Home / News / HABER / DAVA / Cezaevi Hatıralarım ve Kardeşlik Şerefi (1)
islam devleti default

Cezaevi Hatıralarım ve Kardeşlik Şerefi (1)

Hizb-ut Tahrir Emiri Ata Ebu Raşta ile birlikte cezaevinde kalan Salim Amr ile El Vai Dergisi bir röportaj yaptı. Ebu Yasin hakkında bilinmeyen  sizlerin beğenisine sunuyoruz. İki bölüm hainde yayınlanacak olan bu yazı dizisinin ilk bölümünü yayınlıyoruz.

Her şey, Ürdün’ün Sawaqa çölünde başladı. Hizb-ut Tahrir’i tam bilmediğim halde, Hizb’ten nefret edip alay edenlerdendim. Allah benim o zamanki hallerimi affetsin!

Bir sabah Ata Ebu Raşta [Ebu Yasin] isimli tutuklunun, Amman’daki Juwaideh Hapishanesinden kaldığımız Sawaqa Çöl Hapishanesine nakledileceğini duyduk. Bu haber, karşı koğuştaki Hizbli gençler için önemli olsa da bizim için pek bir anlam ifade etmiyordu. Ama onun geleceği duyulunca onların neşeli yüzlerine tanık oldum. Gelecek olan kişinin Hizb’in resmi sözcüsü olduğunu yine onlardan öğrendim. Ama bizlerden kim onu biliyordu ki?

Yahudilere karşı yürttüğümüz mücadelede benim dava arkadaşım olan Ahmed Sa’oub: “Nasıl olurda onun kim olduğunu bilmezsin!? İslami iktisad hakkında yazan nadir yazarlardan birisi!” dedi.  Bana bu çıkışı yapan Ahmed tama gazete kurduydu. Küçük ilanlar bile asla onun gözünden kaçmazdı. Hatta onun için; “20 kuruşluk gazeteyi 1 dinara okuyor” derdik.

O zamanlar ben “Ürdünlü Afganlılar” diye isimlendirilen bir koğuşta kalıyordum. Bize açılan dava karışıktı. Birçoğu haksız yere tutukluydu ve yine bunların tutuklama sebebi herhangi bir fiil işlediğinden dolayı değildi. Bizim dava “Wadi Mujib” diye adlandırılıyordu. Açılan dava konusu, İbrahim Camii katliamının ilk yıldönümü olan 24 Şubat 1995’te Ürdün’e gelen Yahudi turistlere karşı yapılacak olan istişhade eylemi idi. Fakat operasyon başarılı olmadı ve ben idama mahkûm edildim. Sonra bu karar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürüldü.

O zamanlar selefi cihadçı zihniyete yakınlığım vardı. Ve bundan dolayı Hizb-ut Tahrir ile aramızda büyük görüş farklılıkları bulunuyordu. İtiraf ediyorum ki; o zamanlar daha fikirsel olarak olgunlaşmamıştım. Fikrin ne olduğunu bilmiyor ve önemsemiyordum. Hizbin gençlerinin kullandığı terimleri önceden duymamıştık ve ne olduğu da bizim için önemli değildi. Hatta Ebu Yasin ve arkadaşlarının kaldığı koğuşların önünden geçerken onlarla dalga bile geçiyorduk. İğneleyici bir şekilde “Onlara fikri öğreten lider bu” diyerek (“onlara sihri öğreten lider bu” ayetine atıfta bulunarak) safça gülerdik.

Biz kendi iç sorunlarımızla ve zaman zaman duyduğumuz genel af haberleri üzerine dışarı çıkma hayalleriyle zamanımızı geçirirken; Hizbin gençleri Ebu Yasin’in ilminden faydalanmakla meşguldü.

Onlar tıpkı Yazar Abdullah Ebu Rumman’ın  “Ekmek Olayı”ndan dolayı hapse atıldığı zaman tarif ettiği gibi; “Her hafta bir kitap yazıyorlardı”. Onların durumu, Profesör Hamza al-Aneed’in ailesi onu ziyaret ettiğinde onları tarif ettiği gibiydi; Ebu Yasin bize iki dersin arasında ders veriyordu! Bunun için onlar, genel af ile ilgilenmiyordu. Onlar, hapishane zamanlarının kendileri için bir “Kaza” olduğuna inanıyorlardı ve onlar için bahse değer iç meseleler gerçekten de nadirdi.

Şeyh Ata, onları araştırmalarla ve yazmayla meşgul ediyor, onlara Arapça ve Fıkıh Usulü öğretiyordu. Spor zamanımızda onların birçoğu cezaevi kütüphanesine gider, tercüme edilmiş kitapların gölgelerinde yaşar ve kitap ödünç alarak onun verdiği ödevi yerine getirmek ile meşgul olurlardı.

Hapishane yönetimi ile gereksiz çekişmelerden dolayı bazen kavgalara maruz kalırdık. Sebebi ise genellikle “Selefi Cihatçı” kardeşlerimden dolayı idi. Bu arada devlet bize açılan davayı ‘İmam’a sadakat’ olarak adlandırmıştı. Polise tağut derdik ve bu hükümlerimizden dolayı onlara bir düşmanlık beslerdik. Bu yüzden de gardiyanlarla ve polislerle sürekli çatışma durumundaydık.

Bu çatışmalar üzerine hapishane yönetimi bizi bastırmak için göz yaşartıcı gaz atardı. Bizi küçük koğuşlara, iki kat arasına dağıttılar ve böylelikle bizden gelen problemleri hafiflettiler. O zamanki durumu gazeteci yazar Abdullah Ebu Rumman’ın hapishaneden çıktıktan sonra yazdığı “Hapishanedeki Liderler” makalesinde açıklamıştı.

Farklı hareketlerden oluşan bir koğuşun sorumlusuydum. Ürdünlü Afganlar diğer hareketler ve Hizb-ut Tahrir’liler in başındaydım. Aralarında Tarık al-Ahmar ve mühendis Laith Shubeilat’ta vardı. Ebu Musab al-Zarqawi’de diğer bir koğuşun sorumlusuydu. Walid Hijazı’de içinde Ebu Yasin’in de bulunduğu Hizipli gençlerin koğuşunun sorumlusuydu. Ebu Yasin, lider olmak yerine Hizipli gençleri lider yetiştirmek ve gerektiğinde onlara rehberlik yapmak ile meşguldü.

Cuma namazlarını koğuşlarımızda kılardık. Hutbeyi zaman zaman Ebu Yasin, zaman zamanda Ebu Muhammed al-Maqdisi okurdu. Bu bizim küçük koğuşlara bölünmemizden önceydi. Ebu Yasin’in vaazı o kadar dikkat çekiciydi ki, bazı Selefileri etkilemişti. Onların liderleri endişe duymaya başladılar ve Hizipli gençlerden onları geri koparabilmek için problemler ürettiler ve başardılar.

Ebu Yasin, fıkıh usulü ile alakalı düzenli ders verirdi ve bu derslere koğuştaki bazı gençler katılırdı. Yine Hizb-ut Tahrirli kardeşimiz Shabeita’da düzenli Arapça dersi verirdi. Ama biz bu dersleri maalesef pek önemsemezdik.

Ebu Yasin bulabildiği her fırsatta diğer koğuştakilerle irtibata geçmeye çalışırdı. Hastalık olsun, cenaze olsun hiçbir zaman umutsuzluğun kalbine sirayet etmesine izin vermezdi. Peygamberimiz (s.a.v) nasıl sahabelerine tavsiyelerde bulunduysa o da aynı şekilde dava arkadaşlarına tavsiyelerde bulunurdu. “Seninle bağlarını koparanlara bağ kur ve sana kötü davrananları affet.”

Diğer hareketlerden yapılan kötülükleri, görmezden gelirdi ve sadece güzellikle karşılık verirdi.

“Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”

Biz Hizbin gençleriyle, hem alay ederdik hem de severdik onları. Bazılarımız onlara takılıp şöyle derdi:

“Siz Hizb-ut Tahrir’liler, kahve almaya gittiğinizde garsondan bir çay ikide tartışacak adam istersiniz”.

 Bu sözü söyleyen arkadaşım Eid al-Jahalee’idi. (Afganlı Ürdünlüler davasından, iki bacağını da sinema bombalama girişiminde kaybetti) –Allah ona sıhhat versin- Ben, bu sözü duyan Ebu Yasin’in güldüğünü gördüm. Ebu Yasin’in Fıkıh Usulü halkasına katılan Dr. Ali al-Faqir, biz yalnız olduğumuz zaman dürüstçe şunu dedi: “Kardeşlerim, eğer bizim saygımıza değer sadece tek bir kişi olsaydı o da Ebu Yasin olurdu.”

 Hapishanede geçirdiğim zamanın ikinci senesinden sonra, önümdeki tablo yavaş yavaş daha net bir hal almaya başladı. Olayları daha objektif perspektiften görmeye başladım. Özellikle kendi iç kavgalarımızın boş olduğunu gördüm. Sonra hapishane yönetiminden ikinci kata geçme izni için dilekçe yazdım. İsteğim onaylanmıştı. Fakat sadece birkaç saatlik sürdü sonra tekrar beni geri aldılar! Ve böylece bir geceliğine orda kalmış bulundum sonra eski koğuşumda geri buldum kendimi.

Zaman zaman cezalarını yatıp serbest bırakılan Hizpli gençlerle vedalaşırdık ve onların hapishaneden çıkmalarını kutlardık. Ben gardiyanlarla anlaşır geceyi tahliye olan Hizipli gençlerin koğuşunda geçirirdim. Beraberce neşidler söyler ve tahliye oluşlarını kutlardık.

Ve bir gün Allah Azze ve Celle beni Hizb-ut Tahrir’in emiri ve gençleriyle aynı koğuşta kalmakla onurlandırdı. O, bizim Salt’ta (Kuzey-Batı Ürdün) ki hapishaneye transfer edileceğimiz gündü. Orda “güneşin görmediği” hücreler var diyorlardı. Hücrede çift kişilik yatak ve her hücrenin 4 katı vardı. Koğuşta toplam 8 kişi kalıyorduk.

Salt hapishanesinin, Sawaqa’ya nazaran çok daha ağır bir ortamı vardı. Atmosfer farklıydı, durumumuz daha çok kısıtlanmıştı, ciddi bir rutubet sorunu vardı. Ama abartmıyorum, ben en çok bu nakilden faydalandım. Karaklı olmam sebebiyle ailem ile mesafem iki kat açılmış olsa da bu öyleydi.

Her hapishanenin farklı atmosferi vardır. Hizmetlerin eksiklikleri olsa da ve Salt hapishanelerinin hücreleri daha küçük olsa da biz ortama alışmaya başlamıştık. Hapsedilmenin duvarlarla alakası yoktur. Bir insan eğer isterse tüm zorluklara rağmen hapishane sıkıntısını bir nimete dönüştürebilir.

O zaman Ebu Yasin’in, birçok Hizb ut Tahrir’li gençle vedalaşma vakti gelmişti. Birkaç kişi hariç kimse kalmamıştı onlardan. Diğerleri de yakında çıkacaklardı çünkü cezaları sona ermişti. Çıkanlardan Walid Hejazi, Suhaib Ja’ara, ve Abdul al-Rahim Abu ‘Alba hatırlıyorum. Birkaç hafta içinde bunlar hapishane duvarlarının dışında özgürlük havasını alıyorlardı.

O hücrede Ebu Yasin hariç Hizpli gençlerden kimse kalmamıştı. Ne kadar acı ve üzücü bir durumdur bir kişinin hücrede yalnız kalması. Durum böyle iken ben oraya geçmek istedim, artık eskisi gibi zorda değildi oraya geçiş yapmak.

Birçok sebebi vardı benim için: Ebu Yasin ile aynı hücrede zihinsel huzura ulaşmak; Artık saçlarına ak düşme yaşına gelen birisine hizmet edebilmek. O hizmeti hak eden birisiydi. Bir yaşlıya ve Kuran yoldaşına saygı göstermek Allah’ın bir lütfudur. Ayrıca çok sabırlı birisiydi, geniş kalbi vardı. Bir gün diğer mahkûmlar tarafından kötü davranıldığını gördüm, fakat kendisi karşısındakine aynı minvalde cevap vermedi. Aksine, görmezden gelip onu bağışlamıştı.

Onunla aynı koğuşa girdiğimde onu çok yakından gözlemlemeye başladım. Nasıl yediğine, içtiğine nasıl abdest aldığına, nasıl ibadet ettiğine baktım ve insanlara nasıl davrandığını takip ettim. Ben, o hücrede İslam’ın apaçık uygulanışını gördüm. Benim için orda bulunmam Allah’ın bana bir lütfuydu. Allah istediğine o lütfu verir.

Ebu Yasin herkesin saygısını kazanmıştı. Her zaman gülümseyerek size selam verirdi. Abdest alırken fazla su kullanmazdı. Abdestte vücudunun bir yerinden diğer yerine geçerken çeşmeyi keserdi. Sorardım ona “Ebu Yasin, hapishane suyunun biteceğinden mi korkarsın?”, O da şöyle cevap verirdi: “Su kamu malıdır ve bunun için muhafaza edilmeli ve israftan sakınmalıyız”.

O herkesle selamlaşırdı, fakat diğer hareketlerden bazı mahkûmlar selamını almazdı, bu durum ise onu üzerdi. Ve şöyle derdi bana: “Hilafet gelince bunun gibiler ne olacak?” Sonra bir süre sessiz kalır ve sonra da “Bunların çözümü yok, sadece Hilafet kurulması üzerine bunlar savaş meydanlarında düşmanla savaşırlar.”

Hapishanede bir televizyon vardı. O da yemek odasındaydı. Ebu Yasin sadece akşam sekiz haberlerini izlerdi, sonra koğuşuna geri dönerdi.

 

Bir gün diğer mahkumlardan “Tahhan” ailesinden birisi, bana şöyle dedi: “Kardeşim bu kişiye (Ata ebu Raşta) ne kadar saygı duyduğumu bilemezsin. Birçok kez onu haber izlerken gözyaşlarına boğulduğunu gördüm, özellikle Cezayir hakkındaki acı haberler ve oradaki katliam haberlerinde.”

Benim, tanınmış emir grubundan ve Al-Karak şehrinden olduğum öğrenildiğinden, güneyden gelen bazı polis memurları ile aram iyiydi. Bazen hapishanenin arkasındaki bahçeye giderdik. Bazen de gardiyanlar bizim yanımıza gelirdi.

Tufayla’in al-Shabtat kabilesinden bir polis memuru bana hapishaneye transfer olmadan önce “Önleyici Güvenlik Servisinde” çalıştığını söylemişti. Onunla biraz yakınlaştıktan ve güven sağladıktan sonra bana şöyle dedi: “Salim, sence burada Ürdün rejimine en büyük tehdidi kimler oluşturuyor? Cevabım hızlıydı: “İmama Sadakat” (yani Selefi Cihadçılar) ondan sonrada “Aljoun Mayınları” dedim. Biraz güldü ve dedi ki: “Bunların hiçbiri bize zor bir sorun değildir.” Sonrada şöyle dedi: “Orada kendi başına yürüyen ve hiçbirinizin dikkatini çekmeyen şu adamı görüyor musun (Ebu Yasin’i kastederek)” “Evet” dedikten sonra o şöyle dedi: “İşte o kişi aranızdan Ürdün rejimi için en büyük tehdittir.”

O zaman anladım ki gerçekler öyle göründüğü gibi değilmiş. Bazı polis memurları “Önleyici Güvenlik Servisinin” olmadığından emin oldukları zaman gizli gizli Ebu Yasin’in koğuşunda yanına oturuyorlardı. O zaman, Nusret talep etmenin mümkün olduğunu anladım, Firavunun aile fertlerinden çok kişilerin imanını gizli tuttuklarını gördüm.

Kaynak: http://www.khilafah.com/index.php/activism/middle-east/17781-excerpts-from-the-prison-memoirs-and-the-honor-of-companionship-with-the-ameer-of-hizb-ut-tahrir-the-eminent-scholar-sheikh-ata-bin-khalil-abu-al-rashtah

Köklüdeğişim

Ayrıca...

Gaziantep’te Köklü Değişim “HİLAFET” sayısını tanıttıkları için 7 Müslüman’a Gözaltı

Şanlıurfa’dan sonra Gaziantep’te de Köklü Değişim Dergisi’nin “Hilafet” kapak konulu Mart sayısını tanıttıkları ve yaptıkları …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir