24 Kasım 2015 tarihinde Rus savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinin ardından bir yaygara kopartıldı.
Ya Rusya doğalgazı keserse diye başlayan cümleler hayatın rahatlığına bağımlı hale gelmiş ruh halini bir anda gözler önüne serdi. İslam akidesi ve bu akideden çıkartılmış hükümler insandan uzaklaştığında nasıl da menfaatperest ve nasıl da insan dışı bir hal aldığını açık bir şekilde görmüş olduk. Bir tarafta dağlarda soğuktan donmak üzere olan ve üzerlerine bomba yağdırılan Suriyeli Türkmen Müslümanlar diğer tarafta doğalgazı kesilir ise soğuk suyla nasıl abdest alacağını düşünen ve hayıflanan Müslümanlar.
Rusya’nın doğalgazı kesip kesmeyeceği tartışmaları enerji politikalarını bir kez daha gündeme getirdi. Müslümanlar kâfirlerin tasallutundan ve aşağılamasından kurtulmak istiyorsa mutlak surette kendilerine has bir enerji politikası üretmek zorundadır. İşte bu gerçeği Köklü Değişim tarafından yayınlanan araştırma dosyasında ele almıştım. Gündeme binaen tekrar hatırlatmakta fayda olacağını düşünerek kısaltılmış halini sizlerin beğenisine sunuyorum.
Doğalgaz
Dünya da enerji tüketiminde doğalgaz %23,8 oranla petrol ve kömürün ardından üçüncü büyük paya sahip fosil yakıttır. 2011 yılı sonunda dünyadaki doğalgaz rezervlerine bakıldığında “80 trilyon m3 ile %38,4’ü Ortadoğu’da, 74,7 trilyon m3 ile %35,8’i BDT’nda ve Rusya’da, 16,8 trilyon m3 ile %8’i Asya Pasifikte, 14,7 trilyon m3 ile %7’si Afrika kıtasındadır.”[i] ABD dünya doğalgaz rezervlerinin %4’üne sahip olmasına rağmen dünya doğalgaz üretiminin yaklaşık %20’sini gerçekleştirmektedir. 2011 yılı sonu itibariyle dünyada toplam 3,2 trilyon m3 doğalgaz üretilmiş, bu oranın 651 milyar m3’ünü ABD tek başına üretirken, Rusya 607 milyar m3’le ikinci sıradadır. ABD’nin özellikle son yıllarda kaya gazı üretiminde birçok atılım gerçekleştirmesiyle önümüzdeki yıllarda önemli bir gaz ihracatçısı olacağı öngörülmektedir.
Türkiye’de Doğalgaz, petrolde izlenen politikalara benzer bir yapı arz etmektedir. Türkiye’de mevcut aramalar neticesinde yaklaşık 7 milyar m3 doğalgaz rezervinin vardır. Bu rakamı Türkiye’nin yıllık tükettiği doğalgazla eşleştirildiğimizde oldukça küçük bir rakam olduğu ortaya çıkar. Türkiye 2011 yılı itibariyle 44 milyar m3 gaz tüketmiş bu gazın %58’i Rusya’dan, %19’u İran’dan, %9’u Azerbaycan’dan, %9’u da Cezayir’den, geriye kalan %3’ü ise farklı ülkelerden ithal edilmiştir. Toplamda tüketilen gazın %98’i ithal yolla karşılanmaktadır. İthal edilen gazın 2011 sektörlere göre dağılımı: Elektrik %47.89, konut %25.64, sanayi %26.46’dır.
Türkiye’de genel enerji tüketiminin en büyük payı tamamına yakını ithal edilen doğalgaza aittir. Genel enerjideki oranı %32’dir. UEA’nın 2011 son raporuna göre ülkelerin 2011-2035 yılları arasında enerji sektörüne toplam 38 trilyon dolar yatırım yapılacağı tahmin edilmektedir. Bunun 10 trilyon doları petrol sektörüne, 9,5 trilyon dolarının ise doğalgaz sektörüne yapılacağı ön görüsü mevcuttur. Bu bilgiler ışığında özellikle küresel ve bölgesel devletlerin enerjiye ne kadar büyük bir önem verdiklerini göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Türkiye’nin petrol ve doğalgazdan yoksun olduğunu kabul etsek dahi ülkenin bulunduğu özel konumu itibariyle yani dünya petrol rezervlerinin %65’i ve dünya doğalgaz rezervlerinin %70’inden fazlası Türkiye’yi çevreleyen Ortadoğu, Hazar Havzası ve Rusya Federasyonunda bulunmaktadır. Bu doğrultuda, bu petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına ulaştırılması hususunda çeşitli projeler geliştirilmiştir. Bunların belli başlı olanları şunlardır:
Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol ana ihraç boru hattı. Doğu batı enerji koridorunun en önemli hatlarından biri olup bu proje 2006 yılında faaliyete girmiş günlük yaklaşık 700 bin varil ham petrol, hazar havzasından Ceyhan terminaline taşınıp buradan dünya pazarına ulaştırılmaktadır. Bu hatta gerek Azeri gerek Kazak gerekse de Türkmen petrolü sevk edilmektedir.
Samsun-Ceyhan ham petrol boru hattı projesi. Kuzey güney enerji koridoru olarak tasarlanan bu proje özellikle Türkiye boğazlarının yılda milyonlarca ton petrolün gemilerle taşınmasının ciddi tehlike oluşturmasından dolayı ortaya konulmuş bir projedir. Fakat proje hala nihayetlenmemiştir. Bu konuda Rusya ile müzakereler devam etmektedir.
Hazar-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru hattı (DGBH) projesi. BTC boru hattına paralel olarak inşa edilen bu hat Hazar bölgesi ülkelerinde üretilecek doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını hedeflemektedir. Bu hattın yıllık doğalgaz taşıma kapasitesi 20 milyar m3 olup doğu-batı enerji koridoru açısından önemlidir. 2007 yılında (Şah Deniz Projesi, Bakü- Tiflis- Erzurum) hattı faaliyete girmiştir.
Türkiye-Yunanistan doğalgaz boru hattı (ITGI) projesi. 2007 yılında devreye giren bu proje, Güney Avrupa gaz ringi hattının ilk ayağını oluşturmakta, Türkiye bu hatlarla doğu-batı arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Projenin diğer ayağı olan Azerbaycan (Şah Deniz Faz II) ayağının tamamlanmasıyla bu hat Yunanistan’dan İtalya’ya uzanacaktır.
Nabucco doğalgaz boru hattı projesi. Ortadoğu ve Hazar bölgesi doğalgaz rezervlerini Avrupa pazarlarına ulaştırmayı ön gören bu proje, Türkiye-Bulgaristan-Romanya–Macaristan ve Avusturya güzergâhlarını içine almaktadır. Hattın uzunluğu 4.000 km olup yılda yaklaşık 30 milyar m3 doğalgaz taşınması ön görülmektedir. Proje yatırım maliyeti 8 milyar Euro’dur. Bu projenin 2017 yılında ilk kapasitesinin devreye alınması ön görülmekte fakat şu ana kadar bu proje hayata geçirilememiştir. Bu hatta paralel olarak Rusya’nın Güney Akım projesini ortaya koyması Nabucco’nun hayat bulmasının önündeki en büyük engel olarak durmaktadır.
Trans Anadolu doğalgaz boru hattı (TANAP) projesi. Şah Deniz II havzasından çıkan doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya transit taşınması ön görülmektedir. 2012 yılında Türkiye-Azerbaycan arasında imzalanan anlaşmayla projenin 2018’de hayata geçirilmesi hedeflenmektedir.
Irak-Türkiye doğalgaz boru hattı projesi. Irak doğalgazının Türkiye ve Avrupa’ya taşınması hedeflenmektedir. Bu doğrultuda 2009 yılında Türkiye ve Irak arasında bir mutabakat zaptı imzalanmış, bu zapta göre Irak doğalgazı önce Türkiye’ye sonra da Türkiye üzerinden Ceyhan’a kurulacak LNG terminali vasıtasıyla Avrupa’ya ve dünya pazarlarına taşınması hedeflenmektedir. Proje hayata geçerse yıllık 12 milyar m3 gaz taşınmış olacaktır.
Türkiye 2005-2012 yılları arası enerji ithaline toplamda 313 milyar dolar para harcamıştır.
Bu kadar önemli enerji kaynaklarının bulunduğu bir çevrede olan Türkiye, özel konumunun sağladığı onlarca avantaj enerji hattı projesine ev sahipliği yapmasına rağmen, enerjinin Türkiye’de hâlâ en önemli sorun olarak durması bu enerji koridorunu kullanamadığının göstergesidir.
İslâm beldeleri, bir asrı aşkın bir süredir sömürgecilik çatışmasının merkezi olmuştur. Zira sanayileşme için esasi olan enerji kaynakları açısından zengin bir yerdir. Bununla birlikte İslâm beldelerine üstünkörü bir bakış, ne yazık ki çelişkilerle dolu bir tablo ortaya koymaktadır. İslâmî toprakların sahip olduğu kuvvetler özetle şöyledir:
– Dünya petrol rezervlerinin %70’i, yani dünyanın geri kalan rezervlerinin toplamının iki katı İslâm beldelerindedir.
– Dünyanın günlük petrol talebinin %42’si İslâm beldelerinden karşılanmaktadır.
– Dünya doğalgaz rezervlerinin %54’üne sahiptir.
– Dünyanın en büyük petrol sahası olan Ğavâr petrol sahası Suudi Arabistan’dadır.
– Dünyanın en büyük doğalgaz sahası olan Güney Fars yataklarının kuzey kesimi İran ve Katar’dadır.
– İran dünyanın en büyük doğalgaz rezervine sahip ülkedir. Dünya toplam doğalgaz rezervinin % 15’i İran’dadır.
– Şuaybe enerji santrali ve rafineri tesisleri; Suudi Arabistan’daki petrol yakıtlı bir CCGT (kombine doğalgaz çevrim türbini)[i] enerji ve rafineri kompleksidir ve dünyanın en büyük fosil yakıtlı enerji santrali ve dünyanın üçüncü büyük entegre su ve enerji tesisidir.
– Kazakistan, Avustralya’dan sonra dünyanın en büyük uranyum üreticisidir ve yine Avustralya’dan sonra dünyanın en büyük uranyum rezervlerine sahiptir. Kazakistan tek başına dünya uranyum rezervlerinin %20’sine sahiptir.
– Pakistan, resmî olmamakla birlikte ABD’den sonra dünyanın en büyük kömür rezervlerine sahiptir. Sind eyaletindeki Thar kömür sahası, dünyanın en büyük kömür sahasıdır.
– 1972’de kurulan Brunei sıvılaştırılmış doğalgaz tesisi, dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz tesisidir.
– Katar, Endonezya ve Malezya, dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz ihracatçısıdırlar.
İslâmî topraklar, sahip olduğu bu muazzam kuvvetlere rağmen pek çok yere elektrik ulaştıramamış derme-çatma bir enerji altyapısına sahiptir. Suudi Arabistan ve Körfez devletleri gelişmiş enerji altyapılarına sahip oldukları halde halklarının çoğu fakirlik içinde yaşamaktadır. Basra Körfezi ve Hicaz’daki enerji altyapısının önemli bir kısmı İngiltere ve Amerika tarafından kurulmuş, oldukça kısıtlı bir teknoloji transferi yapıldığı için bölge ağırlıklı olarak Batı’ya bağımlı hale getirilmiştir.
Dikkat etmek gerekir ki her petrol aynı değildir. İncelik-kalınlığı ve kimyasal bileşimi açısından bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir. Ortadoğu’dan pompalanan petrol, kalite açısından tercihe şayandır. Çünkü ham petrolün hafif “sweet” (kükürtsüz) türünden olduğu için çıkarılması nispeten daha kolay, rafine edilmesi daha ucuzdur. Tam aksine Hazar havzasından çıkarılan daha ağır olan ham petrolün çıkarılma ve rafine edilme maliyeti hem daha fazla hem de çevre kirleticidir.
En büyük enerji servetlerine sahip İslâm beldeleri Ortadoğu ülkeleridir. Özellikle İran ve Katar’ın son derece muazzam doğalgaz rezervleri vardır. Endonezya petrol üretiminde 1970’lerde pik yapmış olsa da dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz ihracatçıları arasındaki yerini korumaktadır. Nijerya, Çad ve Gambia’nın da kayda değer petrol ve doğalgaz rezervleri vardır ancak kıyıdan uzak derin deniz kuyularında hapsolma eğilimi göstermektedir. Türkiye ve Pakistan nispeten fakir petrol kaynaklarına sahip olsalar da Pakistan’ın henüz çıkarılmamış muazzam doğalgaz ve kömür rezervleri vardır ve Türkiye’nin de keşfedilmeyi bekleyen muazzam rezervleri olduğu sanılmaktadır. Orta Asya ve Hazar havzaları, Ortadoğu’ya alternatif kaynaklar olarak yansıtılmış olsa da oradaki kaynakların çıkarılmasındaki meşakkatler, pek çok özel şirketin yatırımdan çekinmesine neden olmuştur. Kazakistan ve Azerbaycan’da muazzam petrol ve doğalgaz rezervleri vardır, ardından Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan gelmektedir.
Petrol üretiminin artmaya devam etmesine ve tüketimin yükseliş trendinde olmasına rağmen, dünya çapında son 30 yılda oldukça az sayıda rafineri tesisi kurulmuştur. Dünyanın en büyük petrol rezervlerine -ki bu %61 civarındadır- sahip ve dünya petrolünün %31’ini pompalayan Ortadoğu bölgesi, petrolün yalnızca %8’ini rafine edebilmektedir. Artan petrol talebine rağmen dünya petrolünün %76’sı, oldukça az petrole sahip bölgelerde rafine edilmektedir. ABD dünya petrolünün %20’sini, Avrupa %22’sini ve Uzakdoğu %27’sini rafine etmektedir.
Sonuçta İslâm beldeleri petrolde aslan payına sahip olduğu halde petrolü rafine etmekten aciz kaldığı, o nedenle petrolün çoğunu Uzakdoğu ve Avrupa’ya rafine edilmek üzere pompalayıp sonra elde edilen petrol ürünleri İslâm dünyasına yeniden satıldığı için bu kadar rezerve sahip olmak esas itibariyle işe yaramaz hale gelmektedir.
Hilâfet Devleti’nin Enerji Politikası
İslâm âleminin sanayileşmekten aciz durumda oluşunun, madenî servetlerinin avantajını değerlendiremiyor oluşunun asıl sebebi Müslümanların başındaki yöneticilerin Müslümanların bu düşük durumunu yükseltmeye dönük hiçbir istek ve niyete sahip olmamasıdır. Bu yönlendirme eksikliği, ortaya çelişkilerle dolu bir İslâm âlemi çıkarmıştır. Suudi Arabistan, petrol kaynaklarının muazzam miktarına bakılırsa bugün dünyanın süper güçlerinden biri olmalıydı. Oysa isteksizlik ve yabancı müdahale sonucu Suudi Arabistan, başlangıçta İngiltere, şu anda ise Amerika etrafında dönen bir uydu devlet haline gelmiştir. Tıpkı diğer devletçikler gibi…
İslâm Halife’ye Ümmet’in işlerinin sorumluluğunu üstlenmesini emretmiş, bu hususta onun hesaba çekileceğini bildirmiştir. Pek çok Kur’an ayetinde Allah Subhanehû ve Teâlâ Ümmet’e İslâm’ı tüm dünyaya yaymalarını, insanları küfrün ve zulmün karanlıklarından İslâm’ın aydınlığına çıkarmalarını emrederken diğer pek çok ayet de İslâm Ümmeti’ni, bu karakterlere uygun olmak üzere insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet kılmıştır. İslâm’a davet, küresel olarak bir kuvvetlilik imajı projeksiyonuyla gerçekleştirilir. Öyle ki Ümmet üzerinde plan ve entrika kuranlar, onun “saldıralım mı, saldırmasak mı acaba?” dedirtecek caydırıcı gücünü hesaba katmadan kımıldayamasınlar. Bu yöndeki birçok ayet Hilâfet Devleti’nin, tüm vatandaşları için ulaşılabilir kılmak amacıyla enerji kaynakları üzerinde hâkimiyet sahibi olmasını gerektirmektedir.
Petrol ve doğalgaz dünyanın en önemli emtialarıdır. Modern hayattaki motorlar, günümüz toplumlarının fonksiyonel her alanıyla bağlantılı hâle gelmiş durumdadır. Sanayileşme oranı ise enerjiye ulaşılabilirlik oranına bağlıdır. Hatta modern tarım alanları dahi, üretilen gübre yoluyla doğalgaza bağımlıdır. Fakat petrol ve doğalgaz sınırlı kaynaklardır ve yenilenebilir değildir. Toplum yaşamı için kaçınılmazdır. Bu da maslahatları gereği bunların toplum tarafından paylaşılması ve özelleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmektedir.
Hilâfet’in enerji politikası, aşağıdaki realiteler göz önünde bulundurularak benimsenecektir:
– Enerji sanayileşme için kaçınılmaz olduğundan Hilâfet’in enerji politikasına bakışı bu yönde olacaktır. Yani enerjinin en fazla tüketiminin gerçekleştiği yer olan sanayinin hızlı, büyük ve de her alanı kapsayacak çeşitlilikte olmasının en önemli basamağını oluşturan enerjinin kesintisiz, güvenli, hızlı ve de en az maliyetle üretilmesi meselesi hayati öneme sahip olacaktır. Bu meyanda ister İslâm coğrafyasının farklı bölgelerinden çıkarılan, çıkarılabilecek kömür, uranyum, toryum gibi kaynakların birinci elden enerjide kullanılması meselesi olsun, isterse petrol, doğalgaz gibi kaynakların ihtiyaca göre ikinci derecede enerji elde edilmesinde kullanılması meselesi olsun, isterse de alternatif enerji kaynaklarının doğrudan kullanımını sağlamak amacıyla bu kaynakların verimliliğini yükseltip bunlardan maksimum düzeyde istifade edilmesi meselelerinin tamamı özellikle oluşturulacak ağır sanayi bölgelerine enerji temin etmek adına, tamamından en yüksek değerden istifade edilecektir.
– Enerji yurtiçi pek çok ihtiyaç için vazgeçilmez olduğundan Hilâfet Devleti’nin, İslâm beldelerindeki mevcut enerji altyapısını inşa etmesi gerekecektir. Sanayi’nin temel unsurlarından olan, ısıtma, soğutma, aydınlatma, ulaşım gibi fonksiyonel olan enerjinin yeterli, sağlıklı, zamanında ihtiyaca cevap verebilmesi mutlak suretle güçlü bir enerji alt yapısının inşasıyla mümkün olacaktır.
Bunun için öncelik olarak enerji ihtiyacı olan bölgelerin, bölgede bulunan su, kömür, rüzgâr gibi kaynaklardan yararlanması amacıyla baraj, santral, panel, kolektör gibi enerji üretim istasyonlarının yapılıp buralardan üretilen enerjinin dağıtımının en verimli olması ve bununla ilgili her türlü araç gereç, mühendislik, teknik donanımın hazırlanması sağlanmalıdır. Ayrıca ileri teknoloji isteyen nükleer santrallerin kurulumu için yetişmiş kalifiye insan gücü temini, kullanılacak malzemelerin ihtiyaca cevap verebilecek kabiliyette olmasının tedariki, hammaddenin devamlı ve güvenli bir şekilde olması için, güçlü organizasyonların oluşturulması gibi her alanı kapsayacak çalışmaların yapılması elzemdir. Yine bölgede bulunan her türlü kaynağın en zararsız ve en doğru şekilde kullanılması için gerekli araştırma geliştirme çalışmaları için her türlü donanımın hazırlanması Hilâfet Devleti’nin bütün kaynaklarını en doğru ve etkili kullanabilme adına enerji alt yapısının uzun vadeli, istikrarlı, güvenli bir zemine oturtulması gerekecektir. Bu alt yapı batıdaki gibi merkezî bir sistemi ön görmeyecek, çünkü bir saldırıda tüm sanayi, aydınlatma, ısıtma, soğutma gibi alanlar felce uğrar ki bu hiçbir şekilde kabul edilebilir olmaz. Yine bugün tamamıyla İslâm coğrafyasındaki gibi bir düzensizlik de olmayacaktır. Çünkü belli bölgeler sadece sanayi merkezleri haline getirilirken buraların ihtiyacı olan enerji yüzlerce hatta binlerce km uzaktaki bölgelerden temin edilmekte, bu durum enerjinin verimli kullanılması adına ciddi problemler oluşturmaktadır. Her bölgede, yörede buraların ihtiyacı olan enerjinin karşılanması adına yerel enerji hatları oluşturmak, Hilâfet Devleti’nin enerji alt yapısındaki önceliği olacaktır.
– Petrol ve doğalgaz; hammadde, plastik türevler, tarım, petrokimya gibi şu anda başka alternatifleri olmayan zorunlu kullanım alanları için tahsis edilecektir. Kurulacak Hilâfet Devleti’nin enerji kaynakları muazzam derecede çeşitli olacağı için bunlar gerek fosil yakıtlar olsun gerekse de yenilenebilir kaynaklar bakımından olsun enerji temininde oldukça fazla alternatif sunacaktır. Bu kaynakların kullanımı, ihtiyaç, kaynağın stratejik önemi gibi özellikler dikkate alındığında petrol ve doğalgazdan enerji elde etmekten ziyade bu kaynakların olmaması veya tükenmesi durumunda birçok alanda sıkıntı baş göstereceği göz önünde bulundurularak, özellikle petrol gibi, kullanım alanı çok geniş olan, taşıtların yakıtından sağlığa, tarım, temizlik ürünleri, ulaşım gibi birçok alanda öncelik bu alanların doyurulması olacaktır. Enerji elde etme noktasında diğer alternatifler devre dışı bırakılarak petrolden enerji elde etme yoluna gitme isabetli bir siyaset olmayacaktır.
– Petrol ve doğalgaz, şu anda esas olarak bunlara dayalı mevcut teknolojiler olan taşımacılık ve enerji üretimi için de kullanılacak, ancak alternatifleri araştırılacaktır. Bu yaklaşım, Hilâfet’in bu kaynaklardan daha sürdürülebilir bir istifade ile yararlanmasına, gelir elde etme bakımından petrol satışının esnekliğini sağlamasına ve İslâm’a sempatiyle bakıp kucak açmalarına imkân vermek üzere diğer halklara destek olmasına yardımcı olacaktır. Bugün petrolün enerji elde etme dışında özellikle ulaşımda da yoğun bir şekilde kullanılması petrol tüketimini daha da hızlandırmaktadır. Kurulacak Hilâfet Devleti özellikle ulaşım noktasında araçlarda yakıt olarak petrol ve doğalgaza alternatif olan elektrik enerjisi, yine bugün gemilerin hareketini sağlayan nükleer yakıtın, tüm ulaşım araçlarında kullanılabilmesini sağlama vb. çalışmaların yoğunlaştırılmasına yönelik çalışmalar yapılacaktır. Tabii ki ihtiyacın kaçınılmaz olduğu yerlerde petrol ve doğalgazdan enerji üretilecektir. Petrol ve doğalgazın yerinde kullanılması elbette İslâm Ümmeti’ne fazlasıyla yetecek duruma gelecektir. Dünya devletleri için stratejik öneme sahip bu kaynaklar Hilâfet Devleti tarafından siyasi ve iktisadi bir güç olarak kullanılacaktır.
Allah’ın izniyle kurulduğu zaman Hilâfet Devleti, daha ilk günden itibaren üç temel sıkıntıyla karşılaşacak, bunlarla başa çıkması gerekecek ve Hilâfet’in enerji politikasını bu eksen belirleyecektir:
1. Hilâfet Devleti, daima muharip konumda bulunması itibariyle kuvvetle muhtemelen hızla sanayileşen bir devlet olacak, bu da enerji kullanımını kritik önemde tutacaktır.
2. ABD’nin ve dünyanın küresel güç çıkarlarının, hâkimiyetinin korunması adına kuvvetle muhtemelen askerî saldırı durumu söz konusu olacaktır.
3. Sanayileşme oranı, enerjiye ulaşılabilirlik oranına bağlı olduğu için pek çok İslâm beldesindeki oldukça zayıf enerji akımı ve elektrik altyapısı, ağır sanayilerin ihtiyaçlarını karşılayacak baz yükünü (minimum enerji ihtiyacını) temin edebilecek hale getirilmeyi gerektirecektir. Üstelik İslâm beldelerinin pek çoğunda yerel ve ulusal şebekelerin merkezî yapısı, elektrik santrallerine düzenlenebilecek muhtemel bir saldırıda çoğu yeri elektriksiz bırakabilecektir.
Birinci sıkıntı, ancak Hilâfet Devleti’nin petrol, doğalgaz ve diğer enerji kaynaklarını bizatihi tedarik etmeyi güvence altına almasıyla aşılabilir. Şayet Hilâfet Devleti, Ortadoğu dışında başka bir yerde kurulursa, başlangıçta enerji tedarikini güvence altına almakta birtakım zorluklarla karşılaşmaya başlayacaktır. Bir örnek verelim, Bangladeş’in mevcut doğalgaz rezervleri, şu anki tüketim oranlarına göre önümüzdeki 40 yıl ülkeye yetecek tedarike sahiptir, ancak Hindistan ile ihracat anlaşmasının gerçekleşmesi halinde bu süre 12 yıla düşecektir. Mevcut rezervler, mevcut durumdan daha hızlı boşalacaktır. Buna benzer sebeplerden dolayı hem Venezuela’da Hugo Chavez, hem de Rusya’da Vladimir Putin, kaynakları için böyle bir millileştirme politikası izlemişler, kaynaklarını Batı’ya pompalamaktan ziyade ülkenin ekonomik kalkınmasına yönlendirmişlerdir.
İlk andan itibaren petrolün kullanımı, silahlı kuvvetlere, petrokimya endüstrilerine, taşımacılık, havacılık ve tarımsal üretime tahsis edilecektir. Hâlihazırda dünya çapında taşımacılığın %90’ının petrole bağımlı olduğu dikkate alınırsa alternatif taşımacılık imkânlarının geliştirilmesi gerekecektir. Bu, kamu araçlarının ve kişisel otomobillerin sıvılaştırılmış doğalgaz (CNG) kullanımını da içermektedir. Pakistan’ın yaklaşık 25,1 trilyon ft3 (feetküp) ispatlanmış doğalgaz rezervleri vardır. Dünyanın doğalgazlı araç kullanıcılarının en fazla olduğu yarışta Brezilya ve Arjantin’i geride bırakan Pakistan, sıvılaştırılmış doğalgazla (CNG) çalışan araçların en fazla bulunduğu ülke olmuştur.
Bu da gaz rezervlerinin enerji sektörleri için değil taşımacılık için korunması gerektiği anlamına gelmektedir. Böylelikle elektrik üretimi, kömür, nükleer enerji ve yenilenebilir kaynaklara bağlı hale getirilmiş olur. Öte yandan Hilâfet Devleti’nin, muazzam enerji programı için nükleer enerjiyi kullanması gerekecektir. Çünkü nükleer enerjide Hilâfet’in yeni sanayi alanlarının gereksinim duyacağı masif enerji üretim kapasitesi vardır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere enerji kaynaklarının çeşitliliği ve bolluğu Hilâfet Devleti’nin sanayisi ne kadar genişlerse genişlesin tamamına sorunsuz bir şekilde enerji sağlamaya kadir potansiyele sahiptir.
Böylesi bir politika, Hilâfet Devleti’nin karşılaşabileceği diğer sıkıntılarla daha fazla başa çıkabilmesini mümkün kılacaktır.
İkinci sıkıntı olarak Amerika’nın saldırması ihtimali elbette mevcuttur. Nitekim dünyadaki en büyük rezerv olan Körfez petrolü ve doğalgazı, ABD’nin stratejik varlıkları olarak ilk kez tehdit edilmiş olacaktır. Hatırlanmalıdır ki Amerika’nın bir dizi füzeler kullanarak uzun süreli bir saldırıya geçme kapasitesi vardır.
Ancak bu ikilemin kestirme bir cevabı yoktur. Hilâfet Devleti, böylesi bir saldırının gerçekleşme ihtimallerini sıfıra indirmeye çalışacaktır. Bu da Hilâfet Devleti’nin özellikle Ortadoğu bölgesinde neşet etme durumu söz konusu olursa, yüz milyonlarca Müslüman’ın desteğini alacak olması, bölgenin özellikle enerji kaynaklarının odağında olması, bu kaynakların kontrolünün sağlanması başta ABD olmak üzere ekonomilerinin tamamı borsaya dayalı ülkelerde çok büyük krizlere yol açacağından, onlar da kendi içlerinde birçok problemle uğraşmak durumunda kalacaklar ki, bu da onları saldırı düşüncesini bir kez daha gözden geçirmek durumunda bırakacaktır. Yine oldukça süratli ilhak ve genişleme politikası izlenmesiyle, Amerika daha geniş bir alanla uğraşmak durumunda kalacaktır. Yine Müslümanların başındaki yöneticiler tarafından Amerika’nın hizmetine sunulmuş çok sayıda üs bulunduğu, bu tür tedarik hatlarının kesilmesi halinde Amerika’nın hareket kabiliyetlerinin oldukça kısıtlanabileceği de göz önünde tutulmalıdır.
Böyle bir saldırı olsa dahi İslâm Ümmeti birlik beraberliği ile ellerindeki imkânları kullanarak onları caydıracak güce sahiptir. Nitekim Afganistan’da, Irak’ta her türlü iğrençlikler yapılmasına rağmen kâfirlerin Müslümanların ortaya koyduğu irade sayesinde nasıl aciz kaldıklarını biliyoruz. Yine bu Ümmet’in ecdatları, sayı, silah bakımından çok daha zayıf oldukları dönemlerde dahi bugünkü kâfirlerin ecdatlarına nasıl korkular saldıklarını, Müslümanlar da, kâfirler de çok iyi bilmekteler.
Hilâfet, kurulduğu ilk günden itibaren merkezî olmayan bir enerji altyapısı inşa etmek durumunda olacaktır. Merkezî olmayan altyapıda, çok sayıda küçük çaplı santraller yoluyla yerel enerji üretimi önceliklidir. Merkezî şebekede ise bunun aksine tüm ülke az sayıda ancak büyük çaplı santrallere bağımlıdır.
Merkezî enerji altyapısına nispetle, merkezî olmayan enerji altyapısının Hilâfet Devleti’ne kazandıracağı pek çok avantaj vardır:
– Hilâfet, genişleyen bir devlet olacaktır. Bilhassa genişlemeyle birlikte enerji santrallerinin talep gelen yerlerden uzaklığı arttıkça şebeke ağlarının genişletilmesi daha zor, daha pahalı ve daha verimsiz olacaktır.
– Hilâfet Devleti, kuvvetle muhtemelen yabancı bir saldırıya maruz kalacak; bu durumda merkezî olmayan şebeke sayesinde yerel enerji üretimi bölgesel çapta yeniden başlatılabilecek, herhangi bir bölgede enerji kesintisi yaşansa da diğer bölgelerde enerjinin sürekliliği daha kolay sağlanabilecektir.
– İslâmî toprakların çoğunda, nüfusun büyük bir oranı kentlerden ziyade kırsalda yaşamaktadır, dolayısıyla merkezî olmayan enerji altyapısı, günümüz dünyasında görülen yoğun nüfuslu mega şehirlerin, metropollerin veya şehirlerin birleştiği genişlemelerin ortaya çıkmasını önleyecektir.
– Yerel şebekeler, enerjiden mahrum bölgelere elektrik sağlamasında anahtar faktördür.
– Uzun mesafelere enerjinin gönderilmemesi sayesinde daha büyük elektrik santrallerine, ağır sanayi kompleksleri ve hassas tesislere güvenli bir tedarik imkânı kazandıracaktır.
Şebekenin stabilizesi, kombine doğalgaz çevrim türbinleri (CCGT) ve kömür sayesinde baz yük üretimiyle güvence altına alınacak, Hilâfet Devleti nükleer enerji alanında ilerledikçe doğalgazın rolü sınırlanacaktır. Fakat dikkat edilmelidir ki nükleer enerji mümkün olan en stabil baz yük üretim yolu olsa da, nükleer enerji santrallerinin kurulum ve söküm maliyetleri, aşırı derecede pahalıdır. Sanayileşme güçlendikçe, Hilâfet’in enerji tüketim hızı artacak, bu ihtimalle baş edebilmek üzere Hilâfet Devleti’nin alternatif enerji kaynaklarına dönük bir araştırma politikası geliştirmesi gerekecektir.
Merkezî olmayan şebeke sayesinde yerel enerji üretimi, yenilenebilir kaynakların kullanımı yoluyla da sağlanabilecektir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, kullanılacağı bölgenin iklimsel ve coğrafi koşullarına bağlıdır. Rüzgâr, yenilenebilir teknolojilerin en olgunu iken, biyokütle üretimi en istikrarlı olanıdır. Merkezî olmayan bir şebekede en ideal çözüm, her yapının kendi enerji kaynağına sahip olmasıdır. Bu da Hilâfet Devleti’nin benimseyeceği yapı inşaat standartları yoluyla sağlanabilecek, inşa edilecek her yeni yapı, güneş enerjisi, kombine ısı ve elektrik birimleri gibi mikro jeneratörler yoluyla kendi enerji ihtiyacının belirli bir yüzdesini üretmek zorunda kalacaktır. Nitekim Pakistan, Bangladeş, İran, Türkiye daimi akarsuları ve yeryüzü şekillerinin uygunluğu sayesinde muazzam hidroelektrik potansiyelleri, Endonezya ve Malezya’nın muazzam rüzgâr enerjisi potansiyelleri ve aynı zamanda Ortadoğu’nun muazzam bir güneş enerjisi potansiyeli vardır. Dünyada güneşten elde edilecek enerji, tüm fosil yakıtların sağlayacağı enerjiden fazla bir potansiyel barındırmaktadır. Fakat bu muazzam enerji kaynağından yararlanmanın bugün çok düşük değerlerdedir. Özellikle Ortadoğu’nun coğrafi konumundan dolayı güneş her zaman yüksek açıyla gelmekte ve çöller güneş enerjisi yönünden oldukça büyük bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır. Sadece bu kaynakların kullanılması gerekmektedir ki bunu da Hilâfet Devleti en verimli şekilde kullanacaktır. Tüm bu potansiyellere rağmen elbette kurulacak devletin ilk aşamada bir takım sıkıntıları olacak fakat devlet ve tebaanın birlikteliği, ortaya çıkacak tüm olumsuzlukları en kısa sürede ortadan kaldırabilecektir. Yine her bölgede kullanılabilecek enerji kaynakları çeşitliliği, yerel enerji santrallerinin kurulumunu oldukça kolaylaştıracak, buraların ihtiyacı olan enerji çok kısa sürede temin edilebilecek ki bu da üretimin kesintisiz bir şekilde devamını sağlayacaktır.
[1]Kaynak: BP Stalistical Review of World Energy June 2012 [1] Kombine doğalgaz çevrim türbini (Combines cycle gas türbine – CCGT): Elektrik üreten bir türbindir ve açığa çıkan atık ısı, fazladan elektrik üretmek üzere buhar türbininde buhar üretmek için kullanılmak suretiyle etkinlik ve verimlilik katlanmış olur.Koklu degisim dergisi