İzzetli kıyamlarının ardından, 29 Haziran 1925’te 46 arkadaşı ile birlikte idam edilerek şehid edilen Şeyh Said Efendi ve arkadaşlarının şahadetlerinin üzerinden 90 yıl geçti. Şeyh’i ve arkadaşlarını rahmetle yâd ediyor ve Rablerinin katında nimetlerin en güzeli ile karşılanmalarını niyaz ediyorum.
Muvahhid, âlim ve mücahid kişiliği ile Şeyh Said Efendi ve dava arkadaşları, “İmam (Halife) kalkandır, ümmet onun arkasında savaşır ve onunla korunur.” mealindeki hadisi ve yine yöneticinin İslam’dan vazgeçip küfür ile hükmettiği zaman, kendisine karşı savaşılması gerektiğini ifade eden hadislere riayet ederek, şer’i anlamda olması gereken bir kıyamı gerçekleştirdiler.
Osmanlı devletinin son dönemlerinde, İslam ve Müslümanların ezeli düşmanı olan Kâfir Batı, Müslümanlardan bir kısım insanları kandırarak yanına çekip, uşağı haline getirmeyi başardı. Bu uşak ve hainler ile birlikte İslam devletini yıkıp yerine seküler bir zemin üzerinde Cumhuriyeti ilan ettiler. Hemen ardından Hilafeti kaldırarak, yönetimde İslami kurallardan vazgeçip, yerine batının fasit ve küfri nizamları ile Müslümanlara tahakküm etmeye başladılar. Batı hayranı kadroların bu uygulamalarına karşın İslam beldelerinde irili ufaklı birçok kıyam hareketi başladı.
Hilafetin kaldırılması ile memleketteki İslam âlimleri, süreci kaygı ile izleyip ve yeni yönetimin İslam’a olan düşmanlığını fark ederek bir hal çaresini düşündüler. Dönemin ileri gelen İslam âlimlerinden olan Şeyh Said Efendi de cumhuriyetin kuruluş ve Hilafetin kaldırılması sürecini takip etmiş, sürecin İslam ve Müslümanlar aleyhine ilerlediğini görmüştür. Yaşadığı Kürdistan beldelerindeki âlimler ile bir araya gelmiş ve birçok istişarede bulunmuştur. Bu istişareler için yaptığı seyahati daha bitmemiş iken, ileride gerçekleştirmek istediği kıyamın hazırlıkları içinde iken, bir provokasyon sonucu kıyam erkenden patlak vermiştir.
Devlet, söz konusu bu kıyamı diğer Müslümanlardan destek bulmaması için, iç kamuoyuna Kürtçü bir hareket olarak, hatta yabancı devletler ile işbirliği içinde olup, bir Ermeni devleti kurma iddiası ile karalarken, dış dünyaya da bu hareketi dinci bir hareket olarak propaganda ettirmiştir. Bir taraftan devletin oynadığı bin bir türlü entrikalar, diğer taraftan kendisi ile yüzyıllarca mücadele edip kaldırdıkları Hilafetin tekrar vücut bulmaması için devlete yardım eden kâfir batı ve bazı yerel hainlerin ihanetleri sonucu kıyam başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Kıyam kanlı bir şekilde bastırılıp, öncüleri idam edildikten sonra, çıkarılan yasalar ile devlet, genel anlamda ülkede terör estirmiş ve özel olarak Kürtlere yönelik çok acımasız uygulamalara girişmiştir. Toplu katliamlar, hapsetmeler, sürgünler ve her türlü asimilasyon yöntemleri devreye konulmuştur. Uygulanan bu zulümler, son otuz beş yılımızı kendisi ile geçirdiğimiz bu kirli savaşın da doğmasına sebebiyet vermiştir.
Resmi tarih ve sistemin bakışına göre Şeyh Said kıyamının vakıası bellidir. Diğer taraftan Şeyh Said Efendi’nin Kürt halkı için olan değer ve itibarını bilen seküler yapılar, Şeyh’in kıyamına sahip çıktıklarını söyleyerek kıyamı milliyetçi unsurlar ile süslemeye çalışırlar.
Oysa kıyama tanıklık eden dedelerimizin anlattıkları, kıyamı inceleyen Kürtçü kimliği ile öne çıkan birçok şahsiyet, İslami düşünceleri olmayan yerli ve yabancı birçok tarihçi, Hilafet düşüncesine karşı olan birçok İslamcı yazara göre de Şeyh Said Efendi’nin kıyamı tamamen İslami bir kıyamdır. Bütün belgeler de kıyamın İslam Şeriatının ve Hilafetin tekrardan geri getirilmesi için yapıldığını göstermektedir.
Kısaca, Şeyh Said Efendi ne yabancı devletlerin, ne ırkçı cemiyetlerin ne de her hangi bir yerin adamı değildi. O, davasının adamı idi. Davası da İslam’dan başka bir şey değildi. Darağacına doğru giderken şunları söyledi: “Eğer Allah ve Din için kavga vermişsem, basit dallarda asılmaktan perva etmem.”
Şeyh Said, İslam Şeriatının kendisi ile uygulandığı Hilafet için kıyama kalkmıştır. Yayınladığı bir bildirisinde şöyle diyordu: “Halife sizi bekliyor. Hilafetsiz Müslümanlık olmaz. Şiarınız dindir, şeriat isteyiniz.”
Yine Şeyh Said, olayların içine isteği dışında çekilen, bir anda kendisini çatışmanın ortasında bulan bir şahsiyet değildi. O, olayın baş aktörü ve kıyamın başından sonuna kadar kıyama önderlik etmiştir. Kıyamının başlangıcında ve yayınladığı bildirilerde önce “Emir’ul Mücahidin”, sonraları da mücahitlerin hizmetkârı anlamında “Hadim’ul Mücahidin” ünvanını kullanmıştır.
Şeyh Said’in davasına sahip çıktığını iddia eden Kürt milliyetçileri, Şeyh’e iftira etmekte ve sadece Şeyh’in Kürtler nezdindeki itibarını kullanmak istemektedirler. Şeyh, “Şimdiki hükümet, mütemadiyen dinsizlik neşretmektedir. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor.” Diyerekten küfre ve ahlaksızlığa karşı mücadele ederken, seküler ulusçu Kürtler, her fırsatta İslam’a saldırmakta ve Kürt halkını fikren ve ahlaken ifsat etmektedirler.
Şeyh Said’in kıyamına sahip çıkmaktan sakınan Müslümanlara soruyorum. Sizler onun savunduğu İslam şeriatını savunmuyor musunuz? Yoksa resmi tarihin sayfalarında yabancılar ile işbirlikçi bir hain olarak vasıflandırıldığı için mi onun yanında olmaktan korkuyorsunuz? Şeyh’in ismi, Muhammed Said iken, karşısında onu yok etmeye çalışan Kemal isminin önünde “Ahmet” mi vardı? Oysa Şeyh, mahkemede şöyle diyordu: “Kitaplarda geçiyor, ne vakit İmam şeriat ahkâmını icra etmezse, bu ayaklanmanın meşruluğuna, cevazına delildir.”
Yine, Şeyh Said Efendi’nin yolunda gittiklerini ifade eden Müslümanlara sormak istiyorum. Şeyh’in yolu, kendisine başkaldırdığı küfür nizamının bir parçası olmak mıdır?
Şeyh’in yolu, O’nu karalayan, davası olan İslam ile mücadele eden demokratik meclislere girmek midir? Hayır.
Şeyh Said Efendi’nin davası da yolu da küfürden uzak sadece İslam idi ve Şeyh şöyle haykırıyordu; “Hayır! Andolsun Allah’a ki, yalnız ben ve elimdeki asa bile kalsa bâtılın karşısına çıkıp kıyam edeceğim. Şehid olana kadar da mücadelemden de asla dönmeyeceğim.”
Şeyh, İslam’ın otoritesiz yaşanamayacağını biliyordu. Hilafetin kaldırılması ile Müslümanları koruyan kalkan’ın kırıldığını biliyordu. Öyle ki ailesini bırakıp yollara düştüğünde hanımı, “bizim namusumuzu kim koruyacak” dediğinde Şeyh, “islamın namusu ayaklar altındadır” diyerek hanımına çıkışmıştır.
Evet, Şeyh Said, İslam akidesine inanan ve bu akideden doğan şeriata inanıp teslim olan bir âlim, bir mücahit, bir önder ve feraset sahibi mümtaz bir şahsiyettir. Mevcut vakıa karşısında İslam Şeriatı gereğince ne yapması gerektiğini bilen ve üzerine düşen sorumluluğu yerine getirerek bize güzel bir miras bırakmıştır.
Şeyh’in davasına sahip çıkmak; İslami hayatın kendisi ile yeniden başlayacağı Hilafet devletinin kurulması için çalışmaktır. Başka yollara savrulmak Şeyh’in davasını unutmak emanetini yerde bırakmaktır.
@Ausalp
Köklü Değişim