Bismillahirrahmanirrahim, Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a salât ve selam kulların en yücesi Muhammed Mustafa (sav)’e, onun tertemiz ailesine ve tüm ümmeti Müslümanların üzerine olsun…
Ölüm kelimesi insanın kulağına ne kadar ürperici ve korkutucu geliyor. Ölüm denildiği an nedense birden büyük bir sessizlik ve düşünce sarıyor insan oğlunu..
Sanki ellerden gelse bu kelimeyi lugatan silmek istercesine bakışlar oluşuyor insanların gözünde.
Bir ortamda dahi ölüm bahsi geçtiğinde “ Sus kardeşim ne güzel muhabbet ediyorduk, muhabbetin tadını kaçırma, güzel şeylerden bahsedelim denilmiyor mu?” Bir akrabamızın cenazesine gittiğimizde ölüm gerçeği kendini iyice hissettiriyor üzülüyoruz, duygulanıyoruz ama üç gün sonra ölümü unutup tekrar dünya hayatının bitmez bilmez meşguliyetine dalıyoruz, ve sonra ,veremedin,yapamadın,edemedin boğulup gidiyoruz.
Belki 5-10-20 sene sonra bu hayatı terk edeceğiz kim bilir belkide senelerden daha yakın belki hafta’ya belki’de yarına. Ne zaman son bulacağımız meşğul burdan sağ çıkacağımız dahi meşgul iken bizler nasıl olurda kendimizi ıükör düğüm misali gibi bağlarız/bağlaya bilirsiz bu ölumlu dunya hayatina.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Şaban ayının on beşinci gecesi (Berat gecesi) Melek’ül mevt’in eline bir defter verilir. O sene içerisinde öleceklerin isimleri orada yazılmıştır. Kimi ibadet eder, kimi evlenir, kimi kavga eder. Halbuki isimleri ölüler defterine geçmiştir.”
Düşüne biliyormusunuz, bir yıl içinde ölecek olanların isimleri tek tek yazılmış o deftere. Kendi isimlerimin o defter’de geçmediğine dair garantileye bilirmiyiz?? Edemeyiz..
124 Peygamber nerede? Son Peygamber Hz. Muhammed nerede?
Hazreti Osman, Ali, Ömer, Ebubekir
Ne Barbaroslar, Mimar Sinanlar, Selahaddin Eyyübiler
Ne Kanuniler, Fatihler, Yavuzlar geldi geçti.
Asırlardan beri ne insanlar, ne kahramanlar, ne zenginler, ne şöhretli, ne kudretli, nice muktedir ve iktidar sahiplerinin isimlerini hatırlıyor, zikrediyor, yapıp ettiklerini konuşuyoruz ama ‘’onlara ki kalmayan dünyanın, bize de kalmayacağını” düşünmüyor, idrak etmiyor, ders almıyoruz.
Uyanmak ve uyarılmak için daha neyi bekliyoruz?
Malımız, mülkümüz, şan ve şöhretimiz, kudret ve kuvvetimiz, iktidar ve muktedirliğimiz, makam ve mevkimiz, çoluk çocuğumuz, ünvan ve rütbelerimizin bizi ölümden alıkoyacağını mı düşünüyoruz!!!???
Kanuni Sultan Süleyman şöyle der:
Tabutumu “Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki padişah olan Kanuni bile bu dünyadan eli boş gitmiştir.”
Ne acı gerçek yüz sene sonra hiç birimiz yokuz,insanın ruhuna dehşet veren bir durum degil mi? Veyahutta kim bilir belki bu defter’de bizlerinde isimleri geçmekte.
Şu mezarlıklarda binlerce başlık altında yatan insanlar dün bizim gibi canlı ve hayatta değil miydiler? Onlarında binbir hayalleri, hesapları, yapacak çok işleri yok muydu?
Sağımızdan ve solumuzdan her gün bir cenaze kalkıyor ve biz hala uyanmıyor, uyarılmıyoruz.
Bu nasıl bir uyku, bu nasıl bir gaflettir?
Dünya zevklerini konuştuğumuz, hatırladığımız, andığımız kadar ölümü hatırlamıyoruz.
Cenabı Allah (cc) bize gönderdiği ‘’HAYAT KILAVUZU, HAYAT REÇETESİ”
Şöyle demiyormu?
*HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR. (Al-i İmran: 185)
*NEREDE OLURSANIZ OLUN ÖLÜM SİZE ULAŞIR; SARP VE SAĞLAM KALELER DE OLSANIZ BİLE! (Nisa: 78)
Hz.Ömer R.A Halifelik Görevini Aldıktan Sonra Parasıyla Bir Adam Tutmuştu. Bu Adamın Görevi Her Gün,Günün Belirli Saatlerinde Hz.Ömer Yanına Gelerek Ona;
“Ya Ömer Allah’tan Kork,Ölüm Var!”Demekti.
Bu Duruma Günlerce, Aylarca, Hatta Yıllarca Devam Etti.Bir Gün Hz.Ömer R.A Aynaya Bakarken Saç Ve Sakalını Ağardığını Gördü. Günün Muayyen Zamanlarında Karşısına Geçerek Kendisine Ölümü Hatırlatan Ve Bu Görev Karşılığında Hz.Ömer R.A.’dan Para Alan Görevliyi Yanına Çağırdı.Hz.Ömer Artık Bundan Böyle Adamın Görevine Son Vereceğini Söyleyince Adam Hz Ömere;
Ya Ömer Bu Güzel Adetinden Vaz Mı Geçtin?”Diye Sordu. Adaleti,Cesareti Ve Devlet Yönetimindeki Üstün Başarısı İle Meşhur Olan Ve İslam Tarihine Adalet Örneği Olarak Geçen Halife Hz.Ömer R.A Bu Soru Karşısında Adama Şu Manidar Cevabı Verdi:
”Şimdiye Kadar Gençtim,Saç,Sakalım Ağarmamıştı.Doğru Yoldan Ayrılmamam İhtiyacım Vardı. Ancak Bugün Aynaya Baktığımda Saç Ve Sakalımın Ağardığını Gördüm.İşte Ağaran Saç Ve Sakalım Bana Ölümün Habercisi Olarak Yeter.Sen Bana Ölümü Günün Muayyen Saatlerinde Hatırlatıyordun,Bunlar İse Her Zaman Hatırlatıyorlar.”
SubhanAllah ne kadar güzel bir ölüm anlayışı bizler ise dünya nın baş döndürücü hızı, aldatıcı renkli hayatı, görsel ve sanal hayaller dünyası, iş aş kaygısı, daha çok kazanma hırsı, bitmez tükenmek bilmeyen heve heveslerımız, bizi, kör edıyor ve dünya hayatta bağlıyor, kaş ile göz arasında ölümün gelmesi realitesinden uzaklaştırıyor ve bu yalancı dünyaya yama yapıyor.Adeta, hiç ölmeyecekmiş gibi hayat sürüyoruz.
Cenazeler bile, bize ölümü hatırlatmaz oldu. Gündelik dünyevi bir meşgale olarak anlar ve uygular olduk . Aradan çıkarılması gereken herhangi bir iş gibi görüyor, hayatın rutinleri gibi algılıyoruz.Tabutun içinde kendimzi görmüyor, akletmiyoruz!
Öylesine dünyaya dalmış, öylesine kapılmışız ki; bu hayatın her an sonlanabileceği ve yaptıklarımızın tamamından hesaba çekileceğimizi hiç düşünmüyor, hiç hatırlamıyoruz.
Hz. Aişe validemiz, kalbinin katı olduğunu söyleyen bir kadına, (Ölümü çok hatırlarsan kalbin yumuşar) buyurdu.
Ömer bin Abdülaziz her akşam arkadaşlarını toplayıp, ölümden ve kıyamet hallerinden bahseder, sanki en sevdikleri biri ölmüş gibi de ağlaşırlar idi.
İbrahim Teymi, (Şu iki şey, beni hiç bir şeyden zevk almaz duruma getirdi: Ölümü hatırlamak ve ahirette hesaba çekilmek düşüncesi.)
Rebi bin Haysem , ölümü unutmamak için evine bir mezar kazıp, her gün defalarca oraya girerdi ve (Bir an ölüm hatırımdan çıksa, huzurum bozulur) derdi.
Dünyanın bitmek bilmeyen temposu ve hızı gidişatını sürdüren hayatta, sanki ôlûme doğru koşar olduk. Bizlere Ölüm çok yakın.Kaş ile göz arasında! Ömür dediğin; önce açan sonra da solan çiçeklerden, önce aydınlatan sonra da sönen bir lambadan ya da önce ışık veren sonra da kül olan bir alevden başka bir şey değildir.
Ölümü hatırlamak,
insanın yaşantısını çekilmez hale getirmesi veya evine kapanıp hayatın gereklerini terketmesi, çalışmayı ve üretimi bırakması için değildir.
Bu kesinlikle yanlış bir anlayıştır.
Bilakis ölümü hatırlamak, günahlardan alıkoyan ve katı kalpleri yumuşatan bir çalışmaya davet içindir.
İbadet ve itaâtla; Allah’ın hükkümlerine uymak, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, muhtaçlara yardım etmek gibi ibadetleri çokça yaparak ölüme ve sonrasına iyi bir şekilde hazırlanmak için ölümü hatırlamalıyız.
O’nun elçisi Hz. Peygamberimiz, Hadisi Şeriflerinde de buyuruyor ki:
*Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız.
*Zevkleri ortadan kaldıran ölümü çok hatırlayınız.
*Ölümü çokça anın, çünkü o, sizi günah işlemekten alıkoyar ve dünyadan yüz çevirtir.
*Ölümü hatırlayın ve dikkat edin, nefsim kudret elinde olan Allah C.C.a and olsun ki; eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, ÇOK AĞLAR AZ GÜLERDİNİZ.
Hatırlayana, hiç aklından çıkarmayana ve her işinde ölümü hatırlayıp, titreyip kendine gelene ne mutlu.
İbnu’l Mübarek, Salih el-Merî’nin şöyle dediğini zikreder: “Ölümü hatırlamak bana bir saat arkadaşlık etse kalbimi benden uzaklaştırır.” Denilir ki: “Ölümü çokça hatırlayana üç şey ikram edilir: Günahından hemen tevbe etmek, kalbi kanaatkar olmak ve ibadette gayretli olmak. Ölümü unutana da üç şey verilir: Tevbeyi sürekli ertelemek, kendisine yetene razı olmamak ve ibadette tembel olmak.”
Dünya hayatı rüya gibidir. Birgün uyandırıp rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır.
Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Ölmeden önce uyanmak gerekir.
Peygamber efendimiz, (Şu kişiye şaşılır ki, o dünyanın peşinde, ölüm de onun peşindedir.) buyurdu. O halde, (Nasihat olarak ölüm yeter.) hadis-i şerifini düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır.
Zevk ve sefa sürmek için çok yaşamayı istemenin sebepleri, dünya zevklerine düşkün olmak, ölümü unutmak, gençliğine aldanmaktır. Böyle kimsenin kalbi katı olur, ibâdetleri vaktinde yapmaz, tövbeyi geciktirir, nasihat tesir etmez, ölümü unutur, hatırına bile gelmez. Hep dünya malına ve makamına kavuşmak için ömrünü harcar. Ahireti unutur, dünyanın faydasız zevk ve sefasını düşünür. Bunlardan kurtulmak için ölümün her an gelebileceğini düşünmeli, sıhhatin, gençliğin ölüme mani olmadığını unutmamalı! Birçok hastanın iyileşip yaşadığı, sağlam birçok kişinin öldüğü çok görülmektedir.
Ölmek mümin için bir nimettir. Peygamber efendimiz, (Ölüm mümin için bir hediye ve bir kefarettir.) buyurmuştur. O halde, ölmekten korkmamalıdır. Çünkü ölmek yok olmak değildir, ruhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, bedenden ayrılmasıdır. Ölüm, bir evden bir eve göçtür. Mümin, ölümü kötü görmez. Cenneti seven ve ona hazırlanan ölümü sever. Çünkü ölüm olmazsa Cennete girilmez. Allahı seven, ölümden korkmaz. Seven, daima ölüme hazır bekler. Çünkü ölümle, âşık maşuka, garip asıl vatanına kavuşmuş olur.
Ölüm böyle olunca ölmeyi istemek gerekir mi? Peygamber efendimiz, (Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iyi ise, yaşadığı sürece iyiliği artar. Kötü ise, doğru yola gelebilir.) ve (Sıkıntılardan dolayı ölümü istemeyin! Dayanamayan, “Ya Rabbi, hakkımda yaşamak hayırlı ise, yaşamayı. ölmek hayırlı ise, ölümü nasib et!” desin!) buyurmuştur.
Daha çok sevap kazanayım düşüncesiyle, ölümün hemen gelmesini istememek Allah sevgisine zıt değildir. Hz. Ka’b, (Ölümü bilene sıkıntılar kolay gelir.) buyurdu.
Hasanı Basri rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Ölüm meleği, her eve günde üç kere bakar. O evde kim rızkını bitirir ve ömrünü tüketirse onun ruhunu alır. Melek, onun ruhunu alınca, evdekiler onun için ağlamaya başlarlar. Melek evden çıkarken dönüp onlara şunu söyler: ‘Bu benim bu eve son gelişim değildir. Ben hepinizi alıp götürene kadar buraya gelip gideceğim.’ Ev halkı meleğin bu sözünü duyabilselerdi, öleni bırakıp kendileri için ağlarlardı.”
; İbni Muti bir gün evine bakarken, evin güzelliğine hayran kaldı ve sonra hüngür hüngür ağlayarak şöyle dedi; “Allah’a yemin ederim ki, eğer ölüm olmasaydı, seninle mutlu olur, sevinirdim. Eğer varacağımız kabirlerin darlığı olmasaydı, dünya ile gözlerimiz aydınlanırdı.”
Anlatıldığına göre, bir zengin güzel bir köşk yaptırmıştı. Onu hazır hale getirince, tanıdığı bir âlimi götürüp onu gezdirdi. Âlim, köşkü gezdikten sonra adama;
— Köşkün çok güzeldir. Fakat bir kusuru vardır ki bütün güzelliğini gölgelemiştir, dedi. Adam telaşla;
— Bu kusur nedir? Diye sorunca, âlim şu şekilde cevap verdi:
— O kusuru şimdiye kadar hiç kimse giderememiştir. O, ölüp burayı terk etmektir.
“Ecelleri geldiği zaman da onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de ileri geçebilirler.” (Nahl; 61)
İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz. (Bakara:156)
Nergis Vuslat Avci