بسم الله الرحمن الرحيم Bir ayetin gölgesinde (Bakara süresi 208. ayet) Çoğumuz Kur’an-ı Kerimi açtığımızda belki ayetlerin manasına bakmadan okur geçeriz. Bu da genel olarak klasik ve yerleşmiş olan anlayış; anlayarak, tefekkür ederek okumak değil daha çok hatim yapmak ve sevap almak için sadece kuru okuma düşüncesi hakim olmasından ötürüdür.
Oysa Allah-u Teala insanların Kur’an-ı Kerimi derin derin tefekkür etmeleri ve içindeki vurgu ve inci taneleri bulup ifade uyumluluğu ve üstünlüğünü keşfetmeleri için indirmiş ve şöyle buyurmuştur:
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ
“Resûlüm! Sana bu mübarek Kitab’ı âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.“(Sâd: 29)
Zira insan Kur’an-ı Kerimi bu şekliyle okudukça –iman etmesiyle birlikte- Allah’ın sözü olduğunu hissederek O’na olan hayranlığı her geçen gün artmış olacaktır.
Konuya devam etmeden önce çok sade bir örnek olarak Kur’an-ı Kerim’in vurgu, ifade uyumluğu ve üstünlüğünü anlamak için Kasas süresi 71. ve 72. ayetleri dikkatli okumak yeterli olacaktır:
(قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِضِيَاءٍ أَفَلَا تَسْمَعُونَ)
“Resûlüm! De ki: Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek ilah kimdir? Hâla işitmeyecek misiniz?” (Kasas: 71)
Ve ardından şu ayet;
( قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ أَفَلَا تُبْصِرُونَ)
“De ki: Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilah kimdir? Hâla görmeyecek misiniz?” (Kasas: 72)
Her iki ayetin altı çizili ifadelere dikkatlice bakıldığında ilk ayette “aralıksız gece” den bahsedildiği ve ayetin sonu ise “işitmeyecek misiniz?” ifadesiyle bittiği, diğer ayette ise tam tersi “aralıksız gündüz” den bahsedildiği ve ayetin sonu ise (görmeyecek misiniz?) ifadesiyle bittiği görülecektir. Her iki ayeti sadeleştirecek olursak şöyle olacak; aralıksız geceden bahsettiği için işitmekten, aralıksız gündüzden bahsettiği için görmekten söz etti. Peki, tefekkür etmek için bunun anlamı nedir, neden bu ayetlerin birinde işitmek diğerinde görmek diye iki ayrı duyu organlarından bahsedildi ve tersi olsaydı ne olurdu? İlk ayette aralıksız geceden bahsedildiği dolayısıyla zifiri karanlık hakim olduğu için ifade uyumluluğu bakımından görmek değil işitmek uyar ayetin sonuna. Diğer ayette ise aralıksız gündüzden bahsedildiği dolayısıyla aydınlık olduğu için yine ifade uyumluluğu bakımından işitmekten değil görmekten söz etti. Ayrıca görmek sadece gözle görmek değil akletmek anlamına da gelebilir. Bu itibar ile tersi olması mümkün olmadığı gibi, ifadelerin yeri değişse çok fahiş bir hata olurdu ki Allah-u Teala’nın sözü hata ve eksikliklerden münezzehtir. Sonuç olarak Kur’an-ı Kerim her farklı duruma uyum sağlayan ve uygun olan ifade kullanır.
Tekrar konuya dönecek olursak kimileri der ki, Arapçası olan Müslümanlar bu konuda belki çok avantajlılar, ya olmayanlar ne yapsın? Zira olmayanların Kur’an-ı Kerimin Arapçasından istifade etme şansları hemen hemen hiç yok. Bu sefer Türkçe mealine baksınlar diyecekler. Peki, yapılan mealler ne derece doğru veya Arapça karşılığını hakkıyla veriyor mu? İşte bu tür soruların cevabını Allah’ın yardımı ile hep birlikte bu yazıda arayacağız.
Bundan bir önceki (Kavramların hayatımızdaki önemi ve etkisi) başlıklı yazı ile bağlantılı olarak ve bu yazının başlığından anlaşılacağı gibi Bakara süresi 208 nolu ayeti ele alarak, çok detaylı bir şekilde incelemek suretiyle, çok ciddi bir kavram analizini yapacağız. Ayet şöyle geçmektedir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ
“Ey iman edenler! Hep birden ‘silm’e girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 208)
Ayette geçen “silm” kelimesi üzerinde duracağımız için, bilinçli olarak tercüme etmeyip orijinal Arapçasını olduğu gibi latin harflerle, hem altı çizili hem de koyu olarak iki tırnak içinde yazdım. Türkçe meali olarak hemen hemen birçok açıklama yapan yazarlar “silm” kelimesini “barış!” olarak çevirmeye çalışmıştır. Tabi barış deyince akla hemen tersi olan savaş gelir. Ayeti incelemeden önce bazı tercümeleri arzedelim:
– Diyanet Vakfı: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin…”
– Diyanet işleri: “Ey inananlar! Hep birden barışa girin…”
– Elmalılı Hamdi Yazır: “Ey o bütün iman edenler! Kâffeten silme girin…”
– Elmalılı (sadeleştirilmiş): “Ey iman edenler, topluca barışa girin…”
– Ömer Nasuhi Bilmen: “Ey imân edenler! Kâffeten müsalemete girin…”
– Hasan Basri Çantay: “Ey iman edenler! Hep birden sulh-u selâma girin…”
– Muhammed Esed: “Ey imana ermiş olanlar! Allah’a kendinizi tam olarak teslim edin…”
– Abdulbaki Gölpınarlı: “Ey inananlar, hepiniz birden sulha, selâmete girin…”
– Süleyman Ateş: “Ey inananlar, hepiniz birlikte İslam’a (veya barışa) girin…”
– Suat Yıldırım: “Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selamete girin…”
– Ali Bulaç: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (Silm’e, İslam’a) girin…”
– İbni Kesir: “Ey iman edenler, hep birden barışa girin…!!!”
Kaynak: (http://www.agnostik.org/kuranda-ara.php?sure=2&ayet=208)
– Celal Yıldırım: “Ey imân edenler! Hep birden (Allah’a itaat ve O’na kul olmanın derin anlam ve hikmetini anlayarak) sulh ve selâmete girin…”
– Ali Fikri Yavuz! “Ey müminler, hepiniz iç ve dışınızla sebat üzere İslâma girin…”
– Adem Uğur: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin…”
– Bekir Sadak: “Ey inananlar! Hep birden barışa girin…”
– Fizilal-il Kuran: “Ey müminler, bütün varlığınız ile İslâm’a (barışa!!!) girin…” (arapça metninde sadece teslim olmak geçiyor).
– Gültekin Onan: “Ey inananlar, hepiniz topluca İslam‘a girin…”
– Şaban Piriş: “Ey iman edenler! Hep birden kurtuluşa girin,…”
– Tefhim-ul Kuran: “Ey iman edenler, hepiniz topluca ‘barış ve güvenliğe (silm’e İslam’a) girin…”
– Ümit Şimşek: “Ey iman edenler, hep birlikte esenliğe girin…”
– Kadri Çelik: “Ey iman edenler! Hep birden (Allah‘a) teslimiyet içine girin…”
Kaynak: (http://kuran.mollacami.com/ayetler.php?asn=327)
Mustafa İslamoğlu: “Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır…”
A.Hulusi: Yâ eyyühelleziyne âmenüdhulû fiys silmi kâffe/Ey iman ettiğini iddia edenler, iddianızı ispat etmek istiyorsanız, silmle, topluca, topluca silm’e girin.
Silm ne demektir, niçin tercüme etmedim? Tercüme edemedim de ondan. Çünkü silm tek kelime ile tercüme edilmez. Silm 3 manaya birden gelir. Hem teslimiyet manasına, hem barış manasına, hem saadet manasına, hem de selamet, kurtuluş manasına gelir. Silm’e girmekten maksat hepsidir. Bu manaların hepsini yan yana dizin; Allah’a teslim olun, barışa, kendinizle barışmak istiyorsanız Allah’a teslim olun. Allah’la barışın ki kendinizle barışasınız. Kendinizle barışın ki, Allah’la tanışasınız. Allah’la tanışırsanız barışa ve huzura erersiniz. Huzura ererseniz kurtulmuş olursunuz. Hepsi yan yana dizilince Silm’i veriyor zaten.
Silm, teslim olun ki saadete eresiniz, saadete erin ki selamete çıkasınız, kurtulasınız manasını veriyor. Hep beraber Allah’ın barış, saadet, selamet ve huzuruna erişin. Allah’a hep beraber, kayıtsız şartsız teslim olun, manası vardır burada. Kaynak: (http://ekabirwep.blogspot.de/2010/12/islamoglu-tef-ders-bakara-197-213-14.html)
Yukarıdaki bütün tercümelere bakıldığında ayette geçen (السِّلْمُ) kelimesi (السَّلْمُ) ve (السَّلَمُ) kelimeleriyle karıştırılarak çevrilmiştir. Şimdi bu kelimeleri tek tek inceleyelim:
1) (السِّلْمُ): (essilmu: yazılışı; başta sin harfi şedde ve esre, ortada cezimli lam harfi ve sonunda ise ötreli mim harfi) olan kelime (الإِسْلامُ) inkarın ve küfrün zıddı olan İslâm demektir.
2) السَّلْمُ: (esselmu: yazılışı; başta sin harfi şedde ve üstün, ortada cezimli lam harfi ve sonunda ise ötreli mim harfi) olan kelime savaşın zıddı olan barış veya sulh demektir. Bu kelimenin başka eş anlamlı kelime ise (الصُّلْحُ) (assulhu) kelimesidir. Her ikisi Kur’an-ı Kerimde savaş veya boşanma durumlarda kullanılmıştır. Mesela;
وَإِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş..” (Enfal: 61) Zira Enfâl süresinde geçen bu ayet ile birlikte öncesi ve sonrası olan ayetler savaş ayetleridir. Diğer eş anlamlı kelime ile ilgili örnek ise; وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا “Eğer bir kadın itaatsizlik yahut kendisinden yüz çevirmek hususunda efendisinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur.” (Nisa: 128) Zira Nisa süresi 127 nolu ayet ile başlayan yetim kadınlar, miras, evlilik, boşanma ve kadınlar arasında adaletli davranma konular 130 nolu ayetin sonuna kadar devam etmektedir.
3) السَّلَمُ (esselemu: yazılışı; başta sin harfi şedde ve üstün, ortada esreli lam harfi ve sonunda ötreli mim harfi) olan kelime ise (الإِسْتِسْلامُ) teslim olmak ve boyun bükmek demektir. Mesela; (الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ) “Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin canlarını alırken: “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” diyerek teslim olurlar.” (Nahl: 28)
Bu üç ayrı kelimelerin (سَلَمَ)(seleme) kökünden türemiş olmalarına rağmen, her birinin ayrı ayrı manası vardır ve birinin manası diğerine benzemez. Üç ayrı kelimenin harekesiz olarak yazılış şeklinin aynı olması eş anlamalı olduklarını göstermez. Kelimelerin anlamlarını farklılaştıran ve ayrımlaştıran husus ise harfler üzerinde veya üstündeki harekelerdir. Bu harekeler oldukça mühimdir ve göz ardı edilemezler. Çünkü kelimede tek bir hareke manayı tamamen değiştirebilir. Örneğin; (مِنْ min) (…dan) veya (…den) demek, (مَنْ men) ise (kim) demektir. Diğer örnekler; (جَارَ care) ‘zulmetti’ ve (أَجَارَ ecare) ‘güven verdi’, (الفَلَكُ felek) ‘yörünge’ (الفُلْكُ fulk) ‘gemi’, (قَسَطَ kasete) ‘zulmetti, haddi aştı’ (أَقْسَطَ aksete) ‘adaletli oldu’ demektir.
Tekrar Bakara süresi 208 nolu ayete ve ayette geçen (السِّلْمُ) kelimesine dönecek olursak dil bilgisi uzmanlar ve diğer muteber müfessirler şöyle demektedirler:
İbni Manzur: وَالسِّلْمُ: الإِسْلامُ(silm ise İslam’dır). Kaynak: (Lisanul arap (sözlük) c.7, s. 268 sin harfi ve (seleme) kelimesi).
– Kurtubi: (فَالسِّلْمُ هُنَا بِمَعْنَى الْإِسْلَام) dolayısıyla burada ‘silm’ kelimesinin manası İslam’dır. Kaynak: (http://quran.al-islam.com/Page.aspx?pageid=221&BookID=14&Page=32)
– İbni Abbas: Muhummed (صلى الله عليه وسلم)’in bütün şeraitlerine girin. Kaynak: (Tenvirul mikbas min tefsir ibni abbas s.28)
– Tabrasi: “اُدْخُلُوا فِي السِّلْمِ” أي في الْإِسْلَامِ(yani İslam’a girin) Kaynak: (Mucmaulbeyan fi tefsiril Kur’an c.1, s. 302)
– Ayet ile ilgili Zemahşari/Keşşaf tefsirinde şöyle geçmektedir: ({ٱلسِّلْـٰمِ} بكسر السين وفتحها. وقرأ الأعمش بفتح السين واللام، وهو: الإستسلام والطاعة، أي استسلموا لله وأطيعوه {كَافَّةً} لا يخرج أحد منكم يده عن طاعته. وقيل هو الإسلام) (esreli veya ötreli sin harfi. A’meş ise esreli sin ve esreli lam olarak da okumuş, o da teslim olmak ve itaat etmektir, yani Allah’a itaat ederek teslim olun… ve ‘İslam’ olduğu denilmiştir.)
– Keza Beydavi teslim olmak ve itaat etmek, Er-razi de Allah’ın emirlerine itaat ederek, nehiylerinden de alıkoymak demektedirler.
Müfessirlerin hiç biri barıştan söz etmemiş, itaat etmek ile İslam’a girmek arasında kalmışlardır. Zira Müslümanlar ‘silm’ keşimesini ‘İslam’ şeklinde şiirlerinde kullanmışlardır. Mesela Kindi isimli şaiir kabilesi Kinde Rasulullah’ın ölümünden sonra İslam’dan dönünce onlara şöyle seslendi:
دَعَوْتُ عَشِيرَتِي لِلسِّلْمِ لَمَّا رَأَيْتهُمُ تَوَلَّوْا مُدْبِرِينَا
Aşiretimi; dönüp yüz çevirdiğini görünce silme davet ettim. (Yani İslam).
Bin Abis isimli şaiir de şöyle der:
فَلَسْتُ مُبَدِّلاً بِاللهِ رَبَّاً وَلاَ مُسْتَبْدِلاً بِالسِّلْمِ دِيناً
Ben; Rab olarak Allah’ı değiştirecek değilim, din olarak silm’i de değiştirecek değilim. (Yani İslam).
Ayrıca burada İslam yerine barış koysanız mana olarak baştaki Rab kelimesiyle hiçbir uyum sağlamaz. Bu ayetlerden önceki ayetler Hac ile ilgili ayetler olduğu için onlara değinmedik. 204 ile 208 numaralı ayetleri okuyan kimse –özellikle Arapçası- konu olarak birbirlerine bağlı olduklarını görecektir. Konu ise münafık ve mü’min konusudur. Şöyle ki:
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللَّهَ عَلَى مَا فِي قَلْبِهِ وَهُوَ أَلَدُّ الْخِصَامِ. وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِي الْأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ. وَإِذَا قِيلَ لَهُ اتَّقِ اللَّهَ أَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْإِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ. وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاةِ اللَّهِ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ.
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez. Böylesine “Allah’tan kork!” denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir! İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir. Ey iman edenler! Hep birden silme girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 204-208)
Diğer bir husus ise bu ayetlerde Kur’an-ı Kerim münafıktan bahsederken (وَمِنَ النَّاسِ)(İnsanlardan öyleleri vardır ki) diyerek onun özelliklerini anlatır: (hasımların en yamanıdır)(O, dönüp gitti mi)(yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır) ve (benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder), ardından mü’minden bahsederken (وَمِنَ النَّاسِ)(İnsanlardan öyleleri de var ki) diyerek onun özelliğini de anlatır: (Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder). Kısacası burada Allah-u Teala her iki tarafın özelliklerini ve yaptıklarını ortaya koyarak münafıkları/kafirleri mü’minler ile karşılaştırmakta ve bu karşılaştırma işini sonuca bağlama ve belağet açısından mü’minlere hitabederek (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً) mü’minlerin hep birden –Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)’in son din olarak getirdiği- İslam’a girmelerini çağırmıştır. Bunlar zaten mü’min bir topluluktur, nasıl Allah-u Teala onları tekrar İslam’a girmelerini davet eder denilebilir. Evet, burada imanın ve İslam’ın ehemmiyeti vurgulanmaktadır, tıpkı Allah-u Teala’nın buyurduğu gibi: (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا)(Ey iman edenler! İman edin…) Nisa: 136.
Ayet ile ilgili bir diğer husus ise ayetteki (السِّلْمِ) kelimesi barış olarak tercüme etmek neredeyse imkansızdır. Çünkü 204 ile 208 numaralı ayetleri bir bütün olarak bakacak olursak ayetlerde herhangi bir savaş, cihad, kıtal, öldürme, esir alma, antlaşma yapma gibi hususlar asla geçmemektedir. Aksine ayetlerde karakter olarak sadece münafık ve mü’minin özellikleri anlatılmaktadır, başka bir şey anlaşılmaz. Ayrıca illa barış diye tutturursanız mana olarak ayet bunu kaldırmaz. Hal böyle iken nasıl olurda ayetler münafık ve mü’minin özelliklerini anlatırken birden bire savaş ve barış konusuna girer?!! Zira 208 nolu ayet diğer ayetlerden ayrı olmadığı gibi onların devamı. Nitekim yukarıda yaptığımız alıntılardan da anlaşılacağı gibi bazıları ‘İslam’ olarak tercüme etmiştir.
Yukarıda İbni kesir’in ayeti (Ey iman edenler; hep birden barışa girin…) şeklinde tefsir ettiği söylenmiştir. Oysa İbni kesirin arapça olarak bu ayet hakkındaki yaptığı tefsire bakacak olursak şöyle diyor: يقول الله تعالى آمراً عباده المؤمنين به، المصدقين برسوله، أن يأخذوا بجميع عرى الإسلام وشرائعه، والعمل بجميع أوامره، وترك جميع زواجره، ما استطاعوا من ذلك، قال العوفي، عن ابن عباس ومجاهد وطاوس والضحاك وعكرمة وقتادة والسدي وابن زيد في قوله: {ٱدْخُلُواْ فِي ٱلسِّلْمِ} يعني: الإسلام. وقال الضحاك، عن ابن عباس، وأبو العالية، والربيع بن أنس: {ٱدْخُلُواْ فِي ٱلسِّلْمِ} يعني: الطاعة. “Allah-u Teala kendisine iman eden ve Rsuluna tasdik eden kullarına; İslam’ın bütün bağlarını ve şeriatlarını almalarını ve onların güçleri yettiği kadar O’nun bütün emirlerine göre amel edip bütün nehilerini terketmelerini emrederek buyurmaktadır. Aufi dedi ki; İbni Abbas, Mücahid, Tavus, Dahhak, İkrime, Katade, Suddiy ve İbni Zeyd “اُدْخُلُوا فِي السِّلْم” yani İslam’dır diye açıklarken, İbni Abbas’tan Dahhak, Ebul Aliye, Rabi’ bin Enes ise: ‘itaat’ demişlerdir.” İbni kesir‘in bu ayet ile ilgili tefsirinde barış kelimesi hiç bir şekilde geçmemiştir. |
Peki ayette niçin Rasulullah’ın getirdiği son din olan ‘İslam’ kavramı ısrarla kullanılmayıp kelimeyi eğerek, bükerek, laf gebeliği yaparak demagoji yaparak onun yerine ‘barış’ kelimesi zorla tercüme edilmiş? İslam’ın devlet olarak hakim olduğu dönemlerde hatalı olarak ‘barış’ diye tercüme edilse, onu sağlayan İslam devleti olduğu anlaşılabilir. Peki ya bugün siz ‘barış’tan bahsettiğiniz zaman üstelik Kur’an öyle diyor diyerek, bu barışı kim sağlayacak NATO mu, yoksa ABD mi? sonra hangi barıştan söz ediyorsunuz? Kafirlerin sözde dünya barışı sağlamak adı altında İslam’a ve Müslümanlara karşı açmış olduğu topyekûn savaşlar mı?
İşte yine kavram kargaşası ile karşı karşıyayız. İslam barış ve sevgi dinidir kavramı tamamen Batı patentli ve yeni bir kavramdır. Ayeti bu şekilde tercüme edenler farkında olmadan Batı’ya hizmet etmiş oldular.
Fuad Hamidoğlu
24.04.2013