Boyutları, Neticeleri ve İslam’ın Tutumu
Dünyanın herhangi bir yerinde sivillere yönelik bir saldırı duyduğumuz zaman, suçlu olan ve ithamlara maruz kalan Müslümanlar olmaktadır. Böylece Müslümanlar terör olayları işlemekle hep töhmet altında bırakılırlar. Lakin yapanların Müslüman olmadığı ortaya çıktığında ve ispatlandığında, bunun bir istisna olduğu söylenir. Bu durumda, fail kimse, aklen dengesiz ya da psikolojik hasta olarak taktim edilmektedir! Örneğin 2011’de, Norveçli Breivik’in kendi ülkesinde kamu yerlerine ve gençlere ait bir kampta gerçekleştirdiği saldırılar neticesinde 76 kişinin öldüğü ve 100 den fazla kişinin yaralandığı örnekte olduğu gibi.
Buna mukabil örneğin Amerika, binlerce kilometre öteden İslam beldelerine geldiğinde, Afganistan ve Irak’ı işgal ettiğinde ve ardından Suriye’yi karıştırıp işgale kalkıştığında, milyonlarca insanı öldürüp, yaralayıp ve ülkeleri yıkıp yaktığında, hiç bir zaman terörle itham edilmez! Tam tersine, kendi işgal ve zulmüne karşı direnenler terörist olarak itham edilirler! Yine Filistin’i gasp eden, ahalisini katleden ve göçe zorlayan, evlerini yıkan sözde Yahudi devletine karşı direnen veya direnişte bulunabilme ihtimali olan her Müslüman terörist olarak itham edilirken, cani Yahudi varlığı ABD ve batı tarafından her türlü desteği görür ve hiç bir zaman onu terör işleriyle itham etmez! Tam tersine ve daha doğru bir ifade ile, bu gaspçı ve katillere direnenler, kendi topraklarını savundukları halde, terörist olarak itham edilir!
ABD, Suriye’de kendi nüfuzunu korumak adına, yüzbinlerce insanı katlettirmek ve memleketi yıkmak için, kendi ajanı olan Beşar Esad’ı rahat bıraktı, dolaylı da olsa ona destek oldu, ona dokunmadı ve hiç bir zaman terör işleriyle itham etmedi!
Yine Fransa, İngiltere ve Rusya İslam beldelerine saldırı gerçekleştirip, bir çok Müslümanı öldürdüğünde ve yakıp yıktığında, hiç bir zaman terörle itham edilmezler!
Kendilerine düşmanca saldıran ve memleketleri işgal edilen Müslümanların direnişlerini terör sayarlar, sivillere karşı yapılan saldırıyla ve her meydana gelen patlama ile itham edilirler, ardından sömürgeci devletler Müslümanlara saldırmak ve memleketlerini işgal etmek için bu konuları bahane uydururlar. Ayrıca sömürgeciler birbirlerine karşı da kendi siyasetlerini ve planlarını uygulamak için de bunu bahane olarak ittihaz ederler. İşte kafir sömürgeci devletlerin yolu budur. Lügat manasında onların adı; gerçeği örten ve şeri manada gerçeği inkar eden kimseler. Zira Allah’ın ayetlerini inkar ederler. Böylece kafirler bu iki manayla Allah’ın dediği gibi zalimlerdir.
” والكافرون هم الظالمون”.
“Kafirler zalimlerin ta kendileridir” (Bakara 254)
İşte, 22.3.2016 da Brüksel’de patlamalar gerçekleşince, yine Müslümanlar itham edildi. Ertesi gün “İslam Devleti Örgütü” “ Amak” adlı ajansı vasıtasıyla bu patlamaları üstlendi, kendi elemanları bu saldırıları yaptıklarını ilan etti. 13.11.2015 de Paris saldırıları yapan kimseyi tutuklayıp Fransa’ya teslim edilme kararından 4 gün sonra bu Brüksel patlamaları meydana geldi.
Bu tutuklama akabinde Belçika İçişleri Bakanı Jan Jambon şöyle açıkladı:
“Belçika her hangi bir intikamlı saldırıya karşı olağanüstü haldedir“ ( Skynewes 21.3.2016). Bu olayın önemi ise Avrupa başkentinde gerçekleşmesidir. Burada Avrupa’nın siyaseti konuşulur ve kararları alınır, örneğin Müslüman göçmenler ve iltica edenlerle ilgili kararlarda olduğu gibi. Peki nasıl, bu saldırıların meydana gelmesi beklenirken ve olağanüstü hal alınmışken, Avrupa Başkentin’de böyle bir saldırı gerçekleşir?! Bu icraatlar gereğince her yerde emniyet güçleri varken ve operasyonlar yapılırken nasıl böyle olaylar meydana gelir?!
ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’ın şu demeçleri dikkat çekici: “ Brüksel saldırıları Irak ve Şam’da İslam Devleti örgütüne karşı çabalarının hızlandırılmasına ihtiyaç var olduğunu Avrupalıların çoğuna hatırlatmak için oldu. ABD bu konuyla ilgili bir hatırlatma yaptı, Avrupa da o örgüte karşı çabalarının hızlandırılmasına ihtiyaç olduğundan şüphelenen kimselere bir hatırlatma mahiyetinde o saldırı gerçekleşti”. (CNN 24.3.2016)
ABD, Irak ve Suriye’de “İslam Devleti Örgütü” bahanesiyle varlığını güçlendirirken, Avrupalıları kendi yanında durmalarına ve sarf etmiş olduğu gayretlerine bilfiil destek olmalarına çağırıyor. Nitekim ABD Suriye’deki çatışmalara oldukça yaklaştı ve özel güçleri yaymaya başladı. Bunun için kendi ajanı olan Kürt örgütlerinin hükmettikleri bölgelerde, ABD’li asker ve emniyet danışmalarına bir üs kurdu.
ABD Savunma Bakanı Ashton Carter şöyle ekledi: “Musul’un düşmesi için bir sene beklemeye gerek yoktur, fakat size bunun için bir takvim vermiyorum, bu savaştır, biz olayları hızlandırmak için bir şey yapmalıyız, zaten yapıyoruz, fakat bunun fazlasını yapmayı bekliyorum” ve “Musul’u geri almak için birinci merhalenin başladığını” ilan etti!
Avrupa Suriye meselesini yalnız “İslam Devleti Örgütü” ile savaşma dairesinde sınırlandırmak ve Başşar Esad’ın rahat bırakarak, istediğini yapsın diye ABD’nın siyasetini desteklemiyor. Aslında niyetleri farklı. Avrupa her iki tarafla eşit bir şekilde savaşmak istiyor. ABD bunu kabul etmedi ve Suriye meselesinde Avrupa’yı uzaklaştırmaya çalıştı, yalnız Rusya ile tedavül edilmesini de unutmadı.
ABD kendi Savunma Bakanının diliyle, Avrupa Suriye’deki ABD’nin siyasetini desteklemediğini açıkça söylüyor ve bu tür patlamalar ve saldırılarla Avrupa’nın kendisine destek vermesinin gerekliliğini hatırlatmak istiyor. Muhalefet ve tenkit etmeden Rusya’nın arkasından yürüdüğü gibi Avrupa’nın da arkasından yürümesini istiyor. Daha doğrusu Avrupa üzerine bir vasi olmak istiyor. Brüksel’de saldırılar olunca ABD Savunma Bakanı şöyle açıkladı: “ Bu gün 34 kişinin hayatını kaybetmeye yol açan Belçika Başkenti olan Brüksel’de meydana gelen saldırılar ABD ve müttefiklerinin terörist “İslam Devleti Örgütü” ne karşı askeri hamlenin devamını kesmeyecektir, Brüksel’deki durumu gözetliyoruz, Avrupa’daki dostlarımıza ve müttefiklerimize yardımı sunmak için hazırda bulunuyoruz”. (Reuters 23.3.2016)
ABD Dışişleri Bakanı Kerry hemen Brüksel’e doğru hareket ederek patlamalarla ilgili soruşturma ve bilgi toplama hususunda Belçika’ya her tür yardımı sunuyoruz diyerek şöyle açıkladı: “Bu hükümet bir yıldır görevini yapmaktadır ve teröre karşı kararlıkla hareket etti, bir aydan beri yabancı savaşçıları izlemek için burada bir ekibimiz vardır”. (Reuters 25.3.2016) Yine de Reuters ajansı ABD’li kaynaklardan şunu aktardı: “ Brüksel’de saldırıları düzenleyen iki kardeşi bu saldırılardan önce Terörle Mücadele konusunda özel olarak gözetlemek için ABD yönetimi koyduğu listede bulunuyorlar”.
İşte ABD Brüksel’de bulunuyor, bir aydan beri yabancı savaşçıları izliyor ve özellikle saldırıları gerçekleştiren iki kardeşi izliyordu! Ondan sonra bu patlamalar gerçekleşiyor! Bunun manası nedir?! Aynı anda dostlarına yardımı sunmak istediğini iddia ediyor! Fakat bu dostlar Suriye konusunda kendisine muhalefet etmesinler ve kendi kötü niyeti hakkında şüphe duymamasını istiyor! Oysa Avrupalılar ABD’nin kötü niyetini biliyorlar, siyasetçi olan bir Avrupalının bunu bilmemiş olması mümkün değil. Daha doğrusu ABD, Avrupa’nın kendi sorumluluğu ve kontrolü altında kalmasını istiyor. İstikrarlı olmayan Belçika hükümetini övüyor! Onu kendi tesiri altında bırakmak için tavlamaya çalışıyor.
Avrupalılar şaşkına döndüler; ne yapacakları ve nasıl cevap vereceklerini bilemediler. Ancak İçişleri ve Adalet Bakanları için bir toplantı yaptılar, bundan başka bir şey yapmadılar. Belçika Adelet Bakanı Koen Geens şöyle açıkladı: “Bilgi alışverişi ve ortak soruşturma konularında teröre karşı kapsamlı bir savaşta çok hızlı hareket ediyoruz”. Avrupalılar Amerika siyasetine boyun eğmek için sanki kendilerine karşı bir komplo kurulduğu hissediyorlar.
Avrupa’daki milliyetçiler bu patlamaları istismar etmeye başladılar. Fransa Ulusal Cephe lideri Marie Le Pen Schengen anlaşmasını ilga etmeye çağırarak şöyle açıklama yaptı: “Milli sınırlarımıza dönmeliyiz”, ve “Radikal İslam fikriyle savaşma” konusunda daha sert siyaset takip etmeye çağırdı.
Ancak Avrupalı düşünürler akıllı olmaya çağırdılar ve Avrupa’da yaşayan Müslümanlar ile Avrupalılar arasında bir uçurum oluşmasından sakındılar. Geçen on sene içerisinde Müslümanalara karşı kullanılan siyasetten daha akıllı bir siyaset izlemeye ve ilticacıların meselesine bağlanmamasına çağırdılar. Kısaca; Amerika’nın arkasında yürümemeye çağırdılar. Daha doğrusu 11 Eylül 2001 de New York’taki Dünya Ticaret Merkezinde meydana gelen patlamaların akabinde Avrupa’nın, ABD’nin İslam’la ve Müslümanlarla savaşmak adına izlediği siyasetten farklı bir siyasetin izlemesini istediler. Zira Avrupa o siyasetten zarar görüyor, direk Müslümanlarla yüz yüze bir savaşa sokuyor, çünkü Avrupa Müslümanların memleketlerine bir komşu sayılır ve içerisinde on milyonlarca Müslüman yaşıyor. O memleketlerden gelen mültecilerin meselesini kendi lehine kullanmaya çalışıyor, kendini ABD’ye Suriye konusunda kabul ettirmeye çalışıyor ki orada bir rol oynasın, bu meseleden uzaklaştırılmasın ve böylece devletlerarası sahasında tesirli olsun. Ama ABD kendini emniyette hissediyor, çünkü Müslümanların memleketlerinden çok uzak bir yerde bulunuyor . Onlarla uzaktan savaşır, vurur ve memleketime kaçarım anlayışına sahip.
Avrupa Birliğinde eski Hariciye ve Emniyet sorumlusu olan Javir Solana, Charlie Hebdo’ya saldırıdan sonra bu konuya şöyle değindi “ Avrupa kendine derin bakışla baksın, göçmenlerin ikinci ve üçüncü nesli şu anda terörist örgütlerin kandırmalarına eğilimli olduklarını idrak etmelidir. Avrupa vatandaşlığı gerçek sosyal ve iktisadi entegrasyona dönüşmedi. Müslümanlara karşı kullanılan itme veya marjinalleştirme siyaseti, kimlik, hedef ve mensup olmakla ilgili Müslümanların hissettikleri boşluğu o örgütlerin doldurması, Müslümanlara karşı milliyetçi Avrupalıların taassupları, İslam’dan ve yabancılardan nefret etikleri” hakkında konuştu. Şöyle de ekledi: “Batı şunu idrak etmelidir; Afganistan ve Irak’la ilgili halin gösterdiği gibi Arap dünyasındaki çatışma yabancı askeri müdahale yoluyla çözülemez. Bölgede istikrarı, düzeni ve ilerlemeyi sağlamanın tek yolu şununla özetlenir: ılımlı Müslümanlara destek vermek, bunların aşırı ve şiddet eğilimli kimselere karşı savaşı kazanmak için imkan sağlamaktır. Batı bu ılımlı kimselerle tanışmalı, onları kabul etmeli ve onlara destek vermelidir”.( Project Syndicate 29.1.2015)
Bu siyaset ABD’nin askeri müdahale siyasetine terstir. Nitekim ABD Mısır’daki Sisi gibi diktatör bir yöneticinin var olması ile istikrarı gerçekleştirme hususunda acziyeti gösterdiğinden dolayı düşürdüğü ılımlı Mursi arasında fark kılmaz, kendisi için önemli olan kendi nüfuzu ve çıkarlarını gerçekleştirmektir.
İşte, Avrupa Birliğinde eski Hariciye ve Emniyet sorumlusu, Avrupalıların kendi toplumlarında Müslümanları entegre etme konusunda başarısızlığını ilan ettiği gibi onları bir kenara ittiklerini itiraf ediyor. Bu nedenle silahlı gruplar onları istismar etme konusunda kolaylık elde etmiş oluyor. Milliyetçi Avrupalıların taassubu durumu gerginleştirdiği ve Avrupa’ya zarar getirdiğini de açıkladı.
Yahudi varlığı bu saldırıları kendi lehlerine çevirmeye ve Filistin’de zalimce izlediği siyasetinden dolayı Avrupa’nın kendilerine yönelttiği eleştirileri gidermek istedi. Avrupa’ya karşı böyle olayların olmasını sanki temenni etti, aynı anda bütün şer güçlerini Müslümanlara karşı birleşmeye çağırdı. Yahudi varlığının Savunma Bakanı Muşa Yalon şöyle açıkladı: “Dünya üçüncü cihan savaşına veya adlandırıldığı gibi Hadaretler(Kültürler) çatışmasına sokulduğu ortada. Öyleyse beraber olalım. Eğer Belçikalılar bir kısım Müslümanların terör eylemi yapmayı planladıklarına dair olan gerçeği hesaba katmazlarsa, çikolata yemeye, hayatı tatmaya ve biz liberaliz ve demokratız demeye devam ederlerse, bunlara karşı gelemeyecekler”. (BBC 24.3.2016)
Bizim Müslümanlar olarak tutumumuz ise; emniyette yaşayan sivil kimselere dokunmayı yasaklayan İslam’daki harbi siyaseti benimsemektir. Şöyle ki; Resulullah (sav) bir ordu gönderince şöyle diyordu:
:” انطلقوا باسم الله، لا تقتلوا شيخا فانيا ولا طفلا صغيرا ولا إمرأة ولا تغلوا، وضموا غنائمكم وأصلحوا وأحسنوا إن الله يحب المحسنين”.(سنن أبي داود)
“Allah’ın adıyla hareket edip fırlayın, ölüme doğru yuvarlanan yaşlı kimse, küçük çocuk ve kadını öldürmeyin. Haddi aşmayın, ganimetlerinizi yan yana koyun, ıslah edin ve iyilik yapın. Allah iyilik yapanları sever”. ( Ebu Davut)
Birinci Raşid Halife Ebu Bekir (r.a) düşmanla savaşmaya giden orduya şöyle hitap etti:
” لا تقتلوا صبيا ولا إمرأة ولا شيخا كبيرا ولا راهبا ولا تقطعوا مثمرا ولا تخربوا عامرا، ولا تذبحوا بعيرا أو بقرة إلا لمأكل ولا تغرقوا نحلا ولا تحرقوه”. (البيهقي)
“Hiç bir çocuk, bir kadın, büyük yaşlı adam ve hiç bir rahibi öldürmeyin, hiç bir ağacı kesmeyin, hiç bir şeyi yıkmayın ve bozmayın, yemek dışında hiç bir deve veya ineği kesmeyin, arıları suya batırmayın ve yakmayın”. (Beyhakı). İşte bu sözler şu ayet-i kerimeyi açıklıyor:
“وقاتلو في سبيل الله الذين يقاتلونكم ولا تعتدوا إن الله لا يحب المعتدين” (البقرة 190)
“Allah uğrunda sizinle savaşanlarla savaşın. Haddi aşmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez” (Bakara 190) Bunun manası sadece yüz yüze Müslümanlarla savaşmak gerekir. Haddi aşmak ise; yüz yüze savaşmayanlarla savaşmaktır. Bunlar ise sivil insanlardır. Bunlarla savaşmak haramdır.
Biz hakka davet eden insanlarız, ahde vefakârlık gösteririz, bizden eman dileyenlere emniyeti sağlarız, bize eman verenlere ihanet etmeyiz, komşulara iyilik yaparız, arzı, ekimi ve nesli ıslah ederiz, ABD, onun dostu ve ortağı olan Avrupalılar, Ruslar ve Yahudi varlığı yaptıkları gibi arzı, ekini ve nesli bozmuyoruz. Allah’ın sözünü yükseltmek istiyoruz, böylece zulmü izale ederiz, adaleti ikame deriz, insanlara emniyeti ve emanı gerçekleştiririz.
27.3.2016
Esad Mansur