KÜLTÜRLENME SÜRECİNDE DUYGUNUN YERİ ve ÖNEMİ
ABDULMETİN İNALPOLAT
5. Bölüm
Bu değerli izahatlar iman hakikatine ulaşmada bizlere ışık tutmuş, dikkat ediniz bu bağlamda düşünce ve hissiyat uyumu -nefsiyetin billurlaşmış hali- İslami şahsiyetlerin ulaşacağı son seviye ve yaratıcıya olan kulluğun son ifade şeklidir. Duygu insanı tamamlayan nefsiyetin seviyesini- kalitesini gösteren tıpkı bir ağaç gibidir. Burada ağacın oluşum kalitesini gösteren ve tamamlayan ögesi meyvenin tadıdır. İşte insanın ameli seviyesi ve kalitesi de bu tada göredir veya bu tada bağlıdır. Bazen her meyve aynı tadı vermez bazı meyvelerde tatsız olabiliyor, çürük olabiliyor, acımsı veya mayhoş bir tadı da olabiliyor. Tür aynı, cins aynı, farkı sadece tadı… İnsan aynı, insan iman aynı, iman farkı sadece imanın tadı… Nitekim Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:
“Ameller, sonlara bağlıdır, ya da sonlarına göredir.” (Müslim)
Hepinizin dikkatini çeken bir başka ayrıntıyı dile getirmek istiyorum: Müslüman olarak Allah’a iman etmek, cennete, cehenneme iman etmek açısından hiçbir farkımız olmadığı hâlde, gerek ashabı kiram ve gerekse önceki ümmetlerden Peygamberimiz aleyhisselamın ve Kur’an’ı Kerim’in bize durumlarını bildirdiği mü’minlerle ilgili olayları değerlendirirken bakıyoruz iman aynı iman, cennet aynı cennet, cehennem aynı cehennem, insan aynı insan… Aynı olmayan sadece imanımızın hakikati olan duygularımızdır. Allah Resûlü (sav) bir sabah Muâz’a yaklaştı:
“Nasıl sabahladın ey Muâz?” diye sordu. Muâz; “Gerçek bir mü’min olarak ya Resûlullah.” diye cevap verdi. Allah Resûlü (sav) ikinci olarak;
“Her doğrunun bir hakikati vardır. Peki, senin imanının hakikati nedir?” diye sordu. Muâz cevaben; “Hiçbir sabah olmuyor ki, akşama eremeyeceğim korkusuna kapılmayayım. Akşam olunca da sabaha eremeyeceğim endişesinde oluyorum. Bir adım attığımda diğerini atabileceğimden emin olamıyorum. Amel defterlerini okumaya çağrılan, diz üstü çökmüş ümmetleri görür gibi oluyorum. Sanki cennet ehlini cennet nimetleri içinde görüyorum. Cehennemdekiler de azap çekerlerken gözümün önüne geliyor.” diye cevapladı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sav); “Evet, kavradın; bu hâline devam et.” diye buyurdu.
İSLAMİ FİKİRLERİN MEFHUMLAŞMASI:
İmanın derecesi böylece duyguların varlığı ile ölçülüyor. Bir başka ayrıntı; bir annenin evladına düşkünlüğü şefkati, merhameti bir fedakârlığın en üst seviyesini sembolize eder. Dolayısıyla annenin değeri duygularıyla anlaşılıyor. Dolayısıyla insanlar arasında hakkı en öncelikli gözetilmesi gereken anneler oluyor.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ
“Biz insana, anne babasına (en güzel bir biçimde davranmasını) emrettik. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. O halde Bana ve annene babana şükret! Dönüş Banadır.” (Lokman 14)
Ve sırasıyla hakların gözetilmesinde baba akrabalar vs. geliyor. Öncelikli olanlar dikkat edilirse sizi en çok seven öldüğünüzde en çok ağlayan üzülen kimseler geliyor.
Netice itibari ile en fedakâr olan kimse sevilmeye en layık olan kimsedir. Ayeti celilede;
“Ey insanlar, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir, o size çok düşkün, Mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe 128-129)
Rasulullah Hz. Ömer Radiyallahu Anh’a; ‘Ya Ömer beni ne kadar çok seviyorsun?‘ diye sorduğunda, Hz. Ömer Radiyallahu Anh; “Ya Rasûlallah seni, nefsim hariç; anamdan, babamdan, evlâdımdan daha çok seviyorum.” Rasûlullah; “Hayır ya Ömer, yetmez.” Hz. Ömer Radiyallahu Anh; “Nasıl sevmem lazım Ya Resûlallah?” Peygamber Efendimiz; “Ya Ömer, beni canından çok sevmedikçe hakiki iman etmiş olamazsın.” Hz. Ömer Radiyallahu Anh: “Canım sana feda olsun Ya Resûlallah.” Efendimiz (sav); “Şimdi oldu ya Ömer.” Kısasında geçtiği gibi olmalı sevgi.
Sevgi öyle olmalı ki, bütün değerlerden üstün tutulmalıdır. Unutmayalım ki peygamberimiz bize anamızdan babamızdan daha düşkün, kıyas yapılamayacak derecede daha fedakardı. Bizlerin cennet ehli olması için kendini çok yıprattı.
Yine bir sabah, mescide yapışık odasında secdeye kapanmış hüngür hüngür ağlıyordu. Yüzü acıyla kırışmıştı. Secde ettiği toprak zemin gözyaşlarıyla ıpıslak olmuştu. Vücudu kederle sarsılıyor durmadan; “Ümmetim! Ümmetim!” diye inliyordu. “Allah’ım Ümmetimi bana bağışla!” “Ümmetimi affet!”
Sahabeler şaşkındı. Hiç kimse içeri girmeye cesaret edemiyordu. Sonunda Peygamber ailesinin gülü, Rasulullah’ın kalbinin çiçeği geldi. Fatıma geldi! Yalvarış dolu bakışlarla babasına sarıldı. Onu teselli etti. Peygamber, kızının tesellisiyle sakinleşti. Dostlarını huzuruna kabul etti.
Ashab merak ve ilgiyle sordu: Rasulullah! Anamız babamız sana feda olsun! Bu kederinizin, bu hüznünüzün “Ya hikmeti nedir?” Peygamber sevgi dolu, hüzünlü bakışlarını dostlarının üzerinde gezdirdi: “Bu sabah kardeşim Cebrail beni ziyarete geldi.” diye konuştu. “Rabbimden bir haber getirdi. Vefatımdan sonra ümmetimden kötü insanların çıkacağını, bu insanların yolumdan ayrılacağını, nefislerine zulmedeceklerini, amelleriyle cehennemi hak edeceklerini bildirdi bana… Ümmetimden insanların cehenneme girmelerine nasıl dayanırım ben!” diye buyurdu. Büyük bir hüzünle
Müslümanlar arasındaki farkta, yoğun duygularda derecelerle tecelli eder. Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu: “Şüphesiz Allah, biçimlerinize ve sözlerinize bakmaz, işlerinize ve kalplerinize bakar.” (Ebû Hureyre Radıyallahu anh. İbn Mâce.)
Resûl-i Ekrem (sav);
“Muhakkak ki Allah sizin suretlerinize ve görünüşünüze bakmaz; bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyurduktan sonra eliyle göğsünü işaret ederek üç defa; “Takva buradadır.” demişlerdir. (Buhârî, Edeb 57-58)
Abdullah b. Mesud (R.A.): “Allahu Tealâ kullarının kalplerine nazar etti, içlerinde en hayırlı kalp olarak Hz. Muhammed (sav) Efendimizin kalbini buldu. O’nu kendisi için seçti ve Peygamberi olarak gönderdi. Allahu Tealâ sonra diğer kulların kalbine nazar etti, Rasulullah’ın ashabının kalplerini en hayırlı kalp buldu ve onları dinini yaymada Peygamberine yardımcı yaptı. Müslümanların güzel gördüğü bir şey Allah katında da güzeldir. Onların kötü gördüğü bir şey, Allah katında da kötüdür.” (Ahmed, Beğavi)
Ayeti celilede;
“Onlar, gece gündüz Allah’ın rızasını ararlar, Allah ve Resulüne yardım ederler, içleri ve dışlarıyla sadıktırlar, iman ve İslam kalplerine iyice yerleşmiştir. Allah için birbirlerini kendi nefislerinden daha çok sevip, gönüllerini dünyadan çekmiş ve böylece felaha ermişlerdir.” (Haşr/7-10)
Hz. Ali (R.A.): “Ben Rasulullah (A.S.)’ın ashabında öyle güzel haller gördüm ki, şu anda onlara benzeyen hiç kimseyi göremiyorum. Onlar, geceyi ibadet ve taat içinde geçirir, sabaha bitkin, yorgun ve sararmış bir halde çıkarlardı. Ayakta veya yan üstü yatarken Allah’ın kitabını okuyarak gecelerlerdi. Yanlarında Allah’ın ismi zikredilince, rüzgarlı bir günde ağaçların sallandığı gibi sallanır, zikrin cazibesine kapılırlardı. Allah’a yemin ederim ki onlar, Allah aşkından elbiseleri ıslanıncaya kadar ağlarlardı. Vallahi şu anda gördüğüm topluluk gaflet içinde gecelemektedir.” (Ebu Nuaym, İbnu Kesir)
Hasan el Basri (R.A.): “Bir grup insan, Tabiun’un büyüklerinden Hasan el Basri (Rh.A.)’ye gelerek: “Bize Allah Resulü (A.S.)’nün Ashabından bahseder misin?” diye sordular: Büyük imam ağladı, sonra kendini topladı ve şöyle anlattı:
“Onların yüzlerine bakan hayır alametleri görürdü. Hallerine bakan ise hidayet, güzellik ve doğruluk bulurdu. Onlar, iktisat edip gayet sade giyinirlerdi. Tevazu içinde yürürlerdi. Anlatacaklarını daha çok işleriyle anlatırlardı. Helalinden yer ve içerlerdi. Taat içinde Allahu Tealâ’ya boyun eğerlerdi. Sadece Allah için sever, Allah için kızarlardı. Allah rızasından başka bir dertleri yoktu. Bu uğurda insanların kendilerine kızmasına hiç aldırış etmez, ciddiye almazlardı. Kızınca haddi aşmazlardı. Hiç bir halde Allah’ın Kitabında beyan ettiği hükmün dışına çıkmazlardı. Dilleri hep zikirle meşguldü. Allah yolunda canlarını ve mallarını vermekten kaçmazlardı. Allah’tan başka kimseden korkmazlardı. Ahlakları güzeldi. Geçimleri kolaydı. Dünyada az ile yetinirler, hep ahirete yönelirlerdi.” (Ebu Nuaym)
Muhakkak ki güzel ahlakın temsil ettiği duygular gönül sandığında muhafaza edilen hazinelerdir. En değerlisi ise ihlastır. Askerler rütbelerine göre sınıflandırılır, kahramanlar ise koruyuculuk ve yenilmezlik nişanına göre. Tıpkı fedakâr/cömert, haya timsali askerlerin iffetsizlere, insafsızlara ve canilere insanlık tarihi boyunca geçit vermediği gibi. Yenilmezlik unvanına sahip başkomutanları ise gönül devletinin daimi yenilmez kahramanı olarak istilacılara tagutlara karşı geçiş hakkı vermemiştir. İstila edilememiş nice devletler vardır ki o devletin başkomutanı ihlas olmasın. İşte ruh ile maddenin mezcedilememesi fıkıhta böylece suçtur. Dolayısıyla ihlasın yer almadığı bir gönül devleti de suçluların barınağı olmaktan asla kurtulamayacaktır. Ayeti kerimede şöyle geçti:
“İblis dedi ki; Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.” (Hicr 40, 41)
İhlâs; saf, arı duru olmak, katkısız ve katıksız olmak demektir. Terim olarak ihlâs; kulun gönül, beyin, dil ve diğer hisleriyle yaptığı eylemlerinde yalnızca Allah’ın rızasını gözetmesidir. Gerçek anlamda Allah’a kulluk da budur. Allahu Teala şöyle buyurdu:
“…Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih/iyi iş/amel yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf, 110)
Peygamber (sav) buyurmuştur ki;
“Şu hususta müminin kalbinde hıyanet ve haset gibi haller bulunmaz: Allah için ihlas ile amel etmek, müminlere samimi bir şekilde nasihatte bulunmak ve her hâlükârda Müslümanlar arasında yaşamaya çalışmak. Bunlar müminin şiarındandır.” (İbni Mâce, Mukaddime, s.18)
Görülüyor ki, yüce dinimiz “ihlâsı” bütün amellerimizin ve davranışlarımızın zirvesine yerleştirmektedir.
Ebu Hüreyre Radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resülullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!”
(Tirmizi, Müslim, îman 93-94.)
Ayeti celilede;
“Onlar, gece gündüz Allah’ın rızasını ararlar, Allah ve Rasulü’ne yardım ederler, içleri ve dışlarıyla sadıktırlar, iman ve İslam kalplerine iyice yerleşmiştir. Allah için birbirlerini kendi nefislerinden daha çok sevip, gönüllerini dünyadan çekmiş ve böylece felaha ermişlerdir.” (Haşr/7-10)
Devamı var…