Home / News / YAZARLAR / Necati Erdem / ZAMANIN GENÇLİĞİ
islam devleti default

ZAMANIN GENÇLİĞİ

İçinde yaşadığımız hayat genel anlamda dünyanın özelde de Müslümanların manzarasını bize göstermektedir. Birçok insan kimlik ve kişiliğini, içinde bulunduğu toplumdan almaktadır. Toplum içerisinde cereyan eden alakalar hangi esas üzerine ise o toplumda bulunan insanda o esastan ister istemez etkilenmektedir.

Bir toplumun geleceğini risk ve tehdit altına sokmasının ve hatta bilmeden yok etmesinin en kestirme ve kesin yolu meydana gelen potansiyel kuvveti yani gençliğini dikkate almaması ve bu büyük gücün boşuna harcanmasına yol açacak bozuk eğitim verilmesi idealden uzak sağlıksız ortamların oluşturulmasıdır.

Gençlik, çocukluk ve yetişkinlik çağları arasında yer alan bir geçiş dönemi olarak değerlendirebiliriz. Geçiş döneminin özelliği gereği kimlik ve kişilik bu dönemde kazanılır. Gençlik kimlik ve kişilik gelişimi ile birlikte toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel olarak birçok konudan etkilenir. Bu, gencin hayatının en önemli bir o kadarda en zor olan dönemidir. Genci çevreleyen örgüler, birlikte yaşamakta mecbur olduğu hakikatler vardır. Bunları başlıca şöyle sıralayabiliriz.


a- Aile

b- Okul ve eğitim
c- Arkadaş çevresi
d- Toplum ve nizam


Aile:

Toplumun çekirdeğini aile oluşturur. Bir toplumun geleceğini tahmin etmek açısından aile yapısına bakmak yeterlidir. Anne ve babanın şefkat ve sevgisinden mahrum olarak yetişen çocukların şahsiyetleri üzerinde olumsuzluklar ve kişilik bozulmaları meydana gelmektedir. Ailenin toplumdaki önemi göz ardı edilmemelidir. İslam topraklarında yaşayan Müslümanların etkilendiği batı toplumlarında aile kavramı artık iyice içi boşaltılmış olup bir mana ifade etmemektedir. Bunun farkına varan batı toplumları son yıllarda tekrar aile olgusunu yeşertmek istemektedirler. Batı toplumlarında ailenin kutsiyetini kaybetmesi ile birlikte toplumda kargaşa, anarşi kendini hissettirmiştir. Bu çarpıklık aile içerisinde daha vahşicedir. Kendi çocuklarıyla zina edenler, işkence yapanlar, sorumsuzca aile bireylerinden kopuk ve ilgisiz yaşayanlar. Yine suç işleyen insanlara baktığımızda aile yapısı sağlam olmayan, ailesel birlikteliğin tesis edilememiş olduğu fertlerin oldukları bilinen bir hakikattir. Bu manzara Müslümanların yaşadığı toplumlarda ne yazık ki farklı değildir. Günümüzde çocuklar ve gençler ailenin değil, toplumun etkisindedir. Kitle iletişim araçları yüzünden aile dışlanmış, Dinimize, örfümüze, âdetimize zıt olan ülkelerin yaşam tarzları taklit edilerek ahlaksızlıklar, tüm melanetler medya aracılığıyla Müslüman aile içerisine girmekte ve genç dimağlara zehrini akıtmaktadır. Batının bu zehri hemen etkisini gösterdi ki aile içerisinde parçalanmalar birbirleriyle barışık olmayan aile fertleri, alakasızlıklar sorumsuzluklar yumağını oluşturdu. Evde bulunan çocuklar ve gençler bu tutuma şahit oldular. Bu onlara menfaatçi ferdi bir yaşamın olması gerektiği yanılgısına varmaya kadar götürdü. Bu şekilde yetişen gençlik önünü göremeyecek kadar kör bir hale dönüştürülmüş oldu. Maneviyattan uzak olan bu tip aile içerisinde yetişen gençlik yalnızlığa itilince doğal olarak da toplumdan soyutlanmış ve ruhi bunalımlarla intiharlara kadar ileri giden çarpık bir hayata sahip olmuşlardır.

Okul ve öğretim:

Günümüzdeki okullar, sömürgeci kâfirin çizdiği plana göre yürümek üzere gerek yönetim gerekse eğitim ve öğretim ya da hayatın diğer dallarındaki işleri yürütecek kişileri mezun etmektedir. Hedefte bu kişilerin işi, sömürgeci kâfirin kanun ve nizamlarını, kültürlerini ve düşüncelerini korumak ve onları tatbik etmektir. Eğitimi istedikleri yöne doğru sürdürmeleri, mezun olan gençlerin çoğunun İslâm’a çelişen bir yöne gitmelerine sebep oldu. Burada bahsettiğimiz eğitim ve öğretim programları bilim ve sanayi ile ilgili programlar değildir. Çünkü bilim ve sanayi evrensel bir şeydir. Bütün insanlar için genel bir şeydir. Kastettiğimiz programlar kültür programlarıdır. Bunlar hayat hakkında bakış açısını etkiler. Zaten bu eğitim ve öğretim programları, İslami hayatı yeniden başlatma karşısında bir engel oluşturmaya sebep oldu. Bunlar; kültür, tarih, edebiyat, felsefe ve kanunla ilgili bilgileri kapsar. Çünkü tarih; hayatın vakıalarını açıklayan bilgidir. Edebiyat ise; hayatın duygusunu tasvir eden konudur. Felsefe adıyla verilen dersler ise; hayat hakkında bakış açısını teşkil edecek temel fikirdir. Kanun ise; hayatın müşküllerini pratik şekilde tedavi edip fert ve topluluklar arasındaki ilişkiyi düzenleyecek, idare edecek çözümlerdir. Bunların tümüyle sömürgeci kâfir, Müslüman çocuklarının zihniyetlerini özel bir şekilde oluşturdu. Bu çocukların bazılarını kendi hayatlarında ve ümmetin hayatında İslâm’ın varlığının zaruriyetini hissetmez hale getirdi. Bu çocukların bir kısmını da; İslâm’ın, hayat sorunlarını çözemeyeceği o hükümlerin geçmişe yönelik olduğu düşüncesine kapılarak İslam’a düşmanlık göstermelerine sevketti.

Batının felsefe ve hadaratı olan genel düşünce çerçevesinde batı kültür eğitim programlarının tamamını verirken İslâm dini ve İslâm tarihi derslerine de etkili oldu. Yani, İslâm dini ve İslâm tarihi batının düşüncesi esasına dayandırılarak, batı mefhumlarına göre hazırlandı. Bu ise İslâm’ın hayatla ilgili mefhumunun gerçeğinden tamamen uzaklaştırıldı. Rasulullah’ın hayatı peygamberlikten ve risaletinden uzak olarak tanıtıldı. Bundan dolayı Rasulullah’ın hayatı okutulurken Müslümanların akıllarında herhangi bir fikir ve anlayış meydana getirmediği gibi nefislerinde herhangi bir duygu da tahrik etmez oldu. Müslümanlar için dünyadaki en önemli olay Hilafetin yıkılış bile tarihsel basit bir olay gibi lanse edilmektedir. Böylece İslâm dininin eğitimi bile batı mefhumlarına uygun biçimde verilir olmuştur. Yanlış anlayış ve kötü maksadın icadı olan birçok eksiklikler İslâm tarihi dersinde öğretilir ve İslâm tarihi öyle gösterilir oldu.

İstatistik verilerine göre Türkiye’de okuma yazma bilmeyen 2 milyon 784 bin 250 (yüzde 5), okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen 3 milyon 785 bin  (yüzde 7) insan var. İlkokul mezunu sayısı; 15 milyon 220 bin  (yüzde 28). İlköğretim diplomasına sahip olanların sayısı 11 milyon 617 bin (yüzde 21). 2 milyon 850 bin (yüzde 5) ortaokul veya dengi okul mezunu, 13 milyon (yüzde 22) lise veya dengi okul mezunu var. Yüksekokul veya fakülte mezunlarının sayısı 5 milyon 913 bin  (yüzde 11) , Yüksek lisans mezunu 417 bin  (yüzde 1), doktora mezunu ise 122 bin 500. Oran ise yüzde 0. 

Görüldüğü gibi üniversite gençliği, nüfusun küçük bir azınlığını oluşturmaktadır. Açık Öğretim Fakültesi de dâhil olmak üzere Türkiye’de yükseköğretimin okullaşma oranı  %17’dir. Bu oran gençlik nüfusuna göre düşük bir yüzdedir. Üniversite gençliğini diğer gençlik kategorilerinden ayıran en önemli fark geleceğin yönetici ve karar verici makamlara aday olmalarıdır. Bu açıdan üniversiteye başlayan genç kendi geleceğini hazırlarken mezun olduktan sonrada topluma yararlı olma sorumluluğunu duyması gerekirken, üniversitede karşılaştıkları batılı atmosfer onları geleceği düşünmekten alıkoymaktadır. Zaten eğitim müfredatları batı menşeili olduğu için batılı gibi düşünme onlar gibi davranma kendini toplumdan ve soyutlama moduna sokmaktadır. Üniversite gençliğinde alkol, uyuşturucu ve cinsel temayül hat safhaya çıkmıştır. Öğrenci evleri yurtlar ya da özel kiralanmış evler adeta fuhuş yuvasına dönüşmüştür. Haberlerde sıkça duyduğumuz insan kanını donduracak şekilde olaylar olmaktadır. Okulların tuvaletlerinde doğum yapan kızlar, çöp kutusuna atılmış ceninler, aşırı uyuşturucu bağımlılığı saydığımız sadece birkaç örnek. Bir kısım gençlerde sadece kariyer yapma ideali içerisinde bulunmakta makam ya da mevkiiyle saygınlık kazanma telaşı içerisine girmektedirler. Dünyaya geliş gayesinden uzak bir düşünüş gençleri maalesef dünya batağında yok etmektedir. Yarını olmayan bir nesil bir toplum inşa edilmektedir.

Arkadaş çevresi:

Arkadaş grubu, yaklaşık olarak aynı yaştaki kişilerden oluşur. Gençler, genellikle arkadaşlarıyla birlikte olmayı tercih ederler. Arkadaşlar, tutum ve davranışları ile birbirlerini etkilerler. “Üzüm üzüme baka baka kararır” atasözünde olduğu gibi, insan arkadaşlarından etkilenir. 2007 nüfus sayımı sonuçlarına göre bugün Türkiye’de 15-25 yaşları arasında yaklaşık 12 milyon genç yaşıyor.

Türkiye’deki Gençlik, kuşkusuz çok güçlü bir potansiyeli temsil ediyor. Ancak, bu potansiyelin gelişimi çarpık ve bozuk bir durumdadır. 15-25 yaş arası 12 milyon 400 bin genç insandan % 30’u okula gidiyor, % 30’u çalışıyor. Bu gençlerin bir kısmı eğitim kurumları içinde yüksek kaliteli öğrenime erişme imkânı bulurken ve çalışanların bir kısmı yüksek nitelikli işlerde istihdam edilirken, çok daha büyük bir kısmı bu olanaklardan yoksun. Dahası, gençlerin yaklaşık % 40’ı, yani 5 milyon kişi pasif bir durumda. Ne çalışıyor, ne de okula gidiyor.

Bir başka ifadeyle, Türkiye’de arka planda kalmış olan gençlik grubunda milyonlarca genç nesil var. Bunlar arasında Çocuk ve genç hükümlüler (22.000 civarında), suç vakıalarında ise 2012 yılında Türkiye genelinde yüzde 8.5 artışla 3 milyon 300 bin suç olayı meydana gelirken, bu olaylarda fail olarak 4.5 milyon kişi kayıtlarda geçmiştir. Davacı veya davalı olarak yaklaşık 21 milyon kişi de adliye kayıtlarına geçmiştir. Suç türüne baktığımızda da şahsa yönelik şiddet, mala karşı şiddet, cinsel suçlar, madde bağımlılığı ve aile içi şiddet ilk sırada yer almaktadır. Bu kayıtlarda olan… Olmayanları eklediğimizde bu sonuç daha da artmaktadır.

Maliye Bakanlığı verilerine göre 2013 yılı Ocak ayında Türkiye’deki kahvehane sayısı 600.000 iken kütüphane sayısı sadece 1434 adet bulunmaktadır. Bununla birlikte kitap okuma oranı %4 iken televizyon seyretme oranı %95. Bu şu demek; Türkiye günde 5 saat televizyon seyrederken, kitap okuma süresi dikkat edin senede 6 saate tekâmül ediyor. Başka bir ifadeyle bir kişi normal bir kitabı ancak 10 yılda okuyabiliyor.

Görüldüğü gibi manzara neslimiz açısından parlak görünmüyor. Yukarıda kısımlara ayırarak izah etmeye çalıştığım gençliğin çevresinde oluşan olumsuzlukların ana kaynağı şüphesiz içerisinde yaşadığı toplum ve üzerlerine uygulanan batıl nizamdır.

Toplum ve Nizam:

Konumuzla ilgili olarak anlamamız gereken başta gelen temel husus; Allah (c.c.) sadece Müslümanları değil, bütün insanları din fıtratı üzere yaratmış olmasıdır. Bütün insanlarda İslam dininin bütün gereğini yerine getirebilecek kapasitede mevcuttur. İnsanda bulunan inanmak, itaat etmek, sevmek, korkmak, sakınmak, düşünmek, güvenmek ve istemek gibi buna benzer vasıfların olduğunu görürüz. İnsan bu vasıflarla ilgili olarak İslamî hükümlerle mükelleftir. Mükellefiyetlerin yerine getirilmesi için gerekli olan fıtri donanım, zaten insanda mevcuttur. İnsanoğlu farklı fiillere meyilli olarak yaratılmışlardır. Ancak yaratılış itibariyle bütün insanlarda bulunan bu fıtri özellikler, insanların arzularına göre sonradan şekillenmekte, tercih ettikleri şeylerle doyuma ulaşmaktadır

Mesela; korkmaya meyilli olarak yaratılan bir insan, fıtratında bulunan korku boşluğunu, Allah korkusuyla veya Allah’tan başka şeylerin korkusuyla doldurabilir. Sevmek ve itaat etmek yönelişleri de aynen bu şekildedir. Fıtri yapısı her insanın aynıdır. Sadece bu fıtrattan gelen temayüllerle benimsedikleri yöneldikleri şeyler farklılık arz etmektedir. Nitekim “Allah’ın yaratışında değiştirme yoktur“ hakikati gereği değişen fıtri temayüller değil, bu temayüllerle yönelinen şeylerdir.

Batı devletleri başta olmak üzere bütün gayri İslami toplumlar şuan için insani, ahlaki ve ruhani olarak bitmişlerdir. Bu toplumlarında insani, ahlaki ve ruhi değer diye bir şey kalmamıştır. Onun için o toplum ve devletler nezdinde kadınların satıldığı fuhuş haneler, barlar, pavyonlar ve kumarhaneler vergilerini verdikleri sürece, değerli kuruluşturlar. Çünkü vergi ile devlet bütçesine katkıda bulunarak menfaat sağlıyorlar. Bu şu demek oluyor böylesi bir toplum için vazgeçilmez husus maddi değerlerdir. Yani maddi gücü elinde bulunduran kapital kesimler nizama ve topluma doğrudan etki yapmaktadır. Bu sistemin bekası onların ömürlerini uzattığı için bu sistemin ayakta durması için her türlü çalışmayı yerine getirmektedirler. Eğer düşünen bir nesil gelirse bu onların sonu olacaktır. Bundan dolayıdır ki kendilerini hayatta güçlü kılan yaşadıkları nizamın güçlü kalabilmesi için gençlerin düşüncelerinin rotası değiştirmekte, uğraşlarını başka yönlere kaydırmaktadırlar. Kimileri bilgisayar oyunlarına kaptırmışlar, kimileri futbol, kimileri moda ya da sinema veya maddi menfaat sağlayacak işlere. Yani dünyaya asıl geliş gayesinden çok uzak bir düşünceye ve yaşantıya mahkûm etmişlerdir. Bizim çocuklarımız acaba bu girdabın neresinde boğuluyorlar hiç takip edip, gözlemliyor muyuz acaba?!. Ne mutlu takip edip hakka doğru yönlendirenlere…

Bildiğimiz gibi toplum insan, fikir, duygu düşünce ve nizamdan müteşekkildir. Bugün dünya üzerinde bulunan bütün toplumların istinasız olarak yaşadıkları ortak problem, toplumun ifsadıdır. İnsanların heva ve heveslerinden kaynaklanan ve tamamen maddi temeller üzerine bina edilmiş beşeri ideolojilerin, maddi ve fikri taarruzları altında şekillenen ve aralarında ruhi, ahlaki ve insani değerlerin bulunmadığı bir toplum fertleri de şüphesiz ki merhametsiz, sevgisiz, menfaatlerini her şeyin üzerinde tutan zalim birer insan olarak karşımıza çıkar. Burada karşımıza çıkan sonuç hiç de şaşırtıcı bir sonuç değildir. Tam aksine bu yolu takip eden bütün toplumların varması kaçınılmaz doğal bir sonuçtur. Bu sonuç beraberinde güçlünün güçsüzü ezdiği, mal ve makam sahibi olanların olağanüstü imtiyazlara sahip olduğu, bunlara sahip olmayanların itilip kakıldığı, insanların din, can, mal, nesil, akıl ve namus emniyetine sahip olmadığı ve olamayacağı karışmış, kokuşmuş bir zulüm ortamını beraberinde getirir. Bu ortamda başta aile olmak üzere toplumun her noktasına sıçrar ve ifsat eder. Böylesi kokuşmuşluğun ve çarpıklığın yaşandığı ve bu yaşantıya sebep olan nizam içerisinde yaşayan gençlik körelmekte sağlıklı düşünememekte ve önünü görememektedir. Buda gençliğin akıbetinin nasıl olduğunu bize göstermektedir.

Böylesi bir durumda canımızdan öte sevdiğimiz evlatlarımızı ve kendimizi bu bataklıktan kurtaracak yol yokmudur?

Bu soruyu neden sordum? Sormamın nedeni; Sanki yapılacak başka bir şey yokta ondan dolayı insanlar bu gidişata razı olmuşlar ve göz göre göre ateş çukuruna doğru gitmekteler. Halbuki kurtuluşun yolu ve reçetesi beşeri bir akıl ürünü olsaydı daha önceden de yaşandığı gibi günümüzde de bunlar yaşanmazdı. Beşeri yollar her dönem çıkmaza girmiştir. Dün cahiliye döneminde ne yaşanmışsa günümüzde de aynı duygu ve düşünceler yaşanmaktadır.  İnançtan yoksun bir hayat, başka bir ifadeyle menfaate dayalı bir hayat, toplum içinde yalnızlaşmayı, hırsı ve bunalımı artırır. Bu yalnızlık psikolojisi, toplum bireylerini  özelliklede gençleri değişik tatmin yollarına sürükler. Bunlar ardı arkası kesilmeyen intiharlar, alkol- uyuşturucu madde kullanma bağımlılığı, saldırgan anti gruplar üretme, yağmalama, cinsel sapıklık, soygun, cinayet, şiddet gibi değişik felaketleri beraberinde getirir.

Günümüzde birçok Müslüman’ın bu gibi davranış bozuklarının yanında fasit düşüncelere de sahip olduklarını görüyoruz. Demokrasi İslam’dandır, laiklik, cumhuriyetçilik, Allah ile kul arasına aracı koyma düşüncesi, gaiple ilgili fikir yürütme, milliyetçilik, gayri İslam3İ metotla İslam’ın getirilme düşüncesi ve dinler arası diyalog ‘’gibi birçok sapık düşüncelerdir. Ne yazık ki, bu düşünceler günümüzde birçok Müslüman’ın zihniyeti ve nefsiyetine tesir etmiştir. Bu şekilde temel kaide bozulmuş, mefhumlar aslından sapmış, hedefler değişmiş ve zihinler bulanmıştır. Bunların tezahürü olarak da günümüzün ana meselesi olan hayati meselemiz gündemden uzaklaştırılmıştır. Uğruna ölümü bile göze aldığımız, can ve malımızdan esirgeyemeyeceğimiz bu büyük mesele, İslam’ Hilafet devletinin tekrar yeryüzüne hâkim kılmak ve bu çatı altında Müslümanlarla beraber bütün insanlığı toplamaktır. Günümüzde Müslümanların çoğu bu ölüm kalım meselesinde duyarsız kalmasının en büyük nedeni içerisinde yaşadığı toplumun fasitliğinden kaynaklanmaktadır. Gerek aile gerek okul ve arkadaş çevresi gerekse de içerisinde yaşadığı toplum onların bu hale gelmesindeki başlıca etkenlerdir.

Eğer günümüzdeki gençlik yeterince bilgilendirilmiş aklettirilmiş olsaydı bugün yaşanan manzara şüphesiz başka olacaktı.

İslam gelmeden evvel, Mekke’de günümüzdeki Batı toplumunun yaşam tarzına benzer bir yaşantı vardı. Daha kötüsü onlar; putlara tapıyorlardı. Ne oldu da Mekke toplumu gibi azgın bir toplumdan tarihe damga vuracak İslami duygu ve düşüncelerin oluştuğu samimi salih insanlardan, gelmiş geçmiş zamanın en güzide toplumu meydana gelmiştir.

Rasulullah (sav) Efendimiz, cahili duygu ve âdetlerin, düşünce ve sistemlerin yönettiği cahili bir topluma gönderilmişti. Onun hedefi, duygu, düşünce ve sistemlerin değiştirilmesi ile yani, küfür düşünceleri, duyguları ve sistemlerini kazıyıp; İslâmi duygu, düşünce ve sistemleri ikâme etmekle toplumun değişimini sağlamaktı. Yani çalışmasını fertlerin değişimi yönünden başlamadı. Bilakis toplumu bir bütün olarak ele alıp çalışmasını başlattı. İlk önce daveti kabul etmeye hazır vaziyette olduğunu hissettiği kişileri İslam’a davet ediyordu. İslâm’a bağlananların hepsini Kur’an’dan onlara ezberlettirdiği hükümlerle eğitiyor hayat hakkındaki düşüncelerini İslam’la değiştiriyordu. Onların gönüllerinden cahiliye tortularını ve kabilecilik taassubu gibi cahiliye âdetlerini söküp atarak, yerine sahih, İslâmi düşüncelerle bezenmiş duyguları yükleyerek onları Allah’a, Rasulüne ve mü’minlere dostluğa hazırladı. Onları hakkın üstünlüğünü ortaya koymak için çalışacak hayırlı bir ümmet oluşturdu. Onlar, bu şekilde kitleleştiler, daveti yüklendiler ve taşıdılar. Rasulullah (sav), risaletle gönderilişinden davetini aşikâr yapması için gelen emre kadar Müslümanların sayısı aşağı yukarı kırk kişiye ulaşmıştı. Bu Müslümanların çoğu genç yaştaki kişilerdi. Bunlardan bazılarının durumlarına bakalım:

Cafer İbn_i Ebu Talib henüz 20 yaşlarında kral Necaş’inin karşısına çıkıp İslam’ı anlatarak birçok Müslüman’ı korumuş asla taviz vermemişti. Günümüzde İslam ve Müslümanlar saldırı altındadır. Batılı ülkelerin çarpık siyasetlerini ortaya koyacak ve fikri bir mücadeleye girecek 20 yaşlarındaki gençlik nerede?!!

Kureyşli bir genç olan Ebû Huzeyfe (ra), Kureyş liderlerinden ve Bedir savaşında kâfir olarak ölen Utbe b. Rebia’ın oğlu idi. Ebû Huzeyfe (ra) zengin, asil, bolluk içinde yaşayan birisiydi. Babasından sonra Kureyş liderliği kendisini bekliyordu. O, bütün bu servet, itibar ve rahatlığı terk ederek İslâm’la birlikte çileyi ve fakirliği seçti.

Mus’âb b. Umeyr (ra) zengin bir aile çocuğu idi. Mekke’de en güzel, lüks ve gösterişli giyinen, kokular sürünen bir gençti. Mekke’de Kureyş gençleri arasında onun kadar müreffeh bir hayat süren bir başka genç yoktu. İslâm’ı hiç itirazsız kabul etti. Müslüman ol­duğunu öğrenen ailesi onu yakalayıp hapsetti. Annesi son derece itibarlı bir kadındı ve oğlunun Hz. Muhammed’in (sav) yanında olmasına asla rıza göstermiyordu. Mus’âb (ra) bir yolunu bularak evden kaçtı ve Ha­beşistan’a hicret ederek annesinin elinden kurtuldu. Uhud Savaşı’nda şehit olduğu zaman, naaşının üzerine örtülecek kısa bir gömleğinden başka bir şeyi bulunamadı. Onunla başı örtülünce ayakları açılmış, ayakları örtülünce de başı açık kalmıştır. (Buhârî, Cenâiz 25, 26).

Hz. Peygamber (sav) vahiy kâtiplerini genellikle gençler arasından seçmiş; ayrıca onlardan öğretmenler tayin etmiştir. Üstelik onları çoğu yaşlı sahabelerden oluşan ordulara komutan tayin etmiştir. Yine pek çok gazvede sancağı bizzat gençlere vermiştir. Örnek vermek gerekirse Tebük Seferi’nde sancağı Zeyd b. Sâbit’e (ra), Bedir’de Hz. Ali’ye (ra) vermiştir. 18 yaşında olan Üsâme b. Zeyd’i (ra) Suriye’ye gönderdiği orduya komutan tayin etmiştir. Rasulullah (sav) Benî Kudâa üzerine göndermek üzere hazırladığı birliğin sancağını da Üsâme b. Zeyd’e (ra) vermiştir. Bu birlik, aralarında Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ömer (ra) ve Ebû Ubeyde (ra) gibi muhacirlerin de yer aldığı birlerce askerden oluşuyordu. Sahabelerden bazı­ları Üsâme’nin (ra) kumandan tayin edilmesini hoş karşılamayınca Hz. Pey­gamber (sav) onları uyararak Üsâme’yi (ra) övmüş ve desteklemiştir. Rivayete göre Üsâme’nin (ra) yaşı henüz 18 veya 20 idi. (Buhârî, Meğazi 87; Müslim, Fedâil 63).

Erkam Mekke toplumunda soylu ve zengin bir ailenin çocuğuydu. 17-18 yaşlarına geldiği zaman evlendiğinde babası ona Safa ve Merve Tepeleri arasında   büyük bir ev satın alarak, düğün hediyesi olarak vermişti. İşte bu ev İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlara sığınak olmuş, risalet güneşinin parladığı, Hz. Ömer’in İslam’ı kabul ettiği Erkam’ın Evi yani “Daru’l-Erkam” olmuştur.

Erkam Müslüman olduğunda henüz 17-18 yaşlarında bir gençti.  Müslüman olan 7. veya 12. insandır. Hz. Ebubekir’in teşvikiyle Müslüman olmuş, Bedir, Uhud, Hendek, Mekke’nin Fethi  gibi önemli savaşların hepsine katılmıştır. Rasul’ün (sav) vahiy katipliğini yapmış, ilk İslam toplumunun çekirdek kadrosu içinde yer alarak Rasulullahı dinleyen ve onun eğitim metodundan geçen öncü mü’minlerden birisi olmuştur.  

Erkam 18 yaşında henüz hayata yeni adım atmış bir gençti. Mekke’deki diğer soylu müşrik ailelerin çocukları gibi oda en güzel giysileri içinde, en güzel yerlerde gezip eğlenebilir, malını, servetini dilediği şekilde tasarruf edebilirdi.  Kimsenin aklına bu yaşta bir gencin böyle ailesini dengeleyerek netice alıcı olgunluk ve büyük bir fedakârlıkta bulunacağı gelmezdi. Oysa Erkam dava ve adanmışlık bilinciyle bütün dünya nimetlerine karşı, Allah’tan başka yardımcıları olmayan insanların yanında yer almış, serveti, soyu, güzelliği onu şımartmamış, bütün varlığını mü’minlerle paylaşmıştı. Dar’ul Erkam ile İslam davetinin sesini kısmaya çalışan Darun Nedvelere karşı,  İslam’ın ilk karargâhının kurulmasına vesile olmuştu.  

Bu gün bize düşen de günümüz gençliğine aynı duygu ve fikirlerle mücadele azmini aşılayabilmek  ve hayata yeni yeni Erkamlar zeydler bırakabilmektir. Gençliğimizde fikri seviyemizi yükselterek ve Davayı taşıyarak İslam’ı yaşamak potansiyeline sahip oluruz. Gençlik ebediyen kalıcı değildir ve bundan istifade etmeliyiz. Geçmişte insanlığın önderleri olan Müslüman gençliğinin adımlarında yürüdüğümüze emin olmalıyız. Peygamberimiz (sav) söyle buyuruyor:

“Başınıza beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini iyi bilin: yaşlılıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, fakirlikten önce zenginliğin, meşguliyetten önce boş zamanın ve ölümden önce hayatın değerini bilin.” (Tirmizi)

Bir de şu gerçeği unutmamak gerekiyor; Müslümanların ecel ve rızk korkusu ağır bastığından, bu dünyaya geliş gayesinden uzak bir yaşantıya meyl ettiklerini görüyoruz. Çok önem arz eden, iman ile iç içe olan rızk ve ecel meselesinin çok iyi anlaşılıp idrak edilmesi gerekir. İslam itikadını akli bir şekilde anlayıp, iman eden bir Müslüman, rızk ve ecel meselesinde hiç bir endişesi olmaz ve şunu çok iyi bilir ki; rızkın miktarını belirleyen çalışmış olduğu iş yeri değil, Allah (cc)’dur. Ölümün nedeni ise; çekinmiş olduğumuz rejimin cellâtları, bizleri tehdit eden rejimin çeşitli ajanları ve istihbaratları değil, kesinlikle Allah’u Teâlâ’nın takdir etmiş olduğu ecelin O’nun ilmi ezelisinde belirlenmiş olan gün, saat, dakika, saniye ve yerde vuku bulmasıdır. Bunu bilen ve iman eden bir Müslüman’daki cesaret; Rasulullah (sav)’in ve onun güzide ashabının cesareti gibi olur.

Bütün bu gelişmelere karşı ümitsiz de değiliz. İnşallah Efendimiz (sav)’in buyurduğu şekilde; “Bu ümmetin önümü hayırlı yoksa sonumu…” kestirmek güçtür.

Evet, günümüzde kâfirler şımardılar, kibirlendiler. Ama Allah (cc) onların sonlarını İnşallah bizim elimizle yok edecektir. Bunun olabilmesi için ise, önce bünyemizde bulunan İslam dışı unsurları dışarı atmamız gerekmektedir. Allah’a bağlılığımızı sürdürürsek, Allah’ın emrettiği şekilde bir kitle ile çalışırsak Allah’ın vaat ettiği mükâfata ve yardıma mutlaka nail oluruz. Çünkü Allah (cc) nusretini sadece Müslümanlara vaat etmiştir. Eğer samimi bir şekilde İslam’ı yaşamaz ve gereklerini yerine getirmez isek dünyada çektiğimiz eziyetlerden, zulümlerden hariç birde ahirette Allah’ın azabına duçar kalırız.

Neslimizi kendi ellerimizle ateşe atmaktan sakınalım. Ve genç kardeşlerime de hatırlatmada bulunmak istiyorum. İslam’ın ilk mücahitleri genelde gençlerdi. Onlar bu davayı tüm samimiyetleriyle taşıdılar ve kazananlardan oldular. Bu gençlik kalıcı değildir. Ve dava sizin gibi gençlerle kuvvet ve yol bulacaktır. Ve sizler neden bir Erkam, bir Zeyd, bir Zübeyr bir Musab bin Umeyr olamayasınız. Yapmanız gereken sadece ufkunuzu geniş tutarak Rabbimize olan bağlılığınızı en üst seviyede göstermektir. Allah (cc) dinini elbette üstün kılacaktır. Eğer bu işi bizler yapmazsak, Allah (cc) öyle bir kavim getirir ki, onlar bu dini üstün kılarlar.

وَمَن يَعْتَصِم بِاللّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

“Her kim Allah’a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.” (Al-i İmran 101)

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ   عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ وَيَنْهَوْنَ

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 104)

 

Necati ERDEM

Ayrıca...

asil-sosyal-mesafa

Asıl Sosyal Mesafe Kapitalizme Konmalı ki İnsanlara Zehri Bulaşmasın!!

Günümüzde insanoğlunun yaşadığı en büyük olumsuzluk çeşitli boyutlarda meydana gelen fitne-fesat, adaletsizlik, haklının haksız sayıldığı, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir