Cihad nedir? Hangi hallerde olur? İslam davetini yüklenmek cihad sayılır mı? Suriye ve benzeri ülkelerdeki savaşa ne denilir? İşte tüm bu sorulara cevap verebilmek için önce cihadı ve manasını açıklamak gerekir.
Cihad ( جهاد) Arapça bir kelimedir ve lügatte manası; her cehdi veya çabayı harcamaktır.
Cihadın şer’i manası ise; Allah’ın sözünü yükseltmek için doğrudan O’nun uğrunda savaşmaktır. Bu da her cehdi harcamak, malla yardım etmek veya kalabalığı çoğaltmak veyahut bu savaşı desteklemek için bir fikir söylemek, konuşmak, yazı yazmak ve benzeri şekilde yapılabilir. Yani tüm bunlar cihada dâhildir. Önemli olan bu savaşla ilgili doğrudan bir iş yapmaktır. Fakat doğrudan savaşla ilgili değilse, o zaman cihad sayılmaz.
Savaşın dışında İslam davetini yüklenmek, marufu emretmek, münkeri nehyetmek ve buna benzer sair farzları yerine getirmede her ne kadar büyük bir sevap olsa da, bunlar şer’i manada cihad olarak adlandırılmaz. Bunlar ayrı ayrı farzlardır.
Kur’an’ı Kerim’de Cihad; kıtal ( قتال) yani karşılıklı öldürmek, vuruşmak ve savaşmak manasında geçmektedir. İslam davetini yaymak için davetin önünde duran maddi engelleri kuvvet kullanarak kaldırmaktır. Onlarca ayette kıtal kelimesi kullanılırken cihada davet edilir. Örneğin;
كتب عليكم القتال وهو كره لكم
“Kıtal size farz kılındı, oysa siz ondan hoşlanmadığınız halde…” [Bakara 216]
فلما كتب عليهم القتال إذا فريق منهم يخشون الناس كخشية الله أو أشد خشية
“Onlara kıtal farz kılınınca içlerinden bir grup, hemen Allah’tan korkar gibi hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da: Rabbimiz! Niye savaşı bize farz kıldın, dediler.” [Nisa 77]
وقاتلوهم حتى لا تكون فتنة ويكون الدين كله لله
“Fitne kalmayıncaya ve yalnız Allah’ın dini hâkim oluncaya kadar onlarla kıtal yapın.” [Enfal 39]
İşte buna benzer pek çok ayet vardır. Ayrıca bu konuda hadisler de pek çoktur. Örneğin;
أمرت أن أقاتل الناس حتى يشهدوا أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله
“İnsanlar la ilahe ille Allah ve Muhammed Rasulullah deyinceye kadar… Onlarla savaşmaya emredildim.” [Buharı ve Müslim]
اغزوا باسم الله في سبيل الله، قاتلوا من كفر بالله.. فادعهم إلى ثلاث خصال .. ادعهم إلى الإسلام فإن أجابوك فاقبل منهم وكف عنهم، ثم ادعهم إلى التحول من دارهم إلى دار المهاجرين وأخبرهم أنهم إن فعلوا ذلك فلهم ما للمهاجرين وعليهم ما على المهاجرين، … فإن هم أبوا فاستعن بالله وقاتلهم
“Allah’ın uğrunda Allah’ın adıyla saldırın, Allah’a kâfir olanlarla kıtal yapın (savaşın)… Üç şeye onları çağır… İslam’a davet et, eğer kabul ederlerse onlardan bunu kabul et ve onların üzerinden elini kaldır (savaşma) … Ondan sonra diyarlarını Muhacirlerin dârına (Dar’ul İslam’a) dönüştürmeye davet et, eğer bunu yaparlarsa onlara şunu bildir: Muhacirlerin lehine ne varsa kendi lehlerine da var, Muhacirlerin aleyhine ne varsa onların aleyhine da vardır… Kabul etmezseler Allah’tan yardım dileyerek onlarla kıtal yapın.” [Müslim]
Görüldüğü üzere savaşın sebebi küfrün varlığıdır. Eğer kâfirler Müslüman olurlarsa savaş yapılmaz. Eğer İslam’ı kabul etmezlerse, Dar’ul İslam’da İslam yönetimi altında yaşamaya çağırılırlar. Böylece Müslümanlar gibi haklara sahip olurlar. Ancak kabul etmezlerse, onlarla savaşılır.
Cihad farz-ı kifâyedir. Bir grup Müslüman savaşa giderlerse ve yeterli gelirlerse diğerlerden bu farz sakıt olur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
وما كان للمؤمنين أن ينفروا كافة، فلولا نفر من كل فرقة منهم طائفة…
“Müminlerin hepsinin toptan savaşa gitmeleri doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup gitsin” [Tevbe 122]
Cihad Halifenin varlığına bağlı değildir. Kur’an’ı Kerim cihadı halifenin varlığına bağlamadı. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
والجهاد ماض منذ بعثني الله إلى أن يقاتل آخر أمتي الدجال، لا يبطله جور جائر ولا عدل عادل
“Cihad Allah tarafından gönderildiğimden beri Ümmetim sonu Deccal’la savaşıncaya kadar geçerlidir. Zalimin zulmü veya adaletlinin adaleti onu durduramaz.” [Ebu Davut]
Halifenin varlığında ise ancak onun emriyle savaşılır. Halife orduları hazırlar, donatır, cephelere askerleri yerleştirir. Cihad Emîrini ve ordularının komutanlarını tayin eder ve azleder, savaşı ve ateşkesi ilan eder.
Düşmanlar Müslümanların memleketlerine girerlerse, o memleketteki Müslümanlara cihad farz-ı ayn olur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
ياأيها الذين آمنوا قاتلوا الذين يلونكم من الكفار وليجدوا فيكم غلظة
“Ey iman edenler! Size en yakın kâfirlerle savaşın, onlara karşı gücünüzü gösterin.” [Tevbe 123]
Bu durumda Müslümana en yakın kâfir, kendi memleketini işgal eden kâfirdir. Onları defetmek ve çıkartmak ise farzdır. Allah Subhanehu Teâla şöyle buyurdu:
وما لكم لا تقاتلون في سبيل الله والمستضعفين من الرجال والنساء والولدان الذين يقولون ربنا أخرجنا من هذه القرية الظالم أهلها، واجعل لنا من لدنك وليا واجعل لنا من لدنك نصيرا. الذين آمنوا يقاتلون في سبيل الله والذين كفروا يقاتلون في سبيل الطاغوت، فقاتلوا أولياء الشيطان، إن كيد الشيطان كان ضعيفا
“Size ne oluyor ki Allah uğrunda kıtal yapmıyorsunuz savaşmıyorsunuz, oysa zaafa uğratılmış olan erkek, kadın ve çocuklar şöyle diyorlar: Ey Rabbimiz, yöneticileri zalim olan bu memleketten çıkart, bize katından bir (bize sahip çıkacak) veli gönder ve bize katından bir yardımcı da gönder. Nitekim iman edenler Allah uğrunda kıtal yaparlar ve kâfirler tağut (kâfir sistem) uğrunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın! Nitekim şeytanın hilesi zayıftır.” [Nisa 75-76]
Bu ayet Mekke’de küfür sistemi gölgesinde yaşayan Müslümanları kurtarmak için nazil olmuştur. Ayet hem bir memleketi fethetmekle ilgilidir, hem de bir memleket kâfirler tarafından işgal edilirse oradaki Müslümanları kurtarmakla ilgilidir.
Yine bir kâfir memleketin halkı kendi küfür yöneticilerinden kurtulmak için Müslümanlara başvururlarsa, Müslümanlar o memleketi fethederler ve İslam adaletini uygularlar. Ayet Mekke’de küfür sistemi gölgesinde yaşayan ve zaafa uğratılmış olan Müslümanları kurtarmakla ilgili olsa da, buradaki lafız umumidir. Şer’i kaideye göre itibar edilen münasebet değil, lafzın umumiliğidir.
Böylece Halife olsa da olmasa da cihad durmaz. Fakat Halife varken ancak onun emriyle savaşılır. Eğer Halife yok ise Müslümanlar kendilerine bir emir seçip bu farzı yerine getirirler. Şu var ki Müslümanlar cihad farzını İslam Devleti ve Halife varken daha düzenli, daha güzel ve daha temkinli bir şekilde yerine getirirler. Halife güç, silah ve cihad için ne lazımsa onu hazırlar. O zaman devlet imkânları olur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ondan sonraki Halifeler orduları hazırlayıp cihad farzını yerine getirmeye çalıştılar. Ama Hilafet kâfirler tarafından yıkılınca Müslümanlar şaşkın bir halde oldular. Memleketlerini işgal eden kâfirlerle savaşmaya başladılar. Örgütler kurarak ve kendilerinden bir emir seçerek bu savaşı sürdürmeye başladılar.
Kâfirler Müslüman memleketlerinden çekilince, bu memleketlerde kendilerine bağlı küfür rejimleri kurdular veya başlarına da kendi ajanlarını tayin ettiler. Bu rejimler kâfirlerden destek alarak İslam’la ve Müslümanlarla savaşmaya başladılar. Bu durumda Müslümanlar bu rejimleri ortadan kaldırmak için harekete geçtiler ve bu hususta değişik yollar izlediler. Bir kısım Müslüman bu rejimleri ortadan kaldırmak için cihad ilan ettiler. Cihadla ilgili ayet ve hadisleri de delil olarak gösterdiler. Oysa bu deliller ya İslam davetini küfür memleketlerinde yaymakla ilgili, ya da kâfirlerin Müslüman memleketlerine saldırılarını çevirmekle ve bu memleketleri onların işgalinden kurtarmakla ilgiliydi. Oysaki İslam memleketlerinde kurulan küfür rejimlerini düşürmekle ilgili deliler farklıdır.
Ayrıca şu hadislere dayandılar;
ستكون أمراء فتعرفون وتنكرون، فمن عرف برئ ومن أنكر سلم، ولكن من رضي وتابع، قالوا يا رسول الله! أفلا نقاتلهم؟ قال ما صلوا
“Öyle emirler olacak ki! Tanıyacaksınız ve inkâr edeceksiniz. Kim tanırsa beri olur, kim inkâr ederse kurtulur. Fakat kim onlara rıza gösterirse ve izlerse (beri olmaz ve kurtulmaz). Dediler ki, ya Rasulullah onlarla kıtal yapalım (savaşalım) mı? Aranızda namazı ikame ettikçe hayır.” [Müslim]
Bu hadisin şerhi şöyledir: Yöneticilerin yaptıkları münkeri kim tanır ve bu münkerdir, yöneticiler münker işliyorlar diye kim derse, işte bu günahtan uzak olur. Kim onların yaptıkları münkeri inkâr eder, onları ondan nehy ederse, günahtan kurtulur. Fakat bu yöneticilere ve yaptıkları münkere kim rıza gösterirse ve uyarsa günahtan kurtulmaz. Sahabeler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘e sordular: “Bu durumda yöneticilerle savaşalım mı? Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Namazı ikame ettikçe hayır.” dedi. Namaz ise yönetimden bir kinayedir. Zira yöneticiler dinin bütün hükümlerini uygularlar, en başta namazı kıldırırlar ve namazı kılmayana ceza verirler. Bunun manası, eğer ki münker dini uygulamamaya ulaşırsa, küfür olur ve bu durumda yöneticilerle savaşılır. Bazen münker İslam uygulanırken olursa küfür sayılmaz, günah sayılır. Misal olarak, eğer Halife İslam ahkâmını uygularken sadece akrabalarından veya partisinden görevlileri devlette tayin ederse, münker işlemiş olur. Yani İslam’ı kötü bir şekilde uygulamış olur. Ama küfür ahkâmı uygulamış sayılmaz. Fakat halka hürriyet vererek zina, içki, kumar, faiz gibi haramları serbest bırakırsa veya bunları işleyenlere ceza vermezse, o zaman küfrü uygulamış olur.
خيار أئمتكم الذين تحبونهم ويحبونكم ويصلون عليكم وتصلون عليهم، وشرار أئمتكم الذين تبغضونهم ويبغضونكم، وتلعنونهم ويلعنونكم، قيل يا رسول الله! أفلا ننا بذهم بالسيف؟ فقال: لا، ما أقاموا فيكم الصلاة
“Hayırlı imamlarınız: onları seversiniz, onlar da sizi severler, onlar için dua edersiniz onlar da sizin için dua ederler. Şerli imamlarınız ise; onlardan nefret edersiniz, onlar da sizden nefret ederler, onlara lanet edersiniz, onlar da size lanet ederler. Denildi ki, ya Rasulullah onlarla kılıçla mı çekişelim? Aranızda namazı ikame ettikçe hayır!” [Müslim]
Her iki hadiste de namazı ikame etmek geçti. Bu ise dini uygulamaktan bir kinayedir. Zira namaz dinin direğidir. Nitekim bir şey adlandırılırken onda en bariz olan hususla adlandırılır. Örneğin; bir kişinin saçı sarımtırak olursa, ona sarışın adı verilir. Oysa saçlar vücutta küçük bir yeri kapsar. Fakat bariz olduğu için ona bu ad verilir. Öyleyse yöneticiler din ahkâmını uygulamadıkları zaman namazı ikame etmemiş olurlar. O zaman küfürle yönetmiş olurlar, onlarla savaşmak gerekli olur. Ancak önemli olan bir husus var ki altını çizmek gereklidir. Şayet devlet baştan İslamî değilse, o zaman savaşılmaz. Böyle olunca da İslam Devleti’ni kurmak için çalışmak farz olur. Örneğin içerisinde yaşadığımız ülke olan Türkiye İslamî değildir. Laik, demokratik bir devlettir ve küfür sisteme sahiptir. Yani İslam uygulanmıyor demektir. Bu durumda bu devleti değiştirmek için fikrî ve siyasi mücadele etmek gerekir. Toplumu İslamî topluma çevirmek ve halkı kazanmaya yönelik çalışma yapmak gerekir. Ama İslam Devleti olsaydı ve yöneticiler küfrü uygulamaya başlasalardı, o zaman onlarla savaşılırdı. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de küfür sistemine karşı fikrî ve siyasi mücadele verdi. Ayrıca ayetler bu durumda savaşı yasakladı ve İslam’a daveti yüklenmeyi farz kıldı.
Suriye vb. ülkelerdeki durum ise farklıdır. Halk rejime karşı barışçı hareketlerle ve sözlü protestoyla sokaklara döküldü. Bu doğru bir harekettir. Fakat rejim onlara karşı silah kullanmaya başladı, ırzlarına tecavüz etmeye, evlerini ve iş yerlerini yağmaya ve mallarını çalmaya başladı. Böylece Müslümanları kendilerini savunmaya ve silah taşımaya zorladı. Rejim onları eziyor ve küfründe azıyordu. Bu duruma fıkıhta “def’i sail” denilir. Def’i sail nefsi, ırzı ve malı haydutlara, gaspçılar ve eşkıyalara karşı savunmaktır. İslam, Müslümanın kendini, ırzını ve malını bunlara karşı savunmaya cevaz verdi. Hatta birçok sahih rivayetlerle Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dediği gibi bunlara karşı kim canını, ırzını ve malını savunurken öldürülürse şehit olur. [Buharı, Müslim, Ebu Davut, Tirmizi, Nisai, İbni Mace]
Böylece şer’i manada cihad, İslam davetinin yayılması karşısında duran maddi engelleri kaldırmak için savaşmaktır. Kâfir güçler İslam memleketlerine girerlerse bunlarla savaşmak da cihad sayılır. Eğer İslam Devleti varken yöneticiler açık küfür gösterip İslam’la değil, onun dışında olan küfür hükümlerini uygulamaya başlarlarsa, onlarla savaşılır ama buna cihad denilmez. Ama bu savaş haktır. Eğer İslam devleti yoksa küfrü uygulayan yöneticilere karşı mücadele etmek silahla değil, fikrî ve siyasi mücadeleyle yapılır. Şer’i manada cihad denilmezse de bunun uğrunda mücadele eden Müslüman şehit sevabı kadar sevap alır. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zalim yöneticilere karşı mücadele eden ve o yöneticiler tarafından öldürülenleri şehit olarak saydı, hatta şehitlerin efendisi olarak saydı. Def-i sail ise haktır; eğer bir kimse kendisine, ırzına veya malına saldırılırsa, bunu defetmek için kendisini savunması haktır. Müslüman kendini savunurken öldürülürse ahiret şehidi sayılır ve şehit kadar sevap alır.
İşte bu şekilde cihatla ilgili bu hususlar vuzuha kavuşur. Müslümanlar bu hususlarda dikkatli olmalıdır ki bir hata işlemesinler. Zira bu hatanın akıbeti pek vahimdir.
Esad Mansur / Kolu degisim dergisi