Soru:
Amerikan politikası açısından İran’ın vakıası nedir? Diğer bir ifadeyle İran’ın bölgedeki olaylarda Amerika’dan bağımsız bir projesi var mıdır? Sonra İran’ın bölgede, bir Caferî Mezhebi mesajı olduğunu söyleyebilir miyiz? Son olarak Amerika’nın, İran’ın nükleer silahları hakkındaki gerçek tutumu nedir?
Cevap:
Buna cevap verebilmemiz için devrimin patlak vermesinden ve Cumhuriyetin ilan edilmesinden bu yana İran rejiminin vakıasını ve politikasının seyrini ve tüm bunların Amerika olan ilişkisini kısaca gözden geçirmemiz gerekmektedir:
1-İran devriminde Amerika’nın rolü devrimin ta başından bu yana belliydi. Zira Humeyni’nin Fransa’nın “Nofel Loshato” bölgesinde bulunduğu sırada Beyaz Saray’dan delegeler onu ziyaret etmişler ve Humeyni-Amerikan işbirliği üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Hatta o gün Amerikan gazeteleri bu husustan ve orada meydana gelen toplantılardan bahsetmişlerdir… Nitekim en son olarak bunu, ilk İran Cumhurbaşkanı Ebu’l Hasan Beni Sadr daha sonraki bir tarihte, yani tam olarak 01.12.2000 tarihinde el-Cezira kanalına, Humeyni’nin kaldığı Fransa’nın “Nofel Loshato” bölgesine Beyaz Saray’dan delegelerin geldiklerini ve onları Yazdî, Bazargan, Musevî ve Ardibîlî’nin karşıladıklarını ifşa etmiştir… Dolayısıyla orada her iki taraf arasında birçok görüşmeler olmuştur ki bu görüşmelerden en önemlisi, Paris’in banliyölerinde gerçekleşen ve Reagan ve Bush grubu ile Humeyni’nin grubu arasında anlaşmaların imzalandığı Ekim görüşmesidir. Zira Humeyni, İran’ın içişlerine müdahale etmemesi şartıyla Amerika ile işbirliğine hazır olduğunu açıklamıştır. Bunun ardından Humeyni, 01.02.1979 tarihinde Tahran’a inmek için bir Fransız uçağı ile geri dönmüştür. Bunun üzerine Amerika, yönetimi Humeyni’ye teslim etmeyi tercih etmesi için Şahpur’a baskı yapmış ve Humeyni’ye itiraz eden İran ordu liderliğini de tehdit etmiştir. Sonra Humeyni, bir mürşit ve yönetici haline gelmiş ve diğer İslam ülkelerindeki mevcut anayasalar gibi kapitalist Batılı sistemlere göre bir anayasa hazırlamıştır. Dolayısıyla İran anayasası, Batılı anayasaların bir kopyasıdır. Zira Cumhuriyet yönetim sisteminin, Bakanların bölünmesinin, parlamentonun çalışmasının, güçler ayrılığı ve yetkileri konularının tamamı, kapitalist sistemlere göredir. “İran’ın resmi dininin İslam olduğu ve on iki Caferi Mezhebi” hakkında varit olanlara gelince; dolayısıyla bu, İslam ülkelerindeki anayasaların genelinde olduğu gibi olup devletin, İslam esasına dayalı olduğu veya mesajının de İslam’ı taşımak olduğu anlamına gelmez. Bilakis bu, merasimler ve bayramlarla ilgili olduğu gibi insanlara, özellikle de itikatlarına ve ibadetlerine yönelik çalışmayı gerektiren hususlarla ve insanların bazı hayat işleriyle ilgilidir. Zira İran anayasasında, bu dinin ve bu mezhebin devletin bir mesajı olduğuna veya vatancı ve kavmiyetçi olan dış politikasının bir hedefi olduğuna dair bir metin geçmemekte olup Birleşmiş Milletlere ve İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye olması şeklinde kapitalist sistem esasına dayalı uluslararası ve bölgesel örgütlere bağlı olması gibi mevcut uluslararası sisteme göre hareket etmekte ve uluslararası ilişkilerinin hiçbiri İslam esasına dayanmamaktadır. Bundan dolayı İran’daki devletin, özel bir mesajı veya İslam’dan kaynaklanan muayyen bir projesi olduğu mülahaza edilmemektedir. Bilakis İran rejiminin vakıasının, kavmiyetçi ve vatancı bir rengi olduğu mülahaza edilmektedir ki bu da arkasında mevcut rejimi, devletin varlığını ve topraklarını korumanın yattığı politikasını yansıtmaktadır. Nitekim bizler, devrimin başlarında Humeyni’ye ulaşarak Amerika ile işbirliği yapmamasını ve kendisine beyan ettiğimiz, içerisinde İran anayasasının çürütülmesini ayrıntılı bir şekilde açıklayarak gönderdiğimiz bir kitapta belgelediğimiz İslam anayasasını ilan etmesini nasihat etmiştik. Ancak o, nasihatimizi dinlemedi ve İslam’a muhalif olan anayasa ve kapitalist Batı tarzı Cumhuriyet sistemiyle devam etti.
2-Sistemin resmi mezhebi olarak belirlenen mezhep meselesine gelince; bunu taşıdığı bir mesaj ve bir proje olarak belirlemediği gibi rejimini de bu mezhep üzerine tesis etmemiş, anayasasını onun temelinde koymamış ve anayasa maddelerini de ondan almamıştır. Bilakis yönetim sistemi, dış siyaseti, ordu ve güvenlikle ilgili temel maddeler, kapitalist sistemden alınmıştır. Dolayısıyla o, Hicaz ülkesinde yaygın olan “Hanbeli Mezhebini” istismar eden ve rejimin çıkarlarını gerçekleştirdiğini gördüğümüz Suudi Arabistan rejimine benzemektedir. Ancak İran, mezhepsel yönünü kendisini takip eden destekçiler kazanmak veya kendisiyle birlikte çalışan ve asabiyetçi mezhep naraları atan kimseler hazırlamak için istismar etmektedir. Böylece onları, Caferi Mezhebine veya Şia’ya hizmet etmek için değil de kendi çıkarları için kullanması kolaylaşmaktadır. Bu da onun, Şia’ya veya Caferi Mezhebine hizmet etmediğinin, bilakis sadece İran’ın ulusal çıkarlarına hizmet ettiğinin kanıtıdır. Dolayısıyla o, laikliğe hizmet ettiği sürece İslam’ı, Şia’yı ve mezhebi sırtının arkasına atacaktır. Ayrıca o, laik rejimler olmalarının yanı sıra Amerika’ya bağlı oldukları halde Irak ve Suriye rejimlerini de desteklemektedir. Bununla birlikte Şiiler, ağırlıklı olarak Suudi Arabistan’ın Doğu illerinde bulunmaktadırlar ki bu bölgeler, aynı şekilde Suudi Arabistan’ın petrol alanlarını kapsamaktadır. Bu yüzden İran, Suudi Arabistan’ı zayıflatmak için birçok münasebetle oradaki ayaklanmaları desteklemiştir. Yine Suudi Arabistan, kuvvetlerini Bahreyn’e gönderme çağrısında bulunduğunda da Bahreyn’de benzer bir politika kullanmıştır…
İran, ulusal çıkarlarına aykırı olduğu zaman mezhep yönünü hiç önemsememektedir. Zira Azerbaycan, 1989 yılının sonlarında Sovyetler Birliği’nin pençesinden kurtulmak ve insanlar da İran ile birlikte olmak için sınırları kaldırmak istediklerinde 1990 yılının başlarında, Azerbaycan’da kendilerini takip etmeyen bir yönetimin kurulmasını engellemek ve iktidara eski komünist ajanlarını getirmek için Bakü’ye giren Rus saldırganları tarafından insanlara dönük bir katliam gerçekleşmesine rağmen İran, Rus boyunduruğundan ve komünistlerin pisliklerinden kurtulmak isteyen Müslümanların haklarını çiğneyen bu Rus saldırısı karşısında Azerbaycan’a yardım etmemiştir. Zaten Müslüman Azerbaycan sakinlerinin genelinin İran’ın resmi mezhebine bağlı oldukları da bilinmektedir. Ayrıca 1994 yılında Azerbaycan’ın yaklaşık %20’sini işgal ettiğinde Rusların desteklediği Ermenistan karşında da Azerbaycan’a yardım etmemiş, bir milyondan fazla Azeri topraklarından hicret etmişler ve oradaki bu trajik durum hala da devam etmektedir. Dahası İran, Azerbaycan pahasına Ermenistan ile olan ilişkilerini geliştirmiştir! İran bununla da yetinmemiş, dahası Michel Aoun akımı, Nebih Berri gibi laik hareketler ve Lübnan’da Amerika’nın bineğinde yürüyen diğer hareketler gibi İslam ile bir ilgisi olmayan akımlara da destek vermiştir.
3-İran’ın bölgede takip ettiği siyasi çalışmalarının tamamı, Amerika’nın projeleriyle mutabık ve uyum içerisindedir:
a-Lübnan’da kendisine ait ve kendi mezhebini takip eden bir parti kurup silahlandırmış ve böylece orada Lübnan ordusundan ayrı özel bir ordu haline gelmiştir. Nitekim Lübnan rejimi, onu ve silahlarını kabul etmekle birlikte Lübnan rejiminin Amerikan politikasını takip ettiği de bilinmektedir. Dolayısıyla Lübnan rejimi, onun dışındaki partilerin silah taşımalarına izin vermemekte veya diğer partilerin silahlı olmalarını kabul etmemektedir. Hatta Lübnan’daki İran partisi, İran’ın yaptığı gibi Amerika ile irtibatlı olan Suriye rejimine destek vermekte ve Amerika ise, İran partisinin Laik Beşar Esed rejimine destek vermek için Suriye’ye müdahale etmesine izin veren Lübnan rejimini engellememiş, dahası Amerika bu partinin Lübnan ordusu tarafından engellenmeksizin Suriye’ye müdahale etmesini zımnen onaylamıştır.
b-Amerika Irak’ı işgal ettiğinde beklenmedik bir direnişle karşılaşınca İran, kendi mezhebinin mensuplarını etkilemek, onların işgale karşı harekete geçmelerini önlemek, dahası onların direnişe karşı durmalarını, direnişle karşı karşıya gelmelerini ve oradaki işgale ve rejime meşruiyet vermelerini sağlamak yoluyla Amerika’ya yardım etmek için Irak’a girmiştir. Özellikle 2005 yılından sonra Amerika, İran tarafından desteklenen koalisyon partilerinin İbrahim el-Caferi, ardından da Malikî başkanlığında yönetime ulaşmalarına izin verdiğinde de bu hükümetler Amerika ve onunla ilişkisi olanlar tarafından kurulmuştur. Nitekim İran’ın desteklediği Malikî hükümeti, Amerika’nın Irak’a yönelik işgalinin sona ermesinin ardından Amerikan nüfuzunu korumak için Amerika ile güvenlik ve stratejik anlaşmaları imzalamıştır. Bu da sorumlularının, Irak’ın işgalinde ve Irak’ta Amerikan nüfuzunun istikrarını garantilemek için çalışmada Amerika ile işbirliği içerisinde olduklarını kabul eden İran’ın rolünün Amerika’yı hoşnut etmek olduğuna delalet etmektedir. Ayrıca İran, işgalin ardından Irak’ta doğrudan kendisine ait bir Büyükelçilik açmıştır. Hatta el-Caferi seçildiğinde o zamanki İran Dışişleri Bakanı Kemal Harazi 2005 yılında işgalin zirvesinde Bağdat’ı ziyaret etmiş ve her iki taraf, Irak’taki terörü kınama adı altında işgale dönük direniş eylemlerini kınamıştır. El-Caferi’nin İran’ı ziyaret etmesi ve her ikisi arasında stratejik alanlarda işbirliği anlaşması gibi birçok anlaşmaların imzalanması ise, güvenliği sağlamak, sınır kapılarını kontrol etmek, Basra’yı İran’ın elektrik şebekesine bağlamak ve Basra ve Aden arasına petrol boru hatları inşa etmek içindir. Nitekim İran Cumhurbaşkanı Nejad, 2008 yılının başlarında ve işgalin doğrudan mızrakları altında Irak’ı ziyaret etmiştir. Ahmedinejad, Amerika ve Yahudi varlığına karşı birçok kışkırtıcı ateşli açıklamalarda bulunmuş ama bu, pratiği olmayan sırf sözlerden öteye geçmemiştir. Aynı zamanda Nejad, Amerikan çizgisinde yürümede İran başkanlarından daha yakındır. Zira Amerikan işgali altında Irak’ı ziyaret ettiği gibi daha yönetimden ayrılmadan iki hafta öncesinde de Amerika’yı takip eden ve Amerikan nüfuzunu koruyan Malikî rejimine desteğini yenilemek için Irak’a dönük ziyaretini yenilemiştir. Aynı şekilde Nejad, 2010 yılında Amerikan işgali altındaki Afganistan’ı da ziyaret etmiş ve Amerikan işgaline hizmet eden Karzai rejime destek vermiştir.
c-Bunu Yemen’de de yapmıştır. Zira Husi gurubunu kazanmış, onları silahlandırmış ve onlar da İngiliz ajanı Salih rejimine karşı ayaklanmışlardır. Yine ayrılık çağrısı yapan ve aynı şekilde Güney Yemen’de Amerikan yanlısı laik bir rejim oluşturmak için Amerika’ya ajanlık yapan Yemen’deki laik Güney Hareketi’nden olanları da desteklemiştir.
d-İran’ın Suriye rejimi ilan olan ilişkisine gelince; bu, geçen asrın seksenli yıllarının başındaki ilk intifadanın patlak vermesinden beri olan eski bir ilişkidir. Zira bu dönemde, Müslüman Suriye halkına baskı uygulayan Suriye rejimine destek vermiştir. Bunu ise ajanları Esed ailesi liderliğindeki rejimi destekleyen Amerika’nın projesi kapsamında Suriye rejimini korumak için yapmıştır. Zira İran, Suriye’nin kendisiyle savaşan, İslam ile hiçbir ilgisi olmayan, dahası İslam ve ehliyle savaşan Saddam rejiminin türettiği Baascı ve milliyetçi laik bir rejim olduğunu bildiği gibi onun Amerika ile bağlantısı olduğunun da farkındadır. Dolayısıyla Müslümanların haklarını savunmayı üstlenmemiş, bilakis bunun aksini yaparak onlarla savaşmış, mücrim küfür rejimine yardım etmiş ve hala da bunu yapmaya devam etmektedir. Ayrıca İran rejimi, Suriye liderliği ile olan sağlam ilişkilerini korumakta olup bu ilişkileri, askeriyeyi, ekonomiyi ve siyaseti kapsamaktadır. Nitekim İran, Esed rejimini desteklemek için birçok silah transferi yapmış ve Suriye’de enerji rezervlerinin olmaması nedeniyle ona ucuz fiyata doğalgaz temin etmiştir. Dolayısıyla Esed rejimi çöküşün eşiğinde iken İran’ın Suriye ayaklanmasına müdahale etmesi, özel siyasi ilişkiler olarak mülahaza edilebilir. Zira İran’ın, Devrim Muhafız Güçlerini, İran partisi güçlerini ve İran’a bağlı Malikî milislerini gönderme şeklindeki müdahalesi olmamış olsaydı, evet bu olmamış olsaydı Beşar ve rejimi çöküp giderdi. Nitekim el-Kusayr ve Humus katliamları, bugün el-Guta’daki kimyasal katliamlar ve diğer katliamlar, bu müdahalenin tanıklarıdır.
e-İran, Afganistan’da da Amerikan işgalini desteklediği gibi Amerika ile Amerika’ya hizmet etmek için Karzai liderliğinde oluşturulan hükümetin koymuş olduğu anayasayı da desteklemiştir. Ayrıca Amerika, Taliban’ı hezimete uğratmada başarısız olunca İran ülkenin Kuzeyini garanti altına almıştır. Nitekim İran’ın eski Cumhurbaşkanı Rafsancani, “Şayet Taliban ile savaşta bizim güçlerimizin yardımı olmamış olsaydı, Amerikalılar Afganistan bataklığında boğulurdu” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. [Orta Doğu Gazetesi / 09.02.2002] Yine Eski Cumhurbaşkanı Hatemi’nin yardımcısı Hukuk ve Parlamento İşlerinden Sorumlu Muhammed Ali Abtahi, 13.01.2004 günü akşamı Ebu Dabi Emirliği’nde düzenlenen Körfez ve Geleceğin Zorlukları Konferansı’nda şöyle demiştir: “İran’ın işbirliği olmamış olsaydı, Kabil ve Bağdat kolay bir şekilde düşerdi. Ancak bizler, ödülü hak ettiğimiz halde şer ekseni haline geldik.” [İslam Online Net / 13.01.2004] Ayrıca bunun benzerlerini Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da tekrarlamıştır. Mesela Birleşmiş Millet toplantılarına katılmak için New York’a yapmış olduğu ziyareti sırasında 26.09.2008 tarihinde New York Times Gazetesi ile yaptığı röportajda şöyle demiştir: “İran, Afganistan konusunda Amerika’ya yardım elini uzatmıştır. Bu yardımlar sonucunda Amerikan başkanı, bize karşı askerî bir saldırı başlatmak için doğrudan tehditler yöneltmiştir. Ayrıca ülkemiz, Irak’a sükunetin ve istikrarın geri dönmesi noktasında da Amerika’ya yardım etmiştir.“
4-Nükleer programlar meselesine gelince; bu mesele, yıllardır yerinde saymaktadır. Hem de Avrupa’nın destekleyip teşvik ettiği Yahudi varlığının, bu yıllar içerisinde birçok kez bu programları vurmakla tehdit etmesine rağmen. Ancak Amerika, Yahudi varlığının karşısında durmuş ve onun bunu yapmasını engellemiştir. Hatta bugün hala bu varlığı engellemeye devam etmektedir… Nitekim Amerikan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey, 12.08.2013 tarihinde bu maksat için Yahudi varlığını ziyaret etmiştir. Zira Kuveyt Haber Ajansı [KUNA], 12.08.2013 tarihinde Yahudi varlığının ordu radyosundan şu sözleri aktarmıştır: “Dempsey’in ziyareti, Amerika Hava Kuvvetleri Komutanı General Mark Welsh’in “İsrail’e” yaptığı tam bir hafta süren ve her iki tarafın da görüşmelerde dönenlerin doğası hakkında konuşmaktan kaçındığı benzer gizli bir ziyaretin ardından gerçekleşmiştir. Nitekim Welsh’in ziyareti, bölgedeki gerginliği ortasında ve “İsrail’in” İran’ı vurma tehditlerinin ardından olduğu için Amerika’nın talebi üzerine gizli tutuldu.” KUNA Ajansı şöyle bir eklemede bulunmuştur: “Analistler, Amerikan ordu komutanının, yakın gelecekte İran’a karşı dramatik kararlar alınmasının engellenmesi ve Hasan Ruhani’nin İran Cumhurbaşkanı olarak atanmasının ardından diplomatik bir şans verilmesi için ev sahibini ikna etmeye çalışacağına inanmaktadırlar.” Zira Amerika, Yahudi varlığının 1981 yılında Saddam döneminde yapım aşamasında olan Irak’ın nükleer reaktörlerini vurmasına izin vermiş ancak o, bu varlığın Uranyumu zenginleştirmeye başlayan İran’ın nükleer reaktörlerini vurmasını engellemiş ve hatta Uranyumu zenginleştirme oranı %20’ye kadar ulaşmıştır. Bu da Amerika’nın, bölgede kendi çıkarı için çalışan İran rejimini koruduğunu, Körfez ülkelerindeki nüfuzunu yoğunlaştırmak için İran’ın Körfez ülkelerini korkutan bir öcü olarak kalmasını istediğini ve İslam dünyası bölgesindeki nüfuzunu korumak için İran’ı kullanmaya çalıştığını göstermektedir.
Biraz geriye dönecek olursak, 2003 yılının başından bu yana süren nükleer görüşmelerin vakıasında, Amerika’nın nükleer tesislere yönelik herhangi bir fiili icraatta bulunmaksızın yaptırımlara odaklandığını, Avrupa Birliği’ni engellendiğini, Yahudi varlığına öfkelendiğini ve her defasında Amerika’nın, herhangi bir askeri icraatta bulunmaksızın meseleye çözüm olarak ek yaptırımlar sunan görüşmeler yaptığını görürüz. Nitekim Amerika, “İsrail’in” korkularını yatıştırmak için defalarca müdahalede bulunmuştur. Zira Amerika, İran rejiminin var olmasını, nükleer konusunun nükleer bombaya dönüşmeyecek ve aynı zamanda kesin olarak da son bulmayacak şekilde kışkırtıcı olarak kalmaya devam etmesini, dahası daha önce söylediğimiz gibi Körfez’deki Amerikan askerî güçlerinin devamlılığını sağlamak amacıyla İran’ın Körfez ülkelerini korkutan bir öcü olarak kalmasını istemektedir. Ayrıca Amerika, İran’ı nükleer silahlardan caydırmak ve ondan korunmak bahanesiyle Türkiye ve Orta Avrupa’ya füze kalkanının dikilmesinde onu istismar etmektedir! Bunun yanı sıra Savunma Bakanlığı’nın bütçesinin artırılmasını da haklı göstermektedir.
5-İran ile Amerika arasında yüzeysel bir düşmanlığın ortaya çıkması açısından olana gelince; bu, aşağıdaki şekilde anlatılabilir:
a-Devrimin öncesinde ve sonrasında atmosfer ve kamuoyu, Amerikan karşıtlığı ile dolduruldu, halkın trajedilerinden Amerika sorumlu tutuldu, Şah’ı ve zulümlerini desteklemekle suçlandı ve Amerika büyük Şeytan olarak nitelendirildi. Bundan dolayı İran yöneticileri, her iki taraf arasında doğrudan görüşmelerin, ardından diplomatik ilişkilerin, özellikle de Amerika’nın Paris’teki Humeyni ile bağlantılarının yeniden başladığını ve Humeyni’nin devrimine müdahale etmemesi için Amerika’nın İran ordusuna baskı uyguladığını açıklayamadılar… Tüm bunlar ise gizli olmadı. Bundan dolayı İran rejimi, onlarla oturmaya gerekçeler oluşturmak için Amerika ile sıcak olaylara ihtiyaç hissetti. Mesela 04.10.1979 tarihinde İran ile Amerika arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesiyle sonuçlanan Amerikan Büyükelçiliği’ndeki rehine olayı, Humeyni’nin konumunu güçlendirmek, onun muhaliflerine darbe indirmek ve her iki taraf arasındaki ilişkilerin gerçeğini örtmek içindir. Nitekim daha sonra Amerikan kaynakları, bunun Amerika’nın tertip ettiği bir tiyatro olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde Hasan Beni Sadr, el-Cezira ile yapmış olduğu röportajda yukarıda geçenlere atıfta bulunarak “bunun Amerikalılar ve planlarıyla yapılan bir anlaşmayla olduğunu ve bunun Humeyni’nin ikna olmasından sonra gerçekleştiğini” söylemiştir. Dolayısıyla her iki taraf arasında 20.01.1981 tarihinde Cezayir Anlaşması olarak bilinen anlaşma imzalandı ve bu anlaşma gereği de rehineler serbest bırakıldı. Nitekim bu, Amerikan Başkanı Reagan’ın Amerika’da iktidar dizginlerini devraldığı gün meydana gelmiştir. Zira anlaşma metninde tarafların karşılıklı saygı içerisinde olması, her iki tarafın işlerine müdahale edilmemesi, üçüncü bir tarafın belirlenip yetkilendirilmesi yoluyla her iki ülkenin çıkarlarının korunması, sonra yeni rejimin İran’ın dondurulmuş varlıklarından talep ettiği 12 milyar doların geri verilmesi gerektiğinin geçtiğinde Amerika, Humeyni liderliğindeki yeni rejimi zımnen kabul etmiştir…
b-İran yöneticileri, o zamandan bu yana bu ilişkilerin yeniden başlaması için atmosferler oluşturmak için çalışmakla birlikte her ikisi arasındaki gizli bağlantıların da devam etmesinin yanı sıra bizzat İran yetkililerinin ifşa ettikleri gibi her ikisi arasındaki işbirliği de devam etmiş ve hala da bu şekilde devam etmektedirler… Sanki her iki ülke arasındaki bu durumun korunması her ikisinin de faydasına gibidir; zira sanki İran Amerika’nın düşmanıymış gibi görünmekte, Amerika ile muamele ettiğini, sömürgecilik projeleri kapsamında Amerika ile birlikte hareket ettiğini ve bu projeleri uygulamak için yardımcı bir faktör olduğunu örtmektedir. Amerika da İran’a düşmanmış ve ona karşı çalışıyormuş gibi görünmekte, Amerikalıları ve Yahudileri kontrol altına almakta ve bölgedeki çıkarlarını gerçekleştirmek için Amerika ve Batı’da İran’a düşman olan kamuoyunu aldatmaktadır. Amerikan ajanı İranlılar tarafından Cumhuriyetin ilan edilmesinin hemen ardından Cumhurbaşkanı Beni Sadr gibi göreve gelen bazı yöneticiler suçlanmış ve o zaman Amerika ile ilişkisi güçlü olan ve onu devirmek için çalışan muhalif güçlü bir akımın olması nedeniyle de düşürülmüştür. Ancak Cumhurbaşkanı Rafsancani, İran-Gate ve İran-Kontra gibi Amerika ile olan ilişkisinin gerçeklerini ifşa etmesine rağmen o zaman bunun gibi bir akımın mevcut olmamasından dolayı düşürülememiştir. Nitekim bazen reformcular ve ılımlılar olarak nitelendirilen ve bazen de muhafazakarlar ve fanatikler olarak nitelendirilen birçok Cumhurbaşkanları bir birlerini takip etmiş ancak bazen sert diğer bazı zamanda da yumuşak yapılan konuşmalara rağmen İran politikasında hiçbir değişime tanık olunmamış ve geriye pratiği olmayan ve vakıaya intibak etmeyen sözler kalmıştır. Aynı şekilde bazen Cumhuriyetçiler tarafından yapılan sert konuşmalara ve Amerika’yı şer eksenindeki ülkeler listesine koymalarına veya bazen de demokratlar tarafından yapılan yumuşak konuşmalara rağmen Amerika’nın İran’a karşı tutumu hiç değişmemiş ve İran’a karşı herhangi bir önemli ve ciddi adımlar atmamıştır. Nitekim yeni İran Cumhurbaşkanı Ruhani hükümeti oluşturduğunda şöyle demiştir: “Hükümetim, dış politikasında tehditlerin engellenmesini ve gerginliklerin ortadan kaldırılmasını benimseyecektir.” [Reuters / 12.08.2013] Ve “Dışişleri Bakanlığı görevine, eski Birleşmiş Milletler Büyükelçisi olan, eğitimini Amerika’da tamamlayan, temel olarak Washington ve Tahran arasındaki zayıf ilişkilerin üstesinden gelme girişiminde bulunmak için birçok gizli müzakere turlarına katılan Muhammed Cevad Zarif’i” seçmiştir. [Reuters / 12.08.2013] Ayrıca Ruhani, seçilmesinin ardından şöyle dediğinde daha açık bir açıklamada bulunmuştur: “Bizler, İran ile Amerika arasında daha fazla gerilim görmek istemiyoruz. Mantığımız bize, gelecek için daha fazla düşünmeye ve geçmiş sorunlar için çözümler oluşturmak ve işleri yeniden düzeltmek için oturmaya çalışmaya ihtiyaç olduğunu haber vermektedir.” [Reuters / 17.06.2013] Amerikan Başkanı Obama da ona şöyle cevap vermiştir: “Amerika, uluslararası toplumun İran’ın nükleer silahları hakkındaki endişeleriyle tam bir şekilde başa çıkmak için diplomatik bir çözüme ulaşmak amacıyla İran hükümetiyle doğrudan görüşmeler yapmaya hazır olmaya devam edecektir.” [Aynı kaynak] Bu da İran’ın, Amerika ile gizli hareket etme sürecine son vermek ve onunla açık bir şekilde hareket etme sürecine başlamak istediği anlamına gelmektedir. Ancak çeşitli sorunlar, sanki onun bölge sorunlarına katılmasını gerektiren bölgesel etkili bir ülke gibi göstermektedir.
6-Yukarıda zikrettiklerimize binaen meseleyi aşağıdaki şekilde sonuçlandırıyoruz:
İran’ın rejimin resmi mezhebi olarak belirlediği mezhep meselesi, taşımış olduğu bir mesaj ve proje olarak belirlenmemiştir. Zira o, rejimini bu mezhep üzerine kurmadığı gibi anayasasını da bu temel üzerine koymamış ve maddeleri de ondan alınmamıştır. Bilakis yönetim sistemi, dış siyaseti, ordu ve güvenlikle ilgili temel maddeler, kapitalist sistemden alınmıştır. Dolayısıyla o, Hicaz ülkesinde yaygın olan “Hanbeli Mezhebini” istismar eden ve rejimin çıkarlarını gerçekleştirdiğini gördüğümüz Suudi Arabistan rejimine benzemektedir. İran’ın dış siyasetine gelince; bu, Amerika’nın bölgedeki ve aynı şekilde Büyük Orta Doğu ve İslam ülkelerindeki çıkarlarıyla uyumludur. Mesela Tahran, son on yıl veya daha fazla yıl boyunca Amerika’nın Irak ve Afganistan’daki işgalinin istikrarı gerçekleşmesi için Washington’a yardım etmiştir. Yine aynı şekilde Lübnan’daki partisi yoluyla Lübnan’ın siyasi sahnesini resmettiği gibi son zamanlarda da Esed’i desteklemek yoluyla Suriye’deki Amerikan hegemonyasını korumak için işbirliği yapmaktadır. Dolayısıyla İran, Afganistan’da, Suriye’de, Lübnan’da ve Irak’ta Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmek için çalışmaktadır. Bölge dışında ise şunlar söylenebilir; Amerika, kendi füze kalkanı programlarının propagandasının yapılmasında, Körfez İşbirliği Konseyi [KİK] ülkelerini dengeli olmayan güvenlik anlaşmalarına bağlamada ve aynı şekilde Körfez ülkelerine İran korkusuyla milyarlarca dolarlık silahlar satmada İran’ın davranışlarını istismar etmeyi başarmıştır!
İran, Amerika birlikte hareket etmekte olup bu seyrinin ne anlama geldiğini ve sınırlarını bilmektedir. Dolayısıyla Nejad’ın, Afganistan, Irak ve Suriye’de Amerika’ya büyük hizmet ettiğine tanık olunan dönemde meydana geldiği gibi gerçekleri saptırmak ve örtmek için konuşma tonunu yükseltse de bunun ötesine geçemez. Bundan dolayı Amerika, İran rejiminin büyük oranda kendi çıkarlarına hizmet ettiğini görmektedir. Hatta Amerika’da karar verici daireler, rejimi değiştirmek için çalışmaya gerek duymamaktadırlar. Nitekim 12 Aralık 2008 tarihinde Robert Gates, Bahreyn’de Amerika ile İran arasında olması gereken ilişkiler hakkındaki uluslararası konferansta bu hususu açıklamış ve şöyle demiştir: “Hiç kimse İran’daki rejimi değiştirmek için çalışmıyor… Bu bağlamda bizler, politikalar ve davranışlarda bir değişim oluşturmalıyız. Şöyle ki; İran, istikrarsızlığın ve şiddetin kaynağı olmak yerine bölge ülkeleri için iyi bir komşu olmuştur.“
14 Şevvâl 1434
2013/08/21