بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Bakara Suresi
-50-
Fuzuli ve gereksiz soru sormanın kötü akıbeti:
Allah’u Teala İsrailoğulları’nın düştükleri başka bir hatayı bize şu ayetlerde gösteriyor:
قالوا إدع لنا ربك يبين لنا ما هي ، قال إنه يقول غنها بقرة لا فارض ولا بكر عوان بين ذلك، فافعلوا ما تؤمرون.(68) قالوا إدع لنا ربك يبين لنا ما لونها، قال إنه يقول إنها بقرة صفراء فاقع لونها تسر الناظرين.(69) قالوا إدع لنا ربك يبين لنا ماهي، إن البقر تشابه علينا وإنا إن شاء الله لمهتدون.(70) قال إنه يقول إنها بقرة لا ذلول تثير الارض ولا تسقي الحرث مسلمة لا شية فيها، قالوا الآن جئت بالحق فذبحوها وما كادوا يفعلون.
“Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın” dediler. Musa: Allah diyor ki: “O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek.” Size emredileni hemen yapın, dedi.
Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. “O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir” dedi.
“(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşâAllah emredileni yapma yolunu buluruz” dediler.
(Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. “İşte şimdi gerçeği anlattın” dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.” (Bakara 68-71)
İsrailoğulları’nın düştükleri hatalardan biriside, çok soru sormalarıdır. Daha doğrusu fuzuli sorular sormalarıdır. Allah onlardan bir ineğin kesilmesini istedi. Bu her hangi bir inek olabilirdi. Fakat fuzuli (gereksiz) sorular sordular. “Bu inek nasıl olmalı?” Musa Aleyhisselam; “ne büyük ne küçük” dedikten sonra onlara bu emri hemen yerine getirmelerini istedi. Sanki onlara diyor ki; fazla soru sormayın hemen böyle bir inek kesin. Fakat onlar kendi kendilerini zor duruma düşürüyorlar ve sormaya devam ediyorlar. Ve yine sordular. “Rengi nasıl olsun?” Musa Aleyhisselam rengi onlara söyledi. “Güzel olan koyu sarıdır.” Bununla da yetinmediler. Dediler ki: “Tam ineğin vasıflarını bize göstersin, biz doğru yolu bulacağız.” Buradan anlaşılıyor ki, onlar yapmak istemediklerinden çok sorup böylesi ifadeler sarf ediyorlardı. Allah Celle Celaluhu ineğin başka vasıflarını da gösterdi. Bütün bu fuzuli sorulardan sonra soru sormayı kestiler. Ayetin sonunda onlar kesmek istemiyorlardı, onun için soruyorlardı diye Allah bildiriyor. Fuzuli olarak çok soru sorulmasından maksat öyle bir şey dünyada yok diyecek ve işten kaçmak için bahane aramalarıdır.
Allah’u Teala bizi bir başka ayeti kerimede fuzuli soru sormaktan nehyediyor, Maide 101. Ayetine bakın. Allah insanlara Haccı farzı kılınca biri de Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yanına gelip şöyle sordu: “Ey Resulullah her sene mi hacc yapacağız? Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem yüzünü ondan çevirdi. Bu adam üç defa Resulullah’a aynı hususta sordu ve her defadasın da Resulullah ondan yüzünü çevirdi. Ondan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem kızarak şöyle dedi: “Müslümanlardan en büyük günahı işleyen kimse, Müslümanlara haram kılınmayan bir şey hakkında sorar, sonra sorusundan dolayı Allah o şeyi haram kılar.” Yani o kimse haram kılınan şeyi yaparsa en büyük günahkar kimse olur. Resulullah o sözleri sarfettikten sonra şöyle dedi: “Sizi hangi şey üzerinde bırakmışsam onu öyle kabul edin. Sizden öncekileri helake düşüren şey çok soru sormak ve onların peygamberleri üzerine ihtilaf etmeleridir. Sizi hangi şeyden nehyettiysem ondan vazgeçin ve hangi şey hakkında emir vermişsem gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin.” (Buhari ve Müslim)
Neden bu adamın sorusunun fuzuli olduğuna gelince: Çünkü ayette insanlara hac farz kılındı. (Al-i İmran 97) Ayetten hacc farziyetinin insanın ömründe bir kere olduğu anlaşılır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem başka bir hadiste; “İsrailoğullarını helake düşüren şey çok soru sormalarıdır.” Demiştir. Yukarıdaki hadiste de (sizden öncekileri helake düşüren şey) deyince, bunların İsrailoğulları oldukları anlaşılır. Çünkü yukarıda ayette geçtiği gibi onlar çok soru soruyorlardı ve peygamberleri üzerine ihtilafa düşüyorlardı.
Şu var ki, bir şeyin hükmü belli değilse onu sormak farzdır. Bir Müslüman başından yaralandı. Bundan sonra yıkanması (gusletmesi) gerekti. Bazı sahabelere sordu. Sahabeler dediler ki; “Sana bir ruhsat bulamıyoruz, yıkanman gerekir” dediler. Bu Müslüman yıkandıktan sonra vefat etti. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu olayı haber alınca şöyle dedi: “Bu adam niye bana sormadı? Hasta olan kimsenin şifası soru sormasıdır.” (İbni Maceh)
Bir ayette Resule, kitaptan ve sünnetten hüküm çıkartabilen alimlere ve ulûlemre dönmemizi Allah Celle Celaluhu istemiştir. (Nisa 83)
Nisa suresi 59. Ayette Allah’u Teala bir şey hakkında çekiştiğimiz zaman Allah ve Resulüne yani, Kur’an’a ve hadis-i şeriflere başvurmamızı bizden talep ediyor.
Başka bir husus daha vardır. Allah’u Teala İsrailoğulları’nın öyle fuzuli (gerekmeyen veya değersiz) soruları sormalarının sebebini Allah’ın emrini yerine getirmemek için olduğunu beyan etmesidir. Burada önemli bir nokta ortaya çıkıyor ki; böyle fuzuli soru soranlar kendilerine emredileni yapmamak, meseleyi zorlaştırarak mazeret gösterip işten kaçmak için yapıyorlar. Bunu pratikte de görüyoruz.
Allah’u Teala neden bu ineğin kesilmesini istediğini ayetlerin devamından anlıyoruz.
-51-
İneğin Kesilmesine verilen emrin sebebi:
وإذ قتلتم نفسا فادارئتم فيها والله مخرج ما كنتم تكتمون.(72) فقلنا إضربوه ببعضها كذلك يحي الله الموتى ويريكم آياته لعلكم تعقلون.
“Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.
“Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun” dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir.”(Bakara 72-73)
İsrailoğulları’ndan biri, birisini öldürdü, ondan sonra başkalarını katillikle itham etti. Bundan dolayı İsrailoğulları birbirine girdi. Allah o ihtilafı gidermek ve bir mucize göstermek için onlardan bir ineğin kesilmesini istedi. Kesilen ineğin bir parçasıyla öldürülen adama vuracaklar ve bu şekilde adam tekrar dirilecek ve katilini söyleyecektir. O ineği kestikten sonra, istenileni yaptılar ve maktul (öldürülen) katilini söyledi. Böylece, gizledikleri katil ortaya çıkmış oldu. Aynı anda Allah onların inançlarını kuvvetlendirmek için kendisinin nasıl ölüleri dirilttiğini onlara gösterdi. “Umulur ki düşünürsünüz” buyurarak Allah’ın ayetlerini, delillerini görünce, Allah’ın azametini düşünerek imanlarının artmasını diledi. Çünkü insan Allah’ın ayetlerini, delillerini ve dünyada her şeyi düşünürse Allah’ın varlığını, gücünü ve azametini fark eder. Bu sebeple yüzlerce ayette Allah insanların düşünmelerini istiyor. Her şeyde onun varlığını ve azametini gösteren delillerin var olduklarını beyan ediyor. Burada bir şey daha ortaya çıkıyor ki; “Bizden öncekilerin şeriatları bizim için şeriat ve delil değildir.” Katilin bulunması veya bilinmesi için şahitlerin bulunması veya katilin itirafı yeterlidir. Ancak, öldürülen kimse son nefesi verirken eğer katili söyleyebilirse kabul edilir. Bunun delili Enes’in Radiyallahu Anh’ın rivayet ettiği şu hadistir: Bir Yahudi altın için bir cariye kadının başını iki taşla ezerek öldürdü. Kadın nefes verirken katil hakkında sorulunca Yahudi’yi tarif etti, kimin olduğunu söyledi. Yahudi çağrıldı ve soruldu. Yahudi suçunu itiraf etti. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu yahudinin başının iki taşla ezilerek öldürülmesine dair emir verdi.
Biz İsrailoğulları’ndan şeriat almıyoruz. Onların düştükleri hatalardan ders ve ibret alıyoruz. Çünkü Allah’u Teala Maide suresi 48. Ayetinde her ümmet için ayrı şeriat ve ayrı metot kıldığını beyan etmektedir. Ayrıca Yusuf suresi 111. Ayette “Onların kıssalarında aklını çalıştıranlar, düşünenler için bir ders ve ibret vardır” diye açıklamıştır. Bu nedenle biz burada tefsir yaparken kıssalardan öğreneceğimiz şeyler ve alacağımız ders ve ibreti arıyoruz. Fakat şer-i hüküm çıkartmıyoruz. Aynı anda bu kıssalarda kendimize iman üzerinde sebatlık verecek hususlar buluruz. Hud suresi 120. Ayette Allah’u Teala bunu gösteriyor. Şu var ki, israiliyat dolu hikayeler ve rivayetleri almıyoruz. Tefsir kitaplarında inek olayı ile ilgili çok israiliyat vardır. Bunları burada aktarmıyoruz. Bunların doğru veya yanlış olduklarını bilmeyebiliriz. Fakat bu hususlarda çok yalan katkılar vardır. Bunları almak ve yazmak fuzulidir. Pratik hayatımızda lazım olan şeyleri öğrenip uyguluyoruz ve uygulamaya çağırıyoruz. Ancak böyle hareket edersek kalkınırız ve ilerleriz. Fuzuli şeylerle uğraşırsak, öğrenmeye çalışırsak geri kalırız ve sadece birer filozof veya bilgili felsefeci kimseler oluruz.
-52-
İsrailoğulları’nın katı kalplere sahip olmaları:
ثم قست قلوبكم من بعد ذلك فهي كالحجارة أو اشد قسوة، وإن من الحجارة لما يتفجر منه الانهار، وإن منها لما يشقق فيخرج منه الماء، وإن منها لما يهبط من خشية الله، وما الله بغافل عما تعملون.
“(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta yaptıklarınızdan gafil değildir.”(Bakara 74)
Allah’u Teala İsrailoğulları’na bir çok mucize göstermesine rağmen inat etmeye ve isyan etmeye devam ettiler. Bu nedenle, Allah onları azarlıyor ve kötülüyor. Onların kalpleri taşlaştı, hiç yumuşamıyor. Allah’tan hiç korkmuyorlar, Allah’a huşu ile yaklaşmıyorlar. Onların nezdinde Allah’ın emirleri sanki herhangi bir insanın emri gibidir. Önlerinde kendilerini korkutan maddi bir güç görmezlerse hiç korkmazlar ve mütemadiyen kötülük gösterip, kibirlenerek azgınlık yaparlar. Allah’u Teala onların gerçeğini bize şöyle göstermiştir:
لأنتم أشد رهبة في صدورهم من الله، ذلك بأنهم قوم لا يفقهون.
“Onların (ahudilerde) içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.”( Haşr 13)
Yani Allah’ın gücünü düşünmezler ve yalnız karşılarına çıkan güçten korkarlar. Bu sebeple Haşr suresinde 2. Ayette gösterildiği gibi kendilerini büyük ve güçlü hissediyorlardı. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’le beraber bir grup mümin onların güçlü kalelerini kuşatınca korku kalplerine girdi ve teslim oldular. 1940’larda Filistin’de bütün dünya devletlerinin yardımıyla ve himayesiyle bir devlete sahip oldular ve güç elde ettiler. Bütün dünyaya kibirlilik taslayarak, Filistin’de büyük zulüm, azgınlık ve gaddarlık yaptılar ve yapmaktadırlar. Allah’ın izniyle yeniden Hilafet olan İslam Devleti kurulduğunda ve Halifenin önderliğinde ahudi varlığının üzerine doğru Müslümanlar yürüdüğünde, bu korkak halkın çoğu Amerika ve Avrupa’ya kaçacak, kalanlar ise İslam Devletine teslim olacaktır.Allah’u Teala, bizi onlar gibi olmaktan şöyle sakındırmıştır:
ألم يأن للذين آمنوا أن تخشع قلوبهم لذكر الله وما نزل من الحق ولا يكونوا كالذين أوتوا الكتاب من قبل فطال عليهم الأمد فقست قلوبهم وكثير منهم فاسقون.
“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen hak olan Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”(Hadid 16)
Mucizeler görüyorlar, fakat yumuşamıyorlar, tersine daha fazla katılaşıyor. Kalpleri taşlar gibidir veya daha katıdır. Ne vaaz, ne ayet, ne mucize ve nede delil etkiliyor. Türkiye’de bunu gördük, 1999’da Allah deprem verince, birçok insanın kalbi daha da katılaştı. Bu Allah’ın cezasıdır, Allah’tan korkun, bu küfür rejiminden, anayasadan ve kanunlardan vazgeçin, bu zalim icraatı bırakın, Amerika’yla, Avrupa’yla, ahudi varlığıyla işbirliği yapmayın, İslam’a dönün, İslam hilafet devletini kurun ve Allah’ın şeriatını uygulayın denince, laik olan devlet ve onun sahipleri daha da sertleştiler. Hatta “bu deprem Allah’ın cezasıdır, İlahi bir ikazdır” diyenleri dahi hapse attılar.
Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ahudilerd ne kadar anlattı ve mucize gösterdi ise de, hiç inanmak istemediler. Hatta Maide suresinde 64. Ve 68. Ayetlerde onlara Allah’ın ayetleri okudukça azgınlığı ve kafirliği artıyordu. Resulullah’ı da öldürmek için teşebbüs ettiler. Daha önce Musa Aleyhisselam onlara ne kadar mucize gösterdiyse de onlar isyan ettiler. Bu sebeple taşlar gibi kalpleri sert oldu hatta daha serttir. Nedeni ise, bazı taşlar ve kayalardan pınarlar ve nehirler patlar, onlardan su fışkırır.
Su rahmeti karşısında taşlar ve kayalar çatlar. İnsanları, hayvanları ve bitkileri sulamak için suyun yeraltından ve dağlardan geçmesine müsaade ederler. Bu taşlar rahmet için yumuşarlar. Fakat İsrailoğulları ve benzerleri hiç yumuşamazlar, Allah’ın ayetlerini düşünmek veya dinlemek istemezler, o kadar katıdırlar. Bir dava adamı onlara ayeti hatırlatırsa ve Allah’ın azabından korkutursa sanki büyük cinayet işlemiş sayılır. Ve hemen hapsedilir. Bazı taşlar Allah’tan korkarak yukarıdan yuvarlanıp aşağıya düşüyor. Demek ki, bir kısım taşlar Allah’tan korkarak, Allah’a karşı yumuşayarak düşüyor. Buna ayetten dolayı inanırız, fakat aklen ispatlayamayız. Taşlar Allah’tan korkarak düşüyorsa, bu kafirler hiç Allah’tan korkmak istemezler mi?
Allah bizi İsrailoğulları gibi katı yürekli insan olmamamız için uyarıyor. Aynı anda, bizi bu ahudilerden sakındırıyor. Onların iman etmelerini umulmaz. Çünkü onlar öyle değiller. Onlardan bir hayır beklenilmez. Ondan sonraki ayette bu hususa dikkatimizi çekiyor.
-53-
Kitabı değiştirenlerin iman etmelerinin beklenmemesi:
أفتطمعون أن يؤمنوا لكم وقد كان فريق منهم يسمعون كلام الله ثم يحرفونه من بعد ما عقلوه وهم يعلمون.
“Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.”(Bakara 75)
Allah’u Teala bu tür insanları sergiledi. Kendilerine ne kadar iyilik yaptıysa hiç yaramadı, hep nankörlük gösterdiler. Kalpleri katı ve sert oldu. Nimetlerinden dolayı Allah’a hiç şükretmediler. Tersine isyan ettiler. Bunlar yahudilerdir.
Allah’u Teala bu yahudilerin sıfatları, karakteri ve hallerini göstererek İslam ümmetinin dikkatini şu yöne çekti. Allah onlara iyilikte bulunduğu halde onlar O’na iman etmeyip isyan ettilerse bunlardan hayır beklemeyin. Onlar Allah’ın sözlerini dinleyip ve anladıktan sonra, aslından saptırıp bile bile değiştiriyorlardı. Musa Aleyhisselam ve diğer Peygamberlerin dönemlerinde Allah’ın sözlerini değiştirip başka yönlere çevirdikleri gibi. Yine Kur’an’ı Kerimi dinledikten ve anladıktan sonra yaptıklarına dair bu ayette bir anlam daha çıkar. Çünkü ifade geneldir. Allah’ın sözleri, hem önceki Resullere indirdiği ayetleri hem de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e indirdiği sözleri ve ayetleri kapsar.
Burada Allah’u Teala, yahudilerin halini gösteriyor ve onlara güvenmemeye çağırıyor. Önceki peygamberler dönemlerinde de hainlik ve gaddarlık yaptılar. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’ede bunu yapınca hemen onları cezalandırdı. Onlarla savaştı ve sürgüne gönderdi. Bu asırdaki yahudiler ile eski yahudiler sıfat ve karakter olarak aynı özellikleri taşıyorlar. Osmanlı devleti yüzlerce sene onları himaye etti, fakat hainlik yapıp İngilizlerle işbirliği yapıp İttihat ve Terakki cemiyeti vasıtasıyla Halife II. Abdülhamid’i devirdiler ve I. Cihan savaşına soktular, ondan sonra Hilafeti yıkıp yerine laik cumhuriyet kurdular. Filistin’de, Türkiye’de ve bütün dünya memleketlerinde aynı gaddarlık ve hainliği yapmaktadırlar. Türkiye laik yönetimi onlara güvendi. Onlar Türkiye’yi hem aldatmaya hem de kandırmaya başladı. Buna en canlı örnek, Türkiye F16 savaş uçaklarını teknik açıdan geliştirilmesi için yahudilerin ellerine teslim etti. Türkiye bu tamir edilen uçakları kullanmaya başladı. Fakat bu uçaklar kısa bir süre içerisinde arızalanarak düşmeye başladı. Türkiye’den yahudilerinablukası altında mahsur kalan Gazze halkına yardım etmek üzere hareket eden gemiye yahudi askerleri buna vahşice saldırı yapıp dokuz Türk’ü öldürdü. İşte Türkiye, yahudiler bunlar tekniği biliyorlar ve teknikleri güzeldir diyerek güvendiler ve tamir işlerini onlara verdiler. Yine de Yahudi devleti bizim müttefikimiz ve dostum diyerek ona güvendiler. Fakat yahudiler hainlik yaptılar ve insani yardım taşıyan Türkleri öldürdüler.
Burada Allah’u Teala bir mesaj veriyor! Yahudiler gibi olmayın ve onlara da güvenmeyin. Bu asırda İslam dünyasında ve özellikle Türkiye’de Allah’ın sözlerini başka manaya çevirmeye çalışan hoca, müftü, profesörler, alim ve şeyh lakabı taşıyan bazı kişiler, devletin görevlisi olan Diyanet İşler Başkanı ve onunla beraber bazı kişiler, ayetlerin manalarını bozmaya ve başka yöne çekmeye çalışıyorlar. Böylece, mevcut olan küfür sistemini ve ilkelerini meşru kılmak istemektedirler. Amaç laikliği, cumhuriyeti, demokrasiyi, Atatürk ilkeleri, milliyetçiliği ve temel hürriyetleri İslam’dan saymaktır. Haramı helal kılıyorlar. Mesela; faizi helal kıldılar, farzı yasakladılar, başörtüsünü yasaklayarak “farz değildir” dediler. Bu laik rejimin televizyon, sinema, medya ve başka araçlarla zinaya teşvik etmesine, genel evler, pavyon ve gazinoları açmasına, içki fabrikaları kurup değişik şekillerle içilmesine teşvik etmesine karşı sustular. Allah’ın sözlerini başka manaya çevirenler bu ihaneti sürekli işlemektedir. Nasıl ki, ahudi hahamlarına güvenilmemesi gerekli ise bu günde laik rejimin taraftarı veya çıkarcı hoca, müftü, profesör, şeyh ve alim lakabı taşıyanlara güven duyulmaması gerekir. Nitekim Allah’u Teala bu şahsiyetleri Kuran’da lanetledi (Bakara 159, 174, 175). Enes bin Malik Radiyallahu Anh Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Alimler yöneticilerin çevrelerine girmedikçe Resullerin emanetçileri olurlar. Onların çevrelerine girerlerse Resullere ihanet etmiş olurlar. Bu durumda onlardan (bu alimlerden) sakının ve uzak durun.’’ (El Hüseyin bin Sufyan’ın müsnedi, Abu Naim, Ed-deylemi, El-ukeyli, Rafii Tarihi ve El-Hakim Tarihi)
Muaz bin Cebel Radiyallahu Anh Resullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şu dediğini rivayet etti: “Bir alim isteyerek bir otorite sahibi yanına gelirse cehennem ateşinde oterite sahibinin gördüği her azabın çeşidine ortak olacaktır.’’ (Ed-deylemi ve El-hakim tarihi.) Bu hadislerin benzerleri Abu Davut, Tirmizi, Nisai ve Bayhi’de geçti.
Bu hadislerden maksat; alimlerin yöneticilerle beraber olunması halinde, yöneticilerin emirlerine göre hareket ederler, bu durumunda güvenilir olmazlar, yöneticiler hesabına fetva ve fikir vermeye başlarlar, hatta onla sahip çıkarlar ve övgüler yağdırmaya başlarlar. Onlardan para, yardım ve maaş ile onların güdümüne giriyorlarsa onlara güven kalmaz ve onlardan fetva ve fikir alınmaz. Resulümüz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem böylece bizi bu tür alim kimselerden uyardı. Zira, bu alimler İsrailoğulları’nın hahamları veya alimleri gibi olurlar. Bu sebeple, imam Ebu Hanife, Ebu Cafer Mansur yönetiminde hakim olarak çalışmayı reddederek hapsi tercih etti. Buna benzer bir çok alim hapsi ve ölümü tercih edip zalim yöneticilerden uzak durdular. Nasıl ki bugünkü yöneticilerin yanlarına alimler yaklaşacaktır! Oysa bu yöneticiler yalnız zalim değiller, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezler, küfür anayasa ve kanunlarıyla Müslümanları yürütmektedirler.
-54-
Kafirlerin iki yüzlü olmaları:
Allah’u Teala, bu yahudilerin başka sıfatını bize gösteriyor. Bu ise münafıklıktır. Şöyledir:
وإذا لقوا الذين آمنوا قالوا آمنا وإذا خلا بعضهم إلى بعض قالوا أتحدثونهم بما فتح الله عليكم ليحاجوكم به عند ربكم أفلا تعقلون.(76) أو لا يعلمون أن الله يعلم ما يسرون وما يعلنون.
“(Yahudiler) inananlarla karşılaştıklarında “İman ettik” derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları vakit ise: Allah’ın size açtıklarını (Tevrat’taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz? Derler.
Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.” (Bakara 76,77)
Daha önce bu surenin ilk ayetlerinde münafıklarla ilgili konuyu açıkladık. (Bakara suresinin 14. ayetine bakınız.) Yahudiler hem kafirdirler hem de münafıklık yaparlar. Müminlere dediler ki; “Muhammed’in sıfatı kitabımız Tevrat’ta bulunur, buna inanıyoruz.” Fakat baş başa kaldıklarında birbirlerine şöyle derler: “Bunu söylemeyin, kıyamet gününde bunu bize karşı hüccet olarak kullanacaklar.” Bunlar gizli ve açıkça söylediklerini Allah’ın bildiğini unutuyorlar. Zira gerçek mümin olmayan kimseler Allah’ın gerçeği bildiğini unuturlar. Çoğu zaman insanlar gaflete düşerler ve Allah’ın kendilerini kontrol ettiğini, işittiğini ve gördüğünü unuturlar. İnsan Allah’ın kendini gördüğünü ve işittiğini daima hatırlarsa ve bunu zihninde canlandırırsa pek günah işlemez. Bu sebeple, Haşrsuresi 19. Ayette Allah’ı unutanın fasık olacağı bildiriliyor.
ولا تكونوا كالذين نسوا الله فأنساهم أنفسهم أولئك هم الفاسقون
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar (fasık) yoldan çıkan kimselerdir.”
Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem: “Sanki Allah’ı görüyorsun veya Allah’ın seni hep gördüğünü düşünerek Allah’a ibadet ve kulluk yap! Böylece ihsan sahibi olanlardan olursun.” Demiştir. (İbni Hanbel Halid bin Valid yoluyla rivayet etmiştir.) İnsan bunu zihninde hep canlandırırsa takvalı olur.
Bir işi yaparken başkasının seni kontrol ettiğini ve sana hep baktığını hissettiğin zaman kötülük yapmazsın. Yahudiler bunu unuttukları için bu şekilde hareket ederler. İnsanlar Allah’ın kendilerini her zaman gördüğünü ve işittiğini zihinlerinde daima canlı tutarlarsa, her an ölüp bu dünyadan ayrılacakları ve Allah’ın kıyamet gününde kendilerini hesaba çekeceğini düşünürlerse, Allah’a gereği gibi itaat ederler ve onun azabından korkarlar. Zira insan Allah’ın gerçek bir varlık olduğuna inanıp zihninde onun sınırsız olduğunu ve gücünün her şeye yettiğini düşünerek hareket etmelidir.
-55-
Para karşılığında Kitabı değiştirmek ve İnsanları aldatmak:
ومنهم أميون لا يعلمون الكتاب إلا أماني وإن هم إلا يظنون.(78) فويل للذين يكتبون الكتاب بأيديهم ثم يقولون هذا من عند الله ليشتروا به ثمنا قليلا، فويل لهم مما كتبت أيديهم وويل لهم مما يكسبون.
“İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.
Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (Bakara 78-79)
Allah-u Teala, bu ayetlerde İsrailoğulları’ndan iki sınıf gösterdi. Birinci sınıf; ümmî olan, okumayı ve yazmayı bilmeyenlerdir. İkinci sınıf ise Kitabı (Tevrat’ı) bilenler, ümmî olmayanlar.
Birinci sınıf; bunlar ümmî olduklarından dolayı kuruntulara sahip olup, tahmini olarak hareket etmektedirler. Okuma ve yazmayı bilmedikleri için de, kitapta “şöyle ya da böyle buyrulmaktadır” şeklinde ayetleri yorumlayıp, tahmini olarak hareket ettiklerinden büyük bir gaflet içerisinde bulunmaktadırlar. Ve hiç bir şeyden emin olmamakla birlikte zanni düşünmektedirler. Bu insanlar, Allah Celle Celaluhu tarafından kötülendi. Allah Celle Celaluhu onları bize anlatırken, onlar gibi olmamamız yönünde bizleri uyarmaktadır.
Zira ilk zamanlarda Müslümanların ve sahabelerin çoğu ümmî idiler. Ancak, bu ümmî Müslümanlar, İsrailoğulları’nın ümmîleri gibi değillerdi. İşte, Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimizin ümmetinin en hayırlı ümmet olduğuna ve İsrailoğulları’ndan daha üstün olduğuna dair bu bir delildir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem dönemindeki Müslümanlar ve özellikle sahabeler yalnız Allah’ın ayetlerini ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in dediğini Resullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den ders alarak öğrendiler ve iyice kavrayıp birer alim ve müctehid oldular. Aynı anda bunları uyguladılar ve insanlara taşıdılar. Nitekim Kur’an’ı titizlikle toplayarak, hadisleri de tam şekilde zapt ettiler.
Bu hususta hiç zanna tâbi olmadılar. Kur’an’ı olduğu gibi ezberlediler, kâğıtlar ve deriler üzerine yazdılar. Hadisleri de dikkatlice ezberlediler, topladılar ve sayfalar üzerine yazdılar. Onlar taassup içerisinde bulunmadıkları için Kur’an ve Hadisle oynamadılar. Ayrıca çıkarlarını düşünmediler, heva ve heveslerine de uymadılar. Bir insan mutaassıp olur heva ve hevesine uyar veya çıkarını düşünürse veyahut şartlı olursa dininde ve fikrinde oynamaya başlar. Mutaassıp kişiler kuruntulara sahip olurlar. Heva ve hevesine uyanlar ise, zanna göre hareket ederler, çıkarlarını düşünerek hep tevil yoluna giderler. Oysa insan kendi heva ve hevesine göre dini ve esaslarını tevil edemez. Dini heva ve hevesine göre tevil eden bu insanlarda akide ve ideoloji yerleşik değildir.
Diğer kısım (kitabı, okumayı ve yazmayı bilen kimseler) ise, değeri düşük olan dünya metaı (dünyada insanın hoşuna giden her şey) karşısında kitabı değiştiriyorlar. Ve de birinci kısım gibi “bunlar kitapta yer almaktadır” diyerek bilinçli bir şekilde yalan uydururlar. Bunlar daha tehlikeli oldukları için Allah’u Teala tarafından onlara ağır tehditler geldi. Üç defa bu ayette onlara tehdit geldi.
Birinci tehdit; “Kitabı elleriyle yazıp bu Allah’tan dedikleri ve onun karşısında fiyat aradıkları içindir.” Burada, sözler geniş zaman şeklinde geçmiştir. Her kim bunu böyle yaparsa aynı tehdite mazhar olurlar.
İkinci tehdit; geçmiş zaman şeklinde gelmiştir. Arapçasında ‘yazdıklarına’ yani yazıp bu yazıdan geçtiler şeklindedir.
Üçüncü tehdit; şimdiki ve geniş zaman şeklinde geçti. Bu ayetin kapsamlığına delalettir; İsrailoğulları’nı ve diğerlerini içerir. Zira her asırda bu tür insanlar çıkar. İsrailoğulları’nın hahamları Tevrat’ı elleriyle değiştirip yazdılar. Kur’an’ı Kerim buna başka ayetlerde değinmiştir. Onlar dünya metaı ve malı karşısında dinlerini değiştirdiler. Onlar ne kadar alçaktırlar! Bu asırda onlara benzer alim denilen ve Müslümanlardan sayılan kişiler vardır. Yöneticilerden korktukları için ayetleri ve hadisleri tevil etmeye başladılar. Kendi dünyalarını, hayatlarını ve mallarını korumak uğrunda bunları yapmaktadırlar. Yöneticiler onlara çok para vererek yüksek makama tayin ederler. Bunun karşısında hakkı söylemezler veya hak olan ayetleri ve hadisleri başka manalara çekerek tevil ederler.
İslam dünyasında mevcut olan devletçiklerin müftülerinden bir kısmı bu işi yapmaktadırlar. Bu ayette geçen üç tehdit onları kapsamakta ve her defasında “vay” şeklinde tehdit geçmiştir. “Vay”ın manası, “bunlara helak olsun’’ anlamındadır. Böylesi kişilere cehennem vardır. Nitekim “Vay” cehennemde bir vadinin adıdır. İster “helak olasın” manasında geçsin veya “cehennemde bir vadiye atılasın” manasında geçsin, netice olarak aynıdır.
-56-
Allah’ın azabını hafife almak:
وقالوا لن تمسنا النار إلا أياما معدودة، قل أتخذتم عند الله عهدا فلن يخلف الله عهده أم تقولون على الله ما لا تعلمون.
“Yahudiler: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı isnat ediyorsunuz?” (Bakara 80)
Yahudilerin kuruntularından biri de cehennemde ancak birkaç gün kalacaklarına dairdir. İkrime’nin rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem yahudilerle tartışırken, o yahudiler şöyle dediler: “Ancak kırk gece cehenneme gireriz, cezamızı çektikten sonra oradan çıkarız. Daha sonra yerimize başka bir millet oraya girecektir.” Bunu söylemekle onlar, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’i ve sahabeleri kastettiler. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem onlara şöyle dedi;
“Hayır siz orada (cehennemde) ebediyen kalıcı olacaksınız ve yerinize kimse geçmeyecektir.”
İşte bu nedenle yahudiler günah işlerler, cinayetler gerçekleştirirler ve her yerde bozgunculuk yaparlar. Allah Celle Celaluhu onlara bu ayette şöyle cevap verdi; “Siz Allah’la sözleşme mi yaptınız.” Arapçada bu ‘sual istinkari’ (iddiayı reddeden soru) şeklinde açıklanır. Allah Celle Celaluhu onların iddiayı reddetmektedir. Allah böyle bir söz verseydi bu şekilde soru sormazdı. Sanki “Allah’ın haberi yok fakat yahudilerin haberi var!” anlamındadır. Buradan Allah Celle Celaluhu onları basite alarak, alay edercesine şunu kastettiği anlaşılır: “Bu sözleşmeyle ilgili sanki sizin haberiniz var, fakat benim hiç haberim yok!” Bunun içinde Allah Celle Celaluhu ayeti kerimede; “Yoksa bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı isnat ediyorsunuz?” buyurarak yahudileri küçümsemektedir. Yine de, burada Allah Celle Celaluhu onları cahil, kafası çalışmayan kimseler yerine koyuyor. Çünkü bilmediklerini Allah’a dayandırıyorlar. Sanki onlar ne dediklerini hiç bilmiyorlar, kafadan atıp uyduruyorlar.
Bu asırda bazı insanlar yahudilerin sözlerine benzer şeyler söylemektedirler: “Cehennemde az yanarız, daha sonra çıkarız, orada ısınırız, üşümeyiz.” diyerek basite alıyorlar. Hatta imanı zayıf olan Müslümanlar; “şahadet getirdiğimiz” takdirde cehennemden kurtuluruz” diyerek Allah’ın azabını hafife alıyorlar. Bu sebeple günah işliyorlar. Yahudiler gibi bir kuruntuya sahip olup, Allah’a kolayca isyan ediyorlar. İnsan Allah’ın azabını hafife alırsa günah işler ve Allah’a isyan ederek emrine muhalefet etmiş olur.
Bugünkü insanlar polis veya ceza korkusuyla küfür kanunlarına karşı gelmekten kaçınırlar. İnsanlar Allah’ın kendilerini kontrol ettiğini, gördüğünü ve işittiğini düşünselerdi polisten çok Allah’tan korkarlardı. Gerçek müminler ise Allah’ın kendilerini her zaman ve mekanda kontrol ettiğine, gördüğüne, işittiğine inandıkları ve Allah’ın azabının ağır, cehennemin de şiddetli olduğuna iman ettiklerinden dolayı Allah’tan korkarlar, günah işlememeye ve Allah’a isyan etmemeye çalışırlar. Onun emrini yerine getirmeyi ve nehyinden vazgeçmeye azami gayret gösterirler. Daha ziyade Allah’ın rızasını kazanmayı hedef edinirler.
Allah Celle Celaluhu yahudilere ve benzerlerine alay edici sorular sorduktan sonra şöyle pekiştirici cevap vermiştir:
بلى من كسب سيئة وأحاطت به خطيئته فأولئك أصحاب النار هم فيها خالدون.
“Evet, doğrusu, Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa; işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.”(Bakara 81)
Allah-u Teala bu tür kafirlerle yani, hem cehennemin var olduğuna inanan hem de cehennemin azabını hafife alan, böyle gerçek iman sahibi olmayanlarla alay ettikten sonra pekiştirici cevapla şöyle buyurdu; “Dediğinize hayır, doğru olan “kim” günah işlerse bu günah kendisini kuşatırsa cehennemliktir.” Burada “kim” deyince sadece yahudiler kastedilmemiştir. Müslümanlardan böyle bir tip çıkarsa, günah üzerinde ısrar ederse, tövbe edip vazgeçmezse ve bu hal üzerine ölürse cehennem ehlinden olur. “Onun günahı kendisini kuşatmış olur”un manası budur. Kişi günah işlediği gibi Allah’ın azabını hafife alıp tövbe etmeye de yanaşmıyor. Hatta öyle insanlar vardır ki; Allah’tan af dilemeye dahi tenezzül etmemektedir. Onlar Allah‘ın kendilerini mecburen affedeceği vehmine kapılırlar. Daha da ileri giderek Allah’ın affına muhtaç olmadıklarını ima ederler. Buradan anlaşılıyor ki, günah üzerinde ısrar eden ve tövbe etmeyen kimseler cehennemliklerdir.
İmanı olup ta tövbe etmeden günah işleyenler cehennemde uzun bir müddet kalacaklardır. Fakat imanı yoksa (kafirse) orada ebedi kalacaklardır. Diğer ayetlerde de bu tür ifadeler geçmiştir.
Allah’a Celle Celaluhu, şirk koşmayan ve kafir olmayanları nihayette affedeceğini bildirmiştir. Fakat bunlar günahları karşılığında ceza çektikten sonra cehennemden çıkartılacaklardır. Bu konuyla ilgili ayetlere ileride değineceğiz. Bundan sonra Allah-u Teala cennet ehlinin kimler olduğunu şu ayette bildirmektedir:
والذين آمنوا وعملوا الصالحات أولئك أصحاب الجنة هم فيها خالدون.
“İman edip yararlı iş yapanlara gelince; onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.”(Bakara 82)
İman ise; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kaza ve kadere ve hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Semavi kitapların sonuncusu olan ve yegâne doğru ve değiştirilmeyen Kur’an’a inanmanın manası; Kur’an’ın bütün içeriğine inanmaktır. Peygambere imanın manası; Kur’an’da bize bildirilen önceki peygamberlerle beraber Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in Peygamberliğine ve onun getirdiklerine inanmaktır. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’ın vahiy yolu ile getirdiği Kur’an ve Kur’an’ın açıklaması ve detaylarını da kapsayan sünnetti de getirmiştir.
Kur’an ve sünnete inanmak imandan bir parçadır. Kur’an’ı Kerim bunu birçok ayette göstermiştir. Bu imanla bir insan cehenneme girse dahi nihayetinde kurtulur. Cennete girenler, salih amel sahipleridir. Salih amel ise; Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya sarılmaktır. Beşerin kanunlarına itaat ve tasdik ise tağutları kabullenmek ve onlara boyun bükmektir. Allah’ın emrine göre hareket edenler cennet ehlinden olurlar ve orada kalıcıdırlar. Çünkü cennetten daha üstün bir şey yoktur. Bununla ilgili Kur’an’ı Kerimde birçok ayet mevcuttur. Cennet derece derecedir. Sahih, dosdoğru bir imanla Allah’ın emirlerini ihlâsla yerine getirenler ancak buna nail olacaktır.
Allah-u Teala yahudi ve benzerlerine şu şekilde cevap vermiştir: “Cehennemden kurtulamazsınız… Sizin temennileriniz ve kuruntularınız boştur bunları bırakın gerçek iman sahibi bir Müslüman olun ve Allah’ın emrini uygulayın.”
Müfessir: Esad Mansur