Home / News / YAZILAR / TEFSİR / TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 7
islam devleti default

TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 7

 بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bakara Suresi

 

-36-

Sabretmek, namaz kılmak ve dua etmek yoluyla güç elde etmek:

 

Allah Celle Celaluhu İsrailoğulları’nı ve bütün in­sanları şunlara davet ediyor.

واستعينوا بالصبر والصلاة وانها لكبيرة إلا على الخاشعين.(45) الذين يظنون أنهم ملاقوا ربهم وانهم إليه راجعون

“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Al­lah’tan korkudan dolayı kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir ibadettir.

On­lar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.” (Bakara 45-46)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ciddi bir durum oldu­ğunda hemen namaza duruyordu. Namazda insan, Rab’ıyla irtibatı hatırlar, Rabin’den güç bekler. Çünkü biliyor ki er veya geç Allah’a kavuşacak ve ona dönecektir. Bundan dolayı Müslüman; öyleyse niye sıkıntıya uğrayayım, niye sabırsızlanayım, başıma gelecek şey gelir ondan kaçamam, bu nedenle sabretmem gerekir şeklinde düşünür. Namaza kalkmak ağır bir şeydir, fakat huşulu olan ve takvalı olanlar namaza hemen kalkarlar, onu büyük ve ağır bir şey olarak görmezler. Cihadı ve zalimlere meydan okumayı bile büyük saymazlar.

Zayıf olanlar derler ki daha doğru dürüst namaz kılamıyoruz, cihada mı gideceğiz, zalim rejimlerle ve yöneticilerle mi mücadele edeceğiz. Bunlar kendileri için pek büyük ve ağır şeylerdir. Ama gerçek iman edenler, Allah’tan korkanlar ve Rab’leriyle er geç kavuşacaklarını bilenler ise namazdan daha bü­yük işler yapmaya kalkışırlar. Onların azim karlıkları ve hikmetleri büyüktür. Onlar güçlü müminlerdir ve sabırlıdırlar. Başlarına ne gelirse ona tahammül ederler. Eziyet ve işkence görseler, hapse atılsalar ve öldürülseler bile başları dik kalır, gevşeklik göstermezler. Nitekim büyük amelleri yapabilmek için insanlardan ve güçlerinden hiç korkmamak ve yalnız Allah’tan korkmak, bütün eziyetlere ve meşakkatlere karşı sabretmek gerekir. Allah’ı ve ahireti düşünenler insanlardan korkmazlar, sabırlı ve dayanıklı olurlar ve ölüme kadar davalarında sebatlılık gösterirler. Zira er geç, şöyle ve böyle öleceklerine tam inanıyorlar. En güçlü olan Allah’ın olduğuna inandıkları için sürekli ona başvuruyorlar ve yalnız ondan yardım isterler.  

-37-

İsrailoğulları’nın üstünlüğü ve bunun yok olmasının sebepleri:

 

İsrailoğulları, Arapyarımadası’nda kendilerini en fazla bilgi sahibi sayan kavim idi. Araplar Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e ve İslam’a karşı gelmek için İsrailoğulları’ndan fikir alıyorlardı. Ayrıca ilim tahsil etmelerini sağlamak içinde Araplar, çocuklarını Yahudilerin yanına gönderiyorlardı. Hıristiyanlar ve İsrailoğulları kendi kitaplarını okuyup biliyorlardı. Buna rağmen tersini yapıyor kendi çıkarlarına ve arzularına göre hareket ediyorlardı. Bu ne­denle, Kur’an’ı Kerim onlardan, hilelerinden, entrikalarından, sahtekarlıklarından ve yalancılıklarından bir çok yerde söz etti. Onları insanlara teşhir ediyor ve insanların onlara güvenlerini sarsmaya çalışıyordu. Aynı anda onlara, değişik hitaplar yönelterek, hidayete gelmelerini sağlamak için kendilerine verdiği nimetleri hatırlatıyordu. Umulur ki, yumuşarlar ve iman ederler. Allah’u Teala onlara yönelik şöyle buyurmuştur:

يا بني إسرائيل إذكروا نعمتي التي أنعمت عليكم وأني فضلتكم على العالمين

“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara 47)

Allah, Celle Celaluhu İsrailoğullarına birçok peygamber gönderdiğini, Tevrat’ı, Zebur’u ve İncil’i Resuller yoluyla onlara indirdiğini Firavundan ve zalimlerden onları kurtardığını ve düşmanlarına galip getirdiğini kendilerine hatırlatıyor.

Bunlar birer büyük nimetlerdir. Hatta onlara gökten envaı çeşit yiyecekleri indirdi. Onlara diyor ki; “Bunları sizin ecdatlarınıza vermiştim. Çünkü onlar o zaman imanlı idiler.” Fakat ecdatları kafir olmaya ve peygamberlerini yalanlamaya ve öldürmeye başlayınca onları lanetledi, diğer kavimleri onlara musallat kıldı, en alçak ve en zelil millet haline getirdi.

Bu durumları anlatan birçok ayetler vardır. Misal olarak, Bakara suresinde gelecek ayetlere, Al-i İmran ve Maide suresine bakılabilir.

Ey İsrailoğulları! Haliniz nasıl idi? Onu düşünüyor musunuz? İşte, o günlerde en üstün millet idiniz. Çünkü Allah’ın indirdiğine boyun eğiyordunuz. Fakat bugün en lanetli millet oldunuz. Çünkü Allah’a isyan ettiniz. Ne zaman Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a inanırsanız en hayırlı ümmetten bir parça olursunuz. Zira en hayırlı millet İslam ümmeti oldu. Al-i İmran suresinde Müslümanlara şöyle hitap ediyor:

كنتم خير أمة أخرجت للناس تأمرون بالمعروف وتنهون عن المنكر وتؤمنون بالله، ولو آمن أهل الكتاب لكان خيرا لهم، منهم المؤمنون وأكثرهم الفاسقون

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehli kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran 110)

Bundan dolayı, en üstün ve hayırlı millet İslam ümmetidir. Fakat İslam ümmeti Allah’a inandığı halde marufu emretme ve münkeri nehyetme farzlarını ihmal ettiği için Allah bu ümmeti zelil ve kötü duruma düşürdü. İsrailoğulları’nın haline benzer duruma düştü. Öyleyse İslam ümmetine de hitap ediyoruz; Allah’ın size verdiği nimetlerini hatırlayın, dünyanın büyük bir kesimini size fethettirmiş ve boyun eğdirmişti. 1300 yıl izzetli ve müreffeh olarak yaşadınız, sizi diğer insanlara üstün kıldı. Ancak bir arada Halifeniz etrafında vahdetinizi ve birliğinizi ve cihadı ihmal ettiniz ve birbirinize girdiniz, bu nedenle Haçlılar ve Moğollar size musallat oldu, tekrar Halifeniz etrafında birleştiniz ve cihad etmeye başladınız, o zaman tekrar Allah sizi düşmanlarınıza galip getirdi.  Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’i size gönderdi ve kıyamet gününe kadar mucize olarak kalacak Kur’an’ı Kerimi size indirdi. Gece gündüz okuyup dinlediğiniz en mükemmel Allah Celle Celaluhu’nun kelamı size indi. Bunları hatırlayın İsrailoğulları’nın düştükleri durumlara düşmeyin ve onları taklit etmeyin.

Yalnız Allah’a dönün emrine uyun ve yasaklarından vazgeçin. O’nun hükmünü uygulayın, Hilafet devletinizi kurup Halifenizi tayin edin, etrafında birleşin ve cihadı başlatın, o zaman göreceksiniz, eskiden olduğu gibi en üstün millet olarak Allah sizi tekrar getirecektir!!

Allah’u Teala, İsrailoğulları’na nimetlerini hatırlattıktan sonra onları şöyle uyardı;

واتقوا يوما  لا تجزي نفس عن نفس شيئا ولا يقبل منها شفاعة  ولا يؤخذ منها عدل ولا هم ينصرون

“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” (Bakara 48)

Allah’u Teala, İsrailoğulları’nın tekrar imana gelmelerini sağlamak için onlara kıyamet gününü hatırlatmaktadır. Çünkü insanlar gaflete düşüp ahireti hatırlamazlar. Sanki ölmeyecekmiş gibi davranırlar. Bu nedenle, insanları imana getirmek için onlara kıyamet günü ve o günde ne olup biteceğini, insanı hiçbir kimse ve hiçbir şeyin kurtaramayacağını hatırlatmak gerekir.

İsrailoğulları, o kadar dünyayı, hayatı, ve parayı sevdiler, zevk ve şehvetlerine düşkün olular ki, para toplayıp biriktirmekten, zevk ve şehvetleri doyurmaktan  başka bir şey yapmaz oldular. Onun için Allah onlara diyor ki, sizin yerinize ceza görmek için kimseyi bulamayacaksınız, dünyada yaptığınız gibi torpil, bir aracı veya rüşvet alacak kimse bulamayacaksınız. Herkes babasından, kardeşinden, annesinden, çocuğundan ve bütün insanlardan kaçacak, sadece kendi derdiyle meşgul olacak. Ancak dünyada insan parayı Allah uğrunda harcarsa ahirette sevabı olur. Yoksa ahirette parası olmayacaktır. Kıyamet kopunca para yok olacaktır. İnsan çırıl-çıplak kabrinden çıkacak, asredilecek ve hiçbir yardımcı bulamayacaktır. İnsana yardım edecek tek şey vardır; oda imanı ve imanın gerektirdiği salih ameldir. Allah’u Teala İsrailoğulları’nı sakındırırken bu ayet aynı zamanda da bütün insanları da sakındırmakta. Zira bütün insanlara yönelik buna benzer birçok ayet nazil oldu. Ayrıca şer’i kaide şöyledir: “Ayet kimin hakkında nazil oldu diye sebebe bakılmaz sözlerin genelliğine bakılır.”

-38-

İsrailoğulları’nın Firavun’dan kurtuluşu:

 

وإذ نجيناكم من آل فرعون يسومونكم سوء العذاب يذبحون أبنائكم ويستحيون نسائكم وفي ذلكم بلاء من ربكم عظيم

“Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.” (Bakara 49)

Allah’u Teala İsrailoğulları’na verdiği nimetlerinin bir kısmını sayarak onlara hatırlatıyor. Bunlardan biri Firavun’un zulmünden onları kurtarmasıdır. Firavun, İsrailoğulları’nın erkek çocuklarını boğazlıyordu. Bu ise büyük imtihan ve bela idi. Onları kurtaran yalnız ve yalnız Allah’tır. Musa’yı yarattı, korudu, yaşattı ve ondan sonra onu Nebi ve Resul olarak seçti. İsrailoğulları’nı kurtarmak için gönderdi. Musa Aleyhisselam Allah’ın yardımıyla onları kurtardı. Hem de Firavunu yok etti. Firavunu ve askerlerini suda boğup öldürdü. Bu olayı şöyle anlattı;

وإذ فرقنا بكم البحر فأنجيناكم وأغرقنا آل فرعون وأنتم تنظرون

“Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un oğullarını da siz bakıp dururken denizde boğduk”(Bakara 50)

Bu büyük mucize idi; Allah denizi yarıp bir yol açtı. Musa ve İsrailoğulları denizin ortasından boğulmadan geçiyor, Firavun ve askerleri ise bu tuzağa düşüyorlar. Bu yolu görünce hemen içine girdiler. Musa ve İsrailoğulları oradan geçerken arkalarına bakarlar. Firavun ve askerleri peşlerine düşmüştür. Onlara bakarken Firavunun ve askerlerinin boğulmaya başladığını gördüler.

İnsanlar Allah’ın peygamberine uydukça Allah onları en büyük zalim güçten kurtarır. İsrailoğulları Allah’ın peygamberlerine isyan ettikçe de onlara azap geliyordu. Hz. Muhammed’e inanmayınca mağlup oldular.

İslam ümmeti bu asırda peygamberin getirdiğini uygulamayan, Allah’ın düşmanları olan en alçak yahudilere mağlup oldular. Allah’u Teala, İsrailoğulları’nın kıssalarını boşuna anlatmıyor. Bu kıssalardan ders ve ibret almak için anlatıyor.

-39-

İsrailoğulları’nın buzağı tanrı edinmeleri:

 

İsrailoğulları’nın kıssalarından bir kıssayı da şöyle anlatıyor;

وإذ واعدنا موسى اربعين ليلة ثم اتخذتم العجل من بعده  وأنتم ظالمون.(51) ثم عفونا عنكم من بعد ذلك لعلكم تشكرون. وإذ آتينا موسى الكتاب والفرقان لعلكم تهتدون.

“Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.

O davranışlarınızdan sonra (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik. Doğru yolu bulasınız diye Musa’ya Kitab’ı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.” (Bakara 51ـ 23)

Allah’u Teala, İsrailoğulları’na verdiği nimetleri sayıyor ve onlara minnet ediyor ki; Hz. Muhammed’e inansınlar. Musa Aleyhisselam Tevrat’ı almak için kavminden ayrılıp 40 gece bekledi. Bu esnada İsrailoğulları batıla saptılar ve buzağıya tapmaya başladılar. Musa Aleyhisselam kavmine dönünce onların durumunu görünce kendi kardeşi olan Harun’u azarladı. Bu kıssayı ilerde Kur’an-ı kerim’de geçtiği gibi göstereceğiz. Daha önce İsrailoğulları’nın kitabı olmadığı için Allah onları affetti. Musa Aleyhisselam, Tevrat’ı onlara yazılı olarak gönderdikten sonra onlar suç işledikçe her bir suçun cezasını göreceklerdir. Tevrat’ı yazılı olarak görünce mucizeyi görmüş oldular. Böylece hiç bir bahaneleri kalmamış oldu. Fakat ilerde göreceğimiz gibi Musa’dan sonra Tevrat’ı değiştirdiler ve saptılar. Nitekim Tevrat onların Hz. Muhammed‘e inanmalarına çağırdı. Tevrat o zaman için geçerli idi. Hakkı batıldan ayırdığı için Furkan olarak adlandırıldı. Kur’an nazil olunca sahih Tevrat yoktu ve Kur’an Furkan olarak adlandırıldı. Bu nedenle, kıyamet gününe kadar hakkı batıldan ayıran yegane ölçü Kur’an kalacaktır.

-40-

İsrailoğulları’nın tövbesinin kabulü için ağır şartın koşulması;

 

وإذ قال موسى لقومه يا قوم إنكم ظلمتم أنفسكم باتخاذكم العجل فتوبوا إلى بارئكم فاقتلوا أنفسكم ذلكم خير لكم عند بارئكم فتاب عليكم إنه هو التواب الرحيم

“Musa kavmine dedi ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zalim olup kötülük ettiniz. Onun için yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Öyle yapmanız yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tövbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tövbeleri kabul eden ancak O’dur.” (Bakara 54)

İsrailoğulları buzağıyı ilah edinince kendi kendilerine zulmetmiş oldular. Musa Aleyhisselam onlara bunu bildirdi. Musa Aleyhisselam kavmi için af isteyince Allah Celle Celaluhu kendi kendilerini öldürürlerse onları affederim diye bildirdi. İsrailoğulları bu emre boyun eğdiler, birbirlerini öldürmeye başladılar. Birçok kimse öldürülünce Allah onları affetti. Öldürülen ve öldürenler affedildi. Çünkü iki taraf Allah’ın emrine uydu. Eskiden, kavimler ve insanlar Allah’a isyan edince Allah onlara ağır azap indiriyordu. Tövbe edebilmeleri için Allah için büyük iş yapmalıydılar. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem gönderilince cezalar hafifletildi ve Allah’ın affı daha süratli oldu. Hz. Muhammed’in ümmetine mensup olanların tövbesi ise, bir kimse pişmanlık duyacak, Allah’tan mağfiret dileyecek, bir daha o kötü ameli yapmayacağına dair Allah’a söz verecek ve salih amel yapacaktır. Ama en büyük tövbe Allah’ın sözünü yükseltmek için öldürülmektir. İnsan Allah için kendini ölüme atıyor, ölüyor. Bu olay Müslümanları düşündürmelidir. İsrailoğulları buzağıyı ilah edinince onların tövbesi ancak birbirlerinin öldürülmeleri ile gerçekleşmiştir. Allah bunu Musa Aleyhisselam’ın şeriatına has kılmıştır.

Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şeriatında insan buzağıyı ilah edinirse veya Yahudi, Hıristiyan, komünist, ateist olarak mürted olursa dine dönmesi için üç gün mühlet verilir. Tövbe edip Allah’ın dini olan İslam’a dönerse affedilir, Allah’ta onu affeder. Dine tekrar dönmezse öldürülür.

Musa Aleyhisselam’ın şeriatında insan tövbe etse kabul edilmezdi, öldürülmeliydi. Nitekim dini korumak için metod, mürtedi tövbe etmezse  öldürmektir. İnsanların dini terk etmeleri için serbestlik verilirse din kalmaz, dine, Allah’a ve peygamberlere saldırı başlar. Batı Avrupa’da olduğu gibi, birçok insan dinini terk etti veya dinin bazı inançlarını terk ettiler. Bu yalnız Hıristiyan dininin batıl olmasından kaynaklanmıyor, bununla beraber insanlara dini terk etme serbestliği verildiği içindir. Başka ifadeyle, din ve inanç hürriyeti verildiği içindir. Türkiye de din ve inanç hürriyeti bulunduğu için bir kısım insan laik, ateist veya mason oluyor.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu; “Dini değiştireni öldürün.” (Buharı,Abu Davut ve Nisai)

Onun zamanında bazı kişiler mürted oldu. İslam devleti kurulduktan sonra onları öldürdü. Ancak tövbe edip İslam’a dönenleri affetti. Bu nedenle, bu hükmü uygulayan İslam devletidir. Ona ihtiyacımız var, dini ancak o korur. Tamamen yeryüzünde dini hakim kılan, uygulayan ve yayan odur. Zira, İslam devleti dini hakim kılmak, uygulamak, korumak ve yaymak için metottur. Bu metot şeriat nasları ve hükümleriyle sabit olduğu için değişmez, ihmal edilmez ve hiç kaldırılmaz. Nitekim metot bir fikri uygulamak için şeriat ahkamının gösterdiği keyfiyettir. Şer’i hükümle sabit olmayan ve mübah olduğu gösterilen keyfiyete metot değil üslup denilir.  

-41-

İsrailoğulları’nın Allah’ı açıkça görmekle ilgili istekleri:

 

وإذ قلتم يا موسى لن نؤمن لك حتى نرى الله جهرة فأخذتكم الصاعقة وأنتم تنظرون.(55) ثم بعثناكم من بعد موتكم لعلكم تشكرون.

 “Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.

Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.” (Bakara 55-56)

Musa Aleyhisselam İsrailoğulları’na getirmiş olduğu mucizeler yetmiyormuş gibi yeni bir mucize istediler. İstekleri Allah’ı açıktan görmekti. Oysaki aklen Allah’ın varlığına inanan kimse böyle bir şey düşünemez. Çünkü akıl Allah’ın sınırlı olmadığına inanır. İnsan ise sınırlı bir varlıktır. Yine insanın duyu organları ve bütün güçleri de sınırlıdır. Bu nedenle, ancak sınırlı olan şeyleri görür ve hisseder. İnsan her şeyin sınırlı, muhtaç ve aciz olduğunu hissedince bir yaratıcının var olduğunu fark eder. Bu şekilde, insan Allah’ın aklın fevkinde olduğunu anlar. İnsanın aklı ancak sınırlı olanları ve hissettiği şeyleri düşünebilir. Duyu organları vasıtasıyla hissedilen vakıaları beyne nakleder ve bu şekilde önbilgiyle düşünmeye başlar.

Allah’ı görememek, imanı zayıflatmaz, aksine güçlendirir. Varlığı izlerinden değil de, direkt olarak hislerle müşahede edilenlerin sınırlı olduğunu anlarız. Çünkü gözümüz ve duyu organlarımız sınırlıdır ve ancak sınırlı olanı idrak edebiliriz. Allah’ın varlığını tasdik, kendimizin, tabiatın, kainatın aciz ve sınırlı olduğunu kavradıktan sonra doğar. Bundan dolayı, her şey aciz, muhtaç ve sınırlıdır deyince, sınırlı olmayan, aciz olmayan ve muhtaç olmayan bir güce ihtiyacımızın olduğu ortaya çıkar. Bizi yaratabilecek ancak O’ dur. Sınırlı olan yaratıcı olamaz. Bu sebeple bu asırda “yaratıcıyı göster inanayım” diyen bir kısım kafirler, İsrailoğulları’nın durumuna benzemektedirler. Bu kişiler derin ve aydın düşünmedikleri için böylesi akılsızlığı gösterirler. Yukarıda izah ettiğimiz gibi derin ve aydın düşünselerdi, bu akla girmeyen talepte bulunmazlardı.

Müslümanlar olarak bizler Allah’ı görme talebinde bulunmuyoruz. Böyle bir düşünceyi aklımızdan da geçirmiyoruz. Çünkü Müslümanlar olarak, Allah’ın sınırlı olmadığına şüphesiz olarak inandık ve kesin olarak tasdik ettik. “Aklımız ancak sınırlı olanları idrak eder ve görebilir” şeklinde de meseleyi telakki ettik.

Allah’u Teala İsrailoğulları’na varlığını ispatlamak için mucize gösterdi. Azametini görmeleri ve inanmaları için onları geçici olarak öldürdü ve diriltti. Allah Celle Celaluhu onlara bir şey daha ispatlamış oldu ki; oda Allah’ın varlığına inanmak için onu görme şartının olmadığıdır. İnsan bir varlığın izini hissederse onun var olduğuna inanır. İnsan görmeden bir uçağın sesini duyarsa bu uçağın var olduğuna inanır. Tarihte gelip geçmiş şahsiyetler, halklar ve olaylara günümüz insanlarının inandıkları gibi. Oysa onları görmediler, fakat onların izlerini gördükleri için onlara inandılar. Geçmişte yaşayan insanlara ait tarihi bir eser bulduğunda veya gördüğünde kişi bu eşyalardan hareketle insanların oralarda yaşadıklarını anlar.

İsrailoğulları ölümlerini kendi gözleriyle gördükleri gibi dirilişlerini de gördükleri halde Allah’a şükretmediler. Bu nimeti idrak eden kimse Allah’a sürekli şükretmesi gerekirdi. Fakat her insan böyle değildir. İnsanların çoğu nankördür. Bu nedenle, Allah’u Teala, “belki şükredersiniz” dedi. Hem de bu mucizeleri gördükten sonra. Allah’u Teâla’nın belki veya umulur ki demesi, bu şeyin devamlı gerçekleşmediğini gösterir. Fakat insanların çoğu gerçeği görseler bile inanmak istemezler, ne kadar nimetler elde ederlerse etsinler şükretmezler. İsrailoğulları’nında böyle bir tavır sergilediklerini surenin devamında ki şu ayette görürüz:

-42-

İsrailoğulları’na gökten yemeğin indirilmesi:

 

وظللنا عليكم الغمام وأنزلنا عليكم المن والسلوى كلوا مما رزقناكم  وما ظلمونا ولكن كانوا أنفسهم يظلمون

“Ve sizi bulutla gölgeledik, size menn ve selva indirdik ve “Verdiğimiz güzel nimetlerden yeğiniz” (dedik). Hakikatte onlar bize zulmetmediler ancak kendi kendilerine zulmediyorlardı.”(Bakara 57)

İsrailoğulları Allah’ı açıkça görmeyi Musa Aleyhisselam’dan isteyince, Allah Celle Celaluhu onları ölümle cezalandırdıktan sonra tekrar diriltti. Bu aslında onlar için büyük mucize ve nimettir. İsrailoğulları çölde aşırı sıcak karşısında şaşkınlık ve çaresizlik içerisinde iken Allah onlara bir nimet indirdi. Kavurucu güneşten korunmaları için onları bulutlarla gölgeledi. Ayrıca, onlar yemek isteyince Allah “menn” ve “selva” adlı yiyecek ihsan etti. Bu yiyeceğin ne olduğu hakkında müfessirler değişik görüşler belirttiler. Bunların bir kısmı “menninin” bir çeşit yiyecek, diğer kısmı bir çeşit içecek olarak tefsir ettiler. Bir kısmı da bunun bal olduğunu söylediler. “Selvanın” bir tür kuş olduğunu belirtenlerde vardır. Bizim için önemli olan bu yiyecek veya içeceğin ne olduğunu bilmek değil, bundan nasıl bir ders ve ibret almamız gerektiğidir. İsrailoğulları, bütün bu nimetlere karşı nankörlük gösterdiler ve bundan dolayı kafir ve zalim oldular. Bu nedenle, Allah’u Teala, bu ayette; “onlar bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı” buyurmaktadır.Çünkü insan kafir, fasık veya zalim olursa Allah’a bir zarar dokunduramaz. Zarar ancak insanın kendisine dokunur. Allah insanlara muhtaç değil ki, onların zararı kendisine dokunsun. Aksine, insanlar Allah’a muhtaçtırlar. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in sahabeleri, Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den hiçbir mucize, yemek veya buna benzer dünyevî bir şey istemediler. Aç kaldılar ve eziyet gördüler. Buna rağmen Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e veya Allah’a isyan etmediler. Daha doğrusu, sabırlı oldular, taşı karınlarına bağladılar, müşriklerden birçok eziyet gördüler, öldürüldüler, işkence çektiler ve bütün müşrik Arap ve Yahudilere karşı durdukları halde İsrailoğulları’nın yaptıkları gibi hiçbir zaman yapmadılar. Kat’i bir şekilde inandılar ve sebatlık gösterdiler. Çünkü İslam’a aklen girdiler. Derin derin düşünerek ve aydın tefekkürle inandılar. Musa (as)’ın dinine giren İsrailoğulları’nın çoğu, aklen değil, duygusal olarak inandıkları için, bu dine girdikten sonra birkaç defa saptılar ve cezalandırıldılar. Musa Aleyhisselam’dan mucize, yemek, gölge, gökten bir sofra ve diğer dünyevi hususlar istediler. Bunlar verilmesine rağmen dinde sebatlık göstermediler, din uğrunda savaşmak istemediler, daha aşırıya gittiler. Peygamberleri kendi isteklerine uymazsa veya isteklerine göre davranmazsa onu öldürüyorlardı. Bir kıyaslama yapacak olursak, Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in sahabeleri ve o zamandaki Müslümanlar, Musa Aleyhisselam’ın arkadaşlarından ve İsrailoğulları’ndan üstündürler. Allah’u Teala Al-i İmran suresi 110. Ayette “İslam ümmetinin insanlara çıkarılmış en hayırlı ümmet” olduğunu bildirdi. Öyle ise, Müslümanlar bu değeri korusunlar. Ayette gösterildiği gibi ümmetin hayırlılığı “marufu emretmek” ve “münkeri nehyetmekle” tamamlanır. Marufu emreden onu uygular ve münkeri nehyeden ondan kaçınmış olur. Bunun manası, şeriatı uygulamaktır. Şeriatı uygulayabilmek için devlet gerekir. Bundan dolayı, ümmetin hayırlılığı ancak şeriatı uygulayacak devlet olunca tamamlanır. Maalesef bugün öyle bir devlet olmadığından, ümmetin halinin çok acı olduğunu görüyoruz.

-43-

İsrailoğulları’nın kelime oyunu yapmaları:

 

وإذ قلنا إدخلوا هذه القرية فكلوا منها حيث شئتم رغدا وادخلوا الباب سجدا وقولوا حطة نغفر لكم خطاياكم وسنزيد المحسنيين

(İsrailoğulları’na) Bu köye girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) “Hıtta!” (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik.”(Bakara 58)

Bu ayette geçen köyün hangi köy olduğuna dair açıklama yoktur. Fakat burasının Kudüs olduğu tercih edilir. Çünkü İsrailoğulları kutsal toprağa (Filistin) girmekle emrolundular.

Ancak, İsrailoğulları korktular ve cihad etmek istemediler. Ve Musa Aleyhisselam’a dediler ki; “Sen Rab’ınla beraber git ve savaş biz burada oturacağız.” Bu şekilde Yahudiler yaşamayı, hayat ve malı tercih etmeye başladılar. Bundan dolayı da korkak oldular. Zira bunları tercih eden kimse korkak olur. Allah’u Teala, İsrailoğulları’nın kutsal toprağa ve Kudüs’e girmelerini isterken onlara bol rızk hazırladı ve günahlarının affı içinde secde etmelerini istedi. Allah onlardan işledikleri günahlardan dolayı kendisinden af dilemelerini istemiştir. Böylece Allah onların günahlarını affedecek ve sevaplarını artıracaktı. Fakat onlar tam tersini yaptılar.

فبدل الذين ظلموا قولا غير الذي قيل لهم فأنزلنا على الذين ظلموا رجزا من السماء بما كانوا يفسقون

“Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.”(Bakara 59)

İsrailoğulları zulmedenlerden oldular, Allah’a isyan ettiler, mağfiret dilemediler, Allah’ın affını da talep etmediler. Başka mana veren sözler söylediler. Müfessirler İsrailoğulları’nın ayette geçen “Hitta” yerine “Hinta” dediklerini açıkladılar. “Hitta”nın manası affetmektir. “Hinta” ise buğdaydır. İşte, lafızlarla veya sözcüklerle oynamak nereye götürüyor! Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem döneminde de Yahudiler sözlerle oynadılar. Misal olarak; “Raina” sözünü başka manaya sarf ederek kötü manada kullandılar. Allah’u Teala, iki ayet indirip bu sözün kullanılmasını yasakladı. Bu asırda da Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer kafirler Müslümanların kafalarına başka manayı içeren sözcükler sokuyorlar, böylesi sözleri lanse ediyorlar. Misal olarak; Hilafet yerine cumhuriyet kelimelerini lanse ettikleri gibi. Müslümanlara bunların Hilafet manasını taşıdığını söylüyorlar. Bu şekilde Mustafa Kemal hilafeti (İslam devletini) yıkarken hilafeti ilga eden kanun çıkartıp şöyle dedi: “Hilafet, cumhuriyet ve hükümet manada ve mefhumda mündemiçtir.” Oysa Hilafet ile cumhuriyet arasında büyük vardır. Hilafet ise; İslam şeriatını uygulamak ve dünyaya İslamiyet’i götürmek üzere dünyadaki var olan bütün Müslümanlar için genel başkanlıktır. Cumhuriyet ise Yunancadan gelen Republık kelimesinin tercümesi olup cumhurun (halkın) hakimiyeti olur. 1878 Berlin konferansında Batılılar İslam devletini yıkmak için İslam dünyasına demokrasiyi soktular. Demokrasi “Şûra”dır denildi. Hala birçok Müslüman demokrasi “Şûra”dır diye anlıyor. Temel hürriyetleri İslam’daki hürlük (köleyi azad etmek) ile karıştırdılar. Şu anda insan hakları terimini Müslümanlara kabul ettirmek için çalışıyorlar. Batıya bağlı rejimler ve ajanları bunu yaymaya çalışıyorlar. Bazı saf Müslümanlarda bunu kabul edip buna çağırıyor.

Sözcüklerle oynamak mefhumlarla oynamaktır. Çünkü her kelime ve her sözcüğün manası vardır. Hitta, affetmek, hinta ise buğday demektir. Bu nedenle, Müslümanlar dikkatli olmalıdırlar, Yahudilerin düştükleri duruma düşmemelidirler. Yahudi ve Hıristiyanların yaydıkları sözcükler veya terimler hususunda dikkatli olmaları gerekir. Ayrıca İsrailoğulları kapıdan girerken secde etmediler, kibirlilik gösterdiler ve tam bir inatlık sergilediler. Başka hareketler yaparak Allah’ın emriyle alay ettiler. Bu nedenle Allah onları dünyada cezalandırdı onlara ağır azap indirdi. Çünkü fısk yaptılar, açık günah işlediler. Açık günah işleyenleri Allah birçok ayette uyardı ve dünyada azapla tehdit etti. Her asırda insanlar ve özellikle Müslümanlar Allah’ın azabından sakınsınlar. Bu nedenle, depremler, tayfunlar, iç savaşlar, fakirlik, sıkıntılar vs. üzerlerine her gün başka bir ceza indiriliyor. Allah, İslam ümmetinin üzerinden bütün bu belaları kaldırsın.  Ancak dua etmek hiç yeterli değildir ve durumları değiştirmek için yol değildir. Yol ise Resullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve sahabelerin verdikleri mücadele gibi bir mücadeleyle olur. Bu mücadele yapılırken dua etmek gerekir.

-44-

Musa’nın asasıyla taştan suyun fışkırması:

 

وإذ استسقى موسى لقومه فقلنا اضرب بعصاك الحجر فانفجرت منه اثناء عشرة عينا قد علم كل اناس مشربهم كلوا واشربوا من رزق الله ولا تعثوا في الارض مفسدين

“Musakendi kavmi için Allahtan su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! Demiştik. Derhal (taştan) on iki pınar fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara) Allah’ın rızkından yiyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.”(Bakara 60)

Allah’u Teala İsrailoğulları’na “menne” ve “selva” adlı yiyecekleri indirdi. Bundan sonra su istediler. Musa Aleyhisselam onlar için Allah’tan su istedi. Allah ona dedi ki; “Sen asanla (değneğinle) taşa vur.” Musa Aleyhisselam değneğiyle taşa vurunca taştan on iki göz açıldı. Her göz su pınarı oldu. İsrailoğulları on iki boy idiler. Yakub Aleyhisselam’ın ismi İsrail idi. On iki çocuğu vardı. Bu şekilde, İsrailoğulları on iki boy oldular. Allah’u Teala İsrailoğulları’na nimet veriyor ki, Allah’a daha fazla bağlansınlar, tam inansınlar ve şükretsinler. Allah’u Teala, onlara diyor ki; “Benim rızkımdan bol bol yiyin ve için, ne istemişseniz size verdim. Ama dikkatli olun, yeryüzünde fesatlık ve bozgunculuk yapmayın”. Allah’u Teala insanların tabiatını biliyor ve onun için onları uyarıyor. Âlak suresinde (6-7 ayetlerde) Allah Celle Celaluhu bunu açıkladı. İnsan zengin olunca azgın olur. Bu şekilde, her tür haram işlemeye başlar ve diğer insanlara zulmetmeye yönelir. Zira kendini büyük görür, böylece kibirlenir ve diğerlerine tepeden bakmaya başlar. Ancak, takvalı müminler buna dikkat ederler. Hz. Osman ve Hz. Abdurrahman bin Avf zengin Müslümanlardan idiler, çok alçak gönüllü ve Allah uğrunda bol bol harcıyorlardı. Fakat İsrailoğulları zengin olunca şımardılar azdılar ve yeryüzünde bozgunculuk yaptılar. Hâla, onlar zengin olmak için çalışırlar ve zengin olunca fesatlık yaparlar. Bu nedenle, Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in sahabeleri Musa Aleyhisselam’’ın arkadaşlarından ve İsrailoğulları’ndan daha üstün idiler. Hiç şımarmadılar, zengin olanları bol bol Allah uğrunda harcıyorlardı, para ve mala önem vermediler. Zira para ve malı seven kimse cimri, kibirli ve hatta azgın olur.

-45-

İsrailoğulları’na zillet vurulmasının nedenleri:

 

وإذ قلتم يا موسى لن نصبر على طعام واحد فادع لنا ربك يخرج لنا مما تنبت الارض من بقلها وقثائها وفومها وعدسها وبصلها قال أتستبدلون الذي هو أدنى بالذي هو خير اهبطوا مصرا فان لكم ما سألتم وضربت عليهم الذلة والمسكنة وباءوا بغضب من الله ذلك بانهم كانوا يكفرون بآيات الله ويقتلون النبيين بغير الحق ذلك بما عصوا وكانوا يعتدون

“Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: iyi olanı daha aşağı olanlarla değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde Mısır’a (veya şehre) inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hâdiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkara devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.”(Bakara 61)

İsrailoğulları’nın Allah’tan istedikleri hep dünyevi şeyler idi ve Allah Celle Celaluhu onların isteklerini kabul etti. En güzel yemekleri gökten onlara indirdi. Fakat, şımardılar ve yeryüzünde yetişen bakla, kabak, mercimek, sarımsak gibi yiyecekler istediler. Allah’u Teala onları iyi olanı düşük olanla değiştirmek istediklerinden dolayı onları azarladı ve başka bir memlekete gitmelerini istedi. Orada istediklerini bulacaklarını da beyan etti. Ayette “Mısır” sözcüğü geçmektedir. Bu kelime ya bildiğimiz Mısır memleketi ya da herhangi bir memleket veya şehir mânasında tefsir edilebilir. Çünkü Arapçada mısır, bir memleket manasında geçer. İsrailoğulları Mısır’dan Filistin’e Musa’yla birlikte kaçtıktan sonra yiyecek ve içecek istediler. Bu nedenle biz, ayette geçen “Mısır” kelimesi bilinen mısır değil “herhangi bir memleket” diye tercih ediyoruz. Çünkü, Musa Aleyhisselam kendi kavmini Allah’ın yardımıyla Mısır hakimi olan zalim Firavundan kurtararak Mısır’dan çıkartıp Filistin’e getirdi ve ayette gösterilen köy olan Kudüs’e secde ederek girmelerini istedi. İsrailoğulları tekrar Mısır’a dönmediler. O zaman nüfusu kalabalık olan bir yere gitmiş olmalılar ve buna şehir denilir. O memleketin veya şehrin yöneticileri olur ve asırların örf ve adetlerine göre bu yöneticiler ve halkları yabancı olanları köleleştirir veya ezerlerdi, ikinci sınıf veya daha aşağı sınıflar muamelesini onlara gösterirlerdi. Bu nedenle İsrail oğulları yerden insanların yiyecekleri isteyince ve oraya gitmelerine müsaade edilince orada zelil ve aşağılık oldular ve Allah’ın gazabına uğradılar.

Allah Celle Celaluhu onların bütün istediklerini onlara veriyordu ve buna rağmen kendilerine verilen nimetleri beğenmiyorlar ve isyan ediyorlardı. Bunun için Allah Celle Celaluhu onları; zillet ve miskinlikle cezalandırdı. Nereye giderlerse gitsinler, zillete maruz kalır, miskin olur, diğer insanlar onları alçaltır ve ezerler. Bu sebeple, hiçbir zaman kendi başlarına cesaretleri yoktur, devamlı diğer insanların arkasına saklanırlar ve onlardan yardım ve güç alarak hareket ederler. Misal olarak; geçen yüzyıllarda da Avrupa ve Rusya onları eziyordu,  Endelüs (İspanya)’da Emeviler döneminde ve ondan sonra Osmanlılar döneminde İslam devleti onları himaye ediyordu. Birinci ve ikinci dünya savaşında Avrupalılar ve özellikle Hitler döneminde Almanlar onları alçaltıp ezdiler. Müslümanlara karşı onları kullanmak ve savaştırmak için Filistin’e gönderdiler. Bu da Yahudiler için büyük cezadır. Çünkü Müslümanlar bunlara karşı susmayacaklardır. Ancak, Amerika ve Avrupa Müslümanlarla savaşmak, Müslümanların memleketlerini sömürmek, Müslümanların kalkınmasını, birleşmesini ve tek bir devlete yâni İslam devletine sahip olmalarını önlemek için Yahudileri Filistin’e yerleştirdiler. Onları her alanda destekliyorlar. Bu ise Yahudiler için intihardır. İslam dünyasında var olan rejimler ve yöneticilerde Amerika’ya ve Avrupa’ya bağlı oldukları için Yahudileri koruyorlar. Fakat Müslümanlar, bu rejimleri ve yöneticileri yıkmak için kımıldamaya ve daha doğrusu hareket etmeye başladılar. Er geç samimi İslâmi hiziplerin liderliğinde İslam ümmeti, İslam nizamını uygulayan devleti Allah’ın izniyle kuracaklardır. İşte o zaman Yahudileri Filistin’den sileceklerdir. Bazı sahih hadisler bu müjdeyi bizlere verdi. Ayrıca, Yahudiler Allah Celle Celaluhu’ın gazabına uğradılar. Allah Celle Celaluhu’ın gazabının sebebi bu ayette şöyle açıklanmaktadır: “Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musibetler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkara devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir” Aynı anda, Allah Celle Celaluhu emirlerine muhalefet edip Allah Celle Celaluhu’a isyan ediyorlar ve günah işliyorlardı. Aynı anda Allah’ın Celle Celaluhu sınırlarına tecavüz etmekten çekinmiyorlardı. Fakat onların arasında mümin olanlar da vardı. Bu azaptan onlar müstesna kılındılar.

Müfessir: Esad Mansur

Ayrıca...

“Demokrasi İstişare Değildir!”

[131. Ders] Abdullah İmamoğlu İle Tefsîr-ul Furkân

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir