Şam İkinci Kez Fethedilmeyi Bekliyor. Şam’ın ilk fethi Ömer (r.a.)’na nasip oldu, tekrarı inşallah bizlere nasip olur!! Şuan itibarı ile Şam’da samimi Müslümanların dört gözle beklediği ikinci Raşidi Hilafet Devleti’nin, ilk fethi ikinci Raşid Halife olan Ömer (r.a.)’na nasip oldu. Günümüzün konumu ve müslümanların azminin tekrardan ivme kazanabilmesi umudu ve arzusu ile ashabın bu büyük zaferini, yani Biladu Şam’ın (Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin, kısmen Irak’ın batısı ve Türkiye’nin güneyi) fethini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Akabinde bunun tekrarını, hemde daha güçlü ve üstün başarılarla dolu bir şekilde, bizlerede nasip olma olasılığını sizlere hissettirmeye çalışacağım biiznillah.
Şam’ın fethi, hicretin 14. yılına, yani miladî 636 tarihine tekabül ediyor. Resulullah (s.a.v.)’in vefatından dört yıl ve Ebu Bekir (r.a.)’ın vefatından ise iki yıl sonra. Ömer (r.a.) hilafete gelişi ise henüz iki yıl olmuş. İslam orduları, Suriye (Ürdün, Lübnan, Antakya), Irak, Filistin ve Mısır cephesinde Muaviye’nin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, aşere-i mübeşşereden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah’ın kılıcı Halid b. Velid (r.a.) komutasında zaferden zafere koşuyor. Yapılan tüm fetihlerin oluşumuna ve fethedilen devletlerin konumuna bakıldığında insanın hayretler içerisinde kalmaması mümkün değil. Yine zamanlamasına bakıldığında ve özellikle iki üç koldan gerçekleştirilen fetihlerin hızına bakıldığında yine insanın tüylerinin diken diken olmaması mümkün değil.
Evet, o günün veya daha doğrusu son bin yılın süper güçlerinden bahsediyoruz. Öncelikli olarak Bizans imparatorluğundan kısaca bahsetmek istiyorum. Ardından Pers imparatorluğundan bahsedeceğim.
Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu), Roma İmparatorluğu‘nun miladi 395’te Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla ortaya çıktı. Başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu 5. yüzyılda Germen kabilelerinin İtalya‘yı istila etmesi sonucu yıkıldı.
Merkezi Konstantinopolis (bugünkü İstanbul) olan ve Bizans İmparatorluğu da denen Doğu Roma İmparatorluğu ise, bin yılı aşkın süre varlığını sürdürdü. Bizans’ın ortaya çıkışı, Roma İmparatoru I. Constantinus‘un başkenti, Roma’dan bugünkü İstanbul‘a taşımasıyla da yakından ilişkilidir. Roma İmparatoru I. Konstantin (Büyük Konstantin), 330‘da imparatorluğun başkentini eski Yunan kenti Byzantion‘a (Bizans) taşıdı ve yeni başkente, Constantinus’un kenti anlamına gelen Konstantinopolis (Constantinopolis) adını verdi. Büyük Konstantin, Roma’dan senatörler ve yüksek memurlar getirterek Konstantinopolis’te yeni bir yönetim oluşturdu ve kenti yeniden imar etti. Roma çok tanrılı olmasına karşın, Konstantinopolis‘i bir Hıristiyan kenti yaptı ve kendisi de bu dini benimsedi. İslam orduları Bizans İmparatorluğunun birçok önemli merkezlerini ele geçirmiş olsada, onların başkenti olan Konstantinopolis’i (İslambolu, bugünün adı ile İstanbulu) ele geçiremiyorlar. Konstantinopolis, Resulullahın müjdesine mahzar olabilmek icin, 674-678 yıllarında müslümanlarca birçok kez kuşatıldıysada fethedilemiyor. Bu büyük fethi, 1453 yılı Fatih Sultan Muhammed’e nasip oluyor.
Pers imparatorluğuna gelecek olursak. Bu imparatorluğunun bir başka adı ile Sasani imparatorluğu milattan once 651 yılına tekabül ediyor. İmparatorluğun sınırları bugünkü İran, Irak, Ermenistan, Afganistan, Türkiye‘nin doğu bölgesi (Büyük İran olarak bilinen bölge), Suriye‘nin bir kısmı, Pakistan, Kafkaslar, Orta Asya ve Arabistan‘ın tamamını kapsıyordu. Ordularının içerisinde bulunan özel yetiştirilmiş askerlerden ötürü etrafındaki devletlere korku salmayı başarmıştır. Bu birime ölümsüzler adı verilmiştir. Ölümsüzler Ahameniş İmparatorluğu‘nun tüm şehirlerinde sportif yarışmalarla seçilirlerdi. Bu seçilen kişiler atletik ve uzun boyluydu ve güçlü askerler olabilmek için 2 yıl boyunca özel beslenir ve tüm dünyadan gelen ustalardan kılıç, okçuluk, binicilik, eğitimleri alırlardı. Savaş sanatının bütün inceliklerini öğrendikten sonra, denemek amacıyla, uzak bölgelerde 2-3 yıl daha savaşlara katılıp, usta birer savaşçı olarak, bu birliğe katılırlardı. Bu askerler mızrak, balta, kılıç, hançer, ok, yay, kalkan kullanırdı. Sayıları 10.000 kadardır. Zırh kullanmazlar.
Evet, bu iki büyük imparatorloğuna meydan okuma Resulullahın zamanında başlamış olsada, Sasani imparatorluğun tamamen yıkılmasına ve Bizansın ise çok büyük kayıplara sebeb olması dört Raşid Halife zamanında gerçekleşmiştir. Özellikle Ömer (r.a.) zamanında bu zirve bulmuştur. İşte Raşid Halifelerin hatta daha sonraki halifelerinde neredeyse başaramadıkları üstün başarı örneklerinden ve fetihlerinden kısaca bahsetmek istiyorum. Öncelikle Bizans’a karşı gerçekleştirilmiş üç fetihden ve daha sonra ise Perslere karşı gerçekleştirilen iki fetihten bahsedeceğim. Fetihlerin sıralaması şu şekilde olacaktır:
Bizans fethileri:
- Dımaşk (Suriye’nin başkenti Şam) Fethi
- Hımıs’ın Fethi
- Kudüs’ün Fethi
Pers (İrak/Iran) fethileri:
a) En-Nemarik Fethi ve Köprü Savaşı
b) Kadisiye savaşı ve akabinden gelen başkent Medain Fethi
1.Dımaşk Fethi:
Dımaşk (Şam’ın) fethi Ebu Ubeyde ve Halid bin Velid komutanlığında dört bir yandan kuşatma ile başlar. Bir rivayete göre 70 gün diğer bir rivayete göre ise altı ay kuşatılır. Yine İbn Asakir’e göre ise bu kuşatma Hicretin 14/635 yılında dört ay sürmüştür. Neticede bu kuşatma ve Hımıs’da bulunan imparator Heraklius’un buraya hiç bir yardımda bulunmamış olması halkı tamamen zor durumda ve umutsuzluğa itmiştir.
Bu arada Dımaşk halkının ve papazların müslümanlarla ilgili şu ilginç sözlerinden, onların müslümanlar karşısında manen ne kadar sarsılmış olduklarını gösterdiği gibi, islam fetihlerinde maneviyat yönünün de ehemmiyeti belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, halk idareciye hitaben: ‚ Ey efendimiz bunların küçüğü de büyüğü de, her biri on ve hatta yüz kişi ile savaşıyor.’ der.Ayrıca halkın artık ya teslim olmayı veya barışmayı tartışmaları üzerine yaşlı bir papaz onlara şöyle hitabeder:’ Ey insanlar! Allah’a yemin ederim ki, kitaplardan edindiğim bilgilere göre, eğer imparator bütün ordularıyle dahi yardımımıza gelse bunların (müslümanların) önüne geçemez ve onları engelleyemeyiz…’ Bu şekilde büsbütün umutları yok olan Dımaşk halkı artık müslümanlarla barışmaya karar verir.
Fakat bu barış konusu ve fıkhi açıdan sahabenin tartıştığı ilginç bir olay olur. Dımaşk surlarının şehre açılan küçüklü büyüklü çok sayıda kapısı bulunmaktadır. İslam ordusuda ayrı ayrı komutanların emrindeki askeri birliklerle farklı kapıların önünde olmak üzere savaşmışlardı. Özellikle Ebu Ubeyde ve Halid bin Velid bulunduğu kapılar önem arz ediyordu. Lakin iki komutanın aralarında bilgi kopukluğundan ötürü şöyle bir ilk yaşanmış oldu. Halid hristiyanların noel kutlaması sebebi ile kapıdaki askerlerin dahi alkol içeceğinden emindi. Daha sonra akşam karanlığındanda istifade ederek Halid ve askerleri surları aşarak içeri girince şehri savaş haline düşmekten kurtarmaya çalışan Dımaşk’ın liderleri şu kararı verirler. Halid ve askerlerinin artık barış teklifi kabul etmesi mümkün olmadığından diğer kapıda bulunan Ebu Ubeyde’ye acilen başvururlar. Bu arada ikisi de birbirinden habersiz olduklarından Ebu Ubeyde sadece barışı bilmekte ve Halid de sadece savaş içerisindedir. Ancak her ikisi de şehrin ortasında karşılaştıklarında durumu kavrarlar, fakat iş işten geçmiş olur.
Dımaşk’ın fetih sonrasındaki statüsü konusunda iki görüş ileri sürülmüştür. Birinci görüş fethin barış antlaşmasıyla uygulanması görüşüdür. İkinci görüş ise savaş şartlarının geçerli olma isteğidir. Lakin bu ihtilaf Halife Ömer (r.a.) kararı ile sonlandırılır. Ömer (r.a.), Ebu Ubeyde’den yana tavır alır ve Dımaşk’a barış antlaşması geçerli olur. Halife Ömer’in Ebu Ubeyde’ye yazmış olduğu mektubun sözleri aynen şöyledir: “Ben seni Halid’in ordusuna amil (idareci) olarak görevlendirdim…Sizin Dımaşk’te üzerinde münakaşa ettiğiniz arpa, buğday gibi bütün gıda maddeleri müslümanlarındır. Altın ve gümüşse onlardan hem beşte birini (beytulmal) ve hem de müslümanların hisselerini veriniz. Halid ile olan anlaşmazlığınızda söz senindir. İdareci sensin. Senin yaptığın barış antlaşması doğrudur. Dolayısıyla Rumlar’a ait olan mallarını veriniz…”
2. Hımıs’ın Fethi:
Hımıs’la müslümanların barış antlaşması ve cizye karşılığında savaşmıyacaklarını teklif etselerde Hristiyan din adamlarının inat ve tassuplarından dolayı ilişkiler barışla neticelenmez. Hımıs halkının savaşmalarını emereden Heraklius ve patrikler onların şehir surları ile askeri hazırlıklara güvenmelerini isterler. Bir de Bizans güçlerinin halka empoze ettikleri bir husus vardır ki o da iklim şartlarına güvenmeleridir. Zira Hımıs, çevresine göre, özellikle kış şartları zor olan bir iklime sahiptir. Onlara göre kışın savaşıldığı taktirde bahara kalmadan Müslümanlar soğuktan donacak veya bir çoğunun ayağı kopacaktır. Zira Arabistan halkı, çöl iklimine göre giyinmiş olup bazı askerlerin ayağında hiç bir şey yoktur. Yalın ayak olarak da kışın savaşamıyacaklarını düşünen Hımıs’lılar vur kaç taktiği ile adeta Müslümanlara karşı gerilla savaşı verirler. Fakat günlerce süren bu kuşatma esnasında sözkonusu iklim şartlarından Hımıs’lılar daha fazla etkilenirler. Bazısı yalın ayakla savaşan Müslümanlar ise bu şartlardan onlar kadar etkilenmezler. Daha sonra Hımıs’lılar daha fazla dayanamayarak Dımaşk fethinin şartlarını talep ederler. Ebu Ubeyd’de bu taleplerini geri çevirmez ve onlarla barış antlaşması yapar.
Hımıs fetihden sonra büyük yerleşim birimleri olarak sırası ile Halep ve Antakya’da fethedilir.
3. Kudüs’ün fethi:
Kudüs’ün fethi kansız ve barış antlaşması ile gerçekleşir. Lakin diğer bölgelerde taleb edilmeyen bir husus burada istenilmektedir. Kudüs’ün önde gelen liderleri ve din adamları sadece Halife Ömer’e açılacağını dile getirirler. Daha önce Halid bin Velid ve Ebu Ubeyde’yi işaret ettilersede kabul etmezler. Daha sonra Ömer (r.a.) kısa bir istişareden sonra Ali (r.a.) vekalet vererek Şam’a gidme kararı alır. Nitekim kendisi el-Cabiye’de iken onu Halid bin Velid, Ebu Ubeyde, Yezid b. Ebi Süfyan gibi komutanların ipekli ve parlak elbiseler giydiklerini görünce yüzlerine toz toprak atmaya başlamıştır. Onları şımarmamaları konusunda uyarmıştır. Fakat onlar bunların savaş elbisesi olduğunu belirterek özür dileyince Ömer (r.a.) de hem özürlerini kabul etmiş ve hem de elbiselerine dokunmamıştı.
Daha sonra Halife Ömer’i gören Kudüs’teki Hristiyan din adamları onu tanımışlar ve şehrin kapısını kendisine açmışlardır. Böylece kansız bir şekilde Kudüs Müslümanların eline geçmiş olur.
Kudüs fethhinden sonra yapılan anlaşmada şu önemli maddeler yer alır:
- Kudüs halkının tamamına eman verilecek.
- Halkın canına, malına, kiliselerine, haçlarına, hasta veya sağlam olsun onların yakınlarına dokunulmayacaktır.
- Kiliseleri mesken haline çevrilemeyecektir. Ne kilise binası ve ne de çevresi yıkılmayacak ve bunlara herhangi bir zarar verilmeyecektir. Ayrıca içerisindeki haç gibi kutsal sayılan eşyalara da dokonulmayacaktır.
- Kimse dini inancından dolayı bir baskıya uğramayacak ve bu konuda kimseye bir zarar verilmeyecektir.
- Kudüs’e Yahudiler yerleştirilmeyecektir.
- Kudüs halkı da diğer şehir ahalisi gibi Müslümanlara cizye verecektir.
- Rumlar ve casusluk yapanlar şehirden çıkarılacak, ancak varacakları güvenli bir yere kadar canları ve malları emniyette olacaktır.
- Gitmek istemeyenler ise kendilerine eman verilecek fakat onlar da Kudüs halkı gibi cizye vereceklerdir.
- Kudüs halkından kendi rızasiyla Rumlarla beraber gitmek ve beraberinde haç, mabetlere ait kutsal eşyalarını almak istiyenlere de gidecekleri yere varıncaya kadar güvenlikleri sağlanacaktır.
- Çevredeki ziraatçılardan da isteyen Kudüs halkı gibi kalıp cizyesini verecek, isteyen de Rumlarla beraber gidecektir. Gidenlerden de dileyen geri gelerek yakınlarının yanına yerleşecektir. Bunlar zamanı gelip hasatlarını alıncaya kadar kendilerinden bir şey alınmıyacaktır.
a) En-Nemarik Fethi ve Köprü Savaşı:
Gelelim Sasani imparatoru ile yapılan savaşlara ve fetihlere. Öncelikli olarak şunu belirtmekte fayda var. Bizans orduları ile Pers ordularına karşı yapılan neredeyse eş zamanlı gerçekleşiyordu. Bundan dolayı ilk başlarda komutan ve asker sıkıntısı yaşandığından Halife Ebubekir’in vefatından sonra Halife Ömer’in ilk yapmış olduğu eylemlerden biri halkın cihada, özellikle Pers cephesine bu çağrı yapılmaktadır. Ömer (r.a.) yanında ise Pers savaşlarından ün yapmış Komutan Müsenna (r.a.) bulunmaktaydı. Üç gün arka arkaya bizzati Ömer (r.a.) cağırdığı halde kimse savaşa yanaşmaz. Dördüncü gün komutan Müsenna söz alır ve yapmış olduğu savaşlardan ve özellikle Pers ordularına karşı yaptığı başarılı savaşlardan bahseder. Ardından Ebu Ubeyd es-Sakafi adlı genç bir gönüllü ortaya çıkar. İşte bu müslüman genç, birçok sahabeninde içinde bulunduğu, Irak cephesinin komutanı tayin ediliyor.
İşte bu genç komutan Basra ve Kufe arasında bulunan En-Nemarik savaşını gerçekleştiriyor ve Perslilerin büyük bir yenilgiye düşmelerine sebeb oluyor. Ebu Ubeyd’in katıldığı birçok seferden galib olarak ayrıldıktan sonra Uhud harbinden beri Müslümanlar yenilgi yüzü görmedikleri ilk mağlubiyetlerine sebeb olmaktadır. Hicretin 13/634 yılında yenilgiye uğradıkları savaşın ismi ise tarihde Köprü Savaşı olarak geçmektedir. Aynı zamanda bu savaş Ebu Ubeyd’in şehadet şerbetini içmesine sebeb olmaktadır.
Ebu Ubeyd’in komutan olduğu ordu ile pers ordusu Fırat nehrinin iki yakasında karşı karşıya geldiler. Müslümanlar nehrin batı kıyısında bulunan ve Mervaha denilen mevkide karargah kurar. İranlılar da nehrin doğu kıyısında bulunan ve Kus en-Natif denilen yerde karargah kurarlar. Bu arada Ebu Ubeyd’in hanımı gördüğü bir rüyada kocasının bir bardak şerbet içtiğini görür. Bu rüyayı duyan komutan, bunu şehadet olarak yorumlar ve kendisinden sonra yedinci komutana kadar tayin eder. Bu komutanlardan ilk üçü kendi oğullarıdır. Yedincisi ise meşhur komutan Müsenna’dır. İşte bu düşüncelerle Ebu Ubeyd’de, hangi tarafın nehri geçeceği konusunda İranlı komutandan teklif alır. Bunun üzerine komutan, Ebu Ubeyd savaşın kaderini belirleyecek binlerce müslümanın canına mal olacak o aceleci kararını verir. Bu karara göre müslümanlar karşıya geçecektir. Diğer komutanların bütün israrına rağmen İran ordusunun kendilerine göre ölümden daha fazla korkusuz olmaması gerektiğini söyler ve kararından vazgeçmez.
Nihayet geçici bir köprü kurulur. Belazuri’nin bir rivayetine göre ise eskiden var olan köprü tamir edilir. Nehri geçen İslam ordusu ise o zamana kadar hiç kaşılaşmadığı bir durumla karşı karşıya gelir. Düşman ordusunda çok sayıda fil vardır. Zırhlı filler ve çok gürültü çıkaran çıngırakların seslerinden Müslümanların atları ürker. Asker ne kadar hücüma geçse de ürken atlar geri çekilir. Dolayısıyla bu olay savaşın da kaderini tayin etmiş olur. Zira çareyi attan inip piyade olarak fillerle savaşmakta arayan komutan bir kaç filin karnını yardıktan sonra büyük bir filin ayakları altında kalır ve şehit olur.
İslam tarihine geçen cesaret ve kahramanlık örneği olan bu olayda altı komutan arka arkaya şehit düşer. En son olarak sancağı alan tecrübeli komutan Müsenna, sağ kalan bir kısım askerin köprüden geçmesini sağlar.
Bu savaşta Müslümanlardan yaklaşık dört bin kişi şehit düşmüştür. Yalnız bunların önemli bir kısmı suda boğulmuştur. İki bin kişi sağa sola dağılmış ve Müsenna’nın yanında sadece üç bin kişi kalmıştır. İranlıların kayıpları da altı bin kişidir. Bütün bu felakete rağmen Müsenna’nın küçük Ülleys denilen mevkiye kadar düşmanı takip edip iki komutanı’da esir ettiği rivayet edilir.
c) Kadisiye savaşı ve akabinden gelen başkent Medain Fethi
Perslilere karşı yapılan en önemli savaşlardan biride hiç kuşkusuz Kadisiye savaşıdır. Bu savaşta Pers ordusunun başında Perslilerin en meşhur komutanı Rüstem bulunmaktaydı. Persliler onu çok güvendikleri için bu savaşın Persliler için bir dönüm noktası olacağından umud ediyorlardı. Fakat tam tersi oldu ve Rüstem’le beraber Pers ordusu çok büyük hezimete uğradı ve çok güvendikleri komutan Rüstem öldürüldü.
Rivayete göre bu gün ve gecede daha evvel şehid edilen iki bin beşyüz kişinin haricinde Müslümanlardan altı bin kişi daha şehit düşmüştür. İranlılardan ise daha evvel öldürülen on bin kişiye ilaveten on bin kişi daha öldürülmüştür. Perslilerin bu hezimeti karşısında başkent Medaine kadar kaçanlar olmakla beraber kaçamayanlar da olduğu belirtilmektedir. Bunlar da birbirine bağlanmış ve sayıları otuz bin civarında olan askerlerdir.
Bu zafer sonucunda büyük miktarda ganimet malı değerli silahlar ele geçirilir. Öyle ki, o güne kadar büyük bir kısmı fakru zaruret içerisinde olan Müslümanlar adeta ne yapacaklarını şaşırırlar. Bu malın çokluğunu İbn Kesir şöyle ifade eder: ‚ Müslümanlar sayılamayacak, tavsif edilemeyecek kadar ganimet malı ile silah elde eder.’ Daha sonra her zaman olduğu gibi beşte biri Medine’ye gönderilir.
Şimdi ise Sasani başkenti olan ve Kisranın yönetiminin merkezi olan Medain fethinden kısa bahsetmek istiyorum. Ömer (r.a.) Sasani imparatorluğunun sonu anlamına gelen Medain fethinde, komutan olarak aşeriyi mübeşşereden olan Sad bin Ebu Vakkas’ı görevlendirir. Müslümanlar Dicle’nin batı kıyısında bulunan Medain’e ulaştıklarında ve Kisra’nın sarayını gördüklerinde tekbirlerle sevinç gösterisinde bulunurlar. Bu sevinç tekbirleri Allah ve Resulunün müjdelerinin gerçekleştiği anlamına geldiğini söylerler.
İslam ordusunun Dicle’nin batı yakasında Medain ise doğu yakasında bulunmaktaydı. Bu nehri geçmeden şehre ulaşmak mümkün değildi. Ya bir köprü yapılacak – ki bu safhada mümkün değildi- veya nehir yüzülerek geçilecekti. Nihayet komutan Sad atlarla karşı tarafa geçme emrini verir. İslam ordusunun zayıatsız nehri geçişini gören Medainler, Kisra ile birlikte şehri terk ederek daha kuzeyde bulunan Hulvan’a doğru kaçarlar. Kisra’nın esas büyük hazinesi Nehrevan’da olmakla beraber Medain’de de önemli miktarda hazine malı vardır. Fakat bu hazinenin yarısı daha evvel Kadisiye zaferinde Müslümanların eline geçmişti. Medain’de kalan ikinci yarısı da şehrin ele geçmesiyle Müslümanların olur. Sarayda kalan İranlılar cizyeye tabi tutulduğu gibi kaçan halk da geri dönerek Müslümanlara teslim olur.
Evet tüm bu zafer ve üstün fetihlerin neticesinde Müslümanlar bir çok ırk, kültür ve dine mensup olan devletlere hakim oldular ve İslam dininin adaletini ve merhametini onlara bir fiil yaşattılar. Günümüzün acı tablosuna tekrardan dönecek olursak karşımıza ister istemez şu soru çıkmaktatır: “Müslümanlar geçmişte olduğu gibi günümüzdede bu üstün başarılara tekrardan imza atma imkanını fırsatını bulabileceklermi?’ Bu verilecek verilmesi gereken tek cevap kesinlikle “evet” olmalı. Nedeni ise biz Müslümanların umutsuz olmamızın haram oluşu ve her şeye kadar olan Allah (c.c.) vaadinin kesinlikle çok yakın olduğunu bilhassa İslam beldelerinin gözbebeği olan Biladu Şam’da şahit olmamak mümkün değil.
Şuan itibari ile Şam ülkemizin hem içinde hemde dışında dört bir koldan ikinci Raşidi Hilafet Devletinin ilan edilmemesi için mücadele edilmektedir. Lakin evvelcede dile getirdiğimiz üzere kafirlerin çabası ve uğraşı kesinlikle netice vermiyecektir ve Müslümanlar ilk önce Şam beldemizi daha sonra ise İnşaAllah tüm İslam alemini batının ve uşaklarının kirlerinden arındıracaktır İnşaAllah. Temennimiz odur ki biz Müslümanlar olarak bu üstün ve izzetli günlerin inşaasında tabiri caiz ise çorbada tuz tanesi olabilmektir.
Kardeşiniz: Mehmet Aydın
09.03.13