Home / News / HABER / İSLAMİ BELDELER / İmparatorluk çökünce değeri anlaşılan Sultan

İmparatorluk çökünce değeri anlaşılan Sultan

98 yıl önce bugün vefat eden Sultan Abdulhamid Han, döneminde çok eleştirilse de eleştirenler sonraki yıllarda pişmanlıklarını dile getirmişlerdir…

Osmanlı devletinin eski gücünden çok şey kaybettiği bir dönemde 33 yıl boyunca devleti idare eden Sultan II. Abdülhamid 10 Şubat 1918’de vefat etmişti. Abdulhamid siyaseti ve icraatları ile günümüze kadar sürekli tartışmaların odağında oldu.

Balkanlarda İsyan

 
   

II.Abdülhamid tahta çıktığında devlet büyük bir bunalım içerisindeydi. Devlet ekonomik olarak iflas etmiş dış borçlarını ödeyemez duruma gelmişti. Balkanlarda Rusların etkisiyle milliyetçi isyanlar devam ederken, ülke içinde meşrutiyet yanlısı fikirler güçlenmekteydi.  Genç Osmanlılar meşrutiyetin ilanının azınlık isyanlarının sona erdireceğini ve devleti kötü gidişattan kurtaracağını savunmaktaydılar. II.Abdülhamid de tahta çıkmadan önce Mithat Paşaya meşrutiyet ilan edeceğine söz vermişti. Tahta geçtiğinde bu sözünü tutan padişah meşrutiyeti ilan etti.  Ancak meşrutiyetin ömrü uzun olmadı. Kısa süre sonra başlayan Osmanlı-Rus savaşının da etkisiyle II.Abdülhamid meclisi süresiz olarak tatile gönderdi ve mutlak monarşiye geri döndü.  

Sultan II.Abdülhamid batılı ülkelerin  kışkırtmasıyla çıkan isyanların meşrutiyet rejimi ile sonlanmasının mümkün olmadığını aksine Müslüman unsurlara dayanan  kuvvetli bir devlet idaresi ile  devletin kötü gidişattan kurtulabileceğini düşünmekteydi. Bunun için yurt içinde ve yurt dışında Müslümanlar arasındaki bağların kuvvetlenmesi için halifelik makamını öne çıkarttı ve büyük çaba sarf etti.  

Herkes Abdülhamid’e karşı

Ancak Meşrutiyet rejimini askıya alan, kurduğu istihbarat rejimi ile otoriteye dayanan bir yönetim kuran II.Abdülhamid hükümdarlığı döneminde herkesim tarafından eleştirildi, suçlandı. Hürriyeti yok etmek ve istibdad ( baskı ) ile ülkeyi idare etmekle itham edilen II.Abdülhamid bütün kötülüklerin sorumlusu ilan edildi. Bunun da bir neticesi olarak birbirinden farklı kesimler ( Batıcı, Türkçü, İslamcı,Sosyalist,Müslim,gayrimüslim ) zaman içerisinde II.Abdülhamid’e ve onun yönetimine karşı birleştiler. Yurt dışına kaçan meşrutiyet yanlısı aydınlar Abdülhamid rejimine yönelik muhalefetlerini dışarıdan sürdürdüler.

Meşrutiyetin askıya alınmasının ardından ordu içerisinde gizli bir örgütlenme olarak kurulan  İttihat ve Terakki Cemiyetinin de en önemli hedefi padişahı tahttan indirmek ve Meşrutiyet rejimini geri getirmekti. İttihat ve Terakkiye göre meşrutiyet rejimi ile ülkede birlik ve beraberlik sağlanacak, istibdat rejiminin sona ermesi ile oluşacak hürriyet ortamında devlet tekrar eski gücüne kavuşacak ve çöküntüden kurtulacaktı. 1908 yılına gelindiğinde İttihatçı subaylardan bazıları Makedonya’da isyan ettiler ve II.Abdülhamid’i meşrutiyet rejimine geçmek için zorladılar. Bunun sonucunda II.Abdülhamid 1908 yılında tekrar meşrutiyeti ilan etti. Ancak İttihatçılara  göre meşrutiyetin ilanı tek başına yeterli değildi. Çünkü II.Abdülhamid padişah olduğu müddetçe meşrutiyet güvende olmayacaktı. Hatta bu sebeple İstanbul’a meşrutiyeti korumak için Avcı Taburları yerleştirildi.

‘Fetvayı şerif var. Millet seni hal etti’  

Ülke yönetimini ele geçiren İttihat ve Terakkinin yaklaşık bir yıllık siyasetinin getirmiş olduğu hayal kırıklığının bir sonucu olarak 31 Mart 1909 tarihinde İstanbul’da isyan çıktı. Bu isyan İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından büyük bir fırsata dönüştürüldü. İttihat ve Terakkinin başarısız politikalarına ve yönetim anlayışına karşı başlayan isyan – ki isyanı meşrutiyeti korumak için İstanbul’a yerleştirilen Avcı Taburları başlatmıştı- İttihat ve Terakki tarafından Meşrutiyet’e  karşı bir isyan olarak görüldü ve isyanın sorumluluğu da II.Abdülhamid’e yüklendi. II.Abdülhamid devrinin sona ermesi için her şey hazırdı. İstanbul’daki isyanı bastırmak ve düzeni sağlamak için Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu İstanbul’da güvenliği sağladıktan birkaç gün sonra 27 Nisan 1909 günü Meclisi Mebusan’dan bir heyet ikindi vakti Sultan II.Abdülhamid’e ‘hal’ tebliğinde bulunmak için Yıldız Sarayına gitti. Heyetin başkanı Esat Paşa Sultan’a “ Biz Meclisi Mebusan tarafından geldik. Fetvayı şerif var. Millet seni hal etti’ sözleri ile 33 yıllık saltanatının sona erdiğini tebliğ etti. 

 
   

II.Abdülhamid sakindi ve heyete şu cümleleri sarf etti: 

‘Bu işi ben yapmadım. Sebep olanları millet arasın bulsun. Ben milletimin iyiliği için çok çalıştım. Hepsi mahvoldu. Hepsinin üstüne sünger çekildi. Kaderim böyle imiş. Müsebbiplerini varsın millet bulsun. Yalnız bir ricam var. O da hayatımın Çırağan sarayında muhafaza edilmesidir. Ben orada hasta biraderimi bunca sene muhafaza ettim. Yarın çoluk çocuğumla beraber oraya giderim. Zaten ben yorulmuş idim. Hiç bir şey istemem ve hiç bir şeye karışmam. Milletten bunu rica ederim’  

Selanik’e sürgün 

II.Abdülhamid Çırağan Sarayında ikamet etme isteğini heyete bildirdikten sonra Mabeyn Başkatibi Ali Cevat Bey’i Sadrazam Tevfik Paşa’ya göndererek bu isteğinin kabul edilmesini sağlamaya çalıştı. Ancak bu çabaların sonuç vermediği gece saat 3’te Miralay Galip Bey, Hüsnü Paşa ve Binbaşı Fethi Bey’in saraya gelmeleri ile belli oldu. Hüsnü Paşa Başkatib’e “ İş kat’idir ve müstaceldir. Siz de mecbursunuz, vakit kaybetmeyin, haydi şimdi gidin, söyleyin” diyecekti. Bu konuşmalardan birkaç dakika  sonra II.Abdülhamid elinde ufak bir çanta ile odasından çıktı. Gün içinde arabacılar ve seyisler, diğer saray halkı ile beraber saraydan çıkarılmış olduklarından gece vakti dört nefer arabası tedarik  edildi. II.Abdülhamid ve haremi hızlı bir şekilde Selanik’e, Alatini Köşküne doğru yola çıkarıldı.

Selanik’te Alatini köşkünde hapis hayatı yaşamaya başlayan II.Abdülhamid yaklaşık 3 yıl sonra  Balkan Savaşının çıkması ve Selanik şehrinin düşme ihtimali sebebiyle Selanik’ten İstanbul’a getirildi. Kendisine Beylerbeyi Sarayı tahsis edildi ve burada gözetim altında yaşamaya başladı. Tahtta bulunmadığı bu birkaç yılda Osmanlı devleti Kuzey Afrika’daki son toprağını, Trablusgarp’ı bırakmak zorunda kalmış, Evlad-ı Fatihan adı verilen Balkan topraklarını kaybetmişti. Beylerbeyi Sarayında bulunduğu yıllarda ise Osmanlı devleti sonu belirsiz bir savaşa,I.Dünya savaşına girmişti.

10 Şubat..

II.Abdülhamid Osmanlı devletinin yıkılışına şahit olmadı. 1918 yılının Şubat ayında soğuk algınlığı ile rahatsızlandı. Rahatsızlığı ilerleyen padişaha birkaç gün içinde Zatürre teşhisi kondu. Doktorların tavsiye ettiği ilaçları kullanmasına rağmen, II.Abdülhamid’in hastalığı daha da ilerledi ve 10 Şubat günü öğlen vaktinde vefat etti.

Ölüm haberi ilk önce Başkumadan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşaya iletildi. Enver Paşa da bu haberi padişaha bildirdi. Sultan Mehmed Reşad  kardeşi için saltanat makamında bulunmuş padişahlar için yapılan cenaze merasiminin yapılmasını ve 2.Mahmut’un türbesine defnedilmesini emretti. II.Abdülhamid’in cenazesi Beylerbeyi Sarayından Topkapı Sarayına nakledildi. Topkapı sarayında tüm devlet erkanının katıldığı cenaze töreninin ardından Sultan II.Abdülhamid, II.Mahmut türbesine defnedildi.

Osmanlı tarihinde büyük izler bırakmış olan II.Abdülhamid ülkeyi idare tarzı ile her kesimden büyük tepki çekmiş olsa da onun döneminde Osmanlı devleti içeride ve dışarıda istikrarlı bir şekilde güçlenmişti. Avrupa devletlerine karşı izlediği politikalar ile ülkeyi savaşlardan uzak tutmayı başarmıştı. İçeride ve dışarıda İslamcılık siyasetine ağırlık veren II.Abdülhamid eğitimde, orduda,maliyede büyük reformlar gerçekleştirmişti. Onun döneminde eğitim yaygılaştırılmış, ordu modernleştirilmiş, maliye uzun yıllar sonra rayına oturtulmuştu.

II.Abdülhamid’e şiddetli muhalefet edenlerden  Süleyman Nazif ise pişmanlığını şu dizelerle ifade ediyordu:

Padişahım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler başlasak feryâda biz,
Hasret olduk eski istibdâda biz.

II.Abdülhamid’e ağır eleştiriler getirenlerden biri de Mehmet Akif Ersoy’du. O da sonraları yazdığı şiirlerinde pişmanlığını dile getirecekti: 

Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.

Nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş;
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş! 

II.Abdülhamid’e karı çıkan onu ağır şekilde eleştirenlerden biri de Rıza Nur’du. Rıza Nur da Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakkinin baskıcı rejimini eleştirirken kullandığı şu cümlelerle II.Abdülhamid’e haksızlık ettiğini ifade ediyordu : 

“Zavallı Hamid kaç kişiyi asmıştı? Hiç… Hele hiç hırsızlık etmedi, hiç fuhuş yapmadı, hiç israfta bulunmadı. Bilakis memlekette bunların önüne geçmeye çalışmıştı. Bu devre bakınca insan Abdülhamid aleyhine kıyam ettiğine utanıyor.” 

II.Abdülhamid hakkında fikri değişenlerden biri de Ahmet Tevfik Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırlığı yapmış  sonrasında ise sadrazamlık makamında bulunmuş olan Ahmet İzzet Paşa’dır. Ahmet İzzet Paşa Hatıratında II.Abdülhamid ile ilgili şunları söyleyecektir:  

‘Şöhret bulduğu derece zalim ve kahredici olmadığına, saltanatı zamanında başımdan geçenlere bakıp düşündükçe ben vicdanen hükmetmekteyim.  Kendisi, jurnal olunan adamdan umduğu şer ve zararı uzaklaştırmak için işten el çektirme ve sürme muameleleri irade ederse de, tecrübe ve müşahedelerime nazaran kimsenin hayatına, rızkına, istikbaline kastı yoktu. Saltanat zamanında işitilen isnadlar, Meşrutiyet’te hiçbir zorlukla karşılaşmadan yapılan araştırma ve soruşturmalar ile doğrulanamadı.”

ABDULHAMİD İÇİN NE DEDİLER?

Tarihte yaşadığı dönemde değeri anlaşılamayan liderlerin başında gelir Sultan Abdülhamid. İktidarı döneminde kendisine muhalefet eden bir çok isim, vefatından sonra pişmanlıklarını anlatan yazılar yazmış, konuşmalar yapmışlardır. Sultan Abdülhamid’in ölümünden sonra birçok kişi kendisini öven yazılar yazmıştır. İşte onlardan birkaçı…

Nahid Sırrı Örik

Bu padişahın meziyetlerini, sade meziyetlerini değil, hem de hizmetlerini, bilhassa çok sonraki senelerin ışığı içinde anlayıp takdir ettim. Ve iddia edilmiş, haykırılıp bağrışılmış olduğu gibi kanlı bir zalim ve gölgesinden korkan bir mecnun değil; bilakis rahim, herkesin ırzına ve malına mutlak surette hürmetkâr ve en büyük tehlikelere göz kırpmadan bakacak derecede cesur olduğu hakkındaki kanaatim kat’i ve değişmez mahiyetini nisbeten yakın zamanlarda aldı.

Her sahadaki muvaffakiyetleri büyüktür ve bunların en büyüğü, sayısız ihtiras ortasında kocaman bir imparatorluğu otuz üç yılı aşkın bir müddet dağıtmadan, parçalamadan tutabilmiş olması ve en zalim hükümdarlar karşısında olduğu gibi, en büyük tehlikeler önünde de sükûn ve itidalini muhafaza edebilişidir. (Büyük Doğu, Kasım-1951)


İbrahim Alaaddin Gövsa

Uzun saltanat yıllarını muhakeme ederken, şahsi kusurlarıyla birlikte zamanın şartlarını ve imkânlarını da göz önünde bulundurmak haklı olur. (Türk Meşhurları Ansiklopedisi)

Reşad Ekrem Koçu

Bugün tarihi bir hakikattir ki, İkinci Sultan Hamid küçük adam değildi ve asla kanlı bir hükümdar olmamıştı. Uzun saltanatının memleket ve millet üzerinde açtığı yaralar, İkinci Abdülhamid’in şahsi seyyiatı değil, herhangi bir istibdat idaresinin kaçınamayacağı kötülüklerdir. (Osman Gazi’den Atatürk’e)

Çakmak Dergisi

Yıllar boyunca en küçük mektep çocuklarından başlanarak en büyüklerimize ve bütün milletimize yapılan sistematik telkinlerle hain, cahil, kızıl ve kara Sultan olarak tanıtılan Abdülhamid Han’ın millet ve memleketimize yaptığı birçok iyi işler, zamanına göre yapılmış büyük hamleler ve bıraktığı eserler de bulunduğunu unutmamak lazımdır. (Sayı: 32-Ekim 1956)

Ahmed Reşid Bey

Hakikaten halim, sabur ve rahim idi. Vehm ile maluliyetine rağmen birçok ahvalde göstermiş olduğu sükûn ve temkin ve haslet-i mahsusası olan tevazu, sade tanınmamış değil, inkâr edilmiş faziletlerindendir.

Kelimenin bütün manasıyla afif idi, yani kimsenin ırzına ve kesesine göz diktiği görülmemiştir. Hayat-ı resmiyyesinde yorulmaz denilecek kadar çalışkan, hayat-ı ruhiyyesinde numune-i imtisal olacak derecede perhizkârdı. (Canlı Tarihler, Cild: 3)

Sir Henry F. Woods

Abdülhamid, şimdiye kadar gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları arasında en müstesna yeri işgal edenlerden biridir. Çok sakin ve gösterişten uzak bir hayat tarzı vardı. Herhangi bir meseleye çözüm yolu ararken etrafındakileri dinler, ancak onların esiri olmazdı. Tahta çıkmadan önce bile akıllı ve nazik bir kişiliği olması nedeniyle İstanbul’a gelen bazı Avrupalılar onu ziyaret ederlerdi.

Abdülhamid rejimi hakkında doğru bir yargıya varabilmek için, olanlara akılcı bir açıdan bakmak gerekir. Bu açıdan bakıldığında , idaresinin ne kadar iyi olduğu görülecektir. Çünkü Abdülhamid, zalim idare tarzına rağmen parçalanan imparatorluğun yeni baştan organize edilmesi için çalışıyordu.

Abdülhamid tahttan düşürülmemiş olsaydı, Avrupa devletlerinin halen yaralarını sarmaya çalıştığı o büyük afet (Birinci Dünya Savaşı) meydana gelmiş olmayacaktı. Aksini farz etsek bile Abdülhamid, büyük bir ihtimalle Türkiye’nin tarafsız kalmasını sağlayarak memleketine bir zafer hediye etmiş olacaktı. Bunu iddia etmekle kâhin sayılmamalıyım. (Osmanlı Bahriyesinde 40 Yıl)


Süleyman Nazif

Kaç zamandır gelmemişken ya da biz,

İşte geldik senden istimdada biz:

Öldürürler başlasak feryada biz,

Padişahım hasret olduk eski istibdada biz.

Haluk Y. Şehsuvaroğlu

İkinci Abdülhamid’in son devir Osmanlı hükümdarları arasında en zekisi, en fazla ileriyi göreni olduğunda şüphe yoktur. Eğer kendisi normal şartlar altında tahta geçseydi, esasen mevcut olan vehmi bu kadar tahrik edilmemiş bulunacak, etrafına toplananların telkinleriyle bu kadar vesveseli bir saltanat sürmemiş bulunacaktı. (Resimli Tarih Mecmuası, Mart-1955)

Nihal Atsız

Cemiyetin en büyük haksızlığına uğramış tarihi şahsiyetlerinden biri, İkinci Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu otuz üç yıl zeka ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişah, katil, kanlı, müstebid, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır. (Türk Ülküsü)


Otto Von Bismarck

Sultan Abdülhamid Avrupa’da bir hasta olarak ele alınmaktadır. Fakat bana göre o, Haliç kıyılarında bulunanların hepsinden daha yüksek bir diplomattır. Ona karşı adilane hüküm verilmediği kanaatindeyim. (Pensees et Sauvenirs de l’x Sultan Abdul-Hamid)

İsmet Bozdağ

İkinci Abdühamid’in hayat ve icraatının akisleri, kendisine karşı açılan bir mücadele devrinin sarsıntılarının hatıraları, o devirde beliren fikir ve siyaset hareketlerinin bugünlere kadar ulaşan alıntıları, bu padişahı, yalnız dündün değil, bugünün bile en aktüel siması haline getirmiş, adı üzerinde en çok konuşulan ve yazılan bir tarihi şahsiyet olmuş, bir insan olarak şahsiyeti kadar, bir idareci ve siyaset adamı olarak yaptıkları da daha yumuşak veya insaflı çizgilerle tasvir edilmeye, birçoklarımızın çocuklarının kâbusu haline getirilen bir “Kızıl Sultan” portresi arkasından yavaş yavaş mazlum ve vatanperver bir başka İkinci Abdülhamid’in birçoklarını yadırgatan, birçoklarının da merakını tahrik eden yeni bir kişiliği ve portresi belirmeye başlamıştır. (Selek Yayınevi’nce yayınlanan “Abdülhamid’in Hatıra Defteri’nin önsözünden

Prof. Dr. Bedi N. Şehsuvaroğlu

Sultan İkinci Abdülhamid ölümünden yarım asır sonra dahi söz konusu oluyorsa, bu, onun kişiliğinin kuvvetine delildir ve bu kişinin yapıcı ve yıkıcı tarafları hakkında belki daha çok şeyler söylenecektir. Ancak bu gibi yazarlara şurasını hatırlatmak yerinde olur ki, bir ihtiras denizinde yüzen köhne imparatorluk teknesini idare edecek ellerden en yoksun kaldığımız bir devirde bir Sultan İkinci Abdülhamid geldi. Öğretimindeki ve yetişmesindeki başıboşluğa rağmen, bu genç insan doğuştan getirdiği bir takım değerlerle tarihte iz bırakan bir hükümdar olabildi. Devlet idaresini en kritik bir devirde ele almasına rağmen ufak tefek zararlarla imparatorluğun ömrünü otuz iki buçuk yıl uzattı. (Tercüman, 7 Nisan 1968)

Ali Vehbi

Zaafları ne kadar olursa olsun, Osmanlı padişahları içinde en zeki ve en diplomat şahsiyet olduğunda şüphe yoktur. Felaketle neticelenen Rus harbinden (93 Harbi) sonra Türkiye’yi zelilane vaziyetinden kurtarıp şerefli bir hale getiren odur. Devletine eskisinden daha büyük şa’şaa vermeye muvaffak olan da odur. Abdülhamid, bir çeyrek asır boyunca bir taraftan Avrupa devletlerinin hücumlarına karşı misli görülmemiş bir maharetle kendini müdafaaya bir taraftan da imparatorluğun dahili çöküntüsüne karşı mütemadi bir mücadeleye muvaffak olmuştur. (Sultan Hamid’in Düşünce ve Hatıraları mukaddimesinden)


İsmail Hami Danişmed

Eğer Fatih, Yavuz ve Kanuni on beşinci ve on altıncı asırlarda gelmeyip de, Sultan Hamid’in zamanında gelmiş olsalardı ne yapabilirlerdi? Bu büyük padişahın şahsiyetini tesbit etmek isteyenler için böyle bir sualin cevabını çok iyi düşünmek gerektir.

Herhalde tarih, can çekişme devrinde gelmiş olan Osmanlı İmparatorluğunu otuz üç sene yaşatmış olan Sultan İkinci Hamid’i daima hürmet ve rahmetle yâd edecektir.  (31 Mart Vakası)

Mufassal Osmanlı Tarihi

Pek nazik ve terbiyeli idi. Hoşlanmadığı kimselere bile güler yüz gösterir, hoşlanmadığını belli etmezdi. Hafızası kuvvetli olup bir kere gördüğünü veya sesini duyduğunu bir daha unutmazdı. Karşısındakinin duygu ve düşüncelerini anlamakta ve bunları ona söylemekte mahirdi. Herkesin gönlünü alıp, kendisine bağlamayı bilir, dindar, hayratı sever, içki kullanmaz, her türlü sefahatten uzak durur, basit ve sade bir hayat yaşardı. Memleket idaresinde iyi niyetle çalışmak ve faydalı olmak isterdi. Dış işlerine ve Avrupa politikasına gereği kadar vakıftı. Avrupa’nın kuvvet ve siyaset dengesinden istifadeyi bilirdi. (Cild: 6)


Rıza Tevfik Bölükbaşı

Tarihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek hey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyasi padişahına!

Padişah hem zalim hem deli dedik,

İhtilale kıyam etmeli dedik;

Şeytan ne dediyse, biz beli dedik;

Çalıştık fitnenin intihabına!

Divane sen değil, meğer bizmişiz;

Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz;

Sade deli değil, edepsizmişiz;

Tükürdük atalar kıblegahına!

Sir Henry F. Woods

Kendisiyle tanışmak imkânı bulan herkesin itiraf ettiği gibi Abdülhamid büyüleyici bir karaktere sahipti. Bir defasında Abdülhamid’i ikna yoluyla Babıâli’ye eski yetkilerini tekrar iade etmesini sağlamak isteyen Sir Philip Currie(İngiliz elçisi) bile bu emelinde hüsrana uğramıştı. Abdülhamid’le sadece iki kez görüşme imkânı bulan Mr. Joseph Chamberlain’in bana sonradan itiraf ettiğine göre, Türkiye’deki ziyareti esnasında tanıdığı devlet adamı niteliğine sahip bir tek adam vardı. O da, Abdülhamid idi. (Osmanlı Bahriyesinde 40 Yıl)


Prof. Dr. Osman Turan

Sultan Hamid ve devri, Türk tarihinin çok mühim ve karışık bir safhasını teşkil eder. Bu devirde emperyalizm doymaz ihtiraslarla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı şahlanmış veya kışkırtılmıştır. Bu duruma rağmen imparatorluk, Adriyatik denizinden Basra Körfezi’ne kadar muhafaza edilmiştir ki bunda başlıca amil, saltanatı otuz üç yıl süren, bu padişahın siyasi kudreti olmuştur. Abdülhamid Han’ın nasıl buhranlı bir devirde teslim aldığı ve kendisinden sonra devletin dokuz yılda ne derece dağıldığı ve hatta anavatan Anadolu’nun bile istila edildiği göz önüne getirilirse, tarih ilminin bu padişah hakkında vereceği şaşamaz hüküm onun lehinde olacak ve tenkitler teferruata inhisar edecektir. (Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları)

Enver Behnan Şapolyo

Sultan Abdülhamid’in siyaseti, imparatorluğu muhafaza emek, Türk milletini inkırazdan ve esaretten kurtarmaktı. Jön Türkler Abdülhamid’e ağır ithamlarda bulundular. Ona cahil, zalim, müstebid, korkak, inkilab düşmanı, evhamlı dediler. Hatta daha ileri giderek ona “Kızıl Sultan” adını taktılar. Annesinin Ermeni olduğunu söylediler. Fakat bütün bunlara rağmen, bulunduğu şartlar içinde ehliyetsiz bir devlet adamı olmadığını zaman bize ispat etti. (Osmanlı Sultanları Tarihi)

İbnülemin Mahmud Kemal İnal

Pek nazik, pek mütevazı idi. Mültefitane sözlerle muhatabını teshir ederdi. Ecnebi küberasına ziyafet verildikte dilfiribane bir tarzda ve suhuletle uzun sözler söyler, hatırlarını tatyib ederdi. Kuvve-i hafızası son derece metin idi. Çok sigara, kahve ve çay içerdi. Iyş ü işrete ve fahş ü rezilete rağbet etmezdi. Az yer, az uyurdu. (Son Sadrazamlar)

Reşad Ekrem Koçu

Bugün aydın bir hakikattir ki, İkinci Sultan Abdülhamid, tahttan indirildikten sonra 1908-1913 arasında kaleme sarılanların tasvir ettikleri adam değildir. O devrin ciddi ve mizahi gazetelerinde cehil bütün gılleti ile sırıtır. Tam inkâr ile Abdülhamid’i Yıldız Sarayı’na kapanmış, taht ve can kaygusundan başka bir şey düşünmeyen bir padişah olarak gösteririler, “memleket bir harabezar, o bu harabede tünemiş bir kuş”… Bu bedbaht yazarlar, Abdülhamid’in çok mazbut ve afif olan hususi hayatına bile tecavüzden en küçük bir vicdan ürpermesi duymamışlardır. (Osmanlı Padişahları)

Prof. Dr. Bayram Kodaman

Otuz üç yıllık İkinci Abdülhamid devri, sadece Genç Osmanlılar ve Genç Türkler gözüyle, onlarla Padişahın münasebetleri açısından değil, fakat bütün yönleriyle ele alınıp müsbet ve menfi taraflarıyla değerlendirildiğinde, yakın tarihimizin aydınlığa kavuşacağı ve nesillerin ön yargılardan kurtulacağı muhakkaktır. (Sultan İkinci Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası)

Son Vakanüvis Abdurrahman Şeref Efendi

Saltanatı günlerinde: “Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur” mısraını okuyanlardan birçoğunun cenaze namazında Baki’nin: “Kadrini seng-i musallada bilüp ey Baki/Durup el bağlayalar karşına yaran saf saf” beyitini hatıra getirmeleri Abdülhamid’in hayatının hayırla kapandığını gösteren garaib-i mukaddeattandır. İbret alın ey akıl sahipleri!  (Sultan Abdülhamid-i Sani, Suret-i Hal’i)

M. Raif Ogan

Bir kısım muharrirlerin “Sultan Abdülhamid’in pençesinden koparılan demokrasi” şeklindeki beyanları ciddi mevzuları karikatürize etmek şeklinde mugalâtadır. Abdülhamid’den demokrasi koparılmamıştır. Hürriyeti almak iddiasıyla hürriyetin ırzına geçilmiş ve böylece Türkiye’de hakiki demokrasi ancak son devirde İttihat ve Terakki’nin başka bir ad taşıyan halefinin şeflik sultasından milletin müşterek iradesiyle zorla koparılmıştır.  (Sultan İkinci Abdülhamid ve Bugünkü Muarızları)

Ahmed Rıza Bey

Abdülhamid devrinden şikâyet edenler, Abdülhamid’in bazı kimselere verdiği fazla para ve hediyelere hased ettiklerindendir. (Meclis-i Mebusan Reisi)

Fethi Okyar

Çok haysiyetli, vakur, azametli idi. Bu vasıfları yapmacık değildi. Mağrurdu diyemeyeceğim, hatta aşırı terbiyesi içinde samimi, şefkatli olduğu kanaatindeyim. Hiç şüphesiz şahsen merhametli idi. (Üç Devirde Bir Adam)

Semih Mümtaz

İkinci Sultan Hamid herkesin okumasını isterdi. Okumamanın insana zararlı olduğunu bilirdi. Temizdi. Fakat titiz değildi. Hastaların yanına gider, kendine göre hekimlik eder, aman elim sürünmesin, bana bulaşmasın gibi korkuları yoktu. Çok da cesurdu. Beş vakit namaz kılardı. Birçok kere kendisi imamlık etmiş, amcama müezzinlik ettirmiştir. Boğazına düşkün olmayan bir padişahtı, ne zaman karnı acıkırsa o zaman yemek yerdi ve herhangi bir odada bir dairede bulunuyorsa oracıkta yerdi. Mekteb-i Mülkiyeyi çok severdi ve korurdu. (Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler)


Ord. Prof. Enver Ziya Karal

Bilindiği gibi meşrutiyet idaresi her şeyden önce, onu destekleyen taazzuv etmiş siyasi bir partiye veya partilere ihtiyaç gösterir. Hâlbuki meşrutiyet böyle organik partiler kurulmadan ilan edilmiş ve devam etmiştir. Başta Midhat Paşa olmak üzere, sayısı az olan meşrutiyet taraftarları arasında hiçbir fikir birliği yoktu. Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi ünlü meşrutiyetçiler siyaset adamları vasıflarına sahip olmaktan çok edebi şahsiyetler idiler. Edebiyat konuları üzerinde bile aralarında derin anlaşmazlıklar vardı.

İkinci Abdülhamid’i meşrutiyet aleyhine cephe almaya eğilten amillere yabancı devletlerin baskılarını ve tehditlerini de eklemek gerekir.

Bütün menfi sonuçların sorumluluğunu yalnız İkinci Abdülhamid’e yüklemek mümkün müdür? İkinci Abdülhamid, Yavuz Sultan Sultan Selim’den sonra tahta çıkan Kanun Sultan Süleyman durumunda değildir. Hangi şartlar içinde padişah olduğu, ne gibi müşküllerle karşılaştığı ve kendileriyle çalışmak mecburiyetinde olduğu inanların yetişme tarzı ve ruh haletleri dikkate alınırsa, bu sorumluluktan ancak bir hisse sahibi olduğuna hükmetmek gerekir.  (Osmanlı Tarihi-Cild: 8)

Sadi Borak

10 Şubat 1918’de vefat eden Sultan Abdülhamid’in hakkında sadece küfür kampanyasına girenler, onun olumlu taraflarını sükûtla geçirmişlerdir. Oysa İkinci Abdülhamid, İstanbul’da birçok kültür yuvalarının kurucusudur. Bu tesislerden bazılarının inşa masraflarına şahsi parasıyla katılmıştır.

Abdülhamid, millet eğitilmedikçe hürriyet verilmesinin zararlı olacağı kanısındaydı. Kültür müesseselerine bu yüzden hız verdiğini daima savunmuştur.  (Son Havadis-12.2.1966)

Samiha Ayverdi

İkinci Sultan Abdülhamid devri tarihine temas edenlerin büyük ekseriyeti, dünya Siyonist ve Masonlarının el ve işbirliği ile hazırlayıp fikir kampanyasına sürdükleri menfi havanın baskısı altında kalmışlardır. Onun için de, muhitinin tesirlerini tartıp ölçecek ve doğru bulmazsa reddedip püskürtecek bir fikri olgunluk beklenemeyecek umumi efkâr, daima bu ortalığı saran menfi tesirlerin altında kalmıştır. Şayet kütle, kendi haline bırakılmış olsa idi, hükümdarın takdire layık siyasi portresini göreceğine şüphe yoktu. Halbuki aleyhte işleyen propaganda, demagoji ve müptezel iftiralarla bir hücum kampanyası açarak, onu halkın gözünden düşürmek yoluna gitmiştir.  (Türk Tarihinde Osmanlı Asırları)

Ali Rıza Alp

Abdülhamid’i kötülemek cehalettir.  (Tercüman, 19 Aralık 1965)

Midhat Sertoğlu

Bir milletin kaderinde rol oynamış kimselerden bahseden tarihçinin ilk görevi objektif kriterler kullanmak ve hakikatten asla ayrılmamaktır. Ne yazık ki, çok zaman siyasi durumun yarattığı zemin ve meydana getirdiği ” o günün havası” buna engel olmuştur. Ancak olaylar geride kaldığı ve gerçeklerin açıklanmasında artık mahzur kalmadığı halde bazı olaylar ve şahıslar hakkında, hala subjektif kriterlerle hareket edilmekte ve tarihimizin bazı devirleri, ağır şekilde itham olunmaktadır. Bu talihsiz kimselerden biri de, şüphesiz ki, İkinci Abdülhamid’dir. (Hayat Tarih Mecmuası Eylül 1974)

Prof. Dr. Osman Turan

Sultan Hamid ve Osmanlı İmparatorluğu tarihe karıştığı ve büyük ihtiraslar sona ermiş gözüktüğü halde onun tesirleri henüz devam etmektedir. Bu sebeple Sultan Hamid ve İttihatçılar devri bugün tarihçi kadar Türk siyaset ve mefkûre adamlarını alakalandırır. Hatta bu devir üzerinde rol oynamış görünmez amilleri kavrayamayan siyasilerin bugünkü Türkiye’yi anlamaları ve ona doğru bir istikamet vermeleri de zorlaşır. (Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları)

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

O, kendi tabiriyle bir dervişti. Bir Şazeli Şeyhine intisab etmiş, bir Sultan-Mürid’di. Fakat pısırık bir derviş değil! Oturduğu Yıldız Sarayı’ndan, Afrika içlerine, Hind’lere, Çin’lere kadar elini uzatıyor, siyasetini oralara götürüp, Batı Emperyalizmine savaş açıyordu. Onun dervişliği inzivada değil, aksiyondaydı. Hiç mi hatası yoktu? Vardı elbette! Ama hiç olmazsa ve tarih ilminden hayâ ederek diyelim ki, o “Kızıl Sultan” değildi.  (İkinci Abdülhamid’in İslam Birliği Siyaseti)


Necip Fazıl Kısakürek

Abdülhamid aleyhinde yalan tarih uydurulmuş sahte ilim imal edilmiş ve Galata kulesinin bostan kuyusu diye gösterilmesi tarzında tam zıddıyla teşhir edilmiş ve bütün bunlar onun Müslüman-Türk şahsiyeti ve şahsiyetçiliği yüzünden, bu iki oluşa düşman hiziplerce yapılmış dasitani bir kurbandır.  (Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar)

Prof. Dr. Bayram Kodaman

İkinci Abdülhamid Şark Meselesi adı altında imparatorluk sınırları içinde tahrik edilen her buhranın veya krizin ve arkasından Düvel-i Muazzama tarafından tavsiye ve telkin edilen ve desteklenen reformların Hıristiyan tebaa için önce muhtariyet, sonra istiklal, Osmanlı Devleti için de zayıflama ve parçalanma anlamına geldiğini, yaşanan tarihi tecrübeler vasıtasıyla gayet iyi biliyordu. Bu yüzdendir ki, İkinci Abdülhamid, bütün gücüyle ve maharetiyle Doğu Anadolu’yu kurtarmak, orada bir Ermenistan Devleti’nin kuruluşunu engellemek, Rus ve İngiliz emperyalizminin hareket kabiliyetini azaltmak iin çalışmıştır.  (Sultan İkinci Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası)

Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu

Abdülhamid durumu dehşetle gördükten sonra şu iki şıktan birini seçmeğe mecbur oldu: Kanun-u Esasi’yi (Anayasa) mi korumalı, devleti mi?

Ortada devlet denilebilecek bir varlık kalmamıştı ki, rejim şeklinden bahsedilsin! Bunun için daha berbat tecrübeler geçirilmesine meydan vermeksizin dizginleri eline aldı. Kanun-u Esasi’yi yok etmedi. Hayır! Sadece yürürlükten kaldırdı. Bundaki incelik meydandadır.

Ve lisan-ı hal ile şöyle dedi: “Asıl olan devlettir. Önce onu kuralım. Bunu da ancak ben yapabilirim.”

Asrımızda bu kararı veren az politikacı mı görüldü? Ve hiç şüphe edilmesin, iki dünya harbi arasındaki kızıl, kara, boz her renkten diktatörlerle mukayese edilince Abdülhamid’in idaresi solda sıfır kalır.  (İlan-ı Hürriyet)

TDV İslam Ansiklopedisi

Sultan Abdülhamid, fevkalade bir zekâya ve hafızaya sahipti. Bir kere gördüğü veya sesini işittiği kimseyi asla unutmazdı. İradesi kuvvetli, fikir ve kararlarında istiklal sahibi, tehlike karşısında metanetli idi. Anne ve babasının veremden ölmüş olmaları, onu genç yaşından itibaren temkinli yaşamaya sevk etmişti. İçki içmez, her türlü sefahatten uzak durur, sade bir hayat yaşardı. Çalışmayı sever ve düzenli bir program uygulardı. Devlet işlerini her şeyin üstünde tutar ve önemli haberler alındığında uykusundan dahi uyandırılmasını isterdi. Devlet işlerinde değişik karakterdeki kimselerden faydalanmayı iyi bilir ve onlara mizaçlarına uygun hizmetler verirdi. Önemli devlet meselelerinde karar vermeden önce değişik fikirdeki devlet adamlarının görüşlerini alır, hatta bazen zıt görüşlü kimseleri huzurunda münakaşa ettirir, daha sonra kesin kararını verirdi.

Sultan Abdülhamid halifelik makamına yakışır iffet, haysiyet, vakar ve namus timsali bir kimse idi. Dindardı, hayır yapmasını severdi. Kimsenin rızkına mani olmak istemez, yurt dışına kaçan veya sürgüne gönderilen siyasi muhaliflerine dahi maaş bağlatırdı. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi – Fasikül: 5)

Kaynaklar:

Mustafa Müftüoğlu, Abdülhamid Kızıl Sultan Mı?, c.II, İstanbul, 1989.

Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul, 2006.

Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, İstanbul, 2007.

Ayrıca...

Çin’in toplama kampları nedeniyle Doğu Türkistan nüfusu hızla azalıyor

Avustralya’da yayın yapan Mercatornet’in hazırladığı rapora göre, ülkedeki Uygur nüfusu, bu kampların kurulduğu 2017’den bu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir