Her ne kadar Rus uçağının düşürülmesiyle alakalı farklı siyasi tahliller yapılsa da Türk-Rus ilişkilerinin bu noktaya gelmesi sadece uçak kriziyle izah edilebilecek bir durum değildir. Suriye sahasında ki gelişmeler, Viyana toplantısının sonuçları, Rusya’nın Bağdadi’nin örgütünün dışındakilere yönelik saldırıları ve PYD ile Rusya’nın kurduğu ilişki böyle bir krizin oluşması için Rus tarafının özellikle sınırları zorladığını söyleyebiliriz.
Uçak düşürüldükten sonra Türkiye’de ki siyasilerin gösterdiği refleksler, uçağın düşürülmesinde bizzat siyasilerin etkisinin olmadığını gösteriyor.
Uçak krizi ile depresyona giren Türkiye, köşe bucak Rusya ile bir iletişim kanalı başlatabilmek için neredeyse kırk takla attı. En sonunda görüşme oldu. Yapılan açıklama’da Lavrov, “yeni bir şey duymadığını” söyledi. Çavuşoğlu ise, “Eminim duygusallık geçtikten sonra aklıselim kazanır. Sabırla ilişkilerin düzelmesini bekliyoruz ama ömür boyu da böyle gitmeyeceğini bilmemiz lâzım” dedi.
Bu ilk temas kurulana kadar Rusya, ısrarla bu gerilimi daha da tırmandırmaya çalıştı. Türkiye’ye karşı bir takım ekonomik yaptırımlar uyguladı. İş adamlarını tutuklayıp sınır dışı etti. Ticari olarak Rusya’ya giren tırları yoğun kontrollerden geçirdi. Daha da ileri giderek Bağdadi’nin örgütünden Türkiye’nin petrol aldığını, işin başında ise bizzat Erdoğan’ın oğlu olduğunu söyledi. Ayrıca daha önce yayınlanan yolsuzluk tapelerini yayınlayarak direk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldı. Tabi bu durum iç kamuoyunda, Erdoğan karşıtlarını bir anlamda Rusya’nın yanına çekti. Tüm bunlarla birlikte Rusya, Suriye içerisinde özellikle de sınırda operasyonlarını daha da arttırarak yardım tırlarını bile vurdu. Ayrıca S-400 füzelerini Suriye’ye getirdi. Hem de uçak düşürüldükten bir gün sonra Çanakkale boğazından geçerek!
Rusya’nın, Suriye’de yaptığı atraksiyonlara, katliamlara, siyasi ve askeri olarak zemin hazırlayan Amerika ise, krizle alakalı orta yol denebilecek şekilde bir açıklama yaptı. Bir taraftan “Türkiye’nin sınırlarını koruma hakkı vardır” derken diğer taraftan Türkiye’nin üslerinin Almanya, Fransa ve İngiltere’nin kullanması noktasında önünü açtı. Türkiye’nin, Suriye sınırlarını daha fazla güvenli hala getirmesi için baskılarını arttırdı. Uçak kriziyle birlikte, Akdeniz’deki gücünü arttıran Rusya ile birlikte NATO’da devreye girerek Akdeniz’e gemilerle yığınak yaptı.
Türkiye, bilhassa doğalgaz bağımlılığı ve maliyeti yüksek nükleer santral ihalesi sebebiyle Rusya’ya karşı dezavantajlı durumdadır. Fakat Rusya’nın da özellikle bu zor zamanlarında, Türkiye’yi göz ardı edecek hâli yok. Şurası bir gerçek ki, Sovyet Ekonomisi bir anda çöktüğünde, Kızıl Ordu da, aynı hızla çökmüştü. Demem şu ki, bir kısım medyada estirilmeye çalışılan endişeli hava gerçekçi değil. Zaten Rus yetkililerin açıklamaları da bu durumu desteklemektedir.
Gerek Paris saldırıları olsun, gerekse uçak krizi olsun Amerika, bu iki durumu da istismar ederek tüm bölge devletleriyle birlikte herkesin yönünü vahşi Esed rejiminden “terör” ile savaşa çevirdi. Bir dönem en ateşli konuşmalarla “Esed gitmeli” diyen Türkiye bile artık, “Esedli ya da Esed’siz” geçişten bahsediyor. Yine Davutoğlu İngiliz The Times gazetesine “Rusya ortak düşmana odaklanmalı” başlıklı makale yazıyor.
Sonuç olarak Rusya; krizi bahane ederek S-400 füzelerini daha rahat konuşlandırmış oldu. Suriye’de katliamlarını daha da arttırdı. Türkiye’nin yumuşak karnı PYD’ye daha rahat mühimmat desteği sağladı. Cenevre’de, Esed’in elini daha fazla güçlendirdi. Bir daha ki sınır ihlalinde Türkiye, böyle bir şeyi asla aklından bile geçirmeyecek. Nitekim “bilseydik Rus uçağı olduğunu farklı davranırdık”, “üzgünüz” diye açıklama üstüne açıklama yapmaları bunun işaretidir.
Rusya’nın bir takım yaptırımlarına karşılık tek yaptıkları, “eğer Ruslar gazımızı keserse Rus gazına alternatif olarak hangi ülkelerden gaz alabiliriz” şeklindeki Katar ve Azerbaycan ziyaretleridir.
Uçağın düşürülmesine neden olan Türkmenlere gelince; onlar için değişen hiçbir durum yok. Rusya şimdi daha azgın saldırıyor. Türkiye ise sadece seyrediyor.