Home / News / OKUYUCUDAN / Makale / SURİYE’Yİ “İSRAF” ETMEYİN!
islam devleti default

SURİYE’Yİ “İSRAF” ETMEYİN!

SURİYE’Yİ “İSRAF” ETMEYİN! Mehmet Çetinbudak Müslümanlar, sahip oldukları her şeyi Allah yolunda, Allah’ı en çok razı edecekleri şekilde kullanırlar. Ellerindeki her şeyin kendilerine Allah tarafından verildiğini, bunların hepsinin asıl sahibinin Allah olduğunu unutmazlar. Fedakârlık yapmaları gerektiği zaman da sahip oldukları her şeyi Allah’ın emrettiği şekilde harcar, israf etmezler.

Sözlükte israf; haddi aşmaktır. Genel olarak israfın manası ise; “inanç, söz ve davranışta dinin, aklın ve örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal ve imkânları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı” ifade eder.

İnsanlığı her zaman ve herhalde itidale çağıran İslam, mensuplarını cimrilikten sakındırdığı kadar müsriflerden olmamayı emreder. Nitekim Rabbimiz; “Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez” buyurmaktadır ve sevdiği kulların tutacağı yolu şöyle duyurur: “(O kullar) harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik ederler. İkisi arasında bir yol tutarlar.”

Kur’ân-ı Kerim’de israf kavramının dört farklı alanda kullanıldığını görüyoruz:

1- Bazı ayetlerde israf; şirk, küfür, zulüm gibi terimlerle bağlantılıdır. Çünkü israf, din bakımından temel hakikat olan tevhid inancından sapmaktır. Allah Teâlâ hakkında ve diğer dinî konularda gerçek dışı iddialar ileri sürmekle kalmayıp İslam’a ve Müslümanlara karşı kibirli, inatçı, alaycı, kaba ve saldırgan olmayı ve yıkıcı tavırlar sergilemeyi kapsar.

2- Bir kimsenin isyankârlığa saparak günahlara dalmak suretiyle kendisine kötülük etmesidir. Mesela;“Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım!” seslenişi bu anlamdadır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.), bütün hayatını günah işlemekle geçiren bir kimsenin bu halini tarif ederken “israf” kelimesini kullanmıştır. İmam Nevevî bunu “masiyetlerde aşırı giderek meşru sınırların ötesine geçmek” diye açıklamıştır.

3- Bazı ayetlerde israf, dinde helal kılınmış nimetlerin haram sayılması veya masum bir kimsenin haksız yere öldürülmesi gibi dinin hükümlerine muhalefet etmek ve sınırları geçmek anlamlarında kullanılmıştır.

4- Bir kısım ayetlerde ise, kişinin kendine ait olan veya sorumluluğu altında bulunan mal ve imkânları gereksiz yere harcaması anlamında zemmedilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de kapsamlı olarak ele alınan israf kelimesi, zamanla anlam daralmasına uğramış ve genellikle kişisel harcamalardaki aşırılığı ifade eder olmuştur. “İsraf” ifadesi, umûmiyetle mal ve servet gibi maddî imkân ve kıymetler hakkında kullanılırsa da, bu onun ilk akla gelen sınırlı mânâsıdır. Hâlbuki israf, insanoğlunun haddini aştığı her husûsuşümûlüne alan geniş bir mânâyı ifade eder. Buna göre kulun, -her ne hususta olursa olsun- Allâh’ın koymuş olduğu ilâhî hudutların dışına çıkması, israftır. Yâni nîmeti boşa harcayarak ziyân etmektir.

Dinimiz, sahip olduğumuz imkânları Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olacak yerlere sarf etmeyi emreder.

İsrafın en kısa tarifi herhalde onun “zulüm” olarak nitelenmesidir. Bununla birlikte bir de israfın derecelendirilmesi yapılsa, herhalde en kötüsü, güçleri yetecek olmasına rağmen insanların Allah’a karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmemeleri, İslami hayatı yaşamamaları ve buna rağmen bu yaşamı başlatmak için çalışmaktan geri durmaları, dolayısıyla kendilerini ve diğer Müslüman kardeşlerini “israf” etmeleridir.

 

Değerli Müslümanlar! Unutmayalım ki Allah’uTeâlâ’nın kulları üzerindeki en büyük hakkı Tevhid’tir.

Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurur:

( Ben insanları ve cinleri sadece ve sadece bana ibadet etsinler diye yarattım ) (ZARİYAT.56)

( … Allah’a ibadet edin O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın… ) (NİSA.36.)

İşte bu ayet-i kerimeler insanoğlunun sadece ve sadece Allah’a ibadet etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak için yaratıldıklarını isbat etmektedir.

Allah Resulü (s.a.v)’in de bir hadisi şeriflerinde, insanlık tevhid için yaratılmış ve bunun, Allah’ın kulları üzerindeki en ciddi ve en önemli hakkı olduğunu bildirmiştir:

( … Muazİbn Cebel (r.a,) şöyle demiştir: Ben bir seferde Peygamberin bindiği Ufeyr denilen bir eşek üstünde Peygamberin arkasında idim. Peygamber (s.a.v)bana:

Ya Muaz ! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?diye sordu. Ben de:

– Bunu Allah ve Resulü en iyi bilendir, dedim. Resulullah(s.a.v) şöyle buyurdu:

Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na ibadet edip ve hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı da, kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir…)

BUHARİ: 6.C.2690.S. – TİRMİZİ: 4.C. 2781. N

İşte, gerek Allah’uTeâlâ’nın kerim kitabındaki Ayet’ler ve gerekse Allah resulü (s.a.v)’in zikri geçen bu hadisleri, insanın yaratanına karşı en büyük vazifesinin tevhid olduğu ve bunun da, Allah’ın kulları üzerindeki en büyük hakkı olduğunu bizlere anlatmaktadır.

Öyleyse hiç unutmamamız gerekir ki, şuurlu ve basiretli kimselerin Allah’a karşı kulluk kimliklerinde, tevhid akidesine uygun inanç ve ameller olmalıdır.

Rabbimizin kullarına lütfettiği bütün nîmetler O’nun rahmet, merhamet ve muhabbetinin âşikâr bir nişânesidir. Bu ilâhî ikramlar, kullara meccânen, yâni bir bedel ödemeden veya çalışıp hak etmeden, Cenâb-ı Hak tarafından ihsân edilmiştir. Allah Teâlâ, âyet-i kerîmede:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lutuf olarak) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13) buyurmaktadır.

Lâkin bu durum, nîmetlerin hiçbir kayıt ve şarta tâbî tutulmadan, istenildiği gibi gelişigüzel kullanılabileceği mânâsınagelmez. Nitekim diğer bir âyet-i kerîmede de:

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (el-Kıyâmet, 36) buyurulmaktadır.

İsrafın en korkuncu, Tevhid’ten, akideden, imandan yapılan israftır. Aklî ve kalbî haysiyeti muhâfaza edemeyip idrâki bâtıllara, efsânelere, hurâfelere ve bozuk fikir cereyanlarına kaptırmak sûretiyle insanın yaratılışında mevcûd olan “İslâm fıtratı”nınsâfiyetini zedeleyerek ebedî saâdetiziyân etmektir.

Rabbimiz, Allah’a ve Allah’ın hükümlerine alternatif görülen yönetici ve onların insan yapımı kanunları uğruna mücadele verenleri şöyle tehdit ediyor:

Sonra kıyamet günü, Allah onları rezil edecek ve diyecek ki: “Uğrunda mücadele ettiğiniz ortaklarım nerede?!” Kendilerine ilim verilenler ise şöyle derler: “Şüphesiz bugün rezillik, aşağılık ve kötülük kâfirlerin üzerinedir.” (Nahl 27)

Zîrâfâsıklarla olan alâka ve fikrî yakınlık, zamanla kalbî yakınlığa, o da îmânı zaafa uğratarak ebedî hayâtın helâkine sebebiyet verir.

Bu âkıbete düşmemenin yolunu da Yüce Rabbimiz şöyle haber vermektedir:

“Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (el-Furkân, 73)

Bu bakımdan, meselâ kalbî idrak ve göz nîmetini asıl yaratılış maksadının dışında kullanıp Allâh’ınâyetlerini hiç görmeyen insanlar da, hislerinin duyarsızlığı sebebiyle bir hissiyat isrâfına düşmüşler demektir. Âyet-i kerîme ise israf ve yalanın acı âkıbetini şöyle beyân etmektedir:

“…Muhakkak ki Allah, isrâf eden ve çokça yalan söyleyen kimseleri hidâyete erdirmez.” (el-Mü’min, 28)

Îmânın kemâli, vahiyle meczolmuş kâmil bir akla; aklın kemâli de, içindeki îmannûruna yâni kalbin olgunlaşmasına bağlıdır. İlâhî nûrdan mahrum, hurâfe ve efsânelerle dolu îtikad ve fikirler; yağsız kandiller veya elektriksiz ampuller gibidir. Vahyin kontrolünden mahrum böyle bir akıl da ölçüsüz ve dengesiz cereyan alan ampul gibi günün birinde mahvolup gitmeye mahkûmdur.

Ey Kerim Kardeşlerim! Bugün bizler, zorlu bir sınava tabi tutulmaktayız. Müslümanlar, dünyanın muhtelif beldelerinde zulüm, baskı, işkence, işgal, tecavüz altında tutulurken, tüm Müslümanların üzerine düşen görev ve sorumluluklar vardır. Bu, görev ve sorumlulukları, Allah Resulu bizlere şu şekilde haber veriyor:

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim, Mü’min kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim, bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

Eğer, Mümin olduğumuzu iddia ediyorsak (evet, bu muhakkak ki bir iddiadır ve her iddia isbat edilmek ister), amellerimiz ve zulüm karşısındaki tutumumuz buna yakışır bir şekilde olmalıdır.

Ebu Sa’id (r.a.) anlatıyor: “RasûlullahAleyhissalâtu Vesselâm (bir gün): “Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin” buyurmuştu. Yanındakiler: “Ey Allah’ın Rasulü! Bizden biri kendisini nasıl tahkir eder?” diye sordular. “Bir kimse öyle bir şey görür ki, onunla ilgili Allah’ın hükmünü söylemesi Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o, bu hususta konuşmaz. (Yani, insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur). Allah Teâlâ hazretleri de Kıyamet günü, ona: “Şu şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin?” diye hesaba çeker. Adam: “Konuşmamı insanlardan korkmam engelledi” der. Allah Teâlâ da: “Sen (insanlardan değil), önce benden korkmalıydın” der.” (Kûtûbû Sitte)

Şimdi soruyoruz. Ümmetin âlimleri, Müslümanlardan teveccüh gören yöneticiler, kanaat önderleri, köşe yazarları, cemaat liderleri ve genelde tüm Müslüman kardeşlerimiz, iddia ettiğiniz şeyi isbat etmeyecek misiniz?

Daha önce, muhtelif beldelerde sahipsiz bıraktığınız gibi yine Müslüman kardeşlerinizi Suriye’de de sahipsiz mi bırakacaksınız? Allah’ın üzerinize bolca verdiği nimetleri, imanınızı, tevhid bilincinizi, kulluk vazifenizi, hitabet gücünüzü, toplumları ve orduları yönlendirebilmekuvvetinizi dünyaya aldanıp israf mı edeceksiniz? Suriye’deki kardeşlerinizi, onların zulme karşı başkaldırışlarını, kısaca Suriye’yi israf mı edeceksiniz? Vallahi, bu haramdır ve bu halde ölürseniz Allah’a karşı hiçbir hüccet de bulamazsınız. Allah Resulu şöyle demiyor mu?

“Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır”. Ve şöyle buyurmuyor mu?

“Sizden kim bir münker (kötülük) görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir”

Allah’u Teâlâ’nın şu kavline göre hareket edip, İslami hayatı yeniden başlatmak ve İslam Nizamı’nı yeryüzüne hâkim kılmak için çalışmayacak mısınız?

“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104)

Yoksa bütün amellerinizin “israf” olmasından korkmuyor musunuz?

“Allah’ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine hamdederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi)

 

 

 

Ayrıca...

bu-ramazan-ayi-hilafetsiz-gecen-son-ramazan-olsun

Bu ramazan ayı hilafetsiz, buruk geçen son ramazan olsun

İslam, hayat dolu bir nizamdır. Onda durgunluk, diğer dinlerdeki gibi kapalılık söz konusu değildir. Hayatın …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir