Son günlerde karşılaştığımız ve haber kanalları üzerinden şahid olduğumuz haberler kimilerini umutlandırdı kimilerini ise düşündürmeye başladı. Batı’nın değişik medya kuruluşları üzerinden hiç sıkılıp utanmadan, 16 mayıs 1916 yılında İngiltere ve Fransa’nın Sykes-Picot anlaşması ile çizilen sınırlarının, devre dışı kaldığını dillendirmeye başlamış olduğuna şahid olduk. Kastetilen sınırlar ise İrak–Suriye sınırlarıdır.
Neredeyse bir buçuk yıldır bu sınırların fiili olarak zaten bir varlığı sözkonusu değil. Yine aynı şekilde Suriye-Türkiye ve Suriye-Lübnan sınırlarınında sorunlu olduğu bilinmektedir. Her an bu sınırlarda da farklı kaymalar ve değişiklikler olabilir. Lakin biz bu yazımızda dile getirmek istediğimiz veya daha doğrusu dikkat çekmek istediğimiz unsur, son günlerde Irak üzerinden dile getirilen ayaklanma ve İŞİD’nin Musul’u adeta 24 saat içerisinde kontrol
etmesi olacak. Yine çok dikkat çekici olarak İŞİD’in Musul’dan sonra Kerkük ve Bağdat’da doğru yola çıkmış olması, sanki hiçbir şekilde önünde engel yokmuşcasına ilerleme kaydetmiş olması gerçektende çok düşündürücü olarak karşımıza çıktı. Bu taarruz ve zamanlaması ister istemez akla bir çok soruyu beraberinde getirmektedir.
Musul İŞİD tarafından ele geçirildiğinde aynı gün neden Türk konsolosluğunu ve Türk tırlarını ve içindeki şöförlerini rehin aldı?
Yani neden İran, Rusya veya ABD, İngiltere, Fransa’nın konsoloslukları basılmadı da Türk konsolosluğu basıldı? Ve yine akla şöyle bir soru geliyor. İŞİD acaba
neden İrak’ta çok güçlü olduğu halde ve neredeyse bir yıldan beri Anbar vilayetini ve özellikle Felluce’yi kontrol ettikleri halde Bağdat’a yürümedi de Musul’a doğru yürüdü?
Felluce ile Bağdat arasında 73 Km, Felluce ile Musul arasında ise 405 Km olduğunu düşünecek olursak bu gerçekten de düşündürücü. Şu durumda şayet İŞİD 24 saat içinde Irak’ın en büyük ikinci kenti Musul’u kontrol edebilecek güce sahip ise neden 73 Km ötesinde bulunun ve Irak’ın başkenti olan Bağdat’a yürümedi? Çok düşündürüce bir başka ayrıntı ise üç yıldır Suriye’nin ikinci büyük kenti olan Halep’in bir çok İslami gurup (İŞİD dahil) tarafından ele geçirilememesi, Musul’un ise 24 saat içinde sadece İŞİD tarafından elegeçirilmiş olması. Yine neden neredeyse bir kurşun atılmadan binlerce Irak askeri silah bıraktı ve İŞİD’e teslim oldu? Yine binlerce silah ve para geride bıraktı? Birde bu sorularla birlikte, bu konu ile alakalı olarak dünya medyasının ilgisi ve meseleye bakışı gayet manidar. Örneğin Rusya’nın, İngiltere’nin ve ABD’nin bu konuda dile getirmiş oldukları demeçlere şöyle özetle bakalım:
Rusya: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Irak’taki durumu, “ABD ile İngiltere’nin, ‘maceracı politikaları’nın kontrolden çıkıp iflas ettiğini gösteren bir
tablo” diyerek değerlendirdi. (Rusya’nın sesi Radyosu)
Rusya Dışişleri Bakanlığı, Washington ve diğer Batı başkentlerinde uluslararası toplumun terörü taktik amaçlar yerine tümü ile reddinin gerekliliğinin anlaşılmasına katkı sağlaması ümidini dile getirdi (Cihan Haber).
Rusya’nın İŞİD ve Musul bağlamında dile getirmiş olduğu ABD ve İngiltere yaklaşımı ve onların siyasi çözüm olarak Suriye kıyamında başarısız olmalarına imaen ‘maceracı politikalar’ sözcüğünü kullanmış olması manidardır. Yani Batı’nın Suriye kıyamında sınıfta kaldığını ve kurulabilecek ikinci Raşidi Hilafet Devleti’nin karşısında yapmış oldukları hamlelerinin sonuç vermemiş olduğunu ve yine söz konusu İŞİD-Musul sorununun arkasında bir B-Planı bağlamında ABD-İngiltere olduğuna bir işaret olarak algılanabilir. Yine Lavrov’un Batı ülkelerini tenkit eder iken dile getirmiş olduğu şu düşüncede gerçektende önemli; Washington ve diğer Batı başkentlerinde uluslararası toplumun terörü taktik amaçlar yerine tümü ile reddinin gerekliliğinin…
Yani batı kendince terör olarak gördüğü, örneğin İŞİD veya Nusra Cephesi ki ikisi de uluslararası platformda terör listesinde bulunmaktadırlar, unsurları kendi emelleri doğrultusunda kullanmayı mubah görmektedir. Bunu biz Afganistan’da Taliban’a verilen destek ile görmüş olduk. Lakin bunun tatbiki batı için tamamen tehlikelerden uzak ve kolayca netice verebilecek bir yöntem değil. Nitekim Afganistan’da batı daha sonra kurtulmak amaçlı olarak Taliba’na karşı resmi olarak uluslararası bir taaruza geçtiği halde 13 yıldır onları bitirememiştir, hatta rezil olmuştur. Yani İŞİD hareketinin homojen ve tek bir blok olarak yönlendirilemiyeceğini batı da gayet iyi bilmektedir. Lakin mevcut vakıa batı açısından içinden çıkılmaz hal aldığından, batının İŞİD konusu adeta “denize düşen yılana sarılır” sözü ile özetlenebilinir.
İngiltere: İngiltere Dışişleri Bakanı Hague, zirve çerçevesinde Amerikalı mevkidaşı Kerry ile “Irak’taki son derece tehlikeli” durumu da ele aldıklarını söyleyerek şunları kaydetti: “Irak’ta çatışmalar devam ediyor ancak son saatlerde saldırılar yavaşladı. İngiltere’de üç amaç üzerine odaklanmamız gerektiğini düşünüyoruz. İstikrarı sağlamak Irak güvenlik güçlerinin başlıca önceliğidir. İkincisi Irak liderliğinin birlik içerisinde bir tepki vermesi, farklılıkların bir kenara bırakılması. Üçüncüsü ise yerlerinden edilmiş insanların acil desteğe ihtiyacı olması. Birleşik Krallık, askeri müdahale planlamıyor ancak acil yardım etmek için başka yollara bakıyoruz. Örneğin, terörle mücadele uzmanlığı konusunda yardım etme çalışmaları şu anda sürüyor. Bu konuda müttefikimiz ABD ile hareket etmeye devam edeceğiz. Acil yardım uzmanlarından oluşan bir ekip bu sabah Irak’a ulaştı.” (A.A)
ABD’nin Irak’ı 2003 yılında işgal ettiğinde BM kararı çıkmadığı halde İngiltere’nin fiili desteği olmuştu. Yine İngiltere’nin bu işgalde Şiilerin yoğun olduğu Güney Irak ve Basra bölgesinde bulunmaktaydı. Bu doğrultuda Dışişleri Bakanı Hague ‘İstikrarı sağlamak Irak güvenlik güçlerinin başlıca önceliğidir’ yaklaşımı ve özellikle Türk medyasında da sıkca tekrarlanan Irak üçe bölünecektir fikrini çağrıştırmaktadır. Yani gerekirse Sünni kesim olan merkezi Irak bölgesi, yeraltı kaynakları bol olan kuzeydeki Kürt bölgesi ve yine güneydeki Şii bölgesinden koparılacak. Zaten fiili olarak bilinen Kuzey Irak Kürt devleti, Kerkük’ü korumak için Maliki’nin ordusu olan merkezi Irak ordusundan arındırılmıştır. Peşmerge ordusunun Kürt bölgesinin kontrolünü hiçbir zaman merkezi hükümetin askerlerine teslim etmeyeceği yönünde bir açıklamada yapmıştır. Bunu pekiştiren Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Peşmerge Bakanlığı Genel Sekreteri Cabbar Yaver’in şu yaklaşımı verilebilir: ‘Irak ordusu ve peşmerge güçlerinin, IŞİD örgütüne karşı birlikte hareket etmesine ilişkin ise “Irak ordusu kalmadı ki birlikte hareket edelim’.
Yine İngiltere’nin ‘askeri bir müdahale planlanmıyor’ demeci, ki benzeri demeçler ABD tarafından da dile getirildi, Sünni-Şii çatışmasının ve ardından da zorunlu bölünmeyi amaçladıklarını hatırlatmaktadır.
ABD: John Kerry, Beşşar Esed’in davranışlarından ve mezhepsel farklılıklardan dolayı Suriye’deki cihat yanlılarının sayısının artmasının bölge için tehlike oluşturduğu konusunda aylardır uyarıda bulunduklarını belirtti. IŞİD’in, İran dahil tüm bölge için tehdit oluşturduğuna işaret eden Kerry, çok sayıda kişinin bu tehditten dolayı Irak’ı terk etmekte olduğunu dile getirdi (A.A.).
İŞİD ile alakalı olarak ABD’nin Dışişleri Bakanı John Kerry’nin yapmış olduğu açıklama ise yine ileri sürmüş olduğumuz B-Planı tezini güçlendirmektedir. Kerry İŞİD hareketini ve Musul’da gerçekleştirmiş olduğu başarısının Suriye çıkmazından kaynaklandığını çok net bir şekilde dile getirmektedir. Ve yine Hilafet Devleti’nin ilanı için canla başla 1953 yılndan beri mücadele eden Hizb-ut Tahrir hareketinin dile getirmiş olduğu hakikat John Kerry tarafından çok net bir şekilde dile getirilmektedir: IŞİD’in, İran dahil tüm bölge için tehdit olduğu yani Hilafet Devlet’inin kurulma ve ilanı esnasında ABD’nin uşaklığını yapan İran korunup kollanmaktadır ve Şii mezhebi üzerinden Sünni Müslümanlara karşı kışkırtılmaktadır. Batı bu kartı Suriye’de ve Irak’ta oynamaktadır. Bu aynı zamanda Batının iflası ve son kartı olarakta algılanabilir.
İŞİD’nin 11.06.14 tarihinde İrak’ta gerçekleştirmiş olduğu hamlelerin zamanlaması da şu açıdan gerçekten de manidardır. Suriye’de savaşan İslami guruplara hitaben siyasi mücadele veren Hizb-ut Tahrir hareketinin 24.05.14 tarihinde yayınlamış olduğu Şam Tağutunun Yıkılarak Mümin Murabıt Şam Ehli İle Birlikte “Nübüvvet Metodu üzere Hilafetin” İslam Hükmünün ikame Edilmesi İçin Hizb-ut Tahrir‘in İkinci Siyaset Belgesi’den, takriben iki hafta sonra dünyanın gündemine İŞİD-Musul’un oturması herhalde tesadüf olmasa gerek. Yine bu Siyasi Belge etrafında Hizb-ut Tahrir’in İdlip kırsalında düzenlediği onlarca ziyaret, seminer, konferans ve temaslar sonucunda 11.06.14 Hizb-ut Tahrir Suriye Medya Bürosu’nun bu gerçekleri kamuoyuna duyuruş tarihi ile İŞİD’nin dünya gündemine düşüş tarihinin örtüşmesi tesadüf olmasa gerek. Şunu ifade etmeye çalışıyorum, kafir batı işgal etmiş olduğu İslam beldelerindeki halkların kıyama kalkışı ve hızlı adımlarla neticeye yaklaşmış olması, onları öyle korkutmuş olmalı ki, ne yaptığını bilmiyorcasına kendi sonunu hazırlayan hamleler ile hatta a, b belkide c planlarını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Halbuki biz şunu çok iyi bilmekteyiz, tuzak kuranların en üstünü Allah (c.c.)’dur. Yine biz hak davanın yolcuları olarak şunu çok iyi bilmekteyiz, Rabbimiz Müslümanlarla beraberdir ve onların yar ve yardımcısıdır. Kim Allah (c.c.)’nun yar ve yardımcısı ise
kesinlikle kaybedenlerden olmayacaktır.
Son olarak ise şunları söyleyebiliriz. Batı ve onların bölgedeki uşakları canla başla Müslümanların Hilafet arzusunu ve onun uğrundaki mücadelesini engellemeye çalışmaktadır. Lakin Müslümanlar er veya geç ikinci Raşidi Hilafet Devlet’ine kavuşacaktır ve tez zamanda İslam ümmeti tek bir halife, tek bir bayrak ve tek bir devlet olarak fetihlerine tarihte olduğu gibi devam edecektir, inşaAllahurRahman.
Kardeşiniz;
Mehmet Aydın