“Yargı Zulmü Mağdurları Diyarbakır Buluşması” medyanın yoğun katılımı ile Diyarbakır’da gerçekleştirildi.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayetinin 18 Eylül 2014’te başlattığı “Hizb-ut Tahrir’e Yönelik Yargı Zulmüne Dur De” kampanyasının devamı niteliğinde organize edilen “Yargı Mağdurları Buluşması Diyarbakır Toplantısı” Diyarbakır Kaplan Konferans salonunda gerçekleşti.
Sivil Toplum Kuruluşu temsilcileri, gazeteciler ve hukukçuların katılımı ile gerçekleşen basın toplantısının açılış sunum konuşmasını Köklü Değişim Dergisi Diyarbakır Temsilcisi Aydın USALP gerçekleştirdi.
Aydın USALP sunumunda; zulüm kavramı üzerinde durarak şöyle konuştu: “zulüm insanlık ile yaşıttır. İnsanlık, her ne zaman ilahi vahiyden uzaklaşmışsa, zulüm de o oranda artmıştır. Yaratıcısı karşısında önce kendi nefsine zulmeden insan, tarih boyunca zulmün bin bir çeşidine imza atmıştır. İnsanlık için birer rahmet, hidayet, aydınlık ve adalet temsilcileri olarak gelen peygamberler de bu zulümden nasibini almışlardır.” USALP daha sonra başta Hizb-ut Tahrir yargılamaları olmaz üzere, Vasat davası, İhya-der davası ve El-Kaide adı altında yapılan operasyon ve yargılamalar olmak üzere zulme uğrayan diğer tüm hukuksuz yargılamalardan istatistik bilgileri ve örnekler vererek bir slayt sunumu yaptı.
Daha sonra basın toplantısı bölümüne geçildi.
Basın Toplantısına Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut KAR, Yargı Zulmü Platformu Başkanı Muhammet Hanefi Yağmur, Vasat davası adına Av. Hüseyin Kurşun, Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Abdulkadir Şen, Gazeteci Yazar Yılmaz Bilgen, Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi M.Hatip Yokuş ve Mazlum-Der Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Fevzi Baran katıldı. Ay-Der Diyarbakır Şubesi Başkanı İsmail Kaya ise taziyesi olduğundan dolayı programa katılamadı.
Mahmut KAR / Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı
Toplantıda ilk konuşmayı Hizb-ut Tahrir adına Türkiye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Mahmut KAR yaptı. Konuşmasına Türkiye’de zulme uğrayan Müslümanların sessizliğine ses olan, zulüm ve zalim karşısında eğilmeden hakkı söyleyip dik duran tüm Müslümanlardan Allah Subhanehu Ve Teala’nın rızalığını isteyerek konuşmasına başlayan KAR, Yargı Zulmü Mağdurlarının Diyarbakır’da buluşmasının, zulme ve zalimlere seslenmesinin özel bir anlamının olduğunu da hatırlattı.
Mahmut KAR konuşmasında Hizb-ut Tahrir hakkında önemli bilgiler sunarak şöyle konuştu: “İslam ideolojisine dayalı siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir, 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’de faaliyet göstermeye başladı. İslamî hayatı yeniden başlatmak üzere Râşid-î Hilâfet Devleti’nin kurulması amacıyla fikri ve siyasi çalışmalar yapıyor. Hizb-ut Tahrir, 1960lı yıllardan bu yana Türkiye’de yasaklanmış ve her dönemde çeşitli gerekçelerle cezalandırılmıştır.
Hizb-ut Tahrir hedefini gerçekleştirmek için çalışırken fikri ve siyasi çalışmayı metod ediniyor. İslami hatayı başlatmak için Hizb-ut Tahrir’in çalışma metodunda silahlı mücadele, cebir ve şiddet yoktur. Silahlı mücadeleyi, cebir ve şiddeti asla kabul etmiyoruz. Dolayısıyla Türkiye’deki Hizb-ut Tahrir yargılamaları, hukuki olmaktan daha çok, siyasi içerikli yargılamalardır.”
Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olarak lanse ettirilmeye çalışıldığını ve bunun için birçok yolun denendiğini belirten Kar, bu hususta atılan birçok iftiranın olduğunu, bu iftiraların en sonuncusunun da 2009 yılında atılan Hizb-ut Tahrir’i Ergenekon ile ilişkilendirme faaliyeti olduğunu söyledi.
Kar, “Yaşanan hukuksuzlukların giderilmesi için bizim bazı taleplerimiz var. Birinci derecede hükümetten istediklerimiz var. Bu taleplerimiz şunlar: 1:Hükümetin hiçbir cebir ve şiddet elemini benimsemeyen Hizb-ut Tahrir yargılamalarındaki hukuksuzluğu gidermek ve mağdurlar üzerindeki zulmü kaldırmak için fiili adım atması gerekir. 2: Hükümet kendisi ile alakalı nasıl ki kanun ve yasaların değişmesinde ciddi fiili adımlar atabiliyorsa, hem Hizb-ut Tahrir hem de zulme uğrayan diğer tüm İslami kesim ve Müslümanlar hakkında da bunu yapmalıdır. 3: Hükümet tüm bunları zulmü ortadan kaldırmak için yapmalıdır. Yoksa siyasi hesaplaşmalar için bir malzeme olarak gördüğü için değil ” İfadelerini kullandı.
Müslümanlar olarak Türkiye’deki hükümet ile Paralel yapı olarak adlandırılan güçler arasında siyasi hesaplaşmasının bir malzemesi halinde olmayacaklarını belirten Kar, “Ortada bir zulüm var ve bu zulüm devletin bilgisinde ve kontrolünde Müslümanlara yönelik yapılmıştır. Bu zulmü ortadan kaldıracak irade iktidardır. Dolayısıyla bu zulmü ortadan kaldırmak için yasal düzenleme gerekiyorsa yasal düzenleme de yapılmalıdır.” şeklinde konuştu.
Av. Hüseyin Kurşun
Bölgede Müslümanlara yönelik yapılan kumpaslar ve mağdur edilenler hakkında bir sunun yapan VASAT Davası avukatı Hüseyin KURŞUN; VASAT davasında mahkûmiyet kararına sebebiyet veren TCK maddelerinin tamamen ideolojik şekilde yorumlandığını söyledi.
Konuşmasına hilafetin kaldırılış sürecinden Başlayan KURŞUN; Kurtuluş savaşından örnekler verdikten sonra Mustafa Kemal’in ihanetinden bahsederek şöyle konuştu: “Devlet halka rağmen kurulmuştur. Dolayısıyla halka karşı kurulunca birçok zulümler gerçekleştirdi. Halkı devlet ötekileştirdi ve halkı tehdit olarak gördü. Ulus devlet diğer ırkların kendilerine özgürlük istemesi bölücülük sayılmıştır. Aynı zamanda irtica ile mücadele adı altında Müslümanlara zulmedilmiştir. 28 Şubat’tan sonra derin devlet yerini paralel yapıya bıraktı. Paralel yapı derin devleti ele geçirdi. Artık irtica adı yerine radikal İslam, radikal Müslüman adı kullanıldı.” Daha sonra KURŞUN; vasat davasına değindi. Vasat hareketine yönelik yapılan ilk operasyonları ele aldı. Sanıklara işkence yapıldığını ve önceden fezlekenin hazırlandığına değindi. KURŞUN; ” Şahmerdan Hoca 2007 de cezaevinden çıktı. Cezaevinde ele aldığı yazılar kitaplaştırıldı. Daha sonra dinler arası diyalog başlıklı makalesi birçok sitede dergide yayınlandı ve hoca bunun ardından takibe alındı. Hoca 6 aylık fiziki ve teknik takibe alınıyor. Daha sonra 2009 da tekrar operasyon yapılıyor. Öğrencilerinin “Hocam bir isteğiniz bir emriniz var mı?” lafı bir kitle lideri olarak değerlendiriliyor ve örgüt yöneticisi olarak kabul ediliyor. Cebir ve şiddetin sabit olmamasına rağmen 14 kişi hakkında yargılama yapıldı ve toplam 105 yıl ceza verildi.
KURŞUN; ” Bu tür zulüm ve sorunlarla büyük bir hukuksuzluk söz konusu ve bu hukuksuzluk halende devam ediyor. Paralel yapıyla büyük bir mücadele içinde olduğunu söyleyen hükümet, paralel yapıyla mücadelede samimi ise Müslümanlara yapılan bu zulmün, paralel yapının hakimi savcısı tarafından yapıldığını biliyor. O halde onların verdiği bu kararları da görmesi gerekiyor. Müslümanlarında sürekli olarak bu durumu gündemde tutmaları gerekir.” İfadelerini kullandı.
Abdulkadir ŞEN / Araştırma Görevlisi
Konuşmasına, Müslümanları esaretten kurtarmanın ehemmiyetini anlatan Hadisi Şerifi okuyarak başlayan Araştırma görevlisi Abdulkadir Şen, Müslümanların bir birlerini kollamadığını ve bir birinin derdine sahip çıkmadığını hatırlattı. ŞEN buna mukabil dünyada Gayri Müslimler arasında tam bir ittifakın olduğunu örnekler üzerinden anlattı.
Müslümanların oylarıyla iktidara gelmiş olan AK Parti yönetiminin, Müslümanların haklarını savunma ve onların taleplerinin karşılanma noktasında bir aşağılık kompleksi yaşadığına vurgu yapan Şen, başörtüsü probleminin bile 2010 yıllarında ancak çözülebildiğine dikkat çekti. İslami kuruluşların terör örgütleri olarak yansıtılıp üyelerinin hapislere atılması sürecinin büyük oranda paralel devlet yapılanmasına bağlanmasını da manidar olarak gördüğünü ve paralel yapı olarak isimlendirilen yapının bir günah keçisi olarak görüldüğünü belirten ŞEN, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hiç kimse kalkıp ta kendi çatışmasını, siyasi hesaplarını Müslümanların üzerinden yapmasın. Bu ülkenin asli unsurları olan Müslümanlar eninde sonunda haklarını meşru yöntemlerle ve İslam’ın nezaketine, İslam’ın kurallarına uygun bir biçimde, Müslümanlara yakışan bir biçimde alacaklardır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.” dedi.
Abdulkadir ŞEN, daha sonra Türkiye’de el-kaide adı altında yapılan operasyonlar ve yargılamalar hakkında bazı istatistikler paylaştı ve şunları söyledi: “2003-2009 yılları arasında toplam 3700 kişi el-kaide adı altında gözaltına alınmış. Türkiye bu hali ile el-kaide operasyonları çerçevesinde Dünyada 1. sıradadır. Son olarak operasyonların dindar kimliğiyle ön planda olan Konya, Gaziantep, Van gibi illerde yoğunlaştı. İçki içen kişiler, Nurcular, Şii olduğu bilinen kişiler, El Kaide adı altında hapsedilmiştir. Müslüman kesim arka bahçe olarak görülmektedir. Onların hakkını aramak ise bugünkü hükümet tarafından adeta bir risk olarak değerlendirilmektedir.
Muhammed Hanefi YAĞMUR / Yargı Zulmü Mağdurları Platformu Başkanı
Yargı Zulmü Mağdurları Platformu M. Hanefi Yağmur ise Türkiye de devletin 2000li yıllardan sonra özellikle medya gücünü de kullanarak hedeflerine ulaşmak için çalıştığını söyledi. YAĞMUR, Cumhuriyet kurulduğundan beri sistemin kendini korumak için kanunlar çıkarttığını ve bu kanunların herkesin kafasına göre yorumlayacağı şekilde esnek olduğunu ortaya koydu ve şöyle konuştu: “Devlet kendini korurken yargıyı, kolluk kuvvetlerini kullanmaktadır. Kolluk kuvvetlerinin hazırladığı fezlekeleri mahkemeler aracılığıyla hükme bağlamaktadır. Kendisine düşman gördüğü herkesi hapse atmaktadır.” Yağmur, Zulme maruz kalan Müslümanlardan bahsederken bu noktada mantığın her zaman aynı olduğunu belirtti.
Hanefi YAĞMUR, konuşmasını şöyle sonlandırdı: “Türkiye’de Medya dördüncü kuvvettir. Devlet medya gücünü kullanarak herhangi bir işi gerçekleştirmek için karşı tarafın durumuna bakmaksızın medya gücü ile hedefine ulaşmaktadır. Devlet her hangi bir işi gerçekleştirmek istediği zaman karşıda ki kişinin suçlu olup olmadığına, haklı ya da haksız olup olmadığına hiç bakmadan sadece kendi isteklerinin uygulanabilmesi için medya gücü ile birlikte istediği rahatlıkla amacını yerine getirebildiğini görmekteyiz. Bu nedenledir ki burada öncelikli olarak Müslümanların kendi aralarında son derece iyi bir iş birliğine gitmeleri ve yardımlaşmaları gerekir. Müslümanlar aralarında ihtilafları kenara bırakarak bu konuda iş birliği yapmalıdır. Bizler bu vesileyle yaşanan hukuksuzlukları sizlere açıklamak istedik. Meclis anayasa komisyonuyla, birçok siyasetçi ve akademisyenle görüştük. Birçok görüşme yapmamamıza rağmen bugüne kadar somut sonuçlar alamadık. Meclis insan hakları komisyonu ile görüşünce bu olaylar nasıl olur diye onlarda şaşırdı. Yargıtay’ın ve yerel mahkemelerin arşivlerinde bunlar bulunabilir.”
Yılmaz BİLGEN / Gazeteci Yazar
Konuşmasına 6-8 Ekim olaylarında katledilen Şehit Yasin’i selamlayarak başlayan gazeteci yazar, aynı zamanda son günlerde moda olan peygambere karşı olan küfrü def eden Müslümanların aziz ruhunu selamlayarak başladı. Yılmaz Bilgen Müslümanların kendi meselelerine sahip çıkmadıklarını ve ne istediklerini bilmediklerini söyledi.
Günümüzde birçok Müslümanın halen korkaklığı üzerinden atamadığını ve Müslümanlara sahip çıkılması durumunda ‘kameraya alınır mıyız? Görüntülenir miyiz?’ korkusu olduğunu söyleyen Yılmaz, halen daha birçok Müslümanın, “Belki bir gün gelir devran değişirde bunlar tekrar iş başına geçerse” tereddüdünü yaşadığını ifade etti.
Yılmaz, “Bu güne kadar Müslümanlar ciddi anlamda en doğal olan tepkilerini bile ortaya koymaktan acizdirler. Bakın zaman gazetesine operasyon oldu ve ona gösterilen tepkiler benim aldığım bilgilere göre bazı yapılacak olan operasyonların dahi önüne geçti. Demokratik tepkisini ortaya koymaktan korkan Müslümanların bu gün bahsettiğim davalara da yaklaşımının nasıl olduğunu hepimiz görüyoruz. Diyarbakır da olaylar oldu ve Müslümanları hiç ayırt etmeden her sakallıyı veya her çarşaflı kadına aynı muameleyi reva gördüler. Neticede söz konusu Müslümanlar olunca onlar böyle bir ayırıma gitmeyeceklerdir.” dedi.
Son olarak Hizb-ut Tahrir ile alakalı yargılama hukuksuzluğunu medyada sürekli bahsetmeye çalıştığını ve bundan dolayı da bazı uyarılar aldığını söyleyen BİLGEN, şunları söyledi: “Bana onlarca defa Nusra adını zikretme diyorlar. Vasat, El Kaide Hizb-ut Tahrir’den bahsetme diyorlar. İslami kesimde tanınmış bilinmiş birçok yazar abimiz solcuların davalarına bile müdahil oluyorlar, açıklama yapıyorlar ama Hizb-ut Tahrir gibi davalarda ortalarda hiç gözükmüyorlar. Hizb-ut Tahrir davası Müslümanlar için utançtır. Müslümanlar mimlenmekten korkuyor.”
M. Hasip YOKUŞ / Özgür-Der Diyarbakır
M. Hasip YOKUŞ konuşmasına Hizb-ut Tahrir davasındaki hukuk dışı yargılamalar ile başladı ve şöyle konuştu: “Emniyet raporlarında Hizb-ut Tahrir ile ilgili hiçbir cebir ve şiddet eylemine bulaşmadığı belirtilmesine rağmen bu zulümlere maruz kalınıyor. 50 ülkede çalışmalarına rağmen hiçbir raporda cebir ve şiddet kullanmıyor. Resulullah’ın metodu olduğu için silahlı hareketi reddediyorlar. Bunlar gelecekte suç işleyebilir niyetiyle cezalar verildiği kesindir. İnsanların fikirlerini beğenmeyebilirsiniz ama düşüncelerini suç saymak ayrı bir husustur. 163 ve 312. madde kaldırılarak Avrupa uyum yasaları çerçevesinde fikir özgürlüğü getirilmesine rağmen tam tersine bu kardeşlere verilen cezalar arttı. Fikir ve ifade özgürlüğü doğası gereği resmi paradigma için geçerlidir. Hizb-ut Tahrir yargılamaları bir gelecek kehaneti ve niyet okuma üzerinden gerçekleştirildiği açıktır. Türkiye’de hukukun siyasallaştığı açık bir şekilde görülmektedir. Bunun en açık örneği Hizb-ut Tahrir örneğidir.
Feyzi BARAN / Mazlum-Der Diyarbakır
Son olarak programda Mazlum-Der adına Feyzi BARAN konuştu ve şunları söyledi: “Türkiye’de siz terör örgütü üyesi olmasanız bile TMK maddeleri ile terör örgütü çerçevesinde tutuklanabilirsiniz. Bu toplantı dahi ilerde art niyetle okunabilir. Bu geçmişte de olmuştur. TMK maddeleri sonucu 4 günlük gözaltı süresi olmakta ve dosya gösterilmemektedir. Adaletin iktidarı korumak için oluşturulduğu için tamamen kanunlar değişmelidir. Hizb-ut Tahrir metodunu değiştirmediği halde hep ceza süresi artmıştır. Adalet muallakta kalmıştır. Mazlum-der olarak başta Hizb-ut Tahrir olmak üzere cebir ve şiddeti benimsemeyen bütün yapılara yönelik yapılan zulmü hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.
Cumartesi, 26 Rebiu’l Evvel 1436 H. – 17 Ocak 2015 M.
Toplantıdan Kareler:
Kaynak: hizb-turkiye.org