İnsanlar arasında ilimde derinleşenler olduğu gibi isyanda da derinleşenler her dönem mutlaka olmuştur. İslami hayattan uzaklaştıktan sonra bakış açısı, hayat ölçüsü kapitalizme dönüştükten sonra isyanın önü daha çok açılmıştır. Bununla da kalmayıp kapitalizme şöyle veya böyle uyan birçok şahsın isyanda ve küfründe ileri gidip bu konuda artık çok rahat hareket ettikleri görülmektedir.
Müslümanlar arasında ekseriyetle haramları işlemek o kadar basitleşmiştir ki artık işlenen haramlar insanların boyunlarında azık çantasındaki yiyecekler gibi taşınır hale gelmiştir. Durum böyle olunca Müslümanların kendi aralarındaki alakaları da bir sarmala/içinden çıkılmaz duruma girmiştir. Haram ve helalin ölçü olmaktan çıkıp birbirine akılalmaz bir şekilde karıştırıldığı hatta değersiz hal aldığı görülmektedir. Yalan söylemenin haram olduğu gerçeği bilindiği halde bunun yerine yeminle yalan söylemek adetlerden olmuştur. Haramı haram olarak bilmek, helali de helal olarak bilmek gerekirken bunlarla ilgili hükümler üzerinde oynanmaya ve akıllarına göre uyarlamalara gidilmektedir. Bir kesim helal-haram sorgulamasını hiç yapmadığı gibi bunu sadece belli bir alanda kabullenmektedir. Diğer kesim ise varlığından haberdar olduğu hükümler hakkında bildiğini söyleyip uygulamada arzu ve hevasına tabii olmuştur. Çok tehlikeli olan bu durumun vahametini Allahu Teala şu şekilde bildiriyor:
“…heva ve hevesine uyan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme!” (Kehf 28)
“Arzu ve hevesini ilah edineni gördün mü? Yoksa sen mi onun üzerine (koruyucu, kurtarıcı) vekîl olacaksın?” (Furkan 43)
İbn Abbas dedi ki; Heva Allah’tan başka kendisine ibadet olunan bir ilahtır, sonrada bu ayeti kerimeyi okudu. (Kurtubi c.12. s. 555)
Önlerine delil konulduktan sonra bu delilleri inkara, saptırmaya veya akıllarını delillerin üzerinde görmelerinden dolayı Allahu Teala bu kişileri alçaltmaktadır. Allahu Teala bu durumu ilahlıkla eşdeğer olarak bildirmiştir. Düşünen insan için bu gerçekten çok ağır bir durumdur. İlahlık taslamak, yani bir Firavun olmak, inkarcı olmak, Ebu Lehep olmak, yalancı peygamber Müseylemetü’l-Kezzâb olmak… Marx olmak, Lenin olmak… Başka bir ifade ile Allah’a karşı savaş ilan etmektir. Resulullah (sav) bu hususta şöyle buyuruyor:
Sevbân (ra) Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Ümmetimden olan kabileler putlara taparak müşriklere katılmadıkça kıyamet kopmaz. Ümmetimden peygamber olduğunu iddia eden 30 yalancı çıkacak. Oysaki ben peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber gelmeyecek.” (Müslim İman: 99, Tirmizi Fiten: 35)
Bu hadiste ifade yerini buluyor ve böylelerinin müşriklerle eşdeğer olduğu gibi peygamberlik iddiasında bulunanlarlada eşdeğer olduğu zikrediliyor.
Helal ve haramları gözardı eden kişiler için artık heva ve heveslerine göre hareket etmede her yol açılmış, meşrulaşmış demektir. Bu kesim daha çok bahaneciliği kullanarak saptırma yoluna giderler. Küfre rıza küfürdür, demokratik bir seçime katılmanın haram olduğu söylendiğinde; “ne yapalım, o partiye veya falanca şahsa oy vermeyelim de falancalar mı başa gelsin” bahaneler üretilmektedir. Sadece bir hüküm üzerinde de olsa heva ve hevesine kapılan kişi için artık duvarlar yıkılmış, önündeki engeller kalkmış demektir. Herhangi bir çekinge duymak, sınır gözetmek gibi bir kaygı içerisinde değildir. Onun için Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Utanmadıktan sonra dilediğini yap! “ (Buhârî, Ebu Davud)
Böyleleri için ilahlık, peygamberlik, kendi kendine göre yasa yapmak, kanun koymak için hiç bir engel yoktur. Bunun adı açıkça var olan hükmü inkardır, aşırı gitmektir ve dinden uzaklaşmaktır.
Hükmü bilmek fakat uygulamamak,
Hükmü bilmek fakat hükmü aslından uzak bir şekilde anlamak,
Hükmü bilmek fakat hüküm üzerinde kendi anlayışına göre uygulamak, değiştirmek, yorumlamak, birşeyler katmak.
Bütün bunlar ayrı ayrı konu edilinilebilir ve günümüzde bunların hepsini temsil edenler mutlaka mevcuttur. Fakat Müslümanlardan büyük bir kesimini, büyük bir artışla bunlar arasında görmek anlaşılır gibi değildir. Bu konular üzerinde ısrarcı olmaları ise kabullenilecek bir durum değildir. Bu meselelerin ciddiyeti meseleyi günahın da üzerine taşımasından dolayıdır. Günahını görüp tövbe ederek dönüş acizliğinin farkına varması demektir. Fakat bahaneler üreterek günahta ısrarcı olmak çöküntüdür ve isyanda yol almak demektir. Böylesi bir ısrarın doğru bir yöntem olmadığının ayeti kerimede Allahu Teala şöyle belirtiyor:
“Gerçek şu, iman edip sonra inkara sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkara sapanlar sonra da inkarları artanlar, Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.” (Nisa 137)
Kurtubi bu konuda şöyle diyor:
Yüce Allah’ın; “Sonra da küfürlerini artırmış olanları” buyruğunun anlamı, küfür üzere ısrar edenler demektir… (C.5 s.522)
İslamda günah, günaha düşmek, günahtan kurtulmak bunların hepsi tariflerle yerini bulmuştur. Yani İslamın tarifinin dışında bir tarif aramak doğru değildir. Fakat üzücü olan Müslümanların arasında görülen günahda ısrarcılık ve hükümlere yeni yeni tarifler ve hayatlarında değişik, aslına uygun olmayan yaşam biçimine açılım getirmeleridir. Örneğin; faizi ekonomik gereksinimlerden biri olduğunu görerek hiçbir şekilde İslami bir sorgulamaya girmeden faizi faiz olarak kabullenen kişiler mevcuttur. Bunlar adını koysun veya koymasın bilinen yönü kapitalist ekonominin kabullenilmesidir.
Diğer kesim ise; faizin haram olduğunu bilmekte fakat onu kendi hevalarına göre meşru hale getirerek, hevalarına göre verdikleri kararın İslamdan olduğuna kendini ikna etmesidir. Böylece hem Müslümanlığını korumak hemde faizden faydalanmak istemektedir. Kredi ile bir ev almak caiz fakat ikinci evin haram olması görüşü gibi. Böylesi bir hükmün İslamda yerinin olmadığı bir gerçektir. Burada hükmü zorlama var da diyemiyoruz. Zorlama hükmün aslından uzaklaşmadan uygulanmasında ısrarcı olmaktır. Oysa burada hükmün aslından uzaklaşarak hükmü heva ve hevesin isteğine göre, istenilen hale sokma vardır. Yani var olan hükme hakkı olmadığı halde ekler yapma veya çıkartma yaparak müdahale etmektir. Bu dinle, dinin hükümleri ile oynamak demektir. Ayeti kerimede belirtildiği gibi tahrif etmektir:
“Şimdi (ey mü’minler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara, 75)
“Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için ‘bu Allah katındandır’ diyenlere veyl/yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü yazıklar olsun onlara!” (Bakara, 79)
Bu karakter Müslümanda bulunmaması gereken karekterlerdendir. Amellerinde ve düşüncelerinde böylesi bir yolu izleyenlerin karekterlerinin yahudi karekteri olduğunu şu ayeti kerimede dile getiriliyor:
“Yahudilerden öyleleri var ki; kelimeleri yerlerinden değiştirir ve dillerini eğip bükerek ve dine tan ederek; işittik ve karşı geldik, duy, duymaz olası ve bizi güt (raina) derler. Eğer işittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet demiş olsalardı, onlar için daha iyi olurdu. İşte Allah, inkarları yüzünden onlara la’net etmiştir. Onların ancak pek azı iman eder.” (Nisa 46)
Şunu biliyoruz ki geçmişte günaha düşen Müslümanların günahından temizlenmek için, hükmün uygulanması için hemen hareket etmişlerdir. Onlar işledikleri haramdan dolayı nefislerine göre hükümleri değiştirme yoluna gitmemişlerdir. Buna birinci örnek;
“Mâiz b. Mâlik, Hz. Peygamber (asv)’e gelerek “Beni temizle” dedi. Hz. peygamber (asv) “Yazık sana, çık git, Allah’a tövbe ve istiğfar et” buyurdu. Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve “Ey Allah’ın Resulu! Beni temizle” dedi. Hz. Peygamber (asv) aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında; “Seni hangi konuda temizleyeyim?” diye sordu. Mâiz; “Zinadan” dedi. Hz. Peygamber (asv) “Bunda akıl hastalığı var mıdır?” diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. “Şarap içmiş olabilir mi?” diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı; onda şarap kokusu tesbit edemedi. Hz. Peygamber (asv) tekrar “Sen zina ettin mi?” diye sordu. Mâiz “Evet” cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi.” (Müslim, Hudûd, 22, Ebu Davud)
İkinci örnek; “Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü. “Bu kadın hakkında Resulullah (salallahu aleyhi ve sellem) nezdinde kim müessir bir şefaatte bulunabilir?” diye adam aradılar. “Bu işe, sadece Resulullah (sav)’ın çok sevdiği Üsame İbnu Zeyd (radıyAllahu Anh) cüret edebilir” dediler. Üsame (huzura çıkarak), Resulullah (sav)’a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz: “Allah’ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi taleb ediyorsun?” diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu: “Sizden öncekileri helak eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terkedip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah’a yemin olsun! Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim.” (Buhari, Hudud 11)
Birinci örnekte kişilerin hükme sadakatlarını gösteriyor ve günahtan temizlenmek için hükmün tatbikini istiyor. İkinci örnekte ise işlenen günahtan dolayı hükmün hiçbir kimsenin arzu ve hevasına göre düzenlenemeyceğinin ciddiyeti gösteriliyor. Fakat aynı durumu bugün Müslümanlar arasında pek göremiyoruz. Günah işlemekten rahatsız olmayanların sayısı hergün biraz daha artarken bununla da yetinmeyip hükümleri evirip-çeviriyorlar. Yine buna dur diyecek bir güç/sulta olmadığı için insanlar işledikleri veya yapmak istedikleri haram işler için yönetimlerden gücüne göre/maddi veya adamını bularak destek buluyor. Rüşvet vermenin haramlılılığı bilindiği halde “rüşvetsiz bu işler olmaz” diyerek yöneticilerle birlikte bu cürümü yerine getiriyorlar. Hayatlarında kapitalizmin uygulanmasına göz yumuyorlar, küfür kanunları ile yöneten yönecilere her türlü desteği vererek onların iktidarlarını sağlamlaştırmak için aşırı derecede ileri gidiyorlar. Onların işlediği haramlara ortak olmakta ısrar ederek günahlarını artırıyorlar.
Günaha tevbe etmek imanın gereklerini hatırlamaktan geçer. Maalesef bunu hatırlamak şöyle dursun günah üzerinde ısrar etmek normal bir hal almıştır. Durum böyle olunca da insanların bir kesiminin haramlarda, günahta ve küfründe derinleştkleri görülmektedir.
Toplum içerisinde bazı kişilerin/bireylerin işledikleri günahları ile pek göze batmadıkları görülür. Fakat iki kesim var ki bunlar ne yaparlarsa yapsınlar onların işledikleri haramlar ve battıkları küfür bataklığı hemen gözebatar. Bunlardan birincisi; idareciler, ikinci kesim alim bilinen kişilerdir.
Şuan İslam dünyasında var olan yöneticilerin geneli zalimdirler. Bu zalimliklerinin temelinde yatan etken onların İslam’a karşı olan tavırlarıdır. Sömürgecilerin kolluk görevlisi olan yöneticileri azgınlaştıran haramlarda ve küfürde ileri gitmeleridir. Sebebi ise sömürgecilere olan bağlılıkları ve İslam’a olan düşmanlıklarından kaynaklanmaktadır. Bunun yansımasını iki şekilde görmek mümkündür. Birincisi; İslam ile mücadele, ikincisi; küfürlerini pazarlamada ileri gitmektir. İslam âleminde her iki vasfı da taşıyan yöneticiler bulunmaktadır. Bazı bölgelerde (Özbekistan’da olduğu gibi) İslam ve daveti üstlenen Müslümanlarla savaş eden yöneticiler mevcuttur. Azgınlıklarında ileri gitmelerinin nedeni heva ve heveslerinin esiri olmalarındandır. Bu durum Firavunun, Ebu Cehilin küfründe derinleşmesi ile eşdeğerdir. Elbette ki bu gibiler ancak zulümde derinleşirler.
İdareciler arasında inandıkları küfür düşüncelerini savundukları gibi bu işin taşımacılığını da yapan kişiler de mevcuttur. Demokrasi havarisi kesilen Türkiye, Tunus yöneticileri gibi. Tayyib Erdoğan’ın Türkiye halkıyla yetinmeyip Mısır Müslümanlarını laikliğe davet etmesi küfür düşünceleri etrafında derinleşen yöneticilere bir örnektir.
Yine bunlar küfürde derinleşmekle kalmayıp bu konuda uzmanlaşmışlardır. Kur’an’ı Kerim yöneticilerin küfürlerinde derinleşmelerini aşırı gitmek, saptırmak ve azgınlaşmak adı altında ele almaktadır.
Alimlere gelince; onların işleri haramların önüne geçmekle günah işlemekten kurtulmaktır. Fakat son dönem böylesi cüretkar alimleri görmek pek zor. Alim diye bilinen büyük bir kesim yöneticilerin işledikleri haramlara ortak olarak günahlarını kat be kat artırıyorlar. Bu ısrarları onları gereği gibi alim olanlar safından çıkartmaktadır.
Günah sevilmeyendir. Günah işleyeni Allah sevmediği gibi kulları nezdinde de günahkârların itibarı olmaz. Çünkü onlar şeytanla arkadaş olmuştur. Günahlarında ısrarcı olmakla düzen sahibi, herşeye düzen koyan Allah’ın hududlarını aşmıştır. Allahu Teala şöyle buyurdu:
“…Allah, çok nankör ve günahkar hiçbir kimseyi sevmez.” (Bakara 276)
Eğer Müslümanlar olarak Allahın sevgisine mazhar olamk istiyorsak günalarımızda ısrarcı olmayı bırakıp tövbe kapısına koşmalıyız. Yani hatalarımızı görerek, ısrarcı olmaktan vaz geçip O’nun rızası doğrultusunda hareket etmeliyiz. Bu bizlere Allahu Teala’nın sevgisini kazandıracaktır:
“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekatı veren, Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz.” (Nisa 162)
Tahir Şanlı