Keşmirli Burhan Wani’nin 8 Temmuz 2016 günü Hindistan güvenlik güçleri tarafından öldürülmesinden bu yana her gün bir ya da iki Keşmirli öldürülüyor
Keşmir yine alevler içinde. 22 yaşındaki Keşmirli Burhan Wani’nin 8 Temmuz 2016 günü Hindistan güvenlik güçleri tarafından öldürülmesinden bu yana her gün bir ya da iki Keşmirli öldürülüyor.
“Burhan Wani Kimdi ve Keşmir Neden Onun Yasını Tutuyor?” (Who Was Burhan Wani and Why Is Kashmir Mourning Him?) başlıklı bir The Huffington Post makalesi konuyla ilgili bazı temel bilgiler veriyor. Makaleye göre Burhan Wani, ölümünden yaklaşık bir ay önce, 7 Temmuz’da YouTube’da yayınladığı bir videoda Hindistanlı yetkililere karşı neden silaha sarıldığını izah etmiş. Hintli yetkililer Burhan Wani’nin ikazlarını pek kaale almasalar da Keşmir halkı onu ciddiye almış görünüyor. İşte bu yüzden Hintli yetkililer, ismine “kanun ve asayiş” dedikleri şeyi muhafazada bu günlerde sıkıntılar yaşıyorlar.
Burhan Wani neden Hindistan’a karşı silaha sarılmıştı? Bu olanları anlamlandırabilmek için bölgenin tarihini, Hint askerlerinin Keşmir’e nasıl müdahil olduğunu ve Keşmir halkının, Hindistan işgal güçlerinin elinde nasıl muamelelere maruz kaldığını bilmek gerekiyor.
KEŞMİR’DEKİ HİNT MÜDAHALELERİ
Birleşmiş Milletler’in (BM) tarihindeki çözülememiş en eski çatışmalardan biri olan Keşmir anlaşmazlığının meşhur hikayesi uzun. Sadece 1948 yılında BM Güvenlik Konseyi (BMGK) Keşmir’le ilgili altı karar aldı, fakat bu kararların, sahada barışı sağlayabilmek konusunda pek bir hükmü olmadı. Kararlardan bir tanesinde BM, Keşmir halkının kendi kaderini kendi belirleyebilmesi için referandum yapılmasını istedi, fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. BM misyonunun Keşmir’deki ilk idarecisi, üst düzey bir Avustralyalı yargıç olan Sir Owen Dixon’dı. Dixon, daha sonra hazırladığı bir raporda, referandumu gerçekleştirememesinin sebebinin “Hint ordusundan çok sayıda askerin, devlet milislerinin ve polisin varlığı” olduğunu yazacaktı. Ayrıca, “BM’nin yetkisi altında yapılacak bir referandumu, varlığından kesinlikle emin olduğum tehlikelere maruz bırakamazdım,” diyecektir Dixon.
Hindistan’a gelecek olursak, 27 Ekim 1947’te, Mihracenin bir aşiret isyanını bastırmasına yardım etmek bahanesiyle düzenli askerlerini Keşmir’in başkenti olan Sri Nagar’a indirdi. Hint Kurucu Meclisi, BM’nin konuyla ilgili kararlarını göz ardı ederek, Ekim 1949’da, anayasasına bir madde ekleyerek Keşmir’in Hindistan’ın hukuki yetki alanına dahil olduğunu ilan etti. Hindistan’ın 1951 yılında düzenlediği seçimlerde Keşmir Meclisi’nin 75 sandalyesinden 73’ü tartışmasız bir şekilde sahiplerini buldu. Peki, mecliste bu kadar sandalye nasıl oldu da bu kadar kolay şekilde kazanıldı? Cevap: Yetkililer hiçbir muhalefet partisi veya temsilcisinin demokratik sürece katılmasına izin vermedi. Ardından Ekim 1956’da aynı meclis, başka bir karar alarak Keşmir’i, Hindistan’ın ayrılmaz bir parçası olarak ilan etti.
Ancak, bu noktada, Keşmir’de vazife yapan bütün Hintli yetkililerin acımasız ve zalim olmadığını da belirtmek gerekir. Keşmir’e Delhi tarafından atanmış vali olarak 1981’den 1984’e kadar vazife yapan B. K. Nehru bir açıklamasında şöyle demişti: “1953’ten 1975’e kadar, o (Cammu Keşmir) eyaletin(in) siyasi liderleri hep Delhi’nin adaylarından seçilmiştir. Bu adayların o vazifeye tayinleri ise tamamen hileli bir şekilde gerçekleştirilen ve Delhi’nin adayının başkanlığını yaptığı Kongre Partisi’nin çok büyük farklarla kazandığı evlere şenlik seçimler tarafından meşrulaştırılmış oluyordu.” Gerçekten de Keşmir’deki durum (o tarihlerden sonra) belli bir sene boyunca ciddi ölçüde gelişmeler kaydetti. Fakat Delhi yönetiminin eski ayak oyunlarına dönmesiyle birlikte durum 1987’den itibaren ciddi şekilde kötüleşti. Newsweek’te çıkan bir makalede şöyle bir bölüm vardı: “Yeni Delhi’nin, özellikle de 1990’lar boyunca kullandığı sertlik politikası halkın yönetimden daha da kopmasına sebep olurken Pakistan’ın hem yerli Keşmir militanlarına hem de Pakistan tarafından yönetilen Azad Keşmir’le Hint işgalindeki Keşmir’in arasında bulunan Kontrol Hattı’ndan (Line of Control – LOC) sızan Keşmirli olmayan saldırganlara verdiği desteği artırmıştır.” Ancak, Hintli yetkililer, Keşmir’deki huzursuzlukla ilgili olarak Pakistan’ı sorumlu tutmaya devam etmiştir. Son zamanlarda ise çatışma, Burhan Wani’nin ölümünün ardından tırmanma göstermiştir.
“CERRAHİ” VURUŞ
Keşmir halkının ayaklanmasına yanıt olarak Hindistan yine Pakistan’ı, sınırdan geçerek gelen Keşmirli savaşçıları desteklemekle itham etti. Fakat “cerrahi vuruş” ters tepmiş görünüyor. (Hindistan’ın bir “cerrahi” müdahale olarak tarif ettiği) askeri müdahaleden beri Keşmir’deki şiddet artmakla kalmadı, bir de hükumet ve muhalefet arasında siyasi bir kargaşa baş gösterdi. 30 Eylül’de Hindistan, Azad Keşmir’de bir “cerrahi vuruş” gerçekleştirerek çok sayıda “militanı” öldürdüğünü iddia etti. Hint basını ve muhalefet partileri, Hint Ordusu’na övgüler düzdü. Delhi eyaleti Başbakanı Arvind Kejriwal, Narendra Modi’yi “Kontrol Hattı boyunca bulunan askeri üslere yapılan saldırılar” dolayısıyla övdü. Kejriwal ayrıca “başbakandan, fiili sınır boyunca askeri operasyonlar düzenlediğini kesinlikle inkar eden Pakistan’ın ipliğini pazara çıkarmasını istedi.” Fakat bundan kısa süre sonra, bunun hükumetle muhalefet arasındaki bir siyasi tartışma olduğu ortaya çıktı. Kejriwal “Pakistan’ın sözcüsü” olmakla suçlandı. Başbakan Modi de tartışmaya katıldı. The Hindustan Times’ın haberine göre “(Modi’nin) ikazları, hükümetin, Pakistan’ın karalama kampanyasına karşı koymak için Kontrol Hattı boyunca yapılan baskınlarla ilgili delil sunmasına yönelik taleplerin yapıldığı bir zamana denk geldi. Pakistan’la yaşanan gerginliklerin tırmanması dolayısıyla milliyetçilik duygularının kabardığı bir zamanda Su Kaynakları Bakanı Uma Bharati, “ordunun cerrahi vuruşlarıyla ilgili şüphe yaymaya çalışan liderler Pakistan vatandaşlığı alsınlar” dedi.
Bir “cerrahi vuruş” yapıldığı iddiası uluslararası kamuoyunun da dikkatinden kaçmadı. The New York Times’ın konuyla ilgili haber metninde olay şöyle kaydedildi: “Cumartesi, (bölge sakinlerinden) Rüstem (22), o yöne işaret etti ve Hintli askerlerin mevzilerinden hiç ayrılmadıklarını söyledi. ‘Yalan söylüyorlar’ dedi, ‘Kontrol Hattını hiç geçmediler.’ Rüstem’in yakınında duran bir grup köylü de başlarıyla işaret ederek söylediğini tasdik ettiler.” Washington Post’a yazdığı bir makalesinde Chicago Üniversitesi’nden Prof. Paul Staniland, “Hindistan-Pakistan krizi(nin), tek başına cereyan etmemekte” olduğunu vurguladı. Ayrıca Pakistan’ın, olayların tırmanmasını nasıl da basit bir olay gibi göstermeye çalıştığının altını çizdi.
HİNT DİPLOMASİSİ VE PROPOGANDASI
Hindistan’ın bütün cephelerde bir savaş yürütmekte olduğu görülüyor. 22 Eylül’de Malezyalı bir entelektüel ve insan hakları aktivisti olan Chandra Muzaffar, uluslararası topluma, Keşmir halkına destek vermek için harekete geçme çağrısında bulunduğu bir makale yayınladı. Bu çağrıya cevap olarak, Malezya’da vazifeli Hindistanlı bir diplomat, The Sun Daily gazetesine bir mektup yazarak Muzaffar’in makalesinin “yanlış kaynaklardan beslendiğini, yanıltıcı ve nesnellikten yoksun olduğunu” iddia etti. The Sun Daily, buna mukabil, Muzaffar’in diplomata yazdığı cevabi yazıyı yayınlamayı reddetti.
Hintli yetkililerin, basitçe, yaptığı şey, gerçek meseleyi göz ardı etmektir. Konuyla ilgili Newsweek’te çıkan makale haklı bir şekilde şunu vurgulamıştır: “Hindistan için alınacak en önemli ders, sıkıntılarıyla ilgili olarak Pakistan müdahalelerini itham etmek yerine, Keşmir’deki sorununun temel sebebine yönelmenin gerekliliğidir. Temel sebep, Delhi’nin Cammu-Keşmir’in nüfusunun, kendilerini Hint ulusunun gerçek bir parçası olarak hissetmelerini sağlamak konusundaki yetersizliğidir.” Doğal olarak bu yaklaşım genç nüfus nezdinde büyük bir hayal kırıklığına yol açtı ve bölgedeki aşırılık ve şiddette keskin bir yükseliş gerçekleşti. Burhan Wani, Müslüman gençlerin bugün yaşadığı hayal kırıklığına mükemmel bir örneğidir.
The Huffington Post gazetesi olayı şöyle naklediyor: “Burhan’ın, Youth Ki Awaaz gazetesine konuşan babası Muzaffer Ahmed Wani, oğluna neden engel olunamadığını anlattı. “Burada hemen herkes ordu mensuplarından dayak yemiştir. Bu dayaklardan siz de nasibinizi almış olmalısınız. Ama herkes militanlığı tercih etmedi. Bu tercih, (dayak yiyen) kişinin ne kadar tahammüllü olduğuna bağlı. Yeh aap ki ghairat pe depend karta hai (Bu sizin izzet-i nefis kaynaklı gayretinizin seviyesine bağlı). Birilerinin ‘gayreti’ zaman zaman imtihana tabi tutuldu ve bu kişiler mukabelede bulundular. Diğerleriyse sessiz kalmayı tercih etti. Benim oğlum acımasızlığı ve aşağılanmaları seyretmeye tahammül edemedi ve bu yüzden de şu anda üzerinde bulunduğu yolu seçmek zorunda kaldı.”
AŞIRILIĞIN YÜKSELİŞİ
Bugün aşırılık ve fanatizmin dünyada yükselişte olduğuna dair hiçbir şüphe yok. Ve evet, birçok Müslüman çok sayıda aşırılık yanlısı ve fanatik eylemlere katılmakta. Terörizmle savaş sadece daha fazla terör tetikledi. Ancak, ayrıca ikrar etmek gerekir ki BM, dünyanın en uzun soluklu iki çatışmasına konu olan Filistin ve Keşmir’i, halklarını tatmin edecek şekilde çözmek konusunda başarısız olmuştur. Yeni yüzyılın başından beri çatışmalar, bazı Batılı güçlerin inisiyatifiyle Afganistan’a ve Irak’a, birçok Müslüman hükumetin dahliyle de Suriye, Libya, Somali, Yemen ve dünyanın diğer birçok yerine sıçramıştır. Müslüman dünyaya demokrasi getirme teşebbüsleri sadece ikiyüzlülük yarattığıyla kalmıştır. Keşmir, böylesi bir “demokrasiye” harika bir örnektir. Kimileri, Pakistan’a olduğu kadar Keşmir’e de “büyük bir komşuyla” nasıl yaşanır konusunda ders alması gerektiğini telkin ediyor. Tıpkı Bangladeş, Bhutan, Nepal ve Sikkim’in Hint üstünlüğünü kabullendiği gibi; Pakistan da bu şekilde Hindistan’a yönelik pragmatik bir yaklaşımı benimsemeyi öğrenmeli.
Çok temel bir mesele de şudur ki, birçok gözlemci ve terörle mücadele ‘uzmanı’nın bir türlü anlayamadığı şey, İslam’ın sadece insanların bir günahla doğduğu fikrini ve daha evvelki hayatlarında işlediği günahlardan dolayı daha aşağı kastlarda bulunan ailelerde doğdukları inancını reddetmesi değil, aynı zamanda insan haysiyetine yaptığı çok kuvvetli vurgu ve adalet, eşitlik ve şeffaflığı teşvik etmesidir. Burhan Wani, motivasyonunu İslami öğretilerden bulmuş gibi gözüküyor; fakat maalesef ki kendisine vatanındaki adaletsizliğe, haysiyetsizliğe ve onur kırıcı hallere nasıl mukabelede bulunması gerektiği konusunda doğru dürüst bir yönlendirmede bulunulmamış. Hint yönetimi ve uygar dünyanın geri kalan kısmı insan haysiyeti ve şeffaflık gibi insani değerlere saygıyı ne kadar çabuk öğrenir ve bunun gereklerini ne kadar çabuk ifa ederse mevcut felaketlerden de o denli çabuk kurtulurlar.
AA