بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Bakara Suresi
-24-
Allah’ın Adem’e eşyaların isimlerini öğretmesi ve düşünmek için önbilginin ehemmiyeti:
Allahu Teala öyle buyurdu:
وعلم آدم الأسماء كلها ثم عرضهم على الملآئكة قال أنبؤني بأسمآء هؤلاء إن كنتم صادقين.(31)قالوا سبحانك لا علم لنا إلا ما علمتنا إنك أنت العليم الحكيم.(32) قال يا آدم أنبؤهم بأسمائهم فلما أنبئهم بأسمائهم قال ألم أقل لكم إني أعلم غيب السموات والأرض وأعلم ما تبدون وما كنتم تكتمون.
“Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.
(Bunun üzerine:) Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Âdem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.”(Bakara 31-32-33)
Allah Celle Celaluhu Hz. Adem’e her şeyin ismini öğreterek meleklere öğretmemesi sonucu ona verdiği şerefin zikredildiği makamdır. Bu husus, meleklerin Hz. Adem’e secde etmesinden sonra idi. Secde bölümünden önce bu şereflenme bölümünün öne alınması, buradaki durumla, halifenin yaratılış hikmetini bilmeyerek, meleklerin soru sormaları ve Allah Teâlâ’nın kendisinin onların bilmediğini bileceğini söylemesindeki hikmet arasında münasebet kurmak içindir. Allah Teala burada Adem’in üstünlüğünü zikretmekle, Allah’ın Adem’e lütfettiği bilgi şerefini açıklamayı kastetmiştir. Bunun için Allah Celle Celaluhu Adem’e bütün isimleri öğretmiştir.
Allah’u Teala meleklere Adem’in veya insanoğlunun üstünlüğünü göstermek istedi. Allah Celle Celaluhu Adem’e her şeyin ismini öğretti, her şeyin ne olduğunu gösterdi. Bunun manası; insanoğlunun üstünlüğü herhangi bir şey hakkında hüküm verebilmek için bilgiye sahip olmasıdır. Allah, Celle Celaluhu meleklere bunların isimlerini söyleyin deyince dediler ki; “Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur” dediler. Adem’e dedi ki; “Ey Adem onlara bu isimleri bildir.” Adem bildirince Allah’u Teala onlara dedi ki; “Ben size, muhakkak semâvat (gökler) ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim.” Çünkü Allah’u Teala, meleklere; “Yeryüzünde bir halife (bir insan) yaratacağım”deyince, onlar dediler ki; “Bizler hamd ile seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?” Melekler, Allah’a boyun eğmeye ve her şeyi yapmaya hazırdılar. Sanki melekler Allah hakkında kusur gösterdiklerini hissettiler. Fakat Allah bunun sebebini onlara göstermiyor ve onlara şunu demek istiyor; “Sizin bilmediğinizi bilirim, işte bilmediğiniz budur. Bu ise Ademin bilgi ve akıl sahibi olmasıdır. Bu sizden üstündür. Bilmediğinizi biliyor” diye cevaplandırmıştır. Bunun açıklaması şudur: “Göklerin ve yeryüzünün gaybı, bütün gizli ve görünmeyen taraflarını, açıkladığınız ve gizlediğiniz her şeyi biliyorum. Size demedim mi?” Melekler Allah’ın insanoğlunu niye yarattığını bilemediler, bu sadece Allah’ın isteğidir. Bütün bunlar onların Allah’a kulluk etme ve boyun eğme hususunda kusur gösterdikleri için değildir. Belki, meleklerin gizledikleri şey bu zan ve şüphedir. Öte yandan, Allah’u Teala Fussilet sûresinde insanlara diyor ki;
فإن إستكبروا فالذين عند ربك يسبحون له بالليل والنهار وهم لا يسئمون
“Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan (melekler) hiç usanmadan, gece gündüz O’nu tesbih ederler.”(Fussilet 38)
Bunun manası; Allah hiçbir kimsenin ibadetine muhtaç değildir. Nitekim melekler ibadeti fazlaca yapıyor ve hiç usanmadan ve kusur göstermeden de Allaha ibadet ediyorlar. Ey insanlar! Bana kulluk etmezseniz hiç size muhtaç değilim. Eğer ibadet yaparsanız kendiniz için iyilik yapmış olursunuz. Daha doğrusu, insan Allah’a kulluk etmeye muhtaçtır. Bu Allah’ın kendisini yarattığı ve kendisine her türlü nimeti verdiği ve Allah’ın ödülünü kazanmak içindir. İnsanın yaratılışında kulluk etme arzusu da vardır. Bu ise dindarlık içgüdüsünden kaynaklanıyor. İnsan Allah’a kulluk etmezse başka bir şeye kulluk edecektir. Allah’a kulluk ederse mutlu ve huzurlu olur ve böylece içgüdüyü doğru şekilde tatmin etmiş olur. Öyleyse insan sapmadan gerçek olana tapsın ki mutlu olsun. Marx’a, Lenin’e, Atatürk’e, Buda’ya, ineğe, fareye, ağaçlara, taşlara, yıldızlara, erkeğin kadına, kadının erkeğe, yılanlara, filozoflara, düşünürlere, şarkıcılara, sanatçılara, para ve pula ve benzeri aciz olanlara tapmasınlar. Yoksa mutsuz ve huzursuz olurlar. Zira insanlar mutlaka bir şeye tapacaktır. Öyleyse Allaha tapsın ki saadete kavuşsunlar.
Tapma şöyle anlaşılır: İnsanın bir şeye veya bir şahsa son derece saygı ve sevgi göstermesi, onu en üstün görmesi ve ona boyun eğmesi veya onun emrine içten ve tereddütsüz uymasıdır. Bu her insanda görülür, çünkü yaratılışında mevcuttur ve onu sökemez.
Düşünmek için bilgiye ihtiyaç vardır. Aklın tarifini yaparken bu ayetten istifade ederiz. Nitekim bir şeyi tarif ederken Allah’ın gösterdiği gerçeklere bakmalıyız. Ancak o zaman doğru neticeye ulaşırız. Aklı doğru şekilde ilk defa tarif eden Hizb-ut Tahrir’in kurucusu Takiyuddin en-Nebhani bundan istifade etmiştir. Bunu 1953’te çıkarttığı “İslam nizamı” ve 1973’ te çıkarttığı “Düşünme Metodu” kitaplarında izah etmektedir. Bu doğru tarif şöyle idi:
“Duyu organları vasıtasıyla vakıanın beyne nakletmesiyle beraber bu vakıayı açıklayacak önbilginin var olmasıdır.”
1-Duyu organları; görme, işitme, koklama, tatma ve dokunmaktır.
2-Vakıa; bir madde veya bir şey veyahut bunun izi, bir olay veya onun izidir.
3-Beyin; insan kafasında mevcut olan hücrelerin toplamıdır.
4-Önbilgi; vakıa, madde, onun izi, olay veya onun izi hakkında bilgidir. Bu bilgi olmazsa insan asla düşünemez.
İnsan duyu organlarıyla bir şey hissedince bunu beyne götürür ve onun hakkında edindiği önbilgiyle bunu düşünmeye başlar, ne olduğunu anlar ve onun hakkında hüküm verir. Böylece, insan o şey hakkında bir fikir edinmiş olur.
Kur’anı Kerim’de duyu organlarıyla ilgili birçok ayet vardır. Kur’anı Kerim insanın vakıaya bakmasını istemektedir:
أفلا ينظرون إلى الإبل كيف خلقت، وإلى السماء كيف رفعت، وإلى الجبال كيف نصبت، وإلى الأرض كيف سطحت
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (Gaşiye 17-18-19-20)
Bu şekilde Kuranı Kerimi kavrayarak aklın doğru tarifine varırız. İnsanın bir şey hakkında ön bilgisi yoksa onu düşünemez ve onun hakkında fikir veremez. İsra suresinde Allah’u Teala;
ولا تقف ما ليس لك به علم إن السمع والبصر والفؤاد كل أولئك كان عنه مسؤولا
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 36) buyurmaktadır.
Yani, bir şeyi görmezse veya işitmezse, onun hakkında hüküm verdiği taktirde sorumlu tutulur. Bir şüpheye, bir evhama veya bir zanna dayanarak fikir verirse yine sorumludur. Bundan dolayı, insan önce olayı duyu organlarıyla nakledecek daha sonra olay hakkında bilgi edinecektir. Bilgi edinmeden şüphe, zan ve evhama göre hüküm vermezsin. Başka ayetlerde, Allah’u Teâla, öğrenin, araştırın, inceleyin ve bilgi edinin şeklinde emrediyor. Bunun içinde göğe, yıldıza, yere, ağaçlara, kendimize, hayvanlara, yağmura ve değişik olaylara bakmamızı emrediyor. Sonra, düşünmemizi istiyor. Bundan sonra, kendisine bilerek ve düşünerek kulluk etmemizi istiyor.
-25-
Meleklerin Adem için secde etmesi, İblis’in hakikati ve kibirlenmesi:
وإذ قلنا للملآئكة إسجدوا لآدم فسجدوا إلا إبليس أبى وإستكبر وكان من الكافرين
“Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kafirlerden oldu.” (Bakara 34)
İblis melek olmayıp cinlerdendir. Kehf suresi 50. ayetinde bu konu hakkındaşöyle zikredilmektedir:
وإذ قلنا للملآئكة إسجدوا لآدم فسجدوا إلا إبليس كان من الجن ففسق عن أمر ربه أفتتخذونه وذريته أولياء وهم لكم عدو بئس للظالمين بدلاً.
“Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun zürriyesini mi dost edinmek istiyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!.” (Kehf 50)
Kuran’da İblisin meleklerle beraber bulunduğuna dair hiçbir açıklama yoktur. Sünnette de bu konu hakkında hiçbir hadis rivayet edilmemiştir. Ancak, bazı sahabelerin ve ondan sonra gelenler (tabiinler)in bu mesele üzerinde açıklamaları vardır. Bu açıklamalar hadis türünden olmayıp eser cinsindendir.
Misal olarak, ibni Cerir, ibni Abbas’ın şu açıklamayı yaptığını rivayet eder:
“Yeryüzünde cinler oturuyorlar ve çok fesat ve bozgunculuk yapıyorlardı. Allah, İblisin başında bulunduğu meleklerden oluşan bir ordu gönderdi. İblisin liderliğindeki bu ordu cinleri yenilgiye uğrattı ve dağıttı. Cinler adalara ve dağların eteklerine çekilmeye mecbur kaldılar ve oralarda konakladılar. Bu olaydan sonra İblis kendini üstün gördü ve kalbine gurur girdi. Fakat melekler İblisin kibirliliğini ve mağrurluluğunu görmediler. Ta ki; Allah Adem’i yaratıncaya kadar. Allah Adem’e ilim verip onu bu noktada üstün kılınca İblis çok kıskandı ve Adem için meleklerin secde ettikleri gibi secde etmeyi red etti.”
Buna benzer başka rivayetler de aktarıldı. Fakat bunlar akideyle alakalı değildir. Gayb/görülmeyen ve aklın idrak edemediği hususlara inanabilmemiz için ayet ve mütevatir hadis gibi kesin delilin geçmesi gerekir. Bu delilin delaleti/manası da mutlaka kesin olması gerekir. Akide ile ilgili delil ancak yakını olarak alınır. Aksi takdirde sıradan bir haber olur, o mesele inanç veya akide haline getirilmez. Eğer bu haber sahih veya kuvvetli ise onu kabul ederiz ve onunla amel ederiz, fakat akide olmaz ve onu akide olarak ittihaz etmek caiz değildir.
Ama İblisin neden meleklerin yanında bulunduğu ve orada işinin ne olduğuna dair bir soru yöneltmemiz de doğru değildir. Çünkü bizim için asıl önemli olan İblise, İblisin vesveselerine ve onun çizdiği yola karşı takınacağımız tutumdur. Cin suresinde 4. ayette İblisin cinlerin büyüğü olup Allah hakkında cinlere yalan ve saçma şeyleri uydurduğu açıklanıyor. Bakara suresinde tefsir etmeye çalıştığımız bu ayette başka hususlar da yer almaktadır. İblis gibi Allah’a isyan etmemek ve kibirlenmemek gerekir. İnsan Allah’u Teala’nın kendini nasıl yüksek kıldığını düşünmeli ve ona göre Allah’a şükranda bulunmalıdır. Gerçek manada şükran Allah’ın emirlerine uymak ve onun nehiylerinden vazgeçmekle gerçekleşir. İsra suresinde 70. ayette Allah’u Teala Adem oğullarını değerli kıldığını açıkladığı halde aynı surede 72. ayette Allah’ın dinine ve ayetlerine tabi olmayanların dünyada ve kıyamet gününde kör olacaklarından bahsetmesi ise mecazidir. Bunun manası; Allah’ın emirlerine karşı kör olan kimse kıyamet gününde kör olur anlamındadır. Allah Celle Celaluhu Tin suresinde insanı en güzel şekilde yarattığını açıklarken sonra insanın en kötü duruma düştüğünü de bildirmektedir. Fakat bu noktada bir ayırım yaparak iman edip salih amel yapanları müstesna kıldığını ve onları ödüllendireceğini açıklıyor. İblis Allah’ın emrini reddettiği için kafir oldu. Buna göre, Allah’ın emrini reddeden kesinlikle kafirdir. Allah’u Teala Adem’i değerli kıldığı için cennete koydu, Bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:
-26-
Adem’in cennette ikamet etmesine ve ağaçtan yememesine çağrı:
وقلنا يآدم اسكن أنت وزوجك الجنة وكلا منها رغدا حيث شئتما ولا تقربا هذه الشجرة فتكونا من الظالمين
“Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada hoşça ve bolca istediğiniz şekilde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.” (Bakara 35)
Allah Onları imtihan etmek istedi. Gösterdiği ağaca yaklaşmamalarını emretti. “Yaklaşmayın” emrinden kasıt onun meyvelerinden yememek ve yemek için de herhangi bir teşebbüste bulunmamaktır. Bu konuda; “eğer ona yaklaşırsanız zalimlerden olursunuz” diyerek uyardı. Zalim olunca bu zulmün neticesini de bekleyin demektir. Bunun elbette cezası da vardır. Tefsir kitaplarında bu ağacın ne türden olduğuna dair çok isim zikredilir. Bu rivayetler arasında üzüm, buğday, zeytin, hurma ve incir cinsleri üzerinde durulmaktadır. Diğer yandan ne tür bir ağaç olduğuna dair kati bir nass varit olamadı. Bundan dolayı da itibara alınmaz, bunlar üzerinde durulmaz, uğraşmak fuzulidir, boş şeydir, bir fayda da getirmez. Kapalı kalan böylesi konular üzerinde genellikle İsrailoğulları uğraşmıştır. İsrailoğulları daima fuzuli sorular ve fuzuli şeylerle uğraştıklarından asıl maksadın ne olduğuna hiç yanaşmadılar. Allah’u Teala bu ağacın ismini açıklamadığı için üzerinde durmak önemli değildir. Önemli olan Allah’a itaatin gerçekleşip gerçekleşmediği meselesidir. İmtihan meselesidir. O ağacın ne olduğu önemli olmayıp, Adem Aleyhisselam ve eşinin Allah’ı dinleyip dinlemediği meselesidir. Allah’ın emrine uymak işin aslını oluşturması gerekir. Uyulmadığı takdirde zalimlik zuhur eder. Adem Aleyhisselam ve eşi bu imtihanda başarılı olamadılar, kendilerine ihsanda bulunan Allah’a isyan ettiler ve kendilerine kötülük yapan İblisi dinlediler. Allah Celle Celaluhu şöyle buyuruyor:
-27-
Adem ve zevcesinin Şeytanın tuzağına düşmeleri ve cennetten kovulması:
فأزلهما الشيطان عنها وأخرجهما مما كانا فيه وقلنا اهبطوا بعضكم لبعض عدو ولكم في الأرض مستقر ومتاع إلى حين
“Şeytan onların ayaklarını kaydırıp hadde tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.” (Bakara 36)
Bu ayette Rabbimiz bizi şeytana karşı uyarıyor. Şeytan babamız Adem’le ve annemiz Havva’nın kalplerinde vesvese oluşturarak, onları cennetten çıkarttı. Verdiği vesvese neticesinde onları Allah’a isyan ettirdi. Bundan dolayı onu dinlemeyip vesvesesinden uzak durulmalıdır. Şöyle bir soru sorulabilir: Görüp işitemediğimiz şeytanın vesvesesinden nasıl uzak kalabiliriz? Bunun cevabı; Allah’a karşı yapılan her isyan şeytandandır, kötülük yapmaya yönelik her düşünce yine şeytandandır. Onun işi vesvese, kötü düşünce ve Allah’a isyana teşviktir. Bunlar şeytanın işlerinden olduğu için insan bu tür vakıaları hissedebilir ve buna karşı nasıl davranacağını belirleyebilir. Zira bu tür olaylar hislerle müşahede edilebilir. Bundan dolayı böylesi durumlardan kaçınılmalı ve bu tür eylemlerden uzak durmalıyız.
Tefsir kitaplarında, şeytanın nasıl cennete girdiği, Adem ve Havva’nın kalplerine nasıl vesvese verdiği üzerinde de durulmaktadır. Bu mesele üzerine çeşitli görüşler zikredilmiştir. Bu görüşlerden bazıları; gizlice girdi, cennetin kapısı dışından bunu yaptı, (Yahudiler hikayevi türden izahlarla) yılanın ağzında cennete girdiğinden bahsetmektedir. Bunlarla ilgili kaynaklarda kati ve kesin bir nass yoktur. Bundan dolayı da böylesi görüşleri almak veya itibar etmek doğru değildir. Üzerinde durulması gereken asıl mesele, şeytanın insana düşmanlık yapması, Allah’a isyan etmeye teşvik etmesi, her Allah’a isyan etme konusunun şeytani olduğunun bilinmesidir. Onu reddetmemizin gerekli olduğu aksi takdirde Allah’a isyanla halimizin değişeceği, bütün güzelliklerin yerine ortalığı çirkefin kaplayacağı bilinmelidir. Bu gün içinde bulunduğumuz ortam bunun en bariz örneklerindendir. Bu nedenle, ayetin bize verdiği mesaj üzerinde durmalıyız. Yoksa şeytanın cennete nasıl girdi, babamız ve annemize nasıl vesvese verdiğini tartışmak ve bahsetmek fuzulidir ve de önemi yoktur. Cennet gökte miydi veya yerde miydi tartışması da bu türdendir. İnsan Allah’a isyan ederse şeytana uymuş olur. Ayrıca, Allah tarafından cezalandırılır ve bulunduğu halden çıkartılır. Özellikle, Müslüman olunca Allah onu bu dünyada da cezalandırır ki; belki işlediği günahı için tövbe eder de Allah’a döner.
Adem ve Havva sadece yasaklı bir ağaçtan yedikleri meyve için o kadar ağır cezaya çarptırıldılar. Ya günümüzde durmadan günah işleyerek biz Müslümanlardanız diyenlere ne demeli?! Hatta daha da ileri giderek şöyle derler: “Şimdi günah işleriz, sonra da tövbe ederiz!, “önce günah işleriz, sonra da hacca gider tövbe ederiz. Böylece affediliriz”!.. Bu işlere teşebbüs edenler sakınsınlar. Affedildiklerine dair ellerinde kesin bir hüccetleri olmadığı gibi tövbe edemeden cezaya çarptırılabilirler ve de başlarına değişik musibetler gelebilir.
Başka bir nokta; bazı insanlar menfaati veya maslahatı icabı şer-i hükmü gözetmeyip haram işlerler. Adem’in ve Havva’nın yaklaştıkları ağaç zararlı değildi herhangi bir ağaç idi. Fakat, burada önemli olan zarar, fayda, menfaat, maslahat veya mefsadat değildir. Önemli olan Allah’a itaat etmek ve ona isyan etmemektir. Allah’ın emrine uymak menfaat getirir veya nehiyleri zarar getirir düşüncesi yanlıştır. Allah’ın emri ve nehyi imtihan içindir. Buradan maksat kimin Allah’a itaat edeceği veya kimin isyan edeceğinin belli olması açısındandır. Allah’ın bir emrini yerine getirmesinden dolayı insan dünyada zarar görebilir. Mesela; cihad gibi. Müslüman cihad ederken öldürülebilir, sakat kalabilir, düşmanın eline esir olarak düşebilir, evi yıkılabilir, malı mülkü ve parası yok olabilir. Buna rağmen cihad Allah’ın emri olduğu için yerine getirilmesi gereklidir. Çünkü cihad etmek farz kılınmıştır. Diğer taraftan nehyedilen şey fayda sağlayabilir. Mesela; faiz verenler, hatta yiyenler, içki satanlar, domuz satanlar çok kazanıp fayda temin edebilirler. Fakat yasak yolla elde edilen her şey kesinlikle haramdır. Buna göre, ölçü kapitalistlerin ölçüsü olan menfaat ve zarar değil İslam’i ölçü olan haram ve helaldır, Allah’ın emri ve nehyidir.
-28-
Adem’in tövbe etmesi:
فَتَلَقَّى آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı, Allah onun tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.”(Bakara 37)
Adem Rab’ına isyan ettikten ve cennetten kovulduktan sonra pişmanlığını göstermiştir. Allah ona bir takım kelimeleri vahiy olarak indirdi. Bunların ne olduklarına dair kesin delil yoktur. Tefsir kitaplarında bu konu üzerinde değişik rivayetler aktarılıyor. Bunların hepsi Adem’in tövbesi ve Allah’ın affıyla ilgilidir. Ayetin siyakından hareket edersek, Allah’a tövbe ve Allah’ın affıyla ilgili olduğuna ihtimal vardır. Buna rağmen Adem’in bir takım vahiyler aldığına kesin olarak inanırız. Fakat bu sözlerin ne olduklarını kesin olarak bilemeyiz. Tefsir sahiplerinin anladıklarını bir inanç haline de getirmeyiz. Sadece, bunların afla ve tövbeyle ilgili olduklarını kabul etmekle yetiniriz.
Bu ayetin bize verdiği mesaj ise; eğer insan Allah’a isyan ederse derhal pişmanlık gösterip tövbe etmesinin gerekliğidir. İsyan ve günahta ısrar edilmeyip pişmanlıktan dolayı tövbe edilirse umulur ki Allah affeder. Çünkü Allah affedicidir, Onun rahmeti geniştir, tövbe etmek isteyenleri affeder. İblis gibi tövbe etmek istemeyerek kibirlenen kimseler onun durumuna düşerler ve ağır ceza görecekler. Bu ayet Babamız Adem gibi günah işledikten sonra hemen tövbe etmeye başvurmak gerekir hiç ertelememek gerekir ve böyle olunca Allah hemen onun tövbesini kabul edip affeder.
Müfessir: Esad Mansur