Tahir Şanlı
2. Bölüm
Fetih ile cihad arasındaki bağ:
Fetihle cihad ayrılmaz bir parçadır. Fetih dendiğinde cihad, cihad dendiğinde de fetih akla gelir. Her cihad fethi doğurmasa da cihad fethe yol açar. Bildiğimiz gibi cihad konusu başlı başına bir konudur. Onun detaylarına girmeden cihadın fetihle kısaca alakasına değinmek istiyoruz.
Cihad; doğrudan ya da mal, görüş veya kalabalıkları/askerleri çoğaltmak ile yardım ederek Allah Subhenehû ve Teala yolunda savaşta azami gayret sarf etmektir. Zira Allah’ın Kelimesinin/dininin yüceltilmesi için savaşmak cihaddır. (İslami Şahsiyeti C. 2)
Kısacası; cihad Allah’ın sözünü yüceltmek için savaşmaktır.
Fetihler ise; kuvveti kuvvetle yok etmek fethin önündeki engeli kaldırmak içindi. Ta ki, insanlarla aklın ve fıtratın gösterdiği hidayet arasına bir şey girmesin. Bunun için insanlar Allah’ın dinine akın akın girdiler. Zalimce fetih, fatih ile fethedilenin, yenenle yenilenin arasını açar.” (İs.Niz. s. 52 Takıyyuddin En-Nebhani)
Görüldüğü gibi cihadla feth’in tarifi birbirine çok yakındır. Fetih cihadı tamamlayan ikinci aşamadır. Cihadla maddi engeller ortadan kaldırıldığı gibi fethedilen o beldelerin sakinlerinin de İslam’a kazanılması için kapı açılmış olur. Yani cihad kapıyı açmakla kısmı fethi gerçekleştirmiş olur. İslam davetinin önündeki maddî engellerin ortadan kaldırılması noktasında ayrı düşmezler. İslam devletinin fethin gerçekleşmesinde kullandığı metod cihattır. Devlette bu metod değişmez.
Fakat bu demek değildir ki cihad olmadan fetih gerçekleşmez. Devletin kullandığı bu metod dışında İslam davetinin yayılması için gerçekleştirilecek kişisel veya kitlesel faaliyetlerle de gerçekleştirilir. İslam akidesi ve hayat tarzının gösterilişi, insanların kendiliğinden toplu toplu İslam’la müşerref olmaları ve İslam sultası altında yaşamayı kabul etmeleri için çıkan davetçiler eli ilede fetihler gelebilir. Yani cihad olmadan yani kıtal olmadan da fethin gerçekleşmesi mümkündür. (Yukarıda bu konu ile alakalı Medine ve Hudeybiye örneğini verdik.)
Siyasi bir deha ile gerçekleşen Hudeybiye anlaşmasını Allahu Teala fetihten saydı. Bu antlaşma ile Mekke’nin bölgedeki siyasi gücü kırılmış, İslam’a kapalı olan kapılar açılmış, İslam’ın gücü kabul edilmiş oldu. Buradan da anlıyoruz ki savaş/kıtal/cihad olmadan da fetih olabilir. İslam’ın ulaşmasının önünde duran maddi engelin siyasi yolla kaldırılması neticesinde zafer elde edilerek fetih gerçekleştirildi.
Bazı beldeler cihad olmadan kendiliğinden İslam’a girmişlerdir. Bu tip fethin kapısını aralayan ise davet taşıyıcıların önünde engel olmamasından yani cihada gerek duymadan İslam daveti ulaştırma imkanının olmasından kaynaklanmaktadır. Endonezya bu şekilde İslam’la müşerref olmuştur.
Cihadın gerçekleşmediği veya seferlerin çok az olduğu Hindistan, Endonezya, Çin ve Afrika kıtasında bazı yerlerin İslam ile tanışmaları alimler, tüccarlar ve denizciler yolu ile gerçekleşmiştir. Çin’e 651 yılında dönemin halifesi Hz. Osman bir heyet göndermiş, İslam hicri yedinci yüzyılda tüccarlarında gitmesi ile Çin’de yayılmaya başlamıştır. Hindistan, Malezya, Güney Filipinler’de tüccarlar vasıtası ile İslam yayılmıştır. Toplu toplu İslam’a girişler olmuştur. Tarihi kitaplarda buralara cihad için ordular gönderildiğinden pek bahsedilmez. Bazı bölgelerde coğrafi bağlılık doğmasa da İslami bağlılıklar olmuştur. Bu bölgelerden halifeye bağlılıklarını bildirenler ve biatlarını gönderenler olmuştur.
Ayrıca cihadla zaferler elde edilebilir, muzaffer olunur fakat bu her zaman fetihle adlandırılmayabilir. Bunun çok örnekleri vardır. Önemlilerinden biri; Mute savaşıdır. H.8/M.629 yılında İslâm ordusu Medine’den çıkıp Mûte’ye ulaştığında karşılarında Bizans’ın desteğinde Hristiyan Araplardan oluşan 100.000 kişilik bir ordu bulmuşlardı. Ordunun kumandanı Zeyd b. Hârise idi. Bu savaşta düşman hezimete uğratılmış ve bol miktarda ganimet elde edilerek muzaffer bir şekilde ordu geri dönmüştü. Karşıdaki ordu hezimete uğratılmış fakat o maddi engel ortadan kaldırılamamış, herhangi bir belde fethedilmemiştir.
Gözden kaçmaması gereken bir husus; kıtal için çıkan her ordu (İslam devleti orduları) fetih için çıkmış sayılmaz. İsyanı bastırmak için çıkabileceği gibi yıldırma amaçlı veya daha önce İslam beldeleri olmuş sonrasında düşman eline düşmüş olan toprakları yeniden İslam topraklarına katmak maksadı ile de çıkmış olabilir. Bu durumlarda fetih beklenmez ancak İslam ordusunun muzafferiyeti beklenir.
Fetih denildiğinde İslam toprakları (Dar-ul İslam) dışında bulunan bir beldenin toprakları veya topraklar üzerinde yaşayan toplulukların İslam’a kazanılmasıdır. Dar-ul İslam olmuş beldeler içerisinde kalan zimmilerin daha sonra İslamlaşması da fetih kapsamında değerlendirilmemiştir. Bu gösteriyor ki fetihte asıl temel; İslam beldesi dışında bulunan belde ve sakinleri kastedilmiştir. Bunu en güzel ortaya koyan şu hadisi şeriftir:
Süleyman b. Büreyde’den, O da babasından şöyle rivayet etti: Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem; “Müşriklerden düşmanınıza kavuştuğunuzda, onları şu üç husustan birini tercihe davet et ve bunlardan hangisine icabet ederlerse kendilerinden kabul ederek onlardan el çek: Onları İslâm’a davet et, eğer sana icabet ederlerse, kabul et ve onları kendi yurtlarından Darü’l-Muhacirin’e (muhacirlerin yurduna) göçmeye davet et. Onlara bildir, eğer bunu yaparlarsa, muhacirlerin leh ve aleyhine olan hükümler onların da leh ve aleyhine olacaktır. Eğer böyle yapmaz da kendi yurtlarını tercih ederlerse, bildir ki, onlar Müslümanların Arabî (bedevi Araplar) gibidirler, binaenaleyh onlara da Müslümanlara uygulanan hükümler uygulanır. Müslümanlarla birlikte cihad etmezlerse, kendilerine feyy ve ganimetten nasip yoktur. Eğer İslâm’a girmeyi kabul etmezlerse, onları cizye vermeye davet et, icabet ederlerse kabul et ve kendilerinden el çek. Eğer bundan da yüz çevirirlerse, Allah Teâlâ’ya güven ve onlarla savaş…” (İbn Mâce, Cihad 38, II, 953; Tirmizî, Siyer, 48, IV, 162; Ebû Dâvud, Cihad 90)
İslam ordusu farklı meseleler içinde seferler düzenleye bilir. Bu bazen isyanları bastırmak için de olmuştur. Zaferle sonuçlanması beklenen her sefer fetih kapsamında değerlendirmemek lazım. Şu olayda olduğu gibi;
Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in ölüm haberi üzerine, Müseyleme ve Tuleyha, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktılar, Tay ve Esed kabileleri Tuleyha’ya tabi olarak dinden döndüler. Gatafan ise, Uyeyne b. Hısn’ın başkanlığı altında isyan etti. Uyeyne: “Esed ve Gatafandan bir peygamber, bize Kureyşten olan bir peygamberden daha sevimlidir. Muhammed öldü. Tuleyha ise hayattadır” diyerek, Tuleyha’ya tabi oldu (İbnül-Esîr, II, 342). Havazinliler ise zekâtlarını ödemeyeceklerini bildirdiler. Her taraftan irtidat haberleri Medine’ye ulaştığı zaman Ebu Bekir Radiyallahu Anh, elçiler göndermek suretiyle İslâm’a dönmelerini sağlamaya çalıştı ve Usame’nin ordusunun dönüşünü bekledi. Ancak, Abslar’la, Zubyanlar’ın Medine’ye saldırmaları üzerine bu tehlikeyi yok etmek için faaliyete geçmek zorunda kaldı. Bu arada diğer bir takım kabilelerin elçileri Medine’ye gelerek, namazı kılacaklarını, ancak zekât’ı ödemeyeceklerini bildirdiler. Ve bu durumun kabul edilmesini istediler.(Taberi C.3)
Bunun üzerine gönderilen ordu bu musibetleri ortadan kaldırarak zaferle geri döndü.
Mekke ve İran üzerine cihad için yürüyen İslam orduları ise fetihler gerçekleştirmiştir. Tarihte bilindiği gibi İran’ın Müslümanlar tarafından fethi 636 yılında Kadisiye Savaşı ile gerçekleşti. Hz. Ömer tarafından hazırlanan bu ordu muhteşem bir fetih gerçekleştirmiştir.
Böylece görüyoruz ki; her cihad fetih getirmeye bilir. Bunun yanında İslam’ın önündeki engeller farklılık arzedebilir. Engellerin ortadan kaldırılması noktasında da içerik olarak farklılıklar ortaya çıkabilir. Duruma göre İslam ordusunun çıkış sebepleri değişik olabilir. Fakat İslam devleti asla İslam davetini dünyaya taşıma noktasında cihad metodundan vazgeçmez.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi İslam toprakları içerisinde sahte peygamberler, bir halife varken ikincisinin ortaya çıkması, mürted olanlarla yapılan savaşlar, zalim sultana karşı hakkı söylemek fetihle ince bir ayrıştırmayı gerekli kılıyor. Her ikisinde esas olan bağ maddi engel noktasında odaklaşmasıdır. Fakat cihad kategorisinde olup farklı amellerin icrası (bazıları cihad kapsamına girse de –zalim sultana karşı hakkı söylemek gibi-) fetih kapsamında değerlendirilmemiştir.
Fetihle bağlantılı diğer bir hususta nusret konusudur. Allahu Teâlâ’nın yardımı olmadan fetihler gerçekleştirmek mümkün değildir. Bu bağlamda nusret-fetih ilişkisine kısaca değinmek istiyoruz.
Nusret ve Feth arasındaki bağ:
Nasr yardım, fetih ise sonuçtur. Nitekim yüce Allah’ın:
وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
“Seveceğiniz başka bir şey daha var; Allah katında yardım ve yakın bir fetih ve mü’minleri müjdele.” (Saff, 13) ayeti ile ifadesini bulmuştur. Nusret ancak Allah’tan olduğu halde “Allah’ın nusreti” sözünün anlamı şudur: Nusret Allah’tan başkasına lâyık değildir, onu Allah’tan başkasının vermesi düşünülemez veya ancak O’nun hikmetine uygun olur.
(وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ) “Zafer –ilahi yardım ve nusret-, yalnızca Allah katındandır.” (Enfal 10 ve Ali imran 126)
وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا
“Ve Allah sana şanlı bir zaferle yardım eder.” (Fetih 3)
Nusretten bahsedildiğinde yardım akla gelir. Buradaki asıl kasıt cihada yönelmekle veya Allah yolunda verilen mücadele esnasında Allah’tan yardımın gelmesidir. Nusret geldiğinde zaferin ve fethin önü de açılmış olur. Yani nusret fethe sebeptir.
Zemahşerî der ki: “Nasr” ile ” feth” arasında ne fark vardır ki ona atfedilmiş? dersen, derim ki: “Nasr”, iğase ve düşman üzerine üstün kılmaktır. “Fetih” de memleketlerin fethidir ve mânâ Resulullah’ın Arab’a ve Kureyş’e zaferi ve Mekke’nin fethidir. Allah’ın müminlere nusreti ve şirk beldelerinin onlarca fethi emridir de denilmiştir.”
Râzî tefsirinde de der ki: “Nasr, istenilenin tahsiline yardımdır, fetih de onunla ilgili olan istenilen şeyin meydana getirilmesidir. Nusret, fetihe sebeptir, onun için atfedilmiştir.”
Diğer taraftan “nusret taleb”i tanımını içeren lafızlar “taleb”in şer’i bir hüküm olduğuna delalet etmektedir. Nusret talep edilir. Yalnız burada talepte şu husus unutulmamalıdır. Nusret talep edilecek kişilerden sadece maddi destek istenir. Onlardan fikri konuda ve yöneticilik hususunda destek istenmez. Daveti yüklenenler Allah’ın yardımı geldiğinde sevineceklerdir. Allah birilerinin eliyle mutlaka yardımını gönderecektir. Nitekim Rasul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ikinci Akabe biatında bunu gerçekleştirdi:
“Ey falan oğulları, ben Allah’ın size gönderdiği Resulüyüm. Ben yalnız Allah’a ibadet etmenizi ve hiç bir şeyi O’na ortak koşmamanızı emrediyorum. Bana iman etmenizi ve beni tasdik etmenizi, ayrıca Allah’ın beni kendisi için gönderdiği şeyi açıklayıp ortaya koyana kadar bana yardım etmenizi sizden istiyorum.” (Ahmed bin Hanbel Müsned)
Medine’nin İslam’a kapıları Mus’ab Radiyallahu Anh ile açılmıştır. Burada Medineli yeni Müslümanlar, bir mektup yazarak İslâm’ı öğrenmek için Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem-’den kendilerine Kur’ân-ı Kerîm okuyacak, İslâm’ı anlatacak ve namaz kıldıracak bir muallim göndermesini taleb ettiler. Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- da Mus’ab -Radiyallâhu anh-’ı gönderdi. (İbn-i Sa’d, I, 220)
Fetihlerin olabilmesi İslam devleti hilafetin var olması gerekliliğini ortaya çıkartmaktadır. Müslümanlar da ilk nusreti yeniden (İnşaAllah yakın zamanda) İslam Devleti Hilafete kavuşmakla yaşayacaklardır.
İslam hayat bulmadan fethin gerçekleşmesi pratikte mümkün değildir.
Fetihle gerçekleştirilmek istenen amaç nedir dersek;
Fetihte tek bir amaç vardır o da; şar’inin gösterdiği doğrultuda insanların hidayete kavuşmasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Hedef insanların, toplumların İslam’la müşerref olmasıdır. Ne devletin ne de Müslümanların bu işi terk etmeleri asla caiz değildir. Fetih Müslümanlar için menfaat, çıkar elde etme, zaferi sömürü aracı olarak kullanma amaçlı olarak kesinlikle kullanılmamış ve de kullanılamaz.
Fetihte üç ana tema üzerinde durulmuştur. Özetle bunlar;
a– Kolaylaştırma: Bilindiği gibi İslam daveti ortaya çıktığı ilk günden itibaren yöneticiler tarafından engellemelere maruz kalmıştır. Hatta çok çetin mücadelelere girilmiştir. Bu İslam’a girişi zorlaştıran, perdeleyen, önünü kesen, korku salan bir tutumdur. Bu ortadan kaldırılmalı ki insanlar akılları ile hidayete ulaşabilmede kolaylık elde edebilsinler.
Medine’de devlet kurulmadan önce İslam tarihinde fetihten bahsedilmez. Her ne kadar hicretler gerçekleşmişse de, Müslümanlar birçok yerlere hicret etmiş olsalar da oralardan fetih haberlerinin geldiği söylenemez. Ancak feth Medine de İslam devleti kurulduktan sonra gerçekleşmiş ve yaygınlaşmıştır. Bu da gösteriyor ki fethin arkasında duracak, önünü açacak ve koruyacak bir gücün varlığı kaçınılmazdır. İslam devletinin varlığı ve gerçekleştirdiği cihadla bu kolaylığı sağlamıştır. Yani devlet davetin önünü açmıştır. Bu olay Mekke ve Medine vakıası ile daha kolay anlaşılabilir. Mekke’de İslami bir yönetim/devlet olmadığı için davet birçok zorluklarla karşılaşmış, insanlar İslam’ın hayattaki tesirinden alıkonulmuşlardır. İslam Devleti varlığında ise gidişat faklı ir boyut kazanmıştır. İbn Kesir bu konu ile alakalı olarak Nasr suresi tefsirinde şu görüşlere yer vermiştir:
إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ “Allah’ın nusreti ve fethi geldiğinde,
وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا “Ve insanların fevç fevç Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün de; …” (Nasr 1,2)
“Buhari, Sahih’inde Amr İbn Seleme’den nakleder ki; fetih gerçekleşince her topluluk Rasulullah’a teslim olmak üzere koştular ve kabileler Müslüman olmak için Mekke’nin fethini bekliyorlardı. Onu ve kavmini baş başa bırakın, eğer kavmini yenerse; o peygamberdir, diyorlardı.” (İbn Kesir c.15 s.8731)
Mekke yönetimi yıkılıp Medine’de İslam devleti kurulduktan sonra davetin önü tümden açılmıştır. Devlet hem varlığını hissettirmek hem de onların İslam’a girmeleri için ülkelerine elçiler göndermiştir. Böylece devlet İslam’a girme veyahut ta İslam’a girişi kolaylaştırmıştır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu kolaylaştırma işini cihad yolu ile yaptığı gibi yönetimdeki uygulamaları ile de göstermiştir. Ki böylece İslami fetihle ulaşan İslam davası insanların nefislerinde ve hayatlarında yer edinsin.
Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Muaz b. Cebel ve Ebu Musa’yı Yemen’e görevli olarak gönderirken onlara şöyle buyurmuştur:
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz. Uyumlu olunuz, ihtilafa düşmeyiniz.” (Buhari)
Tarihte bu kolaylık sağlandıktan sonra insanların toplu toplu İslam’a girdikleri görülür. Bir çok kavimler İslam devleti varlığı altında İslam hakkında rahatça düşünme imkanına kavuşmuş ve Müslüman olmuşlardır. Ta ki İslam Devleti Hilafet ortadan kaldırılana kadar bu durum devam etmiştir. Maalesef 1924’te Hilafetin kaldırılması ile bu kolaylık ortadan kalkmıştır. Yıllardır her ülkede İslam’a karşı sınırlı veya çok aşırı noktalara varan kısıtlamalar ve saldırılar vardır. Onun için İslam davetçisi çok olmasına, Müslüman tüccarların dünyanın her tarafına ulaşma imkanları bulmasına rağmen maalesef günümüzde fetihlerin gerçekleştiğini göremiyoruz.
Devamı var….