Home / News / YAZARLAR / Mehmed Aydın / Siyaset vahiy eksenli olduğunda HAK ve ADALET, kapitalist eksenli olduğunda ise DELALET ve İHANET doğurur!
islam devleti default

Siyaset vahiy eksenli olduğunda HAK ve ADALET, kapitalist eksenli olduğunda ise DELALET ve İHANET doğurur!

Bir ülkenin kaderini, yani onun hem Allah indinde hem de dünya toplumları nezdinde konumunu belirleyen en önemli etkenlerden biri siyaset ve o siyaseti güden siyasetçidir. Nedense bu önemli ve elzem misyonu, Müslümanlar özellikle son yüzyılda hiç önemsemediler hatta şeytanlaştırdılar.

Bu konuda belki de en meşhur söz Muhammed Abduh ve Bediüzzaman’a ait. Her ikisi de siyaset için şunu dile getirmiştir; “Şeytan’dan ve siyasetten Allah’a sığınırım”. Bu ve benzeri yaklaşımlar kesinlikle Müslüman toplumlarda var olması istenilen bir vakıa idi. Tabiri caiz ise dışarıya doğru açılan kapıyı açan anahtarı sen kullanmaz veya kullanmaktan çekinir ve uzak durursan, birileri gelir ve senin kaderini belirleyen o kapıyı istediği zaman açar veya seni eve hapseder. Hâlbuki bizim o kapıyı açmamız ve dışarıya çıkabilmemiz için kesinlikle o anahtara sahip olup o kapıyı gerektiğinde açabilme konumunda olmalıyız. Bu örnekten yola çıkarak vermek istediğim hakikat aslında şu. Biz fıtri olarak toplumsal, sosyal bir varlık olmamız hasebi ile düzene, kurala ve onu belirleyene ihtiyacımız var. Kuralları ve düzeni belirleyen biz yani vahiy eksenli siyaset değil ise, istediğimiz kadar biz siyaset yapıyoruz ve yönetiyoruz diyelim, kesinlikle bunun böyle olmadığı aşikârdır. Dolayısıyla ümmetin bekası için siyaseti yapan ve icra edenler biz Müslümanlar olmalıyız. Bu kesinlikle Allah ve Resulünün biz Müslümanlara farz kılmış olduğu büyük bir vecibedir. Bakınız Rabbimiz bu minvalde ne buyuruyor:

Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların arzularına uyma ve seni Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından uzaklaştırmalarından sakın. (Maide: 49)

Onlar, kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verir, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar. İşlerin sonu Allah’ındır. (Hacc: 41)

Siyaset kısaca toplumun sahip olmuş olduğu sorunların çözüm merciidir. Bu çözüm ise kesinlikle İslami esaslara göre yerine getirilir. Ölçü edille-i şer’iyye, yani Kuran ve Sünnet olmalı. Şeriatın her türlü müşkülleri çözme konusundaki kudretini bakınız Rabbimiz Kuran’ı Kerim’inde nasıl buyurmaktadır:

O gün, her ümmetin İçinden kendilerine karşı birer şahit gön­dereceğimiz gibi, seni de bunların üzerine bir şahit olarak gön­derdik. Ve Biz sana bu Kitabı her şeyi açıklayan bir hidâyet, bir rahmet ve Müslümanlara bir müjde olmak üzere kısım kısım in­dirdik. (Nahl:89)

Rabbimiz ‘bu Kitap her şeyi açıklayan bir hidayettir’ diyerek aslında sahip olmuş olduğumuz tüm sorunların hatta gelecekte gerçekleşecek yeni sorunların tamamına çözüm sunulduğunu bizlere hatırlatmaktadır. Bu nasıl olacak diyenlere ise şu hatırlatılır. İçtihat: Kuran ve Sünnette var olan hükmün istinbat (çıkarılması) edilmesi şeklinde özetlenebilir. Örneğin günümüzün yeni sorunlarından biri olan sigorta konusunda müçtehit alim gelir ve sigorta konusunda İslam’ın bildirmiş olduğu hükmü bize bildirir. Bunu yaparken de sadece şeri delil olan Kuran, Sünnet, İcma i Sahabe ve Kıyası Fukaha’yı esas kabul eder. Tüm gücünü kullandıktan sonra görüşünü, yani içtihadını, o sorun hakkında İslam’ın bildirmiş olduklarını dile getirir. Bu konu başlı başına bir konu olduğu için bununla yetiniyorum. Lakin benim vermek istediğim mesaj ise şu idi. Biz insanlar toplumsal bir varlık olarak karşı karşıya kalmış olduğumuz tüm sorunların İslam yani şeriat tarafından çözülmüş olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bize düşen ise sadece ona göre hayatımıza yön vermektir. Bu hakikat karşısında şu tekrar net bir şekilde vurgulanması gerekiyor; Müslüman siyasetçi bu çözüm formülüne göre sorunlarını çözendir. Tabi ki siyasetçi adeta robot misali sadece talimat gereği hareket eden değildir. Müslüman siyasetçi kesinlikle feraset ve basiret sahibidir. O adeta satranç oyununda olduğu gibi rakibinin dört beş hamlesini önceden kestirebilen ve ona göre tedbirini alandır. Yani dünya siyasetini çok net ve ayrıntılı bir şekilde araştıran ve takip edendir. Tüm siyasi araç ve gereçleri bilen ve gerektiğinde meşru olmak şartı ile kullanandır. Örneğin günümüzün siyasi araç ve gereçleri temsilen medya veya toplumun bilinçlendirilmesi için miting ve sempozyumları uygun bir şekilde tertipleyen ve ondan istifade edendir. Yani kısaca İslam şahsiyetine sahip olan bir siyasetçi kesinlikle şeriatın belirlemiş olduğu kuralın dışına çıkmaz ve ümmetin maslahatı için var gücü ile mücadele eder.

Bu kısa ama öz izahattan sonra gelelim son on yılın siyasi erozyonu olan Erdoğan ve partisi AKP’nin icraatlarına. Özellikle Erdoğan’ın sorgusuz sualsiz yaptıklarını kabul etmek hastalığına düşmüş olan Müslümanlara uyarı mahiyetinde şunu hatırlatmak isterim. Her şeye kadir olan Allah (c.c.) Müslümanları özellikle Müslüman Türk halkını Erdoğan ile sınamaktadır. Bunun başka bir izahatı da mümkün değil. Şu durumda hatırlatmak istediğim mesele şu. Biz her ne olursa olsun Rabbimiz’in bizlere çizmiş olduğu çizginin, kıstasın dışına çıkmamalıyız. Bu ister Ömer, Ali veya Fatih Sultan Muhammed isterse Erdoğan ve benzerleri olsun fark etmez. Bizler şununla uyarıldığımızı hatırımızdan çıkartmamak zorundayız. Bu dünyada var oluşumuz imtihan içindir ve biz sadece kulluk, yani her türlü işlerimizi Kuran ve Sünnet ile çözmek ile sorumluyuz. Rabbimiz bu minvalde şu şekilde buyurmaktadır:

“Dosdoğru (bir Kitap’tır) ki, Kendi Katından şiddetli bir azapla uyarıp-korkutmak ve salih amellerde bulunan mü’minlere müjde vermek için (onu indirdi); şüphesiz onlara güzel bir ecir vardır.” (Kehf Suresi: 2)

Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım. (Zariyat: 56)

Dolayısıyla bilmemiz gereken mevzu ve unutmamamız gereken mesele şu. Bizler kafirlerin oyununu oynadığımız takdirde ve taviz vermiş olduğumuz sürece hem dünyada hem de ahirette rezil olmaya mahkumuz. Yani ölçünün veya kıstasın şeriat olmaktan çıkıp kişiye indirgenmesi söz konusu olduğunda akıbetimiz günümüzün Erdoğan ve İsrail gerçeğinden farklı olmayacak. Bu menfi durumu hissettirmek için bir kaç örnek vereceğiz. Bu menfi siyasi örneği verdikten sonra hak ve adalet örneği olan Müslüman siyasetçilerden can alıcı örnekler ele alacağız.

Müslüman Türk halkı, hatta Müslüman Kürt ve Arap halkları dahi Erdoğan’ın ABD ile çizmiş oldukları ılımlı İslam projesi çerçevesinde uyutulmaktadırlar. Lakin bu oyalama ve adeta sibop ile gazı alınan balon misali kesinlikle ilelebet sürmeyecek. Bunun tez zamanda bertaraf edilmesi hiç kuşkusuz biz Müslümanların gayretlerine ve bitmek bilmeyen sabırla yürüttüğümüz mücadeleye bağlı. Nitekim Rabbimiz bu ihanet içerisinde olanların maskelerini ve yapmış oldukları batı uşaklığını anında çözebilecek kudrete vallahi kadirdir. Lakin Rabbimiz Kuran’ı Kerim’inde bunun için ilk hamleyi veya daha doğru ifade ile bizlerin kulluk bilinci doğrultusunda hareket etmemizi şart koşuyor. Nitekim şöyle buyuruyor:

Ardından ve önünden takip edenler vardır. Allah’ın emriyle onu gözetirler. Şüphesiz ki bir kavim, kendini değiştirmedikçe; Allah da onları değiştirmez. Ve Allah, bir kavimin fenalığını dileyince; artık onun önüne geçilemez. Allah’tan başka onları koruyacak birisi de bulunmaz. (Rad:11)

Öyleyse batıl ve fasit olan bir yol bizleri ne bu dünyada nede ahirette kurtaramayacaktır. Nitekim son 13-14 yıldır Müslümanların canla başla bekledikleri o kutlu değişim geleceğine adeta tedricen haram ve helal duygularımızı bizlerden aldılar ve düşman bildiğimizi ve yok olacak diye beklediğimiz İsrail ve diğerlerini yavaş yavaş dost olarak pazarlamaya başladılar. Bu tabiki onların ve efendilerinin kirli emelleri ve tuzakları idi. Lakin ümmette hayır vardır ve onların o kirli yüzleri er veya geç ortaya çıkacaktır. Gelelim ilk kıblemiz olan Mescidi Aksa’lı Kudüs ve 1948 yılından beri bitmeyen çilesine. Rabbimiz’in lanetlemiş olduğu Yahudi’lerin işgal etmiş olduğu Filistin toprakları Erdoğan’ın istismar etmiş olduğu araçlardan önde geleni olduğu maalesef görülüyor. Aslında bu istismar sadece göz boyamadan öteye geçmemiştir. Yani aslında Türkiye-İsrail ilişkileri hiç bozulmamıştır ve her ikisinin efendisi ABD olduğu müddetçe de bozulmayacaktır. Nitekim herkesin bildiği Davos’daki ‘one minute’ çıkışı yıllardır örnek olarak verilir. Yine Mavi Marmara gemisi ile Gazze çıkartmasında adeta Türkiye’nin başında bulunan Erdoğan’ın rezil olduğu örneklerden biridir. Lakin özellikle Mavi Marmara gemisine uluslararası açık sularda İsrail’in yapmış olduğu saldırı sonucunda, ki bu saldırıda 9 kişi öldürülmüş ve 50 ye yakın kişide yaralanmıştı, Erdoğan ve güdümünde olan Davutoğlu İsrail ile danışıklı dövüşe başlamışlardı. Bu danışıklı dövüş şu günlerde bitmek üzere ve sanki Türkiye ile İsrail arasında yıllardır hiç sorun yokmuşçasına bir siyasi uyum söylemleri yapılmaktadır.

Şimdi isterseniz danışıklı dövüş siyasi tiyatrosu ile şu günlerde dile getirilen söylem ve demeçleri birbirleri ile kıyaslayalım:

Dün:

Başbakan Erdoğan Cuma namazı çıkışı Gazze’nin kara harekatına ilişkin konuştu. İsrail’e sert sözler söyleyen Başbakan Erdoğan, “İsrail’in attığı adımların arkasında 3 çocuk meselesi yoktur. Çocukları en iyi öldürmesini bilen devlet İsrail’dir. Bunu Davos’ta söylemiştim. Plajda çocukları öldürdüler. İnsanlığın vicdanı sızlamıyor. Bu görevde bulunduğum sürece İsrail’le olumlu bir şey düşünemem. Başkaları düşünebilir. Tayyip Erdoğan’ı Batı ülkeleri ‘gerilimcidir’ diye tanımlayabilir. Ben egemen güçlere şirin görünme gayreti içinde olmadım, olmayacağım.” dedi. (haberturk.com / 18.07.14)

“TERÖR DEVLETİ İSRAİL”

Başbakan Erdoğan, “terör devleti” diye nitelediği İsrail’in Ramazan ayında Gazze’ye saldırdığını ve masum insanları katlettiğini söyledi. Bir İsrailli kadın milletvekilinin de çıkıp “Bütün Filistinli anneler ölmeli” dediğini hatırlatan Erdoğan, Hitler’den dem vuran İsrail’in barbarlıkta onu geçtiğini söyledi. (iha.com.tr / 19.07.14)

 

Bugün:

Suudi Arabistan dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, “Gazze ile ilgili adım atılmadan İsrail’le anlaşma mümkün mü?” sorusunu “İsrail, bölgede Türkiye gibi bir ülkeye muhtaçtır. Bizim de İsrail’e ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz lazım.” şeklinde cevaplarken, ABD başkanlık seçimlerine ilişkin gündem değerlendirmesinde ise “Hiçbir zaman biz ABD ile dış politikada birbirimize zıt bir kopuş yaşamadık” şeklinde konuştu. (gazeteyolculuk.net /02.01.16)

Bununla beraber AKP sözcüsü Ömer Çelik’in İsrail ile yapmış olduğu açıklamalar:

Çelik, Türkiye ile İsrail’in ön anlaşmaya vardığı yönündeki haberlere ilişkin, “Bir kesin anlaşma yok, imza atılmış bir şey söz konusu değil, bir taslak üzerinde konuşuluyor. Kuşkusuz, İsrail halkı Türkiye’nin dostudur. (sabah.com.tr /21.12.15)

Şimdi bunları, ki başka onlarca demeçte buna eklenebilir, yan yana koyduğunuzda ister istemez insanın aklına şu tespit geliyor; böylesi 180 derece bir dönüşü ya akli melekelerini yitirmiş olan ve artık ciddiye alınmayan bir insan profili çizen ve şahsiyet sorunu yaşayan bir kişi sergileyebilir, yada o kişi bilinçli batı güdümlü olarak Müslümanları aldatıyor ve İslam dinine açıkça ihanet içerisinde bulunuyor denilebilir. Artık ne hüsnü zan nede bir başka açıklama geçerli olabilir.

Şimdi ise bu bağlamda son bölüm olarak AKP – Yahudi ilişkileri hakkında bilgi vermek istiyorum. AKP’nin kuruluş günlerinde Abraham Foxman gibi global Yahudi baronlarıyla yaptığı gizli görüşmeler düşündürücü değilmidir. Belli ki Erdoğan iktidar olma uğruna Yahudilerle omuz omuza olmuştur ve ilk dönemini bu dayanışma ile geçirmiştir. 2004 yılında aldığı cesaret ödülü de ilk döneminin bu şekilde tertiplendiğini bizlere gösteriyor. Yine ilk dönemin, yani 2010’a kadar beraber çalıştığı Gülen’in Abraham Foxman ile sarmaş dolaş fotoğraflarına ne demeli. Bu buluşma 1998 yılında Türkiye’de gerçekleşiyor. Yani 2001 yılında AKP Erdoğan tarafında kurulmadan ve 2004-2005 yılında ödülünü Foxman’dan almadan önce ne gariptir ki 1998 yılında bir görüşme gerçekleştiriliyor. İster istemez insanın aklına şu soru takılıyor; acaba Erdoğan, Gülen ve Foxman üçlüsü ABD öncülüğünde 2001 sonrası için bir siyasi takvim çizmiş olamaz mı? Neticede 2001 yılından bu güne yapılan siyasi tutum bunu bir nebzede olsa sanki teyit ediyor.
Erdoğan, ödülünü aldıktan sonra şöyle konuştu: “Türkiye ve İsrail arasında her zaman var olan dostluk, karşılıklı anlayış ve güven temelindeki ilişkilerin son dönemde kazandığı ivmenin altını memnuniyetle çizmek isterim. ” Ödülün adı: “Yahudi Üstün Cesaret Ödülü”, sembolü ise “Davut’un Boynuzu” idi. 

Rabbim bizleri bu ihanet içerisinde olanlardan beri eylesin ve canla başla ikinci Raşidi Hilafet Devleti’nin ikamesi için çalışanlardan olmayı nasip edip onun metodundan kıl payı kadar ayırmasın (Amin).

 

Kardeşiniz Mehmet Aydın

03.01.15

Ayrıca...

yazar

Neden Kobani değil de Afrin Operasyonu?

Hatırlayacağınız üzere İŞİD Ağustos 2014 tarihinde Kobani’yi (Ayn El Arap) kuşatmış ve 17 Eylül 2014 …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir