Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in resullüğüne iman; ona itaati ve tabi olmayı, akidede ve hükümlerde Sünnet ile delil getirmeyi gerektirir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلالاً مُبِينًا “Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah’a ve Resulüne başkaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.”[1]
أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ “Allah’a itaat edin ve Resule de itaat edin.”[2]
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا “Resul size neyi getirdiyse onu alın, sizi neden men ettiyse ondan geri durun.”[3]
Ancak Sünnetle delil getirmek, kendisi hakkında delil getirilecek şeye göre farklılık arzeder. Hakkında delil olarak kullanılacak konuda zannı galip yeterli oluyorsa Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem‘in böyle bir sözü söylediğine dair kişinin zannı galibi üzere delil getirilir. Yine kişide Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem‘den böyle bir sözü söylediğine dair yüzde yüz kesinlik bulunduğunda ise, zannı galibe nazaran bu tür sünnetin (Haber-i Mütevatirin) delil getirmede önceliği vardır. Ancak yüzdeyüz kesinliği, şüpheden arınmış olmayı gerektiren bir konuda, Sünnetle delil getirilecek kişide Resulün o sözü söylediğine dair yüzde yüz kesinlik bulunması gereklidir. Yoksa kişide Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem‘in böyle bir sözü söylemiş olabileceği zannına dayanarak, kesinlik gerektiren bir konuda zan ile delil getirilmez. Çünkü zan, kesinlik için delil olmaya elverişli değildir. Öyleyse yüzde yüz kesinliği gerektiren bir konuda zanni delil değil ancak kesinlik, yakin ifade eden delil bulunmalıdır.
Şer’i hükümle ilgili bir konuda bir kişinin zannı galibine göre Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmü budur demesi doğrudur ve ona tabi olmak gerekir. Bu nedenle ister sübutu açısından olsun isterse delaleti açısından olsun delilin zanni olması caizdir. Bunun için Haber-i Ahad, Şer’i hükümlerde delil olarak kullanılabilir. Nitekim Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem yargıda ve hadislerin rivayetinde bunu kabul etme çağrısında bulundu. Sahabe-i Kiram da, Şer’i hükümlerde bunu kabul ettiler ve uyguladılar.
Akideye gelince: Akide; bir delile dayalı vakıaya uygun kesin tasdik demektir. Akidenin vakıası ve gerçek anlamı bu olduğuna göre, delilinin kesin tasdiki oluşturan olması gerekir. Bizzat delilin kendisi, kesinlik için delil olmaya elverişli oluncaya kadar, kesinlik kazanmadıkça akidede delil olamaz. Çünkü zanni delilden kesinlik çıkmaz. Dolayısıyla da kesinlik hususunda delil olamaz. Bu nedenle zanni olduğu için Haber-i Ahad akidede delil olamaz. Akidenin kesin, şüpheden tamamıyla uzak olması gerekir. Allahu Teâla Kur’an-ı Kerimde zanna uymayı zemmederek şöyle buyurmaktadır:
لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلا اتِّبَاعَ الظَّنِّ ما “Bu husus hakkında onlarda ilim (kesin delil) yoktur. Onlar ancak zanna uyarlar.”[4]
وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلا ظَنًّا إِنَّ الظَّنَّ لا يُغْنِي مِنْ الْحَقِّ شَيْئًا “Onların çoğu ancak zanna uyarlar. Zann ise haktan bir şeyi ifade etmez.”[5]
وَإِنْ تُطِعْ أَكْثَرَ مَنْ فِي الأرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلا الظَّنَّ “Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar.”[6]
إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الأنْفُسُ “Onlar ancak zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar.”[7]
وَمَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلا الظَّنَّ وَإِنَّ الظَّنَّ لا يُغْنِي مِنْ الْحَقِّ شَيْئًا “Oysa onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna uyarlar. Zan ise şüphesiz gerçeği ifade etmez.”[8]
Bu ayetler ve bunların dışındaki birçok ayet akide ile ilgili konularda zanna uyanları zemmetmede/kınamada açık, net ifadelerdir. Onların kınanmaları ve uyarı almaları, zanna tabi olmaktan men olunduklarına delildir. Haber-i Ahad zanni bir delildir. Akidede Haber-i Ahad ile delil getirmek, akide ile ilgili konularda zanna uymak demektir ki bu hususta Kur’an’da açık kınama vardır.
Şer’i delil ve akide olayı dikkatle incelendiği zaman, akide ile ilgili konularda zanni delil ile delil getirildiği zaman delilin zanni olmasından dolayı itikadı gerektirmez. Bu nedenle Haber-i Ahad akide ile ilgili konularda hüccet değildir.
Dikkat edilecek olursa zanna uymayı kınayan, yasaklayan ayeti kerimelerin Şer’i hükümlerle ilgili ayetler olmayıp akideyle alakalı ayetler olduğu görülür. Bunun için Allahu Teâla, akidede zanna uymayı dalalet saymıştır ve bu ifadeler inançlar konusunda geçmiştir. İnançlarla ilgili konularda zanna uyanları açıkça kınayarak ayette şöyle demektedir:
إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الأنْفُسُ “Onlar ancak zanna ve canlarının istediğine uymaktadırlar.”[9]
Allahu Teâla bu ifadeyi şu ayetlerin hemen ardından söylemektedir.
أَفَرَأَيْتُمْ اللاتَ وَالْعُزَّى (19) وَمَنَاةَ الثَّالِثَةَ الآخْرَى (20) أَلَكُمْ الذَّكَرُ وَلَهُ الآنثَى (21) تِلْكَ إِذًا قِسْمَةٌ ضِيزَى (22) إِنْ هِيَ إِلا أَسْمَاءٌ سَمَّيْتُمُوهَا أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ مَا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الأنْفُسُ وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمْ الْهُدَى “Ey inkârcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat’ın ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah’ın öyle mi? Öyleyse bu haksız bir paylaşma. Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen bir sultan (kesin delil) indirmemiştir. Onlar ancak zanna uymaktadırlar.”[10]
Bu ayetlerde sözü edilen konu görüleceği üzere akide ile ilgili meselelerdir.
وَإِنْ تُطِعْ أَكْثَرَ مَنْ فِي الأرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلا الظَّنَّ “Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah Subhenehû ve Teala’nın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar.”[11]
Bu ayette geçen “dalalet” kelimesi zanna uymaktan kaynaklanan küfür anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla bu ifade de ayetlerdeki konunun akide ile ilgili meseleler olduğuna delalet etmektedir. Konunun açıklanması bir yönüyle böyledir. Bir diğer açıdan ise;
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem‘in Ahad Haber ile hükmettiği, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem zamanında Müslümanların Ahad Habere dayanarak Şer’i hükümleri aldıkları ve Resulün de bu davranışları ikrar ettiği sabittir. Resulün sözü Şer’i hükmün dışındaki ayetleri -ki bunlar akideler ile ilgili ayetlerdi- tahsis ediyordu. Yani bazı ayetlerin genel olmasına rağmen Şer’i hükümleri akide ile ilgili konulardan ayırıyordu
Ancak Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem‘in krallara ve amillerine elçi olarak bir kişiyi göndermesi, Sahabenin Kâbe’ye yönelmeleri, içkinin haram kılınması emri gibi Şer’i hükümle alakalı bir konuda bir kişinin verdiği haberleri kabul etmeleri, Tevbe suresini insanlara (Mekke’lilere) okuması için Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem‘in Ali Radıyallahu Anhu‘yu Mekke’ye göndermesi gibi tek kişinin haber vermesine dayanan olaylarla ilgili rivayetler Haber-i Ahad’ın akidede delil olarak kabul edildiğine delalet etmezler. Bu rivayetler ancak; ister Şer’i hükümlerin tebliği olsun isterse İslâm’ın tebliği olsun tebliğde Ahad Haberin kabul edilebileceğine delildirler.
Burada, “İslâm’ı tebliğin kabulü aynı zamanda akide için de bir kabul sayılır” şeklinde bir ifade kullanılamaz. Çünkü bir kişinin İslâm’ı tebliğ etmesinin kabul edilmesi, akidenin kabul edilmesi demek değil yalnızca bir haberin kabul edilmesi demektir. Kendisine İslâm tebliğ edilen kişi onu akletmeye çalışır. İtikat edeceği kat’i, kesin bir delil getirildiğinde kabul etmezse küfründen dolayı muhasebe edilir. İslâm’la ilgili bir Haber-i Ahadın reddi küfür sayılmaz. Ancak hakkında kesin, şüphesiz delil getirilen bir konuda İslâm’ı reddetmek küfür sayılır. Bu nedenle İslâm’ın tebliği akideden sayılmaz. Tebliğde Haber-i Ahadın kabulü de şüphesiz böyledir. İster İslâm’ın tebliği olsun, ister Kur’an’ın tebliği olsun, isterse hükümlerin tebliği olsun rivayet olunan olayların hepsi tebliğe delalet eder. Ancak akide konusunda Haber-i Ahad ile delil getirileceğine dair tek bir delil bile yoktur.
Bu nedenle akidenin delili elbette ki kesin olması lazımdır. Yani akide ile ilgili konularda bir şeyin delil olabilmesi için, inkâr edeni tekfir ettirecek ve kesinlikle alınmasını sağlayacak ve her ikisinin de delaletleri kat’i olacak şekilde ya Kur’an’dan ya da mütevatir hadisten olması lazımdır. Eğer akide ile ilgili bir konunun delili Haber-i Ahad olursa onu almak gerekmez, inkâr eden de kâfir sayılmaz. Böylece Hadis sahih olsa dahi ahad yoluyla rivayet edildiğinde, Hadis olduğundan dolayı yani Resulün onu söylemiş olmasından dolayı itikat etmeyi gerektirmediği gibi getirdiklerine itikadı da gerektirmez. Bu açıdan aynen Kur’an gibidir. Kur’an bize tevatür yoluyla nakledilmiştir, itikadı gerektirir ve inkâr eden tekfir olunur. Kur’an’dan olduğu nakledilen ancak haberi ahad yoluyla bize ulaşan; الشَّيْخُ وَالشَّيْخَةُ إِذَا زَنَيَا فَارْجُمُوهُمَا الْبَتَّةَ نَكَالاً مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Zina eden yaşlı (evli) erkek ve yaşlı (evli) kadını Allah’tan bir ceza olarak ölünceye kadar taşlayınız. Allah azizdir, hâkimdir“[12] sözü Kur’an’dan bir parça sayılmaz ve itikat etmeyi de gerektirmez. Her ne kadar Kur’an’dan bir parça olduğu rivayet edilmiş olsa da Haber-i Ahad yoluyla rivayet olunduğu için, Kur’an’dan bir parça olduğunun kabul edilmesini, itikat edilmesini ortadan kaldırır. Haber-i Ahad da aynen bunun gibidir. Her ne kadar Hadis olduğu rivayet edilse de, rivayet şekli ahad yoluyla olduğu için kendisine itikat vacib olmaz. Hadis ve içerdiğine itikadın vacib oluşunu reddetmek Hadisi reddetmek anlamına gelmez. Daha doğrusu Hadis tasdik edilir ve Şer’i hükümlerde onunla amel etmek vaciptir.
[1] Ahzab: 36
[2] Nisa: 59
[3] Haşr: 7
[4] Nisa:157
[5] Yunus: 36
[6] En’am: 116
[7] Necm: 23
[8] Necm: 28
[9] Necm: 23
[10] Necm: 19,23
[11] En’am: 116
[12] Ahmed b. Hanbel, Müs. Ensâr, 20261