Home / News / YAZARLAR / Mehmed Aydın / İslam İşbirliği Teşkilatı ve Erdoğan üzerinden Ümmet ve Hilafet Provası! – Mehmed Aydın
islam devleti default

İslam İşbirliği Teşkilatı ve Erdoğan üzerinden Ümmet ve Hilafet Provası! – Mehmed Aydın

Son ayların en dikkat çekici gelişmesi, hiç kuşkusuz Suudi Arabistan ve Türkiye’nin başını çekmiş olduğu İslam Ordusu ve İslam İşbirliği Teşkilatı adı altında oluşan veya daha doğru bir ifade ile oluşturulan örgütler ve yapmış oldukları toplantı ve tatbikatlardır.

Bu oluşumlar hakkında Uluslararası camianın, yani ABD, AB, Rusya, İsrail ve NATO’nun, takındığı tutum ve dile getirdikleri söylem, aslında meseleyi ifşa etmektedir. Yine bu istikamette özellikle Türkiye açısından Erdoğan’ın kullanmış olduğu söylem, dile getirmiş olduğu sözler, Müslümanlar tarafından dikkatle takip edilmektedir.  Türkiye’de son 4-5 yıldır, özellikle FETÖ-Terör örgütünün tasfiyesinden sonra, gerçekleşen Hilafet yürüyüşleri, sempozyumları, hatta binlerce kişinin katılmış olduğu büyük konferanslar, birilerini umutlandırdı ve ”acaba Türkiye merkezli Osmanlı Hilafet Devleti mi oluşturuluyor”, sorularını sormaya sevk etti. Evet, ümmetin dört gözle beklemiş olduğu İkinci Raşidi Hilafet Devleti, artık birilerini oldukça rahatsız etmiş olmalı. Yine bu rahatsız güruh ve görevlendirdikleri kişiler, bu çalışmayı 1953 yılından beri tavizsiz bir şekilde sürdüren Hizb-ut Tahrir hareketini ne yaparlarsa yapsınlar  durduramayacaklarını anlamış olmalılar ki, ateşle oynamayı göze alarak, yıllardır dile getirilen söylem ve davranışları adeta kopyalayarak kontrollü bir şekilde ve ılımlı bir söylem ile tedricen hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Evet, tüm bu oluşumları ve bununla beraber gerçekleşen söylem ve davranışları kısaca ele alarak analiz etmeye çalışacağız.

Öncelikle İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 13. İslam Zirvesi’nin İstanbul toplantısı ve ardından sözde İslam Ordusu olarak adlandırılan oluşumdan başlayalım. İslam İşbirliği Teşkilatı aslında hiç bir işe yaramayan ve Eylül 1969’dan beri var olan İslam Konferansı Teşkilatı’nın devamı olarak, Haziran 2011 yılında Kazakistan’ın başkenti olan Astana’da kuruldu. Bu Örgüte üye olan ülkeler, her iki ismi ile, 1969’dan bu yana sadece 13 kez bir araya gelebilmiştir ve elle tutulur gözle görülür hiç bir şey yapmamıştır. En son toplantı ise 14-15 Nisan 2016 tarihinde İstanbul’da gerçekleşmiştir. Bu toplantıların neticesinde bu örgütün yapmış olduğu bir şey varsa, oda İslam lafsının acziyet, katliamlara seyirci kalan, kafirlerin zulümlerine zemin hazırlayan, küçümsenen veya zelil gibi lafızlarla ilişkilendirilmesi ve anılmasını sağlamaktır. Bünyesinde bulundurduğu kukla ülkelere baktığımızda, bu çelişkinin ve acziyetin gün yüzüne çıkması herhalde daha bariz bir şekilde görülmektedir. Bu örgütün bünyesinde, 6 yıldır Suriye Müslümanlarına ve takriben 10 yıldır Irak’ta zulüm ve katliam yapan İran devleti bulunmaktadır. Yine bu örgütün bünyesinde, 30 yıla yakın akla, hayale gelmeyecek, hatta Beşşarı aratmayacak bir şekilde, zulüm, işkence ve katliamlara imza atan Özbekistan ve Kırgızistan devletleri de bulunmaktadır. Yine herkesin malumu olan Mısır cuntası da bulunmaktadır. Evet tüm bu ve benzeri kukla, ajan devletlerinin bir araya tekrardan gelebilmesi için, 13. İİT toplantısı İstanbul’da gerçekleşti ve neticede, mezkur dile getirmiş olduğumuz izzetsizlikten, acziyetten başka bir şey çıkmadı. Zirvenin sonuç bildirisinde dile getirilen başlıklardan bir kaç tanesi şu şekilde:

  • Terörün her türlüsünün kesin biçimde lanetlendiği belirtilen bildiride, Hizbullah da Suriye, Bahreyn, Kuveyt ve Yemen’deki terörist faaliyetlerde bulunduğu, terörist hareketleri ve grupları desteklediği, üye ülkelerin güvenliği ve istikrarına zarar verdiği gerekçesiyle kınandı.
  • Libya’ya herhangi bir askeri müdahaleye karşı çıkılırken, böyle bir durumun hem ülke hem de bölge açısından vahim sonuçları olacağının altı çizildi.
  • BM öncülüğünde devam eden Cenevre’deki Suriye görüşmelerine verilen desteğin teyit edildiği bildiride, insan haklarının her şeyden üstün tutulduğu, kanun önünde eşitliğin tanındığı, çoğulcu, bir mezhebe bağlı olmayan, demokratik, sivil sistemle yönetilen bir Suriye’nin inşa edilmesini sağlayacak siyasi geçiş sürecinin beklendiği belirtildi.

Ve bununla beraber bir kaç ülke ve örgüt hakkında, örneğin Irak, Sudan ve DEAŞ gibi, değişik yorum ve endişeler dile getirildi. Aslında üzerinde fazla durulmasına dahi gerek yok. Bu bildiri aslında her Müslümanın utanç duyacağı bir sonuç bildirisidir. Düşünebiliyor musunuz, 56 üye ülkesi olan ve dünya servetlerinin 50%  den fazlasını elinde bulunduran bir çatı örgüt, Hizbul-İran’ın (Hizbullah) yapmış olduğu onca katliamdan ve zulümden sonra sadece kınayabilmiştir. Halbuki 4 yaşındaki bir çocuk dahi kınayabilmektedir. Kınamak için İİT’ye gerek duyulmadığını ve bu tutumla aslında bu çatı örgütün nederece acziyet içerisinde olduğu bir kez daha teyit edilmiş olmaktadır.   Yine bu zelil örgüt, Hizbu-İran’nın büyük abisi olan İran’ı kınayacaklarına, İİT’ye en üst temsiliyetle İstanbul toplantısına davet edildi ve İran’da davete icabet ederek bu toplantıya katıldı. Bu bile bu zelil örgütün işe yaramayan ve sadece Müslümanları oyalamaktan öteye geçmeyen bir örgüt olduğunu teyit etmektedir.

Gelelim sözde İslam Ordusu’na. Suudi Arabistan’ın öncülüğünde, Türkiye’ninde yer aldığı, 34 islam  beldesi, Aralık 2015 tarihinde İslam Ordusunu ilan etti. Yüzyılın kuklası ve her hali ile ne siyasetten, ne askeri tatbikattan nede teknolojik atılımdan haberdar olmayan Suudi Arabistan, İslam Ordusu’nu kurduğunu ilan etti. Teröre karşı İslam İttifakı adlı koalisyonda 3.363.574 asker ile 19.471 tank yer alacağı söylendi. Bu ittifakın hedefini anlamak için, Suudi Arabistan’ın dışişleri bakanı Cubeyr’in Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirmiş olduğu Paris ziyaretinde bu ittifakı (Terörle mücadele için İslam ordusu ittifakı) olarak ilan etmesi neticesinde, batının buna vermiş olduğu olumlu reaksiyonuna bakmak yeterli. Terör kelimesi üzerinden gerçek Hilafet Devleti’ni, yani ikinci Raşidi Hilafet Devleti için canla başla çalışan Müslümanların kastedildiği herkesçe bilinmektedir. Batı ne zamandan beri bize karşı merhametli ve şefkatli olmaya başladı ve ne zamandır bizim birleşip vahdetimizi istemekte? Bu sözde İslam Ordusu’nun aslında daha öncede yazmış olduğum vekalet savaşı misyonu ve Şii-Bloğun karşısında duran bir Sunni-Bloğun oluşmasıdır. Vekalet savaşı ise ABD’nin, bölgede kendi kara harekatını devreye sokmaktan aciz olduğu için, oluşturmuş olduğu İslam ordusu  ile gerçekleştirme arzusunu içermektedir. Yani uzun lafın kısası bu oluşumların ardında  geçmişte olduğu gibi bugünde sadece oyalamak ve Müslümanların enerjilerini sahte oluşumlarla heder etmek yatmaktadır.

Son olarak ta, tüm bu oluşumların Erdoğan ile olan bağlantısını ve onun bu süreçte üzerine yüklenmiş olan misyonuna, bakmanın gerekli olduğu kanaatindeyim. Öncelikle şuna dikkat çekmek istiyorum. AKP’ye oy verenlerin, belki de kahir ekseriyeti, İslam’a karşı büyük muhabbet beslemektedirler. Yine  küçümsenmeyecek bir kısmı ise, yeni Osmanlı Hilafet’i fikrine kesinlikle sıcak bakmaktadırlar. Bu doğal olarak, parti bünyesine de yansımaktadır. Hatta parti içinde, Osmanlı Hilafet fikrine karşı çıkmayan, en azından sempati duyanların varlığı da hissedilmektedir. Yine Ortadoğu’nun konumu gereği ve özellikle Arap baharının Suriye bölgesindeki olaylar, batıyı özellikle ABD’yi oldukça endişenlendirmektedir. Bu endişeleri zaten gizlememektedirler. Bakınız Erdoğan’ın hamisi olan ABD’nin stratejik tahmin enstitüsü Stratford kurucusu ve istihbaratçısı olan Georg Friedman’ın tahminine göre, 2040 yılından itibaren Türkiye Neo-Halife’liğin merkezi bir imparatorluğa dönüşecek ve ABD ile savaşacak. ABD’de yaşayan bir istihbaratçının, İİT’nin oluşumu ve akabinde Obama’nın, Suudi Arabistan ziyareti sonrasında, bunları söylemiş olması oldukça düşündürücü. Anlaşılan üst akıl İslam beldelerinde oluşan ümmet ve hilafet fikri karşısında durmaya takati yok. Dolayısıyla oluşturulmak istenen çakma bir hilafet ile önüne geçilmek istenmektedir. Lakin ateş ile oynamaktadırlar. Sahtesi olsun derken gerçeği gelirse vay hallerine. Rabbim nurunu tamamlayacak ve ikinci Raşidi Hilafet Devlet’i en kısa zamanda kurulacak biiznilah.

İşte muhtemelen bunun rahatlığı ile Erdoğan, son yıllarda söylemlerini gün geçtikçe daha yoğun bir şekilde İslam dini ile ilişkilendirdiği gözlemlenmektedir. Buna belki de son günlerin en bariz örneği, Erdoğan’ın Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sinan Erdem Spor Salonu’nda düzenlediği “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temalı Kutlu Doğum programına katılarak yaptığı şu konuşma verilebilir:

“Aklıma rahmetli babama sorduğum bir soru geldi. Bir gün babama sordum; ‘Biz Laz mıyız, Türk müyüz?’ dedim. Babam dedi ki, ‘Oğlum büyük dedem Mollaymış, ona sordum ‘Dede biz Laz mıyız, Türk müyüz?’ Büyük dedem de babama şu cevabı vermiş: ‘Torunum, yarın öleceğuk, Allah bize Men Rabbüke, Vemen nebiyyüke, Ve ma dinüke sorularını soracak. Ve ma kavmüke diye bir soru sormayacak. Sana sordukları zaman, ‘Elhamdülillah Müslümanım’ de geç’ demiş.”

Erdoğan, İslam dünyasının üç tehlike ile karşı karşıya olduğuna dikkat çekerek, şöyle devam etti:

“Bir mezhepçilik, iki ırkçılık, üç terör belasıyla karşı karşıyayız. Bu hafta boyunca İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 13. Liderler Zirvesi’ni yaptık ve sonuç bildirgesinde de bu başlıkları orada açıkladık. Dedik ki, ‘Biz ne Şia ne Sünni, böyle bir din tanımıyoruz, bizim tek dinimiz var, İslam’ dedik. Biz İslam’ın o bütünleştirici çatısı altında toplanacağız. Sünni’siyle, Şia’sıyla, şusuyla-busuyla, vesaire. Asla bunlar bir ayrım sebebi olmayacak. İşte onun için gelin birlik olalım demenin anlamı bu. İkincisi, ırkçılık… İşte onu da yine Rabbimiz, Hucurat Suresi’nde buyuruyor: Hangi ırktan olursan ol, hangi kavimden olursan ol, ister Türk ol, ister Kürt ol, Laz ol, Çerkez ol, Gürcü ol, Abhaza ol, Boşnak ol, Roman ol, ne olursan ol, ama bizi birleştiren bir şey var: İslam… Biz Müslümanız, burada bütünleşeceğiz. Eğer her ikisi de olmazsa, işte o zaman başımızın belası nedir? Terör fitnesi. Şu anda biz, terörün bedelini ödemiyor muyuz? Terörün bedelini ödüyoruz. Bakın bunca insan ölüyor. Tabii biz burada duramayız, sonuna kadar devam edeceğiz, bu operasyonlara. Niçin? Birliğimizi, huzuru tesis etmek için devam edeceğiz.”

Yine buna benzer bir çok farklı örnek ve dile getirilen söylem verile bilinir. Lakin bu, izledikleri yanlış yolu kesinlikle meşrulaştıramaz. Yine takip edilen yanlış yolu ABD tarafından belirlendiğini görmemek için kör olmak gerekiyor. Biz genelde Müslümanlara özelde ise dava erlerine, özellikle şu günlerde daha da önem arz eden şu hatırlatmayı yapmak istiyoruz. Ne olursa olsun, ne teklif edilirse edilsin, zahiren imkansız olduğu dile getirilsin, yani vakıada gözlemlenen her ne olursa olsun, bizleri kesinlikle Resulullah’ın göstermiş olduğu yoldan saptırmaması gerekiyor. Tam tersine bugün, dünden daha da yoğun bir şekilde bu duruşa ihtiyaç duyulmaktadır. Rabbim bizleri hak yoldan ayırmasın ve istenilen o şanlı hedefe tez zamanda kavuşmamızı nasip etsin (Amin).

 

Kardeşiniz Mehmet Aydın

27.04.16

Ayrıca...

yazar

Neden Kobani değil de Afrin Operasyonu?

Hatırlayacağınız üzere İŞİD Ağustos 2014 tarihinde Kobani’yi (Ayn El Arap) kuşatmış ve 17 Eylül 2014 …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir