15 Temmuz 2016 tarihinde TSK, bazı generallerin ve askeri personelin de içinde olduğu darbe girişiminde bulundu. Girişim diyoruz çünkü darbe başarılı olmadı. Özellikle ilk başta ve sıcak çatışmanın yaşandığı yerlerde şehit olma arzusu ve isteğiyle halkın sokağa çıkması ve TSK içindeki kimi komutanların destek vermemesi ya da anlaşması üzerine darbe akamete uğradı.
Hükümet, bunun TSK içerisinde yuvalanmış malum FETÖ terör örgütü olduğunu söyledi. Üç yıldır hükümetin bu yapı ile mücadelesi neticesinde toplumda oluşmuş kötü bir algı zaten vardı. Bu durum hükümetin işini kolaylaştırdı. Şuanda sağ’dan sol’a neredeyse tüm toplum kesimleri bu darbenin arkasında FETÖ olduğuna dair bir uzlaşı içerisinde.
Hâlbuki Ordu, Cumhuriyetin ilanından bugüne Laik-Kemalist yapısını her zaman korumuştur. Yine bu Ordu, geçmişte ikisi başarısız dört tane darbe yaptı. Bu darbeyi yapanlar da yine bu klikti. Yani Laikliği en iyi kendilerinin koruyacağına inanan Kemalist-laikler.
Ordu içerisine elbette Gülen’in sızma girişimleri olmuştur. Bu durum hükümet nezdinde de bilinmektedir. Ancak TSK içerisinde bulunan toplam 356 General’den, tutuklanan 119 General’in FETÖ ile bağlantısı olduğunu söylemek doğru değildir. Gerek verilen ifadelerden, gerekse elde edilen delillerden bu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Elbette FETÖ ile bağlantısı olanlar da bu darbe girişiminde kullanılmışlardır. Ancak darbe girişiminin beyni FETÖ değildir.
Hükümet, 25917 kişiyi gözaltına aldı. 13419 kişiyi tutukladı. Kamu da çalışan 62000 kişi açığa alındı. 74562 kişinin ise pasaportu iptal edildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe sabahı yaptığı açıklama da “her şerden bir hayır vardır” diyerek bu vakıayı hayra dönüştüreceğini söylüyordu. Yani devlet içerisindeki özellikle de TSK’daki FETÖ’cüleri temizleyeceğini söylüyordu. Bunu aslında öncesinde de yapmak istiyordu ama hukuken bir kılıf bulunamıyordu. Darbe girişimi tüm bunları yapabilmesinin yolunu açmış oldu. Tabi bir taraftan FETÖ ile bağlantılı olanlar tasfiye edilirken, diğer taraftan birçok laik cuntacı da görevden atıldı. Ancak darbeye karıştığı iddia edilen, sonrasında tutuklanan, ancak Genel Kurmay Başkanlığı’nca yapılan açıklama da tekrar bu kişileri temize çıkarma açıklamaları ise tuhaf bir durum ortaya çıkarttı.
Diğer taraftan askeri okullara el atıldı. Askeri liselerin darbeci yetiştirdiği ve her askerin bir gün darbe yapmak istediği anlayışıyla bu okullardan mezun edildiği belirtiliyor. Aynı zamanda hükümet, askeriyedeki gücü dağıtmak için yeniden yapılandırmaya gidiyor. Bunun için bir takım adımlar attı-atıyor. Bu durum özellikle emekli paşalar ve ulusalcı kesim tarafından eleştiriliyor. Bu durumun Ordu’yu zayıflatacağı iddiasında bulunuyorlar. Son olarak bu adımlarla alakalı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Genel Kurmay Başkanlığı’ndan bir çalışma yapmasını istediği haberlere düştü.
Ancak zihniyet değişmediği sürece bu ülkede darbe geleneği hiçbir zaman bitmez. Çünkü 27 Mayıs 1960 askeri darbe olduğunda TSK, iç işlerine bağlıydı. Buna rağmen alt rütbeli subaylar darbeyi gerçekleştirmiştir. İşte bu yüzden askeri liselere hükümet el atarak kendince bir çözüm getirmek istiyor. Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ; “Bunu Abdulhamid bile yapmadı” diyerek askeri lisenin kapatılmasına tepki gösteriyor.
Diğer önemli bir konu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın muhalefet partilerine yönelik uzlaşmacı yaklaşımı. CHP, darbe girişiminin ilk gününde darbeye karşı olduğuna ilişkin açıklama yapsa da tabanı ilk günden sokağa çağırmadılar. Hatta bu durum ile alakalı Ergenekon davasının avukatlarından Celal Ülgen; “CHP tabanı Allah’u Ekber’den ürker” diyerek katılmama gerekçesini ortaya koyuyordu. Ancak yoğun kamuoyu baskısıyla CHP, darbenin 9. Gününde Taksim de bir “laiklik mitingi” düzenledi. Ardından değişik şehirlerde yine bol demokrasi ve laiklik vurgulu mitingler düzenledi.
Hakeza Ak Parti’de; “tekbirlerle durdurulan darbeyi” bol demokrasi soslu bir duruma dönüştürdü. “Demokrasi kazanımı”, “demokrasi nöbeti”, “demokrasi meydanları” ve “hâkimiyet milletindir” gibi kavramlarla halka bol bol demokrasi işledi. Ak Parti, CHP mitingine heyet göndererek katılım sağladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de katılacağı mitinge, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’da katılması için hem Erdoğan, hem de Başbakan iki defa çağrıda bulundu. Nihayetinde bir takım şartlarla CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu kabul etti. Yani hükümet, toplumu germeden ve muhalefet partileriyle uzlaşı görüntüsü vererek bu süreci atlatmak için yoğun gayret sarf ediyor.
Medya ise uzun tartışma programlarında ve haberlerde “demokrasi zaferi” olarak konuyu işledi. Bol bol demokrasi ve laiklik pompalandı. Özellikle daha ilk günden Kemalist-laiklerin darbe girişimi içerisinde yer aldığına ilişkin haberlere kalın setler çekildi. Gazeteci-emekli Binbaşı Metin Gürcan, darbe girişiminin bileşenleri içerisinde “katı-laik-Atatürkçülerin” olduğunu söylemesi üzerine HaberTürk Tv’deki programı iptal edildi.
İktidar, muhalefet partileri ve medya arasında iki konu hakkında bir uzlaşma vardı. Bunlar;
- 1- Darbe girişiminin arkasında FETÖ var.
- 2- Bu darbe girişimi; “demokrasiye yönelik bir darbedir” ve “halk demokrasiye sahip çıkmıştır”.
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım çeşitli uluslararası medya kuruluşlarına röportajlar vererek tüm dünyaya darbe girişimini anlattılar. Ayrıca Amerika’nın Fethullah Gülen’i iade etmesini istediler. Bunun için kolilerce delil gönderildi. Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; “Türkiye de yayılan Amerikan karşıtlığından kendilerinin de rahatsız olduklarını” ifade ederek, Gülen’in iade edilmesini istedi. ABD Dışişleri Bakanlığı, “Fetullah Gülen’in iadesiyle ilgili kendilerine çeşitli sayıda dosyanın ulaştığını ve ABD Adalet Bakanlığının bu belgelerin resmi iade isteği şartlarıyla örtüşüp örtüşmediğini anlamaya çalıştığını” bildirdi. Yani 25 gündür Amerika hala anlamaya çalıştığı açıklamasını yapıyor.
Son olarak İngiltere’nin yaklaşımı: Darbe girişiminin akabinde İngiliz Büyükelçi Richard Moore Hürriyet ile yaptığı röportajda; “Darbenin arkasında yabancı güçler olduğu çokça ifade ediliyor. İngiltere bu işin içinde mi? sorusuna: “Hayır, kesinlikle yokuz. Bu arada, ABD de yok. Bunlar çok saçma” şeklinde cevap veriyor. Moore; “AB Bakanımız Alan Duncan, darbe girişiminden sadece birkaç gün sonra 20-21 Temmuz’da Ankara’daydı. Niye gelmek istedi? Ben gelmesini tavsiye ettim? Çünkü sadece açıklamalarla kalmayıp sembolik bir eylem göstermenin çok önemli olduğunu düşünüyorduk” dedi. Amerika ve Avrupa’dan sorumlu Devlet Bakanı Allen Duncan ile “darbe sonrası gelişmeler ve Kıbrıs konusunu” ele aldığı belirtildi.
Hiç şüphesiz İngiltere sinsi politikalarıyla ünlü bir devlettir. İngiltere bir taraftan uzlaşmacı, ya da sizin yanınızda gözükürken, diğer taraftan ise olayları istedikleri yönde kışkırtan bir devlettir. Bu darbe girişimi sonrasında da en yüksek çıkar ile bundan faydalanmak isteyecektir.
239 kişinin öldüğü, 2196 kişinin yaralandığı bu kanlı darbe girişimi ise bir şeyi gösterdi:
Dünün darbecilerinin bugünkü torunları, Müslümanların boğazlarına bir kez daha ilmek atmaya çalıştı. Ancak bu sefer darbecilerinin ilmekleri ne öncekiler gibi sağlam, ne de Müslümanların bilinç düzeyi geçmişte olduğu gibi geri.
Fırtına geçtikten sonra da Müslümanları aldatanlar! bu gerçekle er geç karşılaşacaklar.