönmez ise hüsrana ve yıkıma doğru yol almaktadır.
İblis, “Öyle ise beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım” dedi. (Araf 16)
Ve nihayet Hilafet devleti yok edilince bütün sancaklar şeytanın elinde, Müslümanların elinde ise tek bir Allah sancağı bile yok, küffarın artıklarıyla geçinmeye çalışmaktadırlar.
Tüm yetkiler batılın, küffarın elinde artık. Hakkın bir hükmü bile yok. Bütün hükümler sapıklığın, karanlığın demokratların, laiklerin ateistlerin elindedir.
Aralarında hidayet ve aydınlığın tek bir savunucusu bile yok. Kurtuluşun tek bir sancağı bile yok! Yeryüzünde 2 milyar Müslüman’ın olduğu söylendiği halde bulunduğumuz vaka ortadadır.
Oysaki Allah’ın hükümleri ise halâ yerlerde durmaktadır. Onu kaldıracak ümmeti beklemektedir, iyiliğe, hidayete, yararlı şeylere ve kurtuluşa doğru yol alacak ümmeti beklemektedir.
Bu yeryüzündeki kazancın ve hüsranın durumudur. Tekrar O sancağı taşıyacak hayır, hidayet ve felah yolunu gösterecek ümmeti beklemektedir. Ama ümmetin hali ortadadır. İslam ümmetinin vakasına basiretle bakan bir kimse, İslam ümmetinin izzetini, şerefini, kaybettiğini, alçak kâfirlerin boyunduruğunda yaşamını sürdürdüğünü, Rahmet ve hayır kaynağı olan İslam risaletinden uzak bir yaşamda olduğunu görmemezlikten gelemeyecektir.
İşte ümmetin halini birde Seyit kutup tan dinleyelim;
Ancak, imanî düşünce, varlığın yorumu, insan varlığının gayesi, hayat düzeni ve yasaları, ahlâk ve gidişat metodu gibi konularda insanlara başvurmak… Evet, Resulullah’ın rengini değiştiren ve yüce Allah’ın Müslüman ümmeti sonucundan sakındırmasına sebep olan bu konuların en basitinde bile onlara başvurmaktır. Bu da apaçık küfürdür. İşte yüce Allah’ın Müslüman ümmete yönelik direktifleri dururken, O’nun yüce Resulünün pratik önderliği varken Ancak kendi kendini Müslüman zanneden bizler, bütün samimiyetimizle Kur’an ve hadis anlayışımızı müsteşriklerden ya da talebelerinden alıyoruz. Bir de bakıyoruz ki varlık ve hayat hakkında felsefemizi ya da düşüncelerimizi şundan bundan veya Yunan, Roma, Avrupa ve Amerikan felsefe ve filozoflarından almışız. Ya da hayat düzenimiz, yasalarımız ve kanunlarımız o kaynaklardan gelme. Bakıyorsunuz ki, tavırlarımız, davranışlarımız ve ahlâkımız İslâm ruhundan soyutlanmış ve madde uygarlığının zirvesi bu kokuşmuş bataklıktan alınma… (Hangi dinden söz ediyoruz?
Ömer hayyam’ın dediği gibi.
Bir elde kadeh, bir elde kuran;
Bir helaldir işimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman.
Sonra da -vallahi aynen böyle- kendimizi Müslüman zannediyoruz. Bu zannın günahı açık küfürden daha ağırdır. Çünkü biz, Müslümanlık iddiasında bulunmayanın yaptığından daha fazla bu dini zayıflatıp ona kötü örnek oluyoruz. İslâm bir hayat metodudur. Gerek itikadi düşünce açısından, gerek hayattaki bütün ilişkileri düzenleyen kanunlar açısından ve gerekse siyasî, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dayandığı ahlaki kurallar açısından kendine özgü belirgin özellikleri bulunan bir metottur. Ve bu metod insanlığa önderlik için gelmiştir. O halde insanlığa önderlik yapabilmesi için bu metodu hayatında tatbik eden bir kitlenin varlığı kaçınılmazdır.
Daha önce söylediğimiz gibi bu kitlenin, herhangi bir konuda kendi hayat metodundan başkasına başvurması önderliğin tabiatıyla çelişmektedir. Geldiği gün insanlığın iyiliği için gelmiştir bu metod. Aynı şekilde bugün, yarın bu metodun hükmetmesi için çaba sarf eden davetçiler de insanlığın iyiliğini istemektedir. Fakat durum bugün daha bir önem arz etmektedir. İnsanlık bugün bu sapık düzen ve metodların elinden çekeceğini çekmiştir. Rabbim bizleri yine önceden olduğu gibi izzetli, onurlu, vakarlı, kâfirlere karşı şiddetli, Müslümanlara karşı mütevazı mutlu ve huzurlu bir yasam bahşetsin ki mutlu ve huzurlu olalım oda ancak kitap ve sünnetle amel etmeye bağlıdır. Onun içindir ki huzur ancak İslam’dadır gerisi yalan ve sahtekârlıktır.
Evet, bugün ve yarının mutluluğu, İnsanlığın hayatında yüklendiği rolü yerine getirmesi ve bir kez daha insanlığı kurtarabilmesi için bütün özelliklerini koruması gereken İlâhi metoddan 2. Raşidi hilafet devletinden başka bir kurtarıcı yoktur.
Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin! (Hasr 10)
Allah razı olsun
Çok güzel anlamlı makale idi