KİMİLERİ HALA HAYATI BATININ TAKTIĞI AT GÖZLÜĞÜ İLE GÖRMEK İSTİYOR. Hatice Sebat “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
Kur’an-ı Kerîm de:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ
“Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler.” (Hucurâtsûresi, 49/10) buyurur. Müslümanların kardeşliği din itibariyledir. Din kardeşliği, kan kardeşliğinden daha önceliklidir.
Müslümanın, Müslüman kardeşine zulmetmemesi bir temenni değil bir emirdir. Çünkü zulüm haramdır. Her haksızlık bir çeşit zulümdür. Müslüman kardeşine eziyet edildiğinde, zulmedebildiğinde hakkına tecavüz edildiğinde, haksızlık karsısında susmak ise en büyük zulümdür.
“Müslüman, Müslümanı başına gelen musibette terk etmez, onu zalimin zulmünde bırakmaz.” (Buhari- Muslim)
Bir müminin, diğer bir mümin kardeşine her halükarda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz bir hadisinde;
“(Mazlum da, zalim de olsa din kardeşinize yardım ediniz) buyurunca, (Ya Resul Allah zalime nasıl yardım ederiz?) dediler. Cevabında buyurdu ki:
(Onun zulmüne mani olmak suretiyle yardım etmiş olursunuz.”(Buhari)
Maalesef günümüz duyarsız Müslümanlar Allahu Talanın bu emirlerinden bihaber yaşamaktadırlar. Kimilerinin kâfirlerin takmış olduğu at gözlükleri ile bakış açıları daralmakla kalmayıp, beyinleri yıkanıp Müslüman kimliğinden çıkarıldı. Bu yüzden mi eziyet edilen Müslümanları görmez hale geldiler acaba. Bu yüzden mi çığlık çığlığa çaresizce çırpınan Müslüman çocuklarını, tecavüz edilen bacılarımızı görmez, seslerini duymaz hale geldi. Üzerlerinde oynan oyunların farkına varamadı ümmet. Kâfir, sinsi planlarıyla Müslümanı kendisinden başka bir şey düşünmez hale getirdi.
Kimin atası söyledi bilinmez ( bana dokunmayan yılan bin yasasın) dediler. Müslümanı ilgisiz, Merhametsiz, duyarsız hale getirildi. Duyarsızlık ise birçok yerde su şekilde ifade edilmektedir:
‘Duyarsızlıkla, ilgisizlik, ya da kayıtsızlık bir insanın toplumun veya diğer insanların duygusal, sosyal veya fiziksel yaşamlarına ilgi duymamasıdır. Duyarsızlık, ferdin tek başına etkileneceği gibi toplumları veya gurup halinde insanları da etkiliye bilir. Örneğin; diğer ülkelerde veya ülkenin diğer bir bölgesinde yaşanan savaş, ölüm, açlık gibi zorlukları önemsemeyerek sadece kendi sorunlarıyla ilgilenmek duyarsızlık olarak nitelenir.’
Mümin için duyarsızlaşma, gerek şahsî gerekse ictimâî hayatı adına hassasiyet göstermesi gereken konularda titizliğini yitirmesi ve etrafındaki olumsuzluklara karşı da tepkisiz kalması şeklinde de özetlenebilir. Aynı zamanda onun için bu, kimliğini yitirip silikleşmesi ve renk atıp matlaşması manasına gelmektedir. Zira bu manadaki bir insan, mümini mümin yapanözelliklerden de uzaklaşmışdemektir. Hâlbuki mümin, dünyayıgüzelliklerle bezemek ve onu Allah ve Resûlü’nün çirkin gördüklerinden sakınmak için vardır. Ve olumsuzluklar karşısında en azından buğuz etmek, onun için alt sınır olarak kabul edilmektedir. Kur’an ve Sünnet, karşısında bir müminin duyarsız kalamayacağını her fırsatta ilân eden ediyor. Zira emr-i ma’rûf ve nehy-i münker, müminin en önemli vazifesidir. Aksi hâlde sonuç, hem kendisi hem de içinde yaşadığı toplum için ölüm demektir. Bu mânâda olumsuzluklara ‘dur’ diyebilmek, canlanma sebebi olurken duyarsızlık, insanı ölümün eşiğine getiriyor demektir. Belki de insan, merhamet duygusu öldüğü için duyarsızlaşıyor! İşin özü ortada… Söz konusu; hassasiyetlerini kaybedip kalben ölenler duyarsızlaşıyor, duyarsızlaşanlar ise, ölümün pençesinde can çekişiyor demektir!
Unutmamak gerektir ki harama duyarsız kalmak, günahların işlendiği zeminlerde bulunmak suretiyle onun işlenebilir olduğunu fiilen tescil edip haramın yaygınlaşmasına zemin hazırlamak da ayrı bir mesuliyettir ki, bu durumda olanları Kur’an i kerim de;
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّىٰ يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ ۚ إِنَّكُمْ إِذًا مِّثْلُهُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا
“O, size kitapta; Allah’ın ayetlerine küfür edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir mevzua intikal edinceye kadar yanlarında oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz, diye bildirdi. Doğrusu Allah; münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisa 140) ayetinde de ifade edildiği gibio işi yapanlarla aynı kefeye koymaktadır.
Ancak ne yazık ki insanoğlu, Rabbinden gelen mesajlara kulak ardı edip (akletmeyip) hevasına, şeytana uyarak düşünme kabiliyetini kaybederse köleleşir, kullara kul olur. Akli melekesiniyitirmiş bir insan, en kıymetli hazinesini kaybetmiş demektir. Kendi hayatı, ailesi ve çocukları üzerinde karar verme yetkisini, kendisini sömürecek efendilere kaptırır.
Müslümanların gerilemeleri dine bağlılıkta gevşeklik göstermeleri, yabancı hadaratlarin yurtlarına girip batılı mefhumların zihinlerine yerleşmesine müsaade edip, İslam davetini ihmal edince, İslam hükümlerini kotu tatbik ederek İslamiyet’in fikri liderliğinden vazgeçtikleri gün başlamıştır. Düşünme olgusu sekteye uğramış bir ümmette, düşünme dürtüsünü harekete geçirmek, düşünce ve düşünen kişilerin değerinin bilincinde olmalarını sağlamak bir hayli zordur. Toplumlar ise hızlı ve doğru düşünme kabiliyetlerini kaybettiklerizaman, kendilerine düşman olan devletler tarafından köleleştirilmiş olurlar. Öyleyse insani kölelikten kurtarmak için önce ona doğru düşünmeyi öğretmek gerekir. Bunun içinde ilk olarak akil olgusunu incelemelidir.
Akıl, şüphesiz ki insanoğlu için en kıymetli hazinedir. İnsanı hayvandan ayıran en önemli fark da budur. Kafasının için de bir beyin taşısa bile düşünmeyen insan bir takım emir ve yasaklarla sorumlu değildir. Kendi kendine karar alabilme ve aldığı kararları uygulayabilme hakki yoktur. Bu nedenle Allah u Teâlâ delileri, emir ve yasaklarla sorumlu tutmamaktadır. Ancak sağlam bir beyine sahip olan ve düşünebilen insan, sahip olduğu akil nimetini en iyi bir şekilde kullanabildiği zaman, çevresindeki diğer insanlardan daha farklı ve seçkin bir konuma sahip olur. Öyleyse insanın sağlam bir beyine sahip olması ve akıllı olması, onundoğru bir şekilde düşünmesi için yeteli değildir.
Akıl nimetini nerelerde ve nasıl kullanması gerektiğini bilmek, akıl nimetine sahip olmak kadar önemli bir husustur. İnsani akıl ile mükâfatlandıran, akıl ile diğer varlıklardan üstün bir şekilde yaratan ve kâinatı emrine amade kılan Allahu Teâlâ, indirdiği yüce kitabimiz Kur’an’ı Kerimde birçok ayette, insanları düşünmeye, akletmeye çağırmaktadır. Sahip oldukları akıl nimetini gerekli şekilde kullanmayan insanları ise akılsızlar olarak nitelendirerek Kur’an’ı Kerimde mealen söyle geçmektedir:
أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ ۚ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ ۖ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا
“Yoksa sen onların çoğunun dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanıyorsun? Başka değil, onlar ancak dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta (takip ettikleri yol itibari ile daha da sapıktırlar.)hayvanlardan daha aşağı seviyededirler.” (Furkan suresi 44)
Bu vebenzeri birçok ayette de belirtildiği üzere mademki insanın akıl nimetine sahip olması insanın doğru düşünmesi için yeterli olmamaktadır, öyleyse insana nasıl düşünmesi gerektiğini öğretilmesinde kaçınılmazdır. Allah u Teâlâ insanın nasıl düşünmesi gerektiğini gönderdiği peygamber aracılığı ile öğretmiştir.
Bu nedenle insana doğru bir şekilde düşünebilmeyi öğretmek, ardından da hayattaki davranışlarını doğru düşünme sistemine göre yürütmesini sağlamak lazımdır. Batılı ülkelerin ekonomik, siyasi ve kültürel nüfuzu altında inim inim inleyen Müslümanların düşünme metoduna sahip olmaları, inandıkları akide acısından ebetteki elzemdir. Zira doğru bir şekilde düşünmeyen bir toplum, halk veya ümmet batılı kâfirlerin egemenliği altında yasamaya mahkûmdur.
Allah u Teâlâ bu konuda Müslümanları kuran i kerimde söyle uyarmaktadır;
يَاأَيُّهَاالَّذِينَآمَنُواْلاَتَتَّخِذُواْبِطَانَةًمِّندُونِكُمْلاَيَأْلُونَكُمْخَبَالاًوَدُّواْمَاعَنِتُّمْقَدْبَدَتِالْبَغْضَاءمِنْأَفْوَاهِهِمْوَمَاتُخْفِيصُدُورُهُمْأَكْبَرُقَدْبَيَّنَّالَكُمُالآيَاتِإِنكُنتُمْتَعْقِلُونَ
“Ey imanedenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya cikmistir. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size ayetleri açıkladık.”(Ali İmran 118)
AllahuTealanın ayeti kerimelerinde de biz Müslümanları uyardığı gibi, kâfirler Müslümanların dostu asla olamazlar. Onların içlerindeki kinleri daha da büyüktür. Müslüman Allahu Talanın vermiş olduğu akli doğru bir şekilde kullanıp, görevlerinde bir tanesi olan Müslüman kardeşine karşı sorumluluğunu her daim hatırlamalıdır. Ve Müslümanlar at gözlüklerini çıkartıp, onların yârdim feryatlarına karşı duyarsız kalmamalıdır. İste Allahu Talanın vermiş olduğu sorumluluğu yüklenen Müslümanlar kuran i kerimde su şekilde müjdeleniyor;
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ ۚ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمْ أُولُو الْأَلْبَابِ
“Onlar ki; sözü dinlerler de en güzeline uyarlar.İste bunlar; Allah in kendilerini hidayete eriştirdiği kimselerdir. Ve iste bunlar akil sahiplerinin kendileridir.” (zumer 18)