Home / News / YAZARLAR / Tahir Şanlı / BAKIŞLARI İSLAM’A ÇEVİRMENİN YOLU…1
islam devleti default

BAKIŞLARI İSLAM’A ÇEVİRMENİN YOLU…1

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ BAKIŞLARI İSLAM’A ÇEVİRMENİN YOLU… -Birinci Bölüm- Tahir Şanlı İnsanlar havaya, suya ihtiyaç duyduğugibi kendisini hayatta huzurlu kılacak, adaleti sağlayacak düzen ve ortama da ihtiyaç duyar. Öyle ki bu ortamı yakalayabilmek için hayatını feda etmekten çekinmez. Ancak bu arzunun ortaya çıkışı süreklilik arz etmeyip sıkıntılı dönemlerde daha çok yansır. Aradıkları şeyin hayatlarına güvence verecek, onun varlığı ile kendilerini emin hissedebilecekleri bir güç odağı olması lazımdır. Bunun için de insanlar bakışlarını belli noktalara çevirirler. Bu tarihte de böyle olmuştur günümüzde de…

Kalkınma ve cahiliyetten kurtulma sahih bir ideoloji ile gerçekleşir. Bakışlarını bulunduğu halden kurtulmaya çeviren insanların önlerinde iki seçenek vardır. Ya semavi bir bakış veya insan aklının ürünleridir. Netice de bakışlara yön veren sahih kalkınma vahiy kaynaklıdır.

Geçmişte de insanlar gününüz sorunlarından farklı sorunlarla karşı karşıya değillerdi.  İnsan olmaları hasebiyle sorunların kaynağı aynıdır. Karşılaştıkları sorunlarda değişik eşya ve üslupların olması sorunları farklı kılmaz. O günkü inkarcılıkla bu günkü inkarcılık arasında fark yoktur. O gün yontma taşlara tapanlar bu gün tunçtan yapılmış heykellere tapmaktadır. O günkü zulümle bu gün yapılan zulüm arasında da fark yoktur. O gün inananlar ateş kuyularına atılırken bugün havadan atılan çeşitli bomba türleri ile kavrulmaktadır.

İnsanlar her türlü uğradıkları zorlukları atlatabilmek, sorunlardan kurtulmak, zulümleri üzerlerinden uzaklaştıra bilmek için ya kendi yöntemlerini kullanmışlar veya kendilerine çıkış yolu gösterecek, Allah’tan vahiy getirecek peygamberleri beklemişlerdir. Musa Aleyhisselam kavmi ile iki ölüm arasına sıkıştığında (arkasında firavun ve ordusu, önünde Nil nehri) AllahuTeala’nın ona yol göstermesi gibi. AllahuTeala şöyle buyurdu:

وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى

“Biz Musâ’ya şöyle vahyettik. Kullarımla geceleyin Mısır’dan yola çık. Asanı vurarak denizde onlara kuru bir yol aç. Firavun’un size ulaşmasından ve boğulmanızdan endişe edip korkmayın.”(Ta-ha 77)

Peygamberler bu gibi hallerin yanında gönderildikleri kavimlere Allah’tan aldıkları vahiylerle hidayeti de göstermişlerdi. Allahu Tela şöyle buyurdu:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ

“Şüphesiz biz Musa’yı, «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat» diye ayetleri­mizle göndermiştik.” (İbrahim 5)

Ayrıca kendilerini karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan elçilerin gelişi de haber verilmişti. Allahu Tela şöyle buyurdu:

أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ لاَ يَعْلَمُهُمْ

“Sizden önceki Nuh, Ad ve Semudkavmi ile Allah’tan başkasının bilemeyeceği onlardan sonrakilerin haberi size gelmedi mi?..” (İbrahim 9)

Yine Allahu Tela şöyle buyurdu:

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, Muhammed’i oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir kısmı gerçeği bildikleri halde gizlerler.” (Bakara 146)

Başka bir ayeti kerimedeAllahu Tela şöyle buyurdu:

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ

“Yanlarında ki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye (Muhammed’e), o ümmi peygambere uyanlar. O peygamber ki onlara iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar…” (Araf 157)

Kur’an’da geçen birçok ayetler gösteriyor ki, Tevrat ve İncil’de Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in peygamber olarak geleceği ve özellikleri bildirilmiştir. Ayette geçtiği gibi, önceki kitaplarda böyle bir bakışın varlığından bahsedilmektedir.  Onun için bakışlar bir peygamberin gelmesi yönünde kilitlenmişti. Fakat zamanlaması ve kimin peygamber olacağı hiç kimsenin malumu değildi. O bilgi Allah indinde idi. Ancak geçmiş peygamberlerin ve Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in de geliş süreçlerine bakıldığında zamanlaması toplumların fesada uğrayıp küfrün yeryüzünde yayıldığı dönemlere denk gelmektedir.

O dönem halkın her kesiminin bir peygamberin geleceğini biliyor olması ve bir peygamber beklentisi içerisinde olmaları bu meseleye vakıf olduklarını gösterir. Ayrıca ortam o kadar bozulmuş, fesat o kadar yayılmıştı ki insanlar insanlıklarını kaybetmişlerdi. Öyle ki; kız çocuklarını diri diri toprağa gömme noktasına gelmişlerdi. Katmerleşen meselelerine çözümler üretmekte aciz kalıyorlardı. Her çözüm diye sundukları onlara başka sorunlarla kat kat geri dönüyordu. Buradan anlıyoruz ki; acizlikleri, çaresizlikleri dolayısıyla bakışlar bir peygamberin gelmesi noktasında odaklaşmıştı.

Her türlü şirkin, isyanın, fesadın yaygınlaştığı cahiliye döneminde dikkatler artık bir peygamberin gelmesine çevrilmişti.

Peygamberliğin ne demek olduğunu ve onun Allah’tan bir vahiyle, bir müjdeyle geleceği bazı kişilerce bilinmekteydi. Fakat bilinmeyen bir şey vardı oda; insanlığın kurtuluşuna vesile olacak peygamber ne zaman, nerede ve kimlerden çıkacaktı. Beklenen süreç içerisinde gelecek olan peygamber hakkında işaretler de tek tek ortaya çıkmaya başlamıştı.

Cahiliye düzeninin o tozlu bulutlu havasından çıkıp, yeniden yeryüzüne adaleti getirecek peygamberi beklerken herkes, gelecek olan peygamber hakkında da kendi aciz akıllarınca misyonlar ve sıfatlar yüklemeye çalışıyorlardı. Yahudiler kendilerinden bir peygamber çıkmasını beklerken müşriklerde atalarının dinine dokunmayacak bir peygamber beklentisi içerisindeydiler. Fakat hepsinin de bakışlarında ortak oldukları nokta bir peygamberin gelmesidir. O dönem bilginler, kitap ehlinden olan alimler yok değildi. Zamanın kitap ehli olan bir kesim peygamberin geleceği ile alakalı bu bilgileri gizliyor, hakikati halktan saklıyorlardı.Belki bu korkuları gelecek olan peygamberi koruma amaçlı veyahut ta konumlarını sarsacak olmasından kaynaklanmaktadır. İşte onlar Hristiyan papazlar ve hahamlar peygamberlik konusunda bazı bilgilere sahiptiler. Bunun bir örneğini şu hadise ortaya koymaktadır:

Peygamberlik gelmeden önce EbûTâlib beraberinde (geleceğin peygamberi) Muhammed Sallallahu aleyhi Ve Sellem ve Kureyşli bir kaç adam ile Şam’a hareket etti. Bahîra şehrinin papazına vardıklarında orada konakladılar… Papaz… “Bu âlemlerin Efendisi, Âlemler­in Rabbinin elçisidir. Allah bunu âlemlere rahmet olarak gönderecek­tir.” dedi… Ben omuz başının aşağısındaki elma gibi olan Peygamberlik mühründen de tanırım.” dedi. Sonra… Muhammed (gölge olamayan tarafa) otu­runca ağacın gölgesi ondan tarafa kaydı. Papaz bunun üzerine, “ba­kın ağacın gölgesi ona doğru kaydı” dedi. Rahip Muhammed Sallallahu aleyhi Ve Sellem’in başucuna dikilip ‘Allah aşkına bunu Rum diyarına götürmeyim Çünkü Rumlar bunu görünce sıfatından tanıyıp öldüreceklerdir.” diyordu.(BeyhakîDelâil 2/124 HakimMüstedrek 2/616 Tehzibü Tarihi Dımışk 1/269. Taberi 2/278. Tirmizî 5/230 H. 3620 )

Bu hadisenin devamında Rum diyarından gelen bazı kişilerden ve bu kişilerin öldürme amaçlı geldiklerinden bahsedilmektedir…

Bu işaretleri daha önceki gönderilen kitaplar yolu ile bilmeleri, papazların meselleri çözmede aciz kalışları, dinlerinin tahrif olmuşluğu, toplum üzerinde etkinliklerinin olmayışı, bozulmuşluğa çare üretememeleri bu beklentiyi doğrular niteliktedir. O gün var olan devletlerde (Roma, Çin ve İran) insanları kalkındıracak bir şey yapamamaktadır. Çünkü bozulmuşluktan kurtulmanın yolunu gösterecek olan ancak AllahuTealadır. Allahu Tela şöyle buyurdu:

وَعَلَى اللّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَآئِرٌ وَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ

“Doğru yolu bildirmek Allah’a aittir…” (Nahl 9)

Yeryüzünde bu misyonu yerine getirecek olansa O’nun peygamberidir. Allahu Tela şöyle buyurdu:

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُواْ إِذْ جَاءهُمُ الْهُدَى إِلاَّ أَن قَالُواْ أَبَعَثَ اللّهُ بَشَرًا رَّسُولاً

“Onlara hidayet geldiği zaman; insanları inanmaktan alıkoyan, sadece: Allah peygamber olarak bir beşeri mi göndermiştir? demeleridir.” (İsra 94)

Nitekim peygamberlik geldiğinde Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellemolanları eşi Hz. Hatice’ye anlattı o da Hz. Peygamber’in karşılaştığı durumu amcası Varaka b. Nevfel’e anlattı. İlahî kitaplardan haberdar olan Varaka; “Ona gelen, daha önceki peygamberlere gelen Cibril-i Emindir, O peygamberdir. Keşke kavmi onu bu şehirden çıkardığı zaman hayatta olsam da ona yardım etsem” dedi. (İbnHişâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225).

Buradan anlaşılıyor ki, peygamberliğin şekli ve nasıl vahiy aldığı da Varaka gibiler tarafından bilinmekteydi. Hatta güç sahibi olacağı da bu bilgileri arasındadır. Bu gibi kişiler bu mesellere vakıf oldukları halde toplumu aydınlatmak için girişimde bulunmamışlardır. Veya kendilerinde böyle bir yükümlülük hissetmemişlerdir. Olsa idi durum farklı olurdu. Bunu da şuradan çıkartıyoruz: Eğer toplum Varaka gibilerin peygamberlik hakkındaki bilgilerine sahip olsa idi bir melek beklentisi veya iddiası olmazdı, en azından insanlar içerisinden bir kesim peygamberin etrafında hemen toplanı verirdi. Buradan anlaşılan; demek ki gelecek olan peygamber veya peygamberlik hususunda, bu misyonu yükleneceklerin olması, bu fikri yayacak, bu fikir etrafında toplanacak kitlesel bir çalışmanın varlığı söz konusu değildir.  

Dikkat edilirse, bakışların çevrildiği noktada peygamberliğe itiraz yok fakat peygamberliğin vasfı konusunda bir kargaşa vardır. Bu ister inkarlarından dolayı olsun isterse bilememelerinden kaynaklansın ilk etapta bu şekilde bir peygamberliği kabullenememişlerdi. Sonra kendi aralarında düştükleri şirkin dışında ortada dolanan bir din vardı. Fakat bu din temsili bir güç olarak ortada yoktu. Hanif dini üzere olanlar buna bir örnek teşkil eder.

Câ­hi­li­ye dö­ne­min­de, her tür­lü sa­pık­lık­tan ve put­pe­rest­lik­ten yüz çe­vi­rip Hakk’a yö­ne­len, Haz­ret-i İbrahim’in dinine bağ­lı ka­la­rak yal­nız bir olan Allah’a ina­nan kim­se­le­re de ha­nif de­nir­di. Va­ra­ka bin Nev­fel, Ab­dul­lâh bin Cahş, Os­man bin Hu­vey­ris, Zeyd bin Amr, Kuss bin Sâ­ide gi­bi zatlar, ha­nif­ler­den bazılarıdır. Es­mâbint-i Ebî Be­kir Ra­dı­yal­lâ­huan­hü­mâ der ki:

“Zeyd bin Amr’ın ayak­ta di­ki­lip sır­tı­nı Kâ­be’ye da­ya­ya­rak şöy­le de­di­ği­ni işittim: “Ey Ku­reyş ce­ma­ati! Val­lâ­hi ben hâ­riç hiç­bi­ri­niz İbrahim -aley­his­se­lâm-’ın dini üze­re de­ğil­si­niz!” (Bu­hâ­rî, Me­nâ­kı­bu’l-En­sâr, 24)

Kabullenememelerini, daha sonra peygamber olarak gelen Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’dentalep ettikleri isteklerinden anlıyoruz. Kendi hallerine fark atacak veya bu iddiayı geçersiz kılacak, gerçekleşmesi onlara göre imkansız olan istekte bulunmaları ve ResulullahSallallahu Aleyhi Ve Sellem’inde vasfını ortaya koymak için mucizeler göstermesi buna açıklık getiriyor.

Peygamberliğe karşı çıkan kesim arasında gücünün elden gitmesinden korkanlar da vardı. Oysa peygamberler o günün şirk temsilcisi olan kafirlerin sultasını/gücünü yıkmakla da vazifelidirler.

Ayrıca peygambere karşı çıkanlar peygamberin İslam’ı temsil eden güç olarak ortaya çıkmasına razı değillerdi.  Yani dini temsil eden gücün ortaya çıkması sulta sahiplerini endişeye sevk etmişti. Bu gücün tümden elden gitmesinden korktukları içinde güç paylaşımı teklifinde bulunuyorlardı. Müşrikler;

“Biz senin ibadet ettiğine ibadet edelim, sen de bizim taptıklarımıza tap…” dediler.(İbnHişâm, I, 362; Taberî, II, 337.)

Nitekim ResulullahSallallahu Aleyhi Ve Sellem onların bu tekliflerine karşı şöyle diyordu:

“Ya Allah, bu dini hâkim kılar yahut ben bu uğurda canımı veririm.”
(İbniHişâm, Sîre: 1/474)

Gayet açık bir şekilde peygamberlik her dönem ve her kesimce bilinen bir meseledir. Günümüzde kapitalistler, komünistler, laikler, ateistler ve diğerleri de peygamberliğin ne demek olduğunu gayet iyi bilmektedirler. Çünkü bu kesimlerin de peygamberlik hakkında yazdıkları ve konuştukları malumdur. Dönem dönem sahte peygamberlik iddiasında bulunanlar olmuştur. Bunlardan meşhur olanı Müseylimetü’l-Kezzâb’tır. Hazreti MuhammedSallallahu Aleyhi Ve Sellem‘e bir mektup göndererek; “Allah, peygamberlikte beni sana ortak kıldı.” demiş ve “dünyayı aralarında paylaşmayı” teklif etmişti.

Peygamberlik vakıası toplumda yerleşmeye başlarken ResulullanSallallahu Aleyhi Ve Sellem bakışları Allah’tan gelen vahye çevirmiştir. Böylece İslam onların gündemine oturmuştur. Allah’tan aldığı vahiyle o günün her türlü düşünce ve fikirlerine meydan okuyor, onları Kur’an’ın karşısında acze düşürüyordu. Yani peygamberle ortaya çıkan temsili güç, fikri güç, olarak insanlar arasında yayılmaya başlıyordu. Böylece bakışlar İslam’a yönelmiş, kabul edenlerin sayısı sürekli artmıştır.

Peygambere yönelen bakışların İslam’a olan bakıştan ayrı bir yönü yoktur. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’inpeygamberliğini kabullenmek İslam’ı kabullenmektir. Çünkü o İslam’ı temsil eden güçtür. Peygamberi kabul etmek onun getirdiklerine hiç şek duymadan iman etmektir. Bu peygamberin vefatı sonrası içinde böyledir.

Hz. Ömer RadıyallahuAnh olayı bu hususa açıklık getirmektedir. Hz. Ömer, kılıcını çekerek:

“RasûlüllahSallallahu Aleyhi Ve Sellem ölmemiş, bayılmıştır. Kim Muhammed öldü derse, boynunu vururum” demişti. Buna karşılık zihinlerde kargaşaya geçit vermeyen şu açıklamalara bakalım:

İbn-i Ümmi Mektum âmâydı. Mescidin son cemaat mahallinde;

وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ

“Muhammed ancak peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim böyle geriye dönerse, Allah’a zarar vermiş olmayacaktır.”(Ali İmran 144)ayetlerini okuyordu.

O esnada Hz. Ebu Bekir mescide girdi. Hz. Ömer ayakta, hiç oturacak halde değil!.. Ebu BekrRadıyallahuAnh; “Otur artık, ey Ömer!” dedi. Cemaati de susturdu ve; “Ey insanlar! Sizden kim Muhammed’e itaat ediyorsa iyi bilsin, Muhammed ölmüştür! Sizden kim de Allah’a ibadet ediyorsa hiç şüphesiz o diridir ve ölmez!..” (Buhari, İbnHişâm 4/305)

ResulullahSallallahu Aleyhi Ve Sellem’in vefatından sonra da bakışların İslam dışına çıkmasına müsaade edilmemiştir. Bakışların korunmasında Kur’an (ki bir güç olarak/mucizevi yönü ile sürekli kalacaktır), Sünnet/Risalet ve hilafet tavizsiz ve etkili bir şekilde sahabe zamanında korunmuştur. Herhangi bir durumda dikkatler bunlara çevrilerek sapmakta olan bakışların önü kesiliyordu. Dönem dönem kaymalar olsa da bakışları toparlayan fikri güç devreye giriyor ve temsili güç olan hilafet sorunlara çözüm getiriyordu. Bu durum ta ki İslam ümmetinin fikri zafiyete uğramasına kadar sürdü. 

Bu zafiyet ki onlara Hilafet gibi İslam’ın hayatta varlığını temsil eden müesseye mâl olmuştur.

Devamı var…

 

Ayrıca...

Merhamet Kaynağımız Sadece İslam Olmalıdır -2-

-İnsanlara nispet edilen merhamet: İnsanın içgüdülerinde zalimliğe yönelik meyiller olduğu gibi merhamete yönelik meyillerde vardır. …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir