İlahiyatçıların belli başlı dini konuları(!) konuşmak üzere TV programlarına çağrıldıklarına son dönemlerde daha çok rastlar olduk. Ne ilginçtir ki programlarda ameli yönü olmayan konular itina ile seçilip üzerinde tartışılmaktadır. Bu programlarda Müslümanların ameli bir meselesine merhem olalım kastından çok afaki meseleler ile kamuoyunu meşgul etmek amaçlanmaktadır.
Programlarda ilahiyatçıların sıkça konuştuğu/tartıştığı konulardan bir tanesi de Cennet ve Cehennem konusudur. Lakin ne ilginçtir ki, programlara konuk olan ilahiyatçılar/hocalar Cennet ve Cehennem konusunu somut mu soyut mu tartışmasının ötesine taşımamışlardır. Ya da kıyamet alametleri hocalara sıkça sorulan soruların zirvesinde olma yerini halen korumaktadır. Kıyamet ne zaman kopacak? Nasıl kopacak? Koparken bizler neler hissedeceğiz? Cennet nasıl bir yer? Cehennem azabının şiddeti ne denlidir? Bu ve buna benzer sorular programların vazgeçilmez sorularından sadece bazıları. Lakin bu sorular ne kadar muhtelif olursa olsunlar ortak bir paydaları vardır ki o, ameli yönü kapsamıyor olmalarıdır. Ben de bu makalemde özellikle Cennet ve Cehennem konularını tartışma konularına mevzu olmak yerine ameli koordine eden bir esas olması gerektiğini ele almaya çalışacağım. Evet, Cennet-Cehennem amellerimizi koordine etmelidir. Başka bir deyişle sevap ve günah amellerimizin tayinini belirleyen ölçü olmalıdır. Peki, biz kendisine ulaşacağımızdan zerre miktarı şüphe duymadığımız o günü/din gününü ne denli ciddiye alıyoruz? Müslümanların şeri hükümlere tabi olmak konusunda ortaya koymuş oldukları tavır sevap ve günah meselesini ne kadar ciddiye aldığımızın en güçlü ispatıdır. Sevap ve günah merkezli bakan ve ciddiye alan bir kimse nasıl olur da Allah’ın hükmüne muhalefet edebilir ki? Mümkün değildir. Sevap ve günah dolaysıyla Cennet ve Cehennem konusu ciddiye alınmalıdır ki kullukta başarı gelsin. Ukba kaygısı taşımayan bir kimsenin kullukta başarı sağlaması muhaldir. Kullukta başarı ancak ukbayı ciddiye almakla gerçekleşecektir. Buradan hareketle eğer ki sevap ve günah yani Cennet ve Cehennem konuşulacaksa bu amellere tesiri bakımından ele alınmalı yoksa tartışma konusunun objesi bakımından değil…
İşin bir de hafife alınması meselesi var. Kardeşlerimizle sohbet ettiğimiz zaman niçin namaz kılmadığı sorusuna yakın bir zamanda başlayacağı cevabını vermesi ukbayı çok ciddiye almadığının en bariz göstergesidir. Hâlbuki ki namaz ya da Allah’ın emirlerinden herhangi birisini ihmal etmesi halinde günahkâr olacağı korkusu onu harekete geçirmeli ve kaygılandırmalıdır. İhmalkârlığından ötürü günaha duçar kalacağı endişesi onu sarmalı ve bir an evvel emri yerine getirmelidir. Maalesef toplumumuzda bu hassasiyetin zail olduğunu üzülerek de olsa görebiliyoruz. Asıl olan sevap bilinci doğru amele sevk etmeli, günah bilinci ise yanlış ameli işlemekten korumalıdır. Uzun lafın kısası ukba kaygısı kullukta başarı getirecektir. “Din günü” gerçeği bizim amellerimizi koordine etmelidir.
Abdullah b. Ömer nakletmektedir: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: İki büyük şeyi unutmayın, buyurdu. İki büyük şey nedir? diye sorduk. Cennet ve Cehennem, buyurdu. Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatacağı kadar anlattı ve ağladı. Gözyaşları sakallarının iki yanına aktı –veya ıslattı-. Sonra: Muhammed’in nefsi kudret elinde olana yemin ederim ki, eğer benim bildiğim gerçekleri bilseydiniz, mutlaka araziye çıkar, başlarınıza toprak serperdiniz, buyurdu.”[1]
Ukba bilincinin ameli koordine ettiğiyle alakalı bir rivayet ise şöyledir. Ebu Said RadiyAllahu Anh’ın rivayetine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Surun sahibi (İsrafil), sur denen borusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken benden gülüp eğlenmemi nasıl bekleyebilirsiniz?”[2]
Yine başka bir hadis paylaşmak istiyorum ki bu hadis o günün şiddetini anlatmak adınadır. Başta da dediğim gibi yüzeysel bir bilgi aktarımından ziyade amelleri koordine etmesi gayesiyle bu hadisleri paylaştığımı tekrar hatırlatmak isterim. Ayşe RadiyAllahu Anha, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“İnsanlar Kıyamet Günü’nde, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzurunda toplanırlar. Bunun üzerine ben: Ya Rasulullah! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca, birbirlerine bakmazlar mı, dedim? Peygamber Efendimiz: Ayşe! Durum, onların bunu akıllarına getiremeyecekleri kadar ciddidir, buyurdu.” Bir başka rivayette: “İş, birbirlerine bakamayacakları derecede şiddetlidir, buyurdu. ”[3]
Bütün bu hadisler bizlere hakikatte ukbayı, ukba da bizlere kulluğu hatırlatmalıdır. Sevap amelleri yapmaya, günahta amellerden kaçmayı sağlamalıdır. Bunun en güzel öğretilerinden bir tanesi de Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in konuyla alakalı sözleridir. Hz. Ali ve Mersed b. Ebî Mersed ile bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Yürüme sırası efendimize geldiğinde, diğer iki sahabe: “Ya Rasulullah! Sen bin; biz, senin yerine yürürüz.” diyorlardı. Ancak Peygamber efendimiz bunu kabul etmiyor, “Siz yürümekte benden daha kuvvetli olmadığınız gibi, ecir ve mükâfat hususunda da ben sizden daha müstağni ve zengin değilim.”[4] diyordu.
Cennet vaadini ve müjdesini duydu mu koşmalı bir Müslüman… Cehennem tehdidini duyduğu vakit de ürkmeli ve o işten uzak durmalıdır. Müjde ve tehdit kişinin amellerindeki seyri tayin eden olmalıdır. Eğer ki amellerin tayinini belirleyen Rabbimizin müjdesi ve tehdidi olursa kullukta başarı gelecektir. Tıpkı Ebu Dahdah gibi…
İbn- i Mesud RadiyAllahu Anh anlatıyor:
“Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah ona bunun karşılığını kat kat verir[5] ayeti nazil oldu. Ayetin indiğini duyan Ebu Dahdah, vakit kaybetmeden hemen koşarak Rasulullah’ın yanına geldi. Ona: Anam babam sana feda olsun ey Allah Rasulü, Allah hiçbir şeye muhtaç değilken bizden borç mu istiyor? diye sordu. Hz. Peygamber: Evet, bununla sizi Cennet’e koymak istiyor buyurdu. Ebu Dahdah: Şimdi ben Rabbime borç verirsem, bunun için beni ve çocuklarımı Cennet’e koyacağını taahhüt mü ediyor? diye sordu. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Evet, buyurdu. Ebu Dahdah elini Rasulullah’a uzatarak: Öyleyse elini bana uzat ey Allah Rasulü benim iki bahçem var, biri yukarıda diğeri aşağıda. Vallahi bunlardan başka da bir şeyim yok. İkisini de Allah’a borç vermek istiyorum, dedi. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Onlardan birini Allah için bağışla, diğerini kendin ve ailenin geçimi için bırak, buyurdu. Ebu Dahdah: Büyük olan ve çok sevdiğim 600 ağaçlı hurma bahçemi Rabbime borç veriyorum, dedi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Öyle ise Allah buna karşılık sana Cennet’i verecektir, buyurdu.”[6]
Ebu Dahdah hurma bahçesine gidip de olayı eşine anlatınca eşi yaptığı bu alışverişten dolayı çok memnun oldu, çok sevindi. Ebu Dahdah ona: “Ey Dahdah’ın annesi! Hurma bahçesinden çık! Ben onu hurmalarıyla birlikte Cennet karşılığında Rabbime sattım, deyince, eşi onu tebrik ederek: Kârlı bir ticaret yapmışsın ey Ebu Dahdah! Allah alışverişini mübarek kılsın, dedi. Sonra topladıkları hurmaları bahçede bırakıp, çocuklarını yanına alarak bahçeyi gönül hoşluğu içinde terk etti.”[7]
Belki ukba kaygısının ameli nasıl düzenlediğini anlatan nadir örneklerden bir tanesi de Abdullah ibn Revaha’nın şu muhteşem sözleridir. “Vallahi ben ne dünya sevgisinden dolayı ne de sizleri özleyeceğim diye ağlıyorum. Beni ağlatan şey, Rasulullah’tan işittiğim “İçinizden Cehennem’e uğramayacak yoktur! Bu, Rabbimin yapmayı üzerine vacip kıldığı bir gerçektir,[8] ayetidir. Cehennem’e uğradıktan sonra oradan nasıl geri döneceğimi bilmiyorum. Ben, Rahman olan Allah’tan, kanları fışkırtıp köpürten bir kılıç darbesiyle yahut ciğer ve bağırsakları kasıp kavuran bir kargı saplamasıyla şehit olmak isterim ki, kabrime uğrayanlar: Allah bu savaşçıya doğru yolu göstermiş, o da doğru yolu bulmuştur, desinler!”[9]
Sözün bitiği yer burası olsa gerek. Ukba kaygısı ameli koordine etmeli…
[1] Ebû Ya’lâ
[2] Tırmizi
[3] Buhârî, Rikak 45; Muslim, Cennet 56-59
[4] İbn Sa’d
[5] Bakara Suresi 245
[6] Kurtubi
[7] İbn’ül Esir, Üsdül Gabe
[8] Meryem 71
[9] Sire