İnsanın dünü, bugünü, yarını ve büyük imtihanı… İnsan: Sözle anlaşan, akıl ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlıdır. Şüphesiz insan yaratılmış en müthiş varlıktır. İnsanı Allah (cc) yaratmıştır. “Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık; o et parçasını da kemikler haline çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. Bak ki, şekil verenlerin en güzeli olan Allah’ın şanı ne kadar yücedir!” (Müminun 12-14)
İnsanı diğer yaratıklardan (hayvanlardan) farklı kılan akıldır. Aklın düşünme yeteneği vardır.
Düşünme; aklın semeresidir, aklın fikirlere ulaşma eyleminde tatbik ettiği yoldur.Bu düşünme eylemini sağlıklı yürütebilmek için ise vakıa ve madde, sağlıklı bir beyin, his/duyu organı ve önbilgiler gereklidir.
Akıl; bir vakıayı hissedip, duyu organlarıyla beyne nakleder ve beyin bu vakıayı ön bilgilerle doğrular.
وَمَاخَلَقْتُالْجِنَّوَالْإِنسَإِلَّالِيَعْبُدُونِ
“Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
İnsan bu dünyaya başıboş gelmemiştir.
أَيَحْسَبُالْإِنسَانُأَنيُتْرَكَسُدًى
“İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?” (Kiyame 36)
Peki, insanın bu dünyadaki görevi nedir, bu dünyaya niçin gelmiştir? Bu soruyu cevaplandırmak için ayete göz atalım:
وَمَاخَلَقْتُالْجِنَّوَالْإِنسَإِلَّالِيَعْبُدُونِ
“Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
İnsan bu dünyada Allah’ın rızasını kazanmakla yükümlüdür. Allah’ın rızasını kazanmak Allaha kulluk etmekle mümkündür. Allaha kulluk etmek ise Allah’ın emir ve yasaklarına göre bir hayat sürdürmekten geçer. Şüphesiz insan büyük bir imtihan içindedir.
Bu dünyada insan her şeyiyle imtihan edilir. Bu ayetlerle sabittir.
كُلُّنَفْسٍذَائِقَةُالْمَوْتِوَنَبْلُوكُمبِالشَّرِّوَالْخَيْرِفِتْنَةًوَإِلَيْنَاتُرْجَعُونَ
“..Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya 35)
لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَذًى كَثِيرًا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الأُمُورِ
“Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” (Ali imran 186)
إِنَّهَذَالَهُوَالْبَلَاءالْمُبِينُ
“Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” (Saffat 106)
Bu noktadan sonra insanlar iki ye ayrılır. Allah insana 2 yol göstermiştir; hak ile batıl.
وَهَدَيْنَاهُالنَّجْدَيْنِ
“Ona iki de yol gösterdik.”(Beled 10)
Şimdi bu iki guruptaki insanların özelliklerine, yaptıklarına ve yaptıklarının karşılığını nasıl alacaklarına bir bakalım.
1) Hak yolunda yürüyen insanlar.
2) Batıl/ küfür yolunda çürüyen insanlar.
Birinci guruptaki insanlara mümin adı verilir. Mümin kelimesi: AllahTeâlâ’ya iman eden anlamındadır. Yani mümin ondan emin olan ve O’nun bütün gönderdiklerinden de emin olandır.
إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Aralarında hükmetmesi için Allâh’a ve O’nun Rasûlüne davet edildiklerinde, iman edenlerin sözü ancak: “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. . . İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”(Nur 51)
Müminlerin bazı özellikleri şöyledir:
“Müslüman, İslâmî akliyete ve İslâmî nefsiyete sahip olduğu zaman, kendisinde merhameti ve sertliği, zühdü ve nimetleri bir arada toplayabilen, hayatı doğru bir şekilde anlayan, gerektiği kadar dünyaya yönelen, ahireti kazanmak için bütün gücüyle çalışan, aynı anda hem asker hem de lider olmaya elverişli şahsiyet olur. Ona ne dünyaya tapanların sıfatları, ne Hint çilekeşliği/fakirliği ne de dünyadan elini eteğini çeken kimsenin hali etki edebilir. O, cihadda kahraman iken aynı zamanda mihrabın dostudur. Güçlü olduğunda da mütevazidir. Liderlik ile fakihliği, ticaret ile siyaseti bir arada barındırır. Onun özelliklerinin en üstünü; onu yoktan yaratan yaratıcısı Allah Subhenehû ve Teala’nın kulu olmasıdır. Bunun için onu; namazında huşuda, boş sözlerden yüz çeviren, zekâtını veren, gözünü haramdan çeviren, kendisine verilen emanetleri muhafaza eden, ahdine vefakâr, verdiği sözü yerine getiren, Allah Subhanehû ve Teala yolunda cihad eden bir kimse olarak bulursun. İşte Müslüman budur. İşte mü’min budur. İnsanı, insanoğlunun en hayırlısı kılan İslâm’ın oluşturduğu İslâm şahsiyeti işte budur.”
-Takiyyuddin en-Nebhânî
Müminler amellerini ihlas ile yaparlar. Amellerini Salih bir şekilde yapabilmek için müminler Kuran’ı ellerinden bırakmazlar ve onu sürekli okurlar. Çünkü müminler Kuran’ı okuyarak Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenirler. Müminler aşağıdaki hadislerden de haberdardır.
“Kur’ân-ı kerîm okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler oraya toplanır, şeytânlar oradan uzaklaşır. Kur’ân-ı kerîm okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Bu evden melekler uzaklaşır, şeytânlar oraya dolar.” [Dârimî]
Müminler Resullullah (sav)’in Ebu zer (ra)’ya verdiği şu tavsiyesini göz önünde bulundururlar: “Kur’ân okumaya ve Allâh’ı zikretmeye bak, çünkü Kur’ân yeryüzünde senin için bir nûr, gökyüzünde de bir azıktır.”
Müminler nafile ibadetlere çok önem verirler. Çünkü bilirler ki nafile ibadetlerle Allah’a daha çok yaklaşırlar. Ve yine şu hadisten haberdardırlar:
“Kulumun eksik katan farzlarını işlediği nafilelerle tamamlarım.” (Sünen-i Ebu Davud)
Mümin Allah Teâlâ uğrunda işlerinde büyük bir fedakârlık gösterir ve yine mümin kimse Allah ve resulünü dünyadan ve dünyadakilerden çok sever. Mümin kişi AllahTeâlâ için sever ve yine O’nun için buğz eder. İmanın en güçlüsü ve amellerin en iyisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.
Rasul (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın kulları arasında bir grup vardır ki, onlar ne peygamberlerdir, ne de şehitlerdir. Üstelik kıyamet günü Allah indindeki makamların yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehitler de onlara gıpta ederler.”
Orada bulunanlar sordular: “Ey Allah’ın Rasulü! Onlar kim? Bize haber ver.”
“Onlar, aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde Allah’ın ruhu (Kur-an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah’a yemin ederim ki, onların yüzleri mutlaka nurludur. Onlar bir nur üzeredirler. İnsanlar korkarken onlar korkmazlar. Yine insanlar üzülürken onlar üzülmezler.” dedi ve şu ayeti (Yunus 62)okudu:
“Haberiniz olsun, Allah’ın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar üzülecekler.” (Ebu Davut,)
Müminler dünyanın zevkine ve lezzetine dalmaz, boş işlerle uğraşmazlar, çünkü bilirler ki AllahTeâlâ yararsız işlerden hoşlanmaz.
وَالَّذِينَهُمْعَنِاللَّغْوِمُعْرِضُونَ
“Ve onlar, boş şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Müminun 3)
Müminler Ala suresi 16. Ayetteki şahıslar gibi olmazlar:
“Hayır, siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz (tercih ediyorsunuz).”(Ala 16)
Aksine onlar hayatında İslam davasını tüm işlerinin önüne çıkarırlar. Mümin olan vakıa ya uymaz aksine o ideolojisini hayatının merkezi haline getirir ve ideolojisinin etrafında döner.Mümin uyanık olur. Fikir insanı uyanık ve seçkin bir hale getirir. Mümin aynı zamanda ümmetin içinde bulunduğu durumu derinlemesine takip/etüt eder. Ümmetin sorunlarının çözümlerini araştırır. O bilirki toplumun insanın eşya hakkındaki mefhumlarını toptan düzeltmeden toplum düzelmez. Toplumun düzelmesi için İslami bir atmosfer oluşturulması gerekir bu ise fikir, amel ve gaye ile mümkündür. Müminler Batı fikirlerine bel bağlama ve onu yaygınlaştırmanın İslam Ümmetine arkadan saplanan bir hançer misali olacağını akıllarından çıkarmazlar. Onlar fikirlerinde de, sorunlarının çözümlerinde de, izlemeleri gereken yolun İslam Akidesinden geçmesi gerektiğinin ölüm kalım meselesi olduğunu bilirler.
Mümin karşısına ne zorluk çıkarsa çıksın davasından vaz geçmez. Mümin musibetlere sabır eder ve hak yolunda yürümekte sebat eder. Mümin korkmadan usanmadan hakkı haykırır. Onu hiçbir kimse, hiçbir şey korkutamaz. Müminler yalnızca Allah Teâlâ’dan korkarlar.
“İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz, Ben’den korkun.” (Ali imran 175)
Müminler tüm zorluklara rağmen Allah yolunda yürüdüklerinde izzet ve şerefe nail olacaklarını ve kurtuluşa ereceklerini çok iyi bilirler.
“İzzet Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün ve mü’minlerindir. Ve lâkin münafıklar bilmiyorlar.” (Munafikun 8)
Müminlerin yürüdüğü hak yolunun sonunda onlara yaptıkları salih ameller için mükâfat olarak cennet vardır. bu dünya sonrasında cennete (inşallah) ebedi bir hayat onları beklemektedir. Orda yaptıklarının karşılığını zerre kadar adaletsizlik olmadan alacaklardır.
“O gün bir takım yüzler de vardır ki, mutludurlar,(dünyadaki) çabalarından hoşnut olmuşlardır, Yüce bir cennettedirler. Orada boş bir söz işitmezler. Orada (cennette) devamlı akan bir pınar, Yükseltilmiş tahtlar,Konulmuş kadehler, Sıra sıra dizilmiş yastıklar, Serilmiş halılar vardır.”(Gaşiye 8-16)
قَدْأَفْلَحَالْمُؤْمِنُونَ
“Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.” (Müminun 1)
İkinci guruptakilere gelince; burada ki insanlar Allah’ın emir ve yasaklarını aldırış etmezler. Onlar heva ve hevesine aldanıp, heva ve hevesine göre yaşarlar. Bunlar kâfirlerdir. Kâfir: Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr eden, Müslüman olmayanlara verilen isim. Acımasız, zulmeden, zalim kimse anlamına gelir.
Onlar isyan eder ve hoşnut olmazlar. Kâfirler sadece menfaatleri için bir işi yaparlar. Onlar menfaatleri için sever, menfaatleri için gülerler. Kâfirler dünyadan lezzet almak için birbirleriyle yarışırlar. Onlar hayatın zevkine dalmış boş işlerle uğraşırlar. Onlar kendilerinden başkalarını düşünmezler. Ve yine kâfirler Allah’ın emir ve yasaklarına kulak asmazlar. Onlar heva ve heveslerini ilah edinirler.
وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُون
“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!” (Munafikun 4)
“Hayır, siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz (tercih ediyorsunuz). Oysa âhiret, daha hayırlı ve süreklidir.” (Ala 16-17)
Kâfirler Allah’ı inkâr ettikleri ve inanmadıkları gibi, İslam’dan ve müminlerden hoşlanmazlar. Öyle ki kâfirler İslam’ı ve Müslümanları yok etmek için ellerinden geleni yaparlar. Onlar türlü türlü tuzak kurarlar. Tarih ve hatta bugün ile bunun örnekleri ile doludur. Dünyanın değişik bölgelerinde, hatta parçalayıp sömürdükleri Müslüman ülkelerindekâfirler Müslümanlara, İslam’a ve kurana saldırmaktadır. Örneğin;Arakan da Müslümanlar diri diri yakılıyor, Suriye’de binlerce çocuk, kadın yaşlı demeden Müslümanlar katlediliyor, işkenceye maruz kalıyor. Batı ülkelerinde “fikir özgürlüğü” adı altında Peygamberimize hakaret ediliyor. Müslüman ülkesi olarak bildiğimiz Türkiye de bile Kur’an yakılıyor…
Kâfirlerin bu yaptıkları Allah tarafından bilinmektedir. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir.
“… Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.” (Tevbe 101)
فَيُعَذِّبُهُ اللَّهُ الْعَذَابَ الْأَكْبَرَ
“Allâh onu, en büyük azap ile azaplandırır!”(Gaşiye 24)
Ayetlerde de geçtiği gibi onlara büyük bir azap, cehennem vardır. Onlarıbatıl/küfür yolu sonunda kızışmış bir ateş bekler. Onlar orda ebedi kalıcıdırlar. Artık orda onlara kimsenin yardımı dokunmaz.
“Yüzler var ki, o gün eğilmiş, zillete düşmüştür. Çalışmış, yorulmuştur. Kızışmış bir ateşe girer. Onlara kızgın bir kaynaktan su verilir. Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur. O da ne besler, ne de açlığı giderir.”(Gaşiye 2-7)
Allah bizleri yaptığından hoşnut olanlardan eylesin.
Zehra Garipel.