26 Temmuz 2009’da Hilafet’in kaldırılmasının Hicri yıldönümü münasebetiyle İstanbul Hakkı Beşer Spor Kompleksinde Köklü Değişim Dergisi Hilafet Konferansı gerçekleştirecekti. Konferansın yapılmasına bir gün kala, İstanbul Valiliği tarafından engellenmiş, ardından bu konferans bahane edilerek 23 ilde operasyonlar yapılarak, Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlaması ile 200 kişi gözaltına alınmıştı.
Bu operasyonlarda Aksaray’da 22 kişi gözaltına alınarak Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılamaları yapılmış ve dosyayı karara bağlayarak Yargıtay’a göndermiştir. Yargıtay’da dosyayı olduğu gibi onaylayarak 3 kişi hakkında üyelik suçlaması ile 22,5 yıl, 19 kişi hakkında ise propaganda suçlaması ile 1’er yıl ceza vermişti.
Kokuşmuş yargı sistemi vermiş olduğu bu kararlarla Mekke müşriklerini hatırlatmaktadır. Onlar helvadan put yapar, acıktıklarında da onu yerlerdi. Türk yargısı, kanunlarda sürekli değişiklik yapmasına ve çıkarılan tüm kanunların da Hizb-ut Tahrir lehine olmasına rağmen 1967 yılından bugüne her seferinde Hizb-ut Tahrir üyelerinin aleyhinde kararlar vermiştir.
Hizb-ut Tahrir Aksaray dosyasından Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlaması yapılan Soner Uçan, yakalanarak cezaevine gönderildi. Dün yani 11.02.2014 tarihinde ise Bülent Pamuk işyerinden alınarak Metris Cezaevine götürülerek tutuklandı.
İşyerine onu almak için giden polisler, “seçim öncesi bir bomba hazırlama çalışması” olduğu için tutuklandığı yalanını ileri sürmüşlerdir.
Bülent Pamuk, İstanbul’da ikamet eden, üç çocuk babası ve bu çocuklardan birisi kanser olan bir kardeşimiz. Kanser olan çocuğu şuanda tedavi altında tutulmaktadır. Onu tutuklamaya giden polisler, tutuklanma gerekçesini dahi itiraf edemiyorlar. Diyemiyorlar İslami Davet çalışması yaptıkları için tutukluyoruz! Böylece yaptıkları zulümlere zulüm eklemeye devam ediyorlar.
Peki, bu kardeşlerimizin 22,5 yıl ağır ceza almasını gerektiren suç delilleri nelerdir:
Hizb-ut Tahrir Aksaray dosyasındaki deliller:
Hizb-ut Tahrir imzalı basın bildirileri bulundurmak.
Dini sohbetler yapmak.
Köklü Değişim Dergisi bulundurmak.
Yapılan Konferansların CD-DVD’lerini bulundurmak.
Hizb-ut Tahrir’e ait kitaplar bulundurmak.
İslami Hilafet Devleti topraklarını gösteren harita bulundurmak.
Tevhid Bayrakları evde bulundurmak.
Bu delillere binaen yargı sistemi nasıl bir ceza istemiş şimdi de ona bakalım:
İddia Makamı Esas Hakkındaki Mütalaasında:
Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde teokratik esaslara dayalı bir din devleti kurmayı amaçlayan Hizb-ut Tahrir örgütünün Türkiye toprakları içerisinde faaliyet gösterdiği, bu amacı gerçekleştirmek doğrultusunda 3713 sayılı terörle mücadele yasasında belirtildiği şekilde cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma sindirme yöntemlerinden bir veya bir kaçını kullanarak değişik faaliyetler yürüttüğü devleti kurduktan sonra tüm İslam toplumlarını bu devlet çatısı altında toplamayı kendisine hedef edindiği, Türkiye toprakları içerisinde silahlı bir eylemin tespit edilememiş ise de örgütün ileri ki aşamalarda şartlar müsait olduğunda silahlı eylemlere geçmeyi yöntem olarak benimsediğinin anlaşılmış olduğu, bu anlamda silahlı terör örgütü olduğu…
Yukarıda da belirtildiği gibi Hizb-ut Tahrir, ne Türkiye’de ne de dünyada çalışma yaptığı 50’ye yakın ülkede cebir ve şiddeti metot olarak kullanmamaktadır. Ancak ne hikmetse Yargı organları niyet okuyarak adeta doğmamış çocuğa ceza keser gibi olmayan bir fiilden dolayı Hizb-ut Tahrir’i “terör” kapsamına sokarak cezalar vermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti paralel yargı ve hükümet ortaklığında, İslami Parti Hizb-ut Tahrir’in muhlis gençlerine bugüne kadar verdiği ağır cezalar ile zulümde sınır tanımadığını ve zalimlikte ısrarcı olduğunu göstermiştir. Öyle ki, yapılan bu hukuk dışı yargılamalar neticesinde son 10 yılda muhlis Müslümanlara toplam 1621 yıl gibi çok ağır bir ceza verildi. 994 yıllık ceza ise mahkeme sürecinde beklemektedir.
Hizb-ut Tahrir’in kurmak için çalıştığı Hilafet devletinin bu laik rejimi ne denli rahatsız ettiğini anlıyoruz. Ancak anormal olan durum bunun kendi beşeri hukuklarında bile yerinin olmamasıdır. Terörle mücadele kanununda “cebir ve şiddet” ön şart kabul edilmesine rağmen şiddet içeren hiçbir eylemi bulunmayan Hizb-ut Tahrir’e böyle ağır cezalar verilmesi nasıl izah edilebilir?
Türkiye’deki Yargı sisteminin en güvenilmeyen kurum olarak ilk sırada olması bunu net bir şekilde açıklıyor sanırım.
Köklüdeğişim