Soru:
24.11.2013 tarihinde 5+1 adlı grup ile İran arasında nükleer anlaşma imzalandı. Ardından İran ile yapılan nükleer anlaşma hakkında çok sayıda uluslararası ve bölgesel konumlar, siyasi demeçler birbirini izledi. Bu konumlar ve demeçlerde karışıklık ve tutarsızlık görülüyor. İran, olanları zafer olarak addediyor ve uranyum zenginleştirme hakkının uluslararası toplum tarafından tanındığını iddia ediyor. Amerika ise anlaşma ile İran’ın uranyum zenginleştirme hakkının tanınma iddialarını reddediyor. Yahudi varlığını daha güvende kılacağını ve İran’ın nükleer bir güç olmasını önleyeceğini söylüyor. Yahudi varlığı ise anlaşmayı felaket ve tarihi bir hata olarak kabul ediyor. Bu demeçler benim zihnimde -bilmiyorum belki başlarında da olabilir- bu anlaşmanın vakasını öğrenme konusunda bir karışıklık oluşturdu. Şimdi soru şudur: Bu anlaşma ve eş zamanlı yapılan açıklamaların vakası nedir? Bu anlaşmanın İran’ın bölgedeki rolü ile bir ilişkisi var mıdır? Örneğin Suriye olayları ile bir bağlantısı var mı? Sonra Obama’nın anlaşmayı onaylamak ve savunmak konusunda sarf ettiği ve sarf edeceği yoğun çabanın nedeni nedir? Hatta ben siyasilerin birinden “Obama anlaşmaya sanki İran’dan daha çok önem gösteriyor.” diye bir ifade kullandığını işittim. Teşekkür ederim.
Cevap:
İlk önce çeşitli medyada yayınlananlardan hareketle anlaşmanın vakasına bir göz atalım:
1- İran’ın anlaşmadaki taahhütleri:
A- %5 üzerinde uranyum zenginleştirme çabalarını durduracak, bu yüzde üzerinde zenginleştirmek için istenilen teknik bağlantıları parçalayacak, %20’ye yakın zenginleştirilmiş uranyum stokunun seyreltilerek yüzde 5 seviyesine düşürecek veya diğer zenginleştirme işlemleri ile uyumsuz bir biçime dönüştürecek, %3,5 düzeyinde zenginleştirilmiş uranyum stokunun arttırılması ile ilgili herhangi bir girişimi durduracak, anlaşmada belirtilen süre sonunda miktar anlaşma başındakinden fazla olmayacak, %3,5 düzeyindeki zenginleştirilmiş uranyum fazlalığı oksit’e dönüştürülecek.
B- İran, herhangi bir ek santrifüj inşa etmeyerek zenginleştirme kapasitelerinde ilerlemeyi durduracak, uranyum zenginleştirmek için yeni nesil santrifüj cihazlar inşa etmeyecek ya da kullanmayacak, uranyum zenginleştirmede kullanılmaması için Natanz’daki santrifüjün yaklaşık yarısı, Fordo’daki santrifüjün de dörtte üçünü devre dışı bırakacak. Ayrıca santrifüjlerin parçalarının üretimini, hasarlı parçaları değiştirmek için zorunlu parçalar ile sınırlandıracak, böylece İran altı ay içinde ek santrifüj parçaları depolayamayacak.
C- Arak’taki reaktörler ve plütonyum ekstraksiyon ilerleyişini durduracak, herhangi ek bileşenler montaj etmeyecek, herhangi bir yakıt veya ağır su aktarmayacak. Yine anlaşma, kullanılmış yakıttan plütonyum ayrıştırmayı da yasaklıyor. Ayrıca Arak reaktörleri hakkında uzun bir süredir istenilen tasarım bilgilerinin sağlanılması, reaktörler hakkında daha önce mevcut olmayan hassas ayrıntılı bilgilere izin verilmesini de içeriyor.
D- Arak reaktörlerine giriş için denetçilere izin verecek, İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi ajansı ile güvence sözleşmesi ek protokolü gereğince istenilen bilgi ve bazı önemli verileri temin edecek. Keza İran, Uluslararası Atom Enerjisi Örgütü (IAEA) için Natanz ve Fordo reaktörlerinde günlük denetime izni verecek, bu iki reaktörde zenginleştirme ile ilgili kapsamlı denetimi kontrol etmek için denetçilerin kameralı girişine izin verilecek. Yine İran, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun santrifüj montaj tesislerine erişime müsaade edecek, santrifüj parçalarının üretim ve stoklama tesislerine girişine, uranyum madenleri ve işleme tesislerine giriş izni verecek.
E- İran, 5+1 devletleri ve Uluslararası Enerji Ajansı ile çalışmaları izlemek ve çıkabilecek sorunları çözmek için ortak komisyon oluşturacak. Ortak Komisyon, İran’ın nükleer programının olası askeri boyutu ve İran’ın Parçin’deki faaliyetleri de dâhil geçmiş ve şimdiye ait endişeleri çözümlemek için UAEA ile beraber çalışacak.
2- Anlaşma çerçevesinde İran’ın kazanımları:
A- İran dışişleri bakanı, Muhammed Cevat Zarif, ülkesinin altı ay için%20 düzeyindeki uranyum zenginleştirme programını askıya alacağını bildirdi. Ama diğer bölgelerdeki zenginleştirme programının devam edeceğini söyledi. Bakan, büyük devletler tarafından altı ay boyunca ek yaptırım dayatılmayacak sözüne dikkat çekti. Petrol ambargosu alanında bazı mevcut yaptırım önlemlerinin askıya alınacağını belirtti. Yanı sıra İran’ın petrokimya endüstrisi, otomotiv üretimi, sigorta ve değerli maden ticaretine karşı yaptırımlar hafifletileceğini ifade etti.
B- Beyaz Saray tarafından geçici anlaşmaya ilişkin dağıtılan belgede, bazı nükleer programın askıya alınması karşılığında İran’a yaptırım hafifletilecektir dendi. [24.11.2013 Reuters] Belge, İran’ın altın ve değerli maden ticaretinden yılda yaklaşık 1,5 milyar dolar gelir elde edeceğine, İran otomotiv sektörü ve petrokimya ihracatı üzerindeki baskının da kaldırılacağına işaret etti. Ayrıca önemli ölçüde mevcut düzeylerde İran’ın petrol alımlarının öylece kalmasına izin verileceğini, İran yükümlülüklerini yerine getirdiği takdirde bu alımlardan doğan 4,2 milyar dolar gelirin transferine müsaade edileceğini, Beyaz Saray, anlaşmanın ticari yolla İran’a yaklaşık 7 milyar dolarlık yaptırım hafifletmesi getireceğini doğruladı.
C- Cenevre görüşmelerine katılan bir kaç heyet üyesi, anlaşmanın ticari yolla yedi milyar dolarlık bir değer tutarında Tahran üzerindeki yaptırım sınırlarını hafifletilmesi karşılığında İran’ın nükleer programın azaltılmasını sağlayacağını söyledi.
3- İran, bunu bir başarı olarak kabul etti. En üst makam Ali Hamaney, sözleşmeyi överek “Nükleer müzakerecilere bu başarıdan dolayı teşekkür etmek gerekir. Bu başarının sırrı şüphesiz İlahi gözetim ile İran halkının desteği ve duasıdır.” Açıklamasını yaptı. [İran-Fars Ajansı 25.11.2013] Ruhani, İran televizyonu tarafından 29.11.2013 akşam vakti yayınlanan bir röportajında, “İran’ın nükleer haklarından bir parça olan zenginleştirme hakkı, devam edecektir.” dedi ve ardından “Zenginleştirme bugün devam ediyor, yarın da devam edecektir. Asla da durmayacak, bu bizim kırmızı çizgimizdir.” diye de ekledi. Aynı röportajda, İran cumhurbaşkanı, ülkesinin nükleer programı ile ilgili kapsamlı bir anlaşmaya ulaşılacağı yönünde iyimserliğini dile getirdi. Bu bağlamda yolun uzun olduğunu, bu yolda yürümenin, ancak halkının desteği ile mümkün olacağını söyledi. İran dışişleri bakanı Muhammet Cevat Zarif de 25.11.2013 tarihinde bir televizyon röportajında, ülkesinin uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini ifade etti. Tahran’ın, bunu Amerikalılar ile konuşacağını da ekledi.
4- Gerçekten bu başarı mıdır? Anlaşma maddelerine dikkatlice bakan kimse, İran’ın nükleer programı ile ilgili önemli tavizler verildiğini fark eder. Zenginleştirmeyi durdurmak, zenginleştirilmiş uranyumu %20 düzeyinden %5 düzeyine düşürmek veya farklı bir biçime dönüştürmek gibi Batının isteklerinin kabul edildiğini açıkça görür. İran, %5 üzerinde zenginleştirmeyeceğini, ağır su üreten reaktörlerin faaliyetlerine devam etmeyeceğini, nükleer silah üretimi için gerekli olan plütonyum üretmeyeceğinin sözünü verdi. Yeni santrifüj parçaları montaj etmeyeceğini, denetçilere günlük kapıları açacağını, nükleer tesislerin uluslararası denetim altında kalması için tüm çalışmaların kameraya kaydedileceğini taahhüt etti. Bu, nasıl başarı sayılabilir? İranlı yetkililerin bu anlaşmayı başarı ve büyük zafer olarak kabul etmeleri, sadece tavizler gerçeğini ve Amerika’ya olan bağlılıklarını gizlemek ve halkları tarafından yükselebilecek protesto sesini susturmak içindir. Açıktan Amerika ile ilişkiler kurulması yönünde koşulları hazırlamak içindir. İran’ın bu tavizleri, ulusal egemenlik ve bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerektiği iddiası ile çelişir. Başka türlü buna nasıl izin verebilir? Kendini sürekli denetim ve günlük gözetim altında tutulmasına müsaade edebilir? ABD işgalinden önce Saddamlı Irak ile aynı değil mi? Kitle imha silahları hakkında inceleme yapılması için tesisleri günlük denetim ve gözetime açılmadı mı? Bununla İran, özellikle de Yahudi devletinin geleneksel veya modern gücünü sürekli geliştirdiğini gördüğü halde, kendisinin nükleer bir güce dönüşmesini engellemiş oldu. Basiret ve feraset sahibi herkes, bunun başarı olmadığını fark eder. Bir devlet, eğer zenginleştirmesi %20 düzeyinde iken %3,5-%5 düzeyine düşürüyorsa, %20 düzeyindeki zenginleştirilmiş faaliyetini devre dışı bırakmak için belli düzenlemeler üzerinde çalışıyorsa, bu hiç bir şekilde başarı değildir. Bu, perde arkasındaki Amerikan İran ilişkilerini açığa çıkarmak için Amerika ile İran tarafından siyaset koridorlarında tasarlanmış bir senaryodur. Amaç, İran’ın yaptırım kısıtlamaları olmadan bölgede kendisine biçilen rolü oynamasıdır. Birçok insan İran’ın Amerika’nın dostu ve yandaşı olduğunu fark eder oldu. Özellikle Suriye olaylarından sonra bu iyice perçinlendi. İran, cumhuriyetin ilan tarihinden beri Amerika’nın dostu ve yandaşıdır. Ama aralarındaki işbirliği, tüm meselelerde özellikle ırak ve Afganistan konusunda gizlice yürütülüyordu. Nitekim İran’ın eski yetkilileri bunu itiraf ettiler. Şu an ki Dışişleri bakanı Cevat Zarif, 2001 yılında İran cumhuriyetin Amerika’daki diplomatik temsilcisi idi. O gün Afganistan işgalinde hükümetten Amerika ile işbirliği yapmasını istediğinde, o zaman bazı İranlılar onu Amerikan ajanı olmakla suçladılar. Şimdi ise İran, Amerikan projelerinin uygulanmasına açıktan ortak olmak için Amerika ile ilişkileri açıkça yürütmek istiyor. Amerika tarafından desteklenen bölgesel bir role sahip olmak arzusundadır. Amerika, İran’a Suriye’de Beşşar Esed’i desteklemesi için bir rol atfetti. Böylece Amerikan uşağı olan Suriye rejim düzenini koruyacak alternatif bir ajan bulabilsin.
5- İmzalanan bu anlaşmanın arkasında Amerika vardır. Amerika, 24.11.2013 tarihinde anlaşma ilan edilmeden aylar öncesinde İran yönetimi ile bir araya gelmiştir. Amerika, Avrupa’nın ABD ile İran arasındaki anlaşmayı bozmak istediğini biliyordu. Bu nedenle Avrupalılara haber vermeden önce anlaşmayı iyice pişirdi. Fransız Le Monde gazetesi 24.11.2013 tarihinde, “ABD’li üst düzey yetkililer ile İranlılar, aylardır gizli ikili görüşmeler yürüttüler. Bu görüşmeler, İran’ın nükleer programı konusunda varılan ilkesel anlaşmada önemli bir rol oynadı. Bu çerçevede 24.11.2013 Cumartesi ve Pazar akşamı anlaşmaya varıldı” şeklinde bir haber yayınladı. Le Monde gazetesinin bildirdikleri, Associated Press Ajansının 24.11.2013 günü Amerikalı yetkililerden aktardığı habere uygunluk arz etmektedir. Associated Press Ajansı, “Obama ile Ruhani’nin telefon görüşmelerinin ardından gizli görüşmelerden yaklaşık sekiz ay sonra yani 2013 Eylül ayının sonunda ABD’nin 5+1 grubundaki diğer müttefiklerine ve “İsrail”e haber verdiğini” bildirdi. Fransız gazetesi, toplantıların Amman’da yapıldığına işaret etti. ABD yönetimindeki üst düzey üç yetkili de Associated Press Ajansına yaptıkları açıklamada Cumartesi akşamı Cenevre’de İran’ın nükleer programı ile ilgili varılan anlaşmanın temellerinin bu gizli görüşmelerde atıldığını doğruladılar.
6- Bu nedenle Obama’nın bu anlaşma ile yakından ilgilendiği dikkatlerden kaçmamıştır. Hatta Obama Kongreden gelebilecek herhangi bir muhalefete karşı teyakkuzda duruyordu. Yahudi devletine bu anlaşmanın güvenliklerini koruyacağına dair güvence veriyor, anlaşmanın bir an önce imzalanması için acele ediyordu. Tüm bunlar, yaptığı açıklamalarda açıkça görülmektedir. Başkan Obama, İran ile açıktan yakınlaşma politikasını haklı göstermeye çalışarak şöyle diyordu: “Bizim diplomasiye kapıyı kapatmamız mümkün değil, dünya sorunları için barışçıl çözümleri göz ardı edemeyiz. İran bu fırsatı iyi değerlendirir de uluslararası topluma katılmaya karar verirse, iki ülke arasında yıllardır mevcut belirsizliğe son vermek için başlangıç yapabiliriz” [el-Cezire 26.11.2013] ABD Başkanı Obama, anlaşma ile ilgili yaptığı konuşmada, “İran ile yapılan anlaşma, somut ilerleme ve görev sürem içinde en önemlisi sayılır. Anlaşmanın bugün kamuoyuna duyurulması, büyük bir başarının sadece ilk adımı.” olduğunu söyledi. [NBC News İnternet, Dünya haberleri 23.11.2013] Obama, 25.11.2013 tarihinde San Francisco’da katıldığı bir etkinlik sırasında yaptığı açıklamada “Büyük zorluklar hâlâ mevcuttur. Ancak diplomatik seçenek karşısında duramayız. Dünyanın karşılaştığı sorunlar için diplomatik çözümü göz ardı edemeyiz.” ifadesini kullandı. Ardından “Önümüzdeki aylarda İran’ın nükleer program tehdidini nihai olarak çözüme kavuşturacak diplomatik çabaların devam edeceğine” de işaret etti. Obama, 24.11.2013 tarihinde “Bu anlaşmanın bu program ile ilgili soruna kapsamlı bir çözüm bulma yolunda önemli bir adımı temsil ettiğini, Tahran’ın nükleer bomba yapma yolunun kapanacağını.” söyledi. Obama, İran altı ay içinde anlaşmanın şartlarına uymazsa, ülkesinin İran üzerindeki yaptırımları hafifletme kararını durduracağı konusunda da uyardı. Ayrıca Kerry de bu anlaşmanın “İran’ın, nükleer silah üretmesini iyice zorlaştıracağını” söyledi. Kerry, on yıldır süregelen nükleer kriz konusunda en tartışmalı konulardan biri hakkında, “Bu anlaşma, İran’ın uranyum zenginleştirme hakkının tanınmasını garanti etmez” diye konuştu. Yahudi varlığına güvence vererek “Bu anlaşma dünyayı, İsrail’i ve bölgedeki ortaklarımızı daha güvenli hale getirecektir.” diye de ekledi. [AFP, 24.11.2013]
Yahudi lobisine sadık Kongre üyelerinin etkisini kırmak için Beyaz Saray, hızla harekete geçerek Scowcroft ve Brzezinski gibi ağır toplardan bu tür tedbirleri durdurulması amacıyla Kongre’ye baskı yapmak için destek istedi. Bu ağır toplar – gönderdikleri mektupta- Senato çoğunluk lideri Harry Reid’den İran ile yapılan müzakereleri desteklemesini talep ettiler. Amerikan ulusal çıkarlarından dolayı İran ile yapılan müzakerelere destek talep ettiler. Yazdıkları mektupta “Müzakere ABD, İsrail ve bölgedeki diğer ortaklarımızın ulusal güvenliğini destekler.” dediler. Ayrıca İran’a karşı yeni yaptırımlar konulması konusunda da “Daha önce örneği görülmemiş bu görüşmeler ışığında, şimdi daha fazla yaptırımların uygulanması, İranlılara ABD’nin İran’daki mevcut hükümet ile herhangi bir anlaşma yapmak için hazır olmadığını doğrular. Biz, Amerikalıları ve ABD Kongresini İran ile yapılan çetin müzakerelerde Başkanın yanında durmaya çağırıyoruz.” diye de uyardılar. [Scowcroft, Brzezinski, Stratejik Kültür Vakfı, Online 20.11.2013] Tüm bunlardan açıkça ABD’nin, bu sorunu sanki ölüm kalım sorunu olarak kabul ettiği anlaşılıyor.
7- Avrupa’nın anlaşmayı engelleme girişimleri sonra onaylamaları:
ABD, Avrupa’nın Amerikan İran anlaşmasını istemediğini biliyordu. Çünkü Avrupa, İran’ın Amerikan dostu ve yandaşı olduğunun bilincindeydi. İran’dan yaptırımları hafifletmek, Amerika’nın ona bir rol atfettiği anlamına geliyordu. Bu rol, bölgede Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmek için İran tarafından yürütülecekti. Bu ise hareketini kolaylaştırmak için kısıtlamaların kaldırılmasını gerektiriyordu. Bu nedenle 15.10.2013 tarihinde düzenlenen ilk turda Fransa açıktan ve her zamanki gibi İngiltere de perde arkasından anlaşma için pürüz çıkarmaya çalıştılar. Ancak Amerika, anlaşmanın imzalanmasında ciddi ve kararlı olduğu için Avrupa onaylamak zorunda kaldı. Böylece Avrupalılar, anlaşmaya engel olamadılar. Amerika tarafından anlaşmanın temellerinin atıldığını, sütunlarının dikildiğini ve betonlarının döküldüğünü fark ettiler. Bu nedenle de mecburen onayladılar. Görünen o ki Avrupalılar, özellikle de anlaşmanın nükleer silah üretimine yönelik İran’ın nükleer faaliyetini fiilen sınırlandıracağı için bunu uluslararası olarak istismar etmek istediler. Çünkü anlaşma, İran’a % 3,5-%5 düzeyi üzerinde zenginleştirme artışını yasaklıyordu. %20 düzeyindeki zenginleştirme çalışmaları ise yok edilecekti. Nükleer reaktörler, günlük denetim ve kontrol altında kalacaktı. Buna göre İngiltere dışişleri bakanı William Hague, 24.11.2013 tarihinde kendi Twitter hesabında anlaşmaya övgüler yağdırarak, “Anlaşma, çok önemlidir ve İran ile önemli ve teşvik edici ilk aşamayı temsil ediyor. Altı ay boyunca nükleer programı çalışmalarını donduracak ve bazı parçalarını da önceki aşamalara geri götürecek.” dedi. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande de anlaşmayı “Batının İran ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik doğru yönde atılmış önemli bir adımdır. Uranyum depolama, zenginleştirme, yeni tesislerin çalışmasını askıya alma ve uluslararası denetim alanında Fransa tarafından belirlenen şartlara saygılı.” diye niteledi. [AFP, 24.11.2013]
8- Yahudi varlığının tavrına gelince: Yahudi varlığının anlaşmaya yönelik tavrı, kötü ne yeni ne de şaşırtıcı olmadığı yönündeydi. Filistin’i gaspeden bu devlet, kurulduğu günden bu yana bölgede etkili herhangi bir maddi bir gücün ortaya çıkmasına karşı koymak diye özetlenebilecek bir politika belirledi. Sadece bir nükleer güç değil, aksine gelişmiş konvansiyonel gücün ortaya çıkışını da kendisine bir tehlike olarak görüyor. Hatta sadece İran gibi büyük devleti değil, aksine küçük bir devleti de böyle algılıyor. Ürdün’ün silahlanmasına itiraz ediyor. Ürdün’ü stratejik ortak kabul etmesine rağmen silahlanmasına karşı çıkıyor. Lübnanlı el-Ahbar sitesi, 13.3.2006 tarihinde Arap Wikileaks belgesine dayanarak, büyükelçi Richard Jones’un Yahudi devletinin Şubat 2006’da Amerika’dan bölge ülkelerinin silahlarını sınırlandırmak konusundaki taleplerini bildirdiğini nakletti. Belgede Ürdün ile ilgili şu ifadeler geçmektedir: “Yahudi devleti, Ürdün’ü stratejik ortak olarak görüyor. Bununla birlikte coğrafi yakınlık ve olası stratejik değişiklikler göz önüne alındığında, İsrail’in savunmaya dayalı ordusu ile Ürdün ordusu arasındaki niteliksel farkın azaltılmasına katlanamaz. Keza İsrail, Ürdün ya da diğer rejimlerin kendi hava sahasını kuşatacak Sam füzeleri ile donatılma tehlikesine de tahammül edemez.” İşte büyük ve küçük bölge ülkelerine yönelik Yahudi devletinin politikası budur. Sadece bu da değil, hatta eğer ışık görürse etrafındaki devletçiklerin otoritesi ile görüşmelerde bile bu devletçiklerin silahsızlandırılmış olmalarını öngörmektedir. Bu nedenle Yahudi devleti, ne İran’ın barışçıl nükleer devlet olmasını ne de askeri nükleer bir devlete ulaşmasını ister. Hatta ister barışçıl olsun isterse olmasın İran ve bölgedeki herhangi bir devletin nükleer kapasiteden yoksun olmasını arzular. Amerika’nın yeşil ışık yakmasıyla Saddam döneminde Irak’taki nükleer tesislere saldırı düzenlemesi, İran’ın nükleer tesislerine birçok kez saldırı için hazırlık yapması, ama Amerika tarafından engellemesi bunun daha önceki örnekleridir. Biz, Yahudi devletinin Şam zalimi, kimyasal silahların imhasına onay verdiğinde nasıl sevinç gösterisi ve tezahüratlar yaptığına şahit olduk.
Yahudi devleti, kendi öz gücüne sahip olmadığını biliyor. Aksine إِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللَّهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ“Allah’ın ve insanların ipine tutunurlar.” Allah’ın ipini seneler önce kesip attılar. İnsanların ipi ise Yahudi varlığının kurulmasından bu yana İngiltere tarafından ona uzatıldı, Fransa tarafından beslendi, Amerika tarafından ise ona kucak açıldı. Böylece Yahudi devleti, politikasında Amerika’ya tutunuyor. Dolayısıyla önümüzdeki altı ay içinde Amerika’daki Yahudi lobisi aracılığıyla İran ile mevcut geçici çözümde konulan kısıtlamalardan daha fazla kısıtlamalar içeren nihai çözüme ulaşmak için tüm gücüyle lobi yapması uzak ihtimal değildir. Ama her durumda ABD, kendi çıkarını Yahudi varlığından öncelikli tutacaktır. Yahudi varlığının güvenliğine karar veren Amerika’dır. Amerika’ya güvenliğini dayatan Yahudi varlığı değildir. Obama, son seçim dönemindedir. Yahudi lobisinin onun üzerindeki etkisi nispeten az olacaktır. Bununla birlikte Yahudi devleti, hayatta kalmasını Amerika’nın kendisine yardım etmesine bağlı görüyor. Amerika, bölge devletlerinin nükleer silaha sahip olmalarını engellerken, Yahudi devletinin askeri nükleer endüstrisine izin veriyor. Anlaşma, Yahudi devletine bazı güven verici maddeler içermektedir. İsrail istihbarat işleri bakanı Yuval Htints, anlaşmanın imzalandığı gün İbranice yayın yapan ikinci Radyo’ya verdiği bir röportajda, “Büyük devletler, anlaşmanın hemen öncesinde İsrail’in isteğiyle anlaşma taslağında bir dizi değişiklikler yapılması üzerinde ısrar ettiklerini.” söyledi. Yahudi devleti Amerika ile birlikte belki de nihai çözümde başka kısıtlamalar ve şartlar ekleyebilir. İsrail maliye bakanı Yair Lapid, 11.24.2013 Pazar günü sabahı İsrail Ordu Radyosuna verdiği bir röportajda, “Altı ay sonra daha iyi bir nihai anlaşmaya ulaşmak için İsrail, ABD ve diğer dünya güçleri ile koordinasyon içinde olmalıdır. Anlaşma bir felaket olmasına rağmen, İran’ın nükleer projesini tamamen yok edecek nihai anlaşmayı imzalamak için Amerikalılar ve diğerleri ile birlikte çalışmak zorundayız.” dedi. Tüm bunlardan açığa çıkmaktadır ki Amerika’nın desteği ile Yahudi devlet, bölgede nükleer silah tekeli oluşturmak istediği gibi bölgedeki başka bir devletin de gelişmiş herhangi bir güce sahip olmasını önlemek istemektedir. Hatta bu devletlerin nükleer enerji üretimi ile ilgili bilimsel teori yeteneğinin olmasını bile engellemektedir. Hüzün verici husus, nükleer silahları sahip olmak bir yana barışçıl nükleer enerji üretiminde bilimsel araştırma yapmaktan bile korkan İslami beldelerdeki mevcut devletlerin, kırılganlıkları daha doğrusu ihanetleridir. Yahudi devleti, artık gizli değil, açıktan nükleer silah üretirken bölgedeki devletlerin böyle bir girişimde bulunmalarına bile tahammül edememektedir. Bu nedenle Yahudi varlığının başbakanı Netanyahu anlaşma hakkında şunu dile getirdi, “Anlaşma tarihi bir hatadır, kötü bir anlaşmadır. Yaptırımların kısmı olarak kaldırılması ve nükleer programın temel parçasını korumak gibi konularda İran’a istediğini veriyor.” [AFP 24.11.2013] Bu ifadeyi, Yahudi devletinin kendi dışında bölgede güçlü bir devletten duyduğu rahatsızlık ve İran’ın nükleer enerjisini tamamen ortadan kaldırmak isteği bağlamında değerlendirmek mümkündür.
9- İran’ın nükleer konusu senelerce gelgitleri oynadığı bilinmektedir. Böyle olduğu halde Amerika, neden bu anlaşmanın imzalanmasını çok arzuladı? Neden şimdi Obama, İran nükleer anlaşmasının sonuçlanması için yoğun çaba sarf etti? Niçin anlaşma için “İran ile yaptığımız anlaşma, görev sürem içinde somut ve en önemli ilerleme sayılır.” dedi? Bunun cevabı şöyledir: Bu geçtiğimiz üç yıl içinde bölgedeki koşullar altüst oldu. En önemli değişiklik de Suriye’de Hilafet adının yaygın kamuoyu haline gelmiş olmasıdır. Bu yeni durum, her ne kadar kendiliğinden patlak verse de Arap Baharı devrimlerinin daha önce görmedikleri bir durumdur. Suriye devriminden öncekiler, laik sloganlara yakın ya da sözde Orta Amerikan İslam’ı ile karışık sloganlardı. Bu da Amerika ve Batıya o devrimlere nüfuz edip çalmak ve boşa çıkarmak olanağını sunmuştur. Ancak Suriye’deki mevcut hareketlerin pek çoğunda, “Ümmet Hilafet istiyor, Ümmet Hilafet istiyor” diye haykıran doğru İslami mefhum ve fikirler ile uyumlu İslami duygular hâkimdir. Suriye’de yükselen bu İslami atmosfer, genel olarak Batıyı özel olarak ise Amerika’yı ikilem için soktu, çıkmaza sürükledi. Çünkü kâfirler, Hilafetin büyüklüğünün ve gücünün, Hilafetin varlığı anında başka güçlerin hiç bir değerinin olmayacağının farkındalar. Bu daha Hilafet ortada yokken böyledir. Sonra burada çıkmazı daha da çıkmaz hale getiren başka bir faktör de Amerika’nın krizler ile boğuşması ve saplanıp kalmasıdır. Bu ise Amerika’nın Suriye’de gün geçtikçe büyüyen İslami atmosferi yok etmek için doğrudan etki faaliyetini zayıflatmaktadır. Bu yüzden Amerika, bu büyük İslam atmosfer ile mücadelede ileri karakol olacak bölgede hain yardımcılar aramaktadır.
Amerika içindeki krizine gelince, Amerika, bir yandan hâlâ başına bela olan ekonomik kriz ile boğuşurken diğer yandan ise hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tüm önemli konularda birbirleriyle atışmaktadırlar. Partisel yerel politika, Amerikan ulusal çıkarlarının yerini almış, insanların işlerini yönetmekten daha önemli hale gelmiştir. Birçok gözlemcinin, iki ana partinin borç tavanının yükseltilmesi ve Obama’nın sağlık projesi ile ilgili anlaşmazlıklarını Amerikan siyasi sisteminin çöküşüne delil olarak gösterdikleri gözlemlendi. Frank Vogel, Huffington Post’taki bir makalesinde şunları dile getirmiştir, “Amerikan siyasi sistemi çökmüştür. Kongre kitlelerin güvenini kaybediyor. Kongreye güvenenlerin oranı son Gallup anketine ve ticari kamuoyu yoklamasına göre %10 seviyesine gerilemiştir. Çünkü Amerikalı üst düzey iş adamlarının %85, Amerika’da yaşanan sorunların başlıca nedeninin, seçim kampanyalarındaki finansman sistemi ile ilgili olduğuna inanıyorlar. %42’nin ise sistemin tamamen başarısız olduğunu kabul ediyor.” [Huffington Post, 26.07.2013]
Amerika dışındaki kriz ise, Amerika dünyanın tüm bölgeleri üzerinde egemen olmasına rağmen Amerikan siyasi durumu içeriden daha kötü ve daha tehlikelidir. Immanuel Wallerstein, dünyada Amerika’nın etkisinin düşüşünü yorumlarken şunları söyledi, “İnsanların hepsi değilse de büyük bir yüzdesi, ABD’nin gücünün, prestijinin ve etkisinin göreceli gerileme ve düşüş içinde olduğunu düşünüyorlar. ABD içinde yaşayanlar, isteksizce bu duyguyu kabul ediyor.” [Amerika Birleşik Devletleri’nin Gerileme Sonuçları, el-Cezire, 02.11.2013] Brzezinski, 2010 yılında Montreal’de dış ilişkiler konseyinde yaptığı bir konuşmada “Dünyadaki hem eski hem yeni büyük güçler, yeni bir gerçeklik ile karşı karşıyadırlar. Her zamankinden daha fazla büyüyen askeri güçlerine rağmen, dünyaya hegemonyalarını dayatma kapasitesi en düşük tarihi seviyelerdedir.” Bunun yanı sıra Amerika, Afganistan ve dünyanın diğer bölgelerinde zor durumdadır. .
Çünkü Amerika’nın boynuna dolanan bu krizler, doğrudan etki etmek faaliyetini engellemektedir. Zira ister yurt dışında ürettikleri olsun, isterse içeride Beşşar ve zebanileri olsun Amerikan ajanları, bu geçtiğimiz üç yıl boyunca Suriye’de etkili bir karar alamadılar. Aksine Hilafet tezahüratları, kulaklarını, gözlerini ve kalplerini afallattı. Amerika, Suriye çevresindeki bölge devletlerinden, Hilafeti devlet, hayat ve toplum için bir sistem olarak benimseyen yeni bir yönetimin doğuşu karşısında direnen ileri karakol olmalarını istemektedir. Bu yüzden bölgedeki iki devlet Amerika’nın göz bebeği durumundadır. Bu ikisine önemli görevler tevdi etmek istemektedir. Bu iki Amerikan taraftarı devlet, Türkiye ve İran’dır. Türkiye’ye gelince, hareketleri üzerinde hiç bir kısıtlama yoktur. İran ise yaptırımlar ve uzantılar İran üzerinde bir kısıtlama oluşturmaktadır. Uluslararası ve bölgesel olarak etkin faaliyetini sınırlamaktadır. Yarı izolasyon durumundadır. Çünkü İran, Hilafete karşı Türkiye’den daha güçlü hareket edebilecek konumdadır. Zira İran yöneticilerin kültüründe Hilafet, kabul edilemez bir meseledir. Bu da onları Hilafet ile savaşmak konusunda daha aktif hale getirebiliyor. Buna karşın uzun dönemler Türklerin miraslarında Hilafet denen bir olgunun varlığı, Hilafete karşı savaşta onları bocalatıyor, sürüncemede bırakıyor. Böylece yeni plan, belirtildiği gibi bu iki devletin daha aktif rol üslenmesini gerektirmektedir. Bundan dolayı Amerika, hareketini kolaylaştırmak için İran üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını gerektiren sorunu, kendi sorunu olarak görmüştür. Obama, işte bu amaçtan dolayı yani Suriye’de Hilafeti kurmak için çalışan İslami hareketlerin karşısında dursun diye İran üzerindeki yaptırımları kaldırmak için hummalı bir çaba sarf etmiştir. Yoksa sarf edilen bu çabalar, İran’ın nükleer silah faaliyeti üzerindeki kısıtlamaları kaldırmak için değildir. Aksine İran’ın barışçıl nükleer faaliyeti üzerine kısıtlamalar konmuştur. Bu kısıtlamalar, İran’ın %20 düzeyindeki zenginleştirme oranını %3,5 düzeyine düşürmektedir. Buna ek olarak denetim ve başka şartlar da söz konusudur. Buna göre yaptırımı hafifletmek, sadece hareketini kolaylaştırmak ve Suriye’deki Hilafet çalışması karşısında daha aktif faaliyet yürütmesi için bir ödüldür. Yoksa yaptırımı hafifletmek, nükleer alanda daha aktif hale gelsin diye değildir. İşte bu nedenden dolayı Obama, bu nükleer anlaşmayı görev süresi boyunca yapılan işlerin en büyüğü olarak addetmiştir. Obama, Türkiye ve İran’ı Suriye’deki Hilafet çalışması karşısında durmaları için harekete geçirecektir. İster bu, Suriye içinde mücrim maddi eylemler yoluyla olsun isterse Cenevre ve Cenevre dışında haince siyasi eylemler yoluyla hiç fark etmez. Böylece bu devletler, eski bir ajanı takip edecek yeni bir ajan yönetim oluşturacaklar ve Hilafet çalışmalarını boşa çıkarabilecek imkânı bulacaklardır. Obama’nın bunu başarabilmesi ise hiç şüphesiz görev süresi içindeki en güçlü çalışmalarından biri olacaktır. O zaman açıklamasında dile getirdikleri hiç şaşırtıcı olmayacaktır. “İran ile yapılan şeyler görev sürem içinde somut ve en önemli ilerleme sayılır.” Bu, başarırsa böyledir. Herhalde Obama, bu iki devlete yönelik çizilen planda başarılı olacağını düşünmüş olmalı ki bu devletler, hemen toplantı ve ziyaretlere başladılar. Bu konuda anlaşmanın imzalanmasında acele eden efendileri Obama’nın izinden gittiler. Bu bağlamda 24.11.2013 tarihinde yapılan anlaşmanın üzerinden daha üç gün geçmeden Türkiye ile İran arasındaki eski gerginlik yok olup gitti. Türkiye dışişleri bakanı, hemen Tahran turuna çıktı. Görüşmelerdeki ana gündem maddesi, Suriye ve Cenevre konferansında aralarında yapacakları işbirliğidir. Gizledikleri ise büyüktür. Keşke iyilik ve takva üzerinde işbirliği yapsalardı. O zaman biz onları hayırla yâd ederdik. Ancak ne var ki Suriye’de Hilafetin kurulması karşısında durmak için işbirliği yapmaktadırlar. Akan onca temiz kanlardan, sarf edilen onca büyük fedakârlıklardan sonra zalim ve zorba başka bir laik yönetimi geri getirmek için çalışıyorlar. İşte o zaman onlara dünyada rezil rüsva, ahirette ise çetin bir azap vardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ iyilik ve takva üzerinde yardımlaşmayı emretmiştir, günah ve düşmanlık üzerinde değil. وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” [Maide 2] Keşke bunu bilselerdi, o zaman kurtulanlardan olurlardı. Akıllı kimse öğüte kulak verip de kurtuluşa erendir.
10- Son olarak şüphesiz ki bu, aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüttür.
A- Biz, Türkiye ve Iran yöneticilerine, Amerika’yı dost edinmenin, Suriye’de Hilafeti kurmak için çalışanlar karşısında durmanın dünyada hüsran, ahirette ise azap kazandıracağını hatırlatırız. Genelde Batıyı özelde ise Amerika’yı hoşnut etmek için ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, kâfirler onlardan asla razı olmayacaklardır. وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: “Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” [Bakara 120] İbn’ul Cad Musned’inde Âişe RadiyAllahu Anha’danrivayet ettiğine göre, مَنْ أَرْضَى النَّاسَ بِسَخَطِ اللَّهِ، وَكَلَهُ اللَّهُ إِلَى النَّاسِ، وَمَنْ أَسْخَطَ النَّاسَ بِرَضَا اللَّهِ كَفَاهُ اللَّهُ النَّاسَ “Kim insanların gücenmesini göze alarak Allah’ın rızasını gözetirse, insanlardan gelen sıkıntılara karşı Allah ona yeter. Kim de Allah’ın gücenmesini göze alarak insanların rızasını gözetirse, Allah, onu insanlara bırakır.” Hiç şüphe yok ki siz, Allah’ın gücenmesini göze alarak insanların rızasını gözeten kimselerin akıbetlerini gördünüz. Akıllı kimse, başkasından öğüt alandır.
B- Türkiye yöneticilerine, Hilafetin Rablerinin bir farzı olduğunu, asırlarca Türkiye’nin her tarafını kuşatan parlak Hilafet dönemlerini hatırlatırız. Hilafetin, Fatih’in, Selim’in, Kanuni’nin ve Abdülhamit’in orduları oldukları dönemleri hatırlatırız. Bugün Türkiye yöneticileri, Hilafete tutunarak o parlak dönemleri geri getirebilirler. Ne Şam’da ne de herhangi bir yerde Hilafet karşısında durmamalıdırlar. Eğer kararlılıkları ve niyetleri Hilafet için çalışanlara yardım etmeye el vermiyorsa, en azından çalışanlar karşısında dikilmemelidirler. Akıbet, muttakiler içindir.
C- İran yöneticilerini, Hilafetin Rablerinin bir farzı olduğuna inanmasalar bile, Hilafeti hatırladıklarında Halifenin orada burada yaptıkları zulümler akıllarına gelse bile, Hilafet için uğraşan kimselerin uğraştıkları Hilafetin, Nübüvvet metodu üzere Râşidi Hilafet olduğunu hatırlatırız. O, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali RadiyAllahu Anhum Hilafetidir. Eğer İran yöneticileri, Hilafetin karşısında dururlarsa, kendisinden önceki Halifelere biat eden, onlara yardım ve sadık kalan Ali RadiyAllahu Anh’ınsiretine aykırı davranmış olurlar. Öyleyse onun siretinden gidiniz. Hilafete yardım ediniz, Şam veya herhangi bir yerde onun karşısında durmayınız. Eğer kararlılık ve niyetleriniz Hilafet için çalışanlara yardım etmeye el vermiyorsa, en azından çalışanların karşısında durmayınız. Akıbet, muttakiler içindir.
Sözlerimize nasıl Türkiye ve İran yöneticilerine hatırlatma ile başlamışsak aynı şekilde onlara Hilafetin Allah Subhânehu ve Teâlâ’nınvaadi olduğunu hatırlatarak sözlerimizi sonlandırıyoruz. وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Hilafeti şöyle müjdeledi. Ahmed ve et-Tayâlisî Huzeyfe ibn Yemân’dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: ثُمَّ تَكُونُ جَبْرِيَّةً، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra ceberrut olacaktır. Allah’ın dilediği kadar olacaktır. Sonra dilediği zaman onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.”Hilafet Allah’ın izniyle er ya da geç kurulacaktır. Kim onu destekler ya da yardım ederse, Allah’ın nimet verdiği kişilerden olacaktır. Kim de Hilafetin karşısında durursa, Allah’a asla zarar veremez, aksine dünyada zillet, ahirette ise elim bir azap dokunacaktır. Tüm bunlar, Hilafetin kurulmasını ve dönüşünü bir saat ya da bir dakika bile geciktirmeyecektir.
إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا “Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.” [Talak 3]
27 Muharrem 1435
30 Kasım 2013
Kaynak: Hizb-ut-tahrir.info