Home / News / YAZARLAR / Tahir Şanlı / İslam Kültüründe Muhasebenin Yeri…

İslam Kültüründe Muhasebenin Yeri…

Her konuda hayatımızın genelleşmiş savunma sözcüklerinden bir söz vardır. Eğer olumsuz bir gelişme var ise arkasından; “her şeyimizi kaybettik” deriz. Bu söz vakıasına uygun düştüğünde gerçekten doğru bir sözdür.

Ümmet olarak çok şey kaybettik. “Her şeyimizi kaybettik” sözüne intibak eden en acılı durum ise, İslam kültürü ile yoğrulmuş “muhasebe kültürünü” kaybetmiş olmamızdır.

Bugün ne yazık ki başını yastığa koyduğunda Ömer radiyallahu anh gibi amellerini muhasebe eden çok az insan bulunur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey mü’minler! Allah’tan korkun. Herkes yârin için de ayırdığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü O, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr 18)

Ayeti kerimesi doğrultusunda Ömer radiyallahu anh bir hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan önce, kendi amellerinizi tartınız. Muhasebeye/Hesaba çekilmek üzere, kıyamet günündeki en büyük arz, huzura alınma için gerekli güzel hazırlıklarınızı yapınız. O gün huzura alınırsınız, öyle ki size ait hiçbir sır gizli kalmayacak, bütün sırlar meydana çıkacak.” (İbn-i Ebi Şeybe, Kitabu’l-Musannef, 7/96, No:34459)

Ümmet muhasebe ölçüsünü ve değerlerini kaybedince sosyal hayatta da yapılması gereken birçok muhasebe türlerini de ihmal etmiştir. Devleti, yöneticileri, alimleri, çevresini, evini ve hatta kitlesini muhasebeden uzak kaldı. İslam’la, Şer’i hükümlerle hayatının ne kadar uyuşup-uyuşmadığını muhasebe etmediği gibi bakma zahmetine de girmez oldu.

Evet, insanın kendi yapısında olduğu gibi toplumda da bazı şeyler kaybolabilir, unutulabilir veya yanlış değerlere/yönlere sapabilir. Bunu düzeltmenin yolu Kitap ve Sünnete tekrar yönelmekle mümkündür. Kitap ve Sünnet çizgisinde muhasebesini yapacak olan ise birey, yönetici ve kitlelerdir.

İslam kültüründe muhasebe çok önem arz eden bir konudur. Dolayısıyla muhasebe genelde Müslümanın özelde ise dava adamlarının üzerinde ısrarla durması gereken öncelikli konulardan bir tanesidir.

İslam davası ulvi bir davadır. Bu davanın taşınmasıyla ilgili merhaleler göz önüne alındığında, davayı taşıyan için uzun soluklu bir sürecin olduğu ortaya çıkacaktır. Bugünden yarına tespit edilmiş bir vakit (nusret vakti) olmadığı gibi daveti yüklenenlerin ve bütün insanlığın hasret kaldığı bir devlet (sabırsızlıkla beklenen Hilafet devleti de şu an) ortada yoktur.

Yol uzun, hedef büyük, iş ise Müslümanların omuzları üzerindedir. Bunu en iyi dava adamı bilir. Aynı şekilde dava adamı omuz verdiği davanın kıymetini, değerini de bilir. Mücadelesini verdiği davasının gereklerini hakkıyla yerine getirmek için çalışandır. Dava adamı her zaman olduğu gibi en sıkıntılı dönemlerde de Allah’u Teala ile olan alakasını gözetmeyi ve O’nun rızasına uygun hareket etmesini de bilir. Bu minvalde dava adamı muhasebe konusunda hassas olduğu kadar cesaretlidir de. Davasına olan bağlılığı onu muhasebe konusunda güçlü kılar. Onun için “salih amel ve sabır” dava adamının ayrılmaz parçasıdır. Allah’u Teala şöyle buyurdu;

وَالْعَصْرِ ﴿١﴾ إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ ﴿٢﴾ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ

“Asr’a andolsun ki: Gerçekten insan (çalışmalarında) ziyandadır. Ancak, iman edip de salih ameller işleyenler, birbirine hakkı tavsiye edenler ve sabrı birbirine tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr suresi 1,2,3)

Bu surede geçen üç ayeti kerime dava adamının bütün hayat yapısını etkileyecek, düzenleyecek ve yol gösterecek nitelikleri içinde barındırıyor. Zaman, amel, sabır, tavsiye birbirini tamamlayan dört temel esas… Dava adamı bunlar olmadan yola çıktığı an veya alakayı koparıp unuttuğu an (Allah korusun) tökezler.

Günümüzde dava adamları başta olmak üzere Müslümanlar olarak büyük bir süreçten geçtiğimiz malumdur. Her şeyin karma-karışık olduğu bir süreç… Karışık fikirlerin, izzetten uzak, sömürgecilerin kölesi olmuş devlet adamlarının, Allah korkusuyla yoğrulup Hakkı haykırması gerekirken yöneticilerin ağına düşmüş onların hışmından korkan zavallı alimlerin (!) ve en önemlisi bunları İslam ile muhasebe edecek insanların çok az olduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Zaman, içinde bulunduğumuz asır İslami hayatı teneffüs edemediğimizden dolayı hüsrandadır. Görüyor ve şahid oluyoruz ki; İslami hayattan uzaklaşıp demokraside veya başka yerlerde güzel bir yaşam tarzı arayanlar beklenilenin elde edilememesinin acısını, hayal kırıklığını yaşıyor. Allahu Teala’nın rızasından fersah fersah uzaklaşan amelleri ise ziyan olmuştur. Aynı şekilde İslam’la muhasebe değil de İslam dışı kültür içerisinde muhasebe kültürüne kapılanlar da hüsrandadır. Oysa İslami bir şahsiyet tamamen Şer’i hükümlerle kayıtlı bir muhasebe kültürü içerisinde olmalıdır.

İslam aleminde büyük bir yangın olduğu malum… Her dönemde bu tip yangınları söndüren muhlis insanlar var olmuştur. Var olmak, davasına sımsıkı tutunmak demektir. İşte bundan sonrası dava adamının tüm bedenini sarıyor. İman edip salih amel işleyenler… Davası uğrunda dik duranlar… Bütün karışıklıklara rağmen bu zamanda üzerinde sapmanın görülmediği dava adamları… İşte onlar bu hüsrandan insanlığı çekip alacak olanlardır.

Onlar yani dava adamları bu yolda ne kadar dayanıklıdırlar? Çok çabuk çözülebilen, zorluklar karşısında tökezleyen, sabrı tükenen bir duruma düştü ise işte orada durup düşünmek gerekir. Ya orada nefsi marazlar vardır veyahut yoğun baskılar karşısında zayıf düşmüştür.

Evet, insan olma hasebiyle dava adamının da diğer insanların içerisine düştüğü hasletlere düşmesi muhtemeldir. Böyle olunca dava adamında da fikri ve ameli saflık kaybolur, toplumun içerisinde bulunduğu hastalıklardan bazıları yavaş yavaş vücuduna sirayet etmeye başlar. İçerisine düştüğü hal onu öylesine şaşkın kılar ki; “hakkı tavsiye” yerini dozunu kaçırmış muhasebe ve eleştiriye dönüştürür. Burada sormak gerekir; şahsiyeti hastalanan, zayıf düşen,  ilkeleri karmakarışık olmuş kişilerin muhasebesi nasıl olur acaba?!

Muhasebe elbette olması gerekenlerdendir. Hiçbir kimse de muhasebeden beri değildir. Allah’u Teala her şeye bir ölçü koyduğu gibi bu konuya da bir ölçü koymuştur:

قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا

“…Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.” (Talak 3)

Muhasebe; aslı Arapça olan “hisab” yani hesap sözcüğünden türemiş olup “hesap yapma, hesaplaşma, karşılıklı hesap görme, bir şeyin olumlu veya olumsuz yönlerini gözden geçirerek karar vermek veya bir yargıya varmak biçiminde özetlenebilir. Ve ıstılah olmayıp sözlük anlamında kullanılmıştır. Bu kelimeyi İslami çizgiler dairesinde kullandığımızda; İslam kaynak alınarak, İslam’ın öngördüğü her hususta, her kesimi hesaba çekme/muhasebe etme işini gerçekleştirmek olarak ortaya çıkar. İslam’da hem fikri alanda hem şer’i alanda muhasebe üzerinde durulmuş ve fıkıhta bu konuya geniş yer verilmiştir.

Ölçü/mikyas olmadan muhasebe gerçekleşmez. Her muhasebe kendi alanı içerisinde,  kendi ölçüleri dahilinde muhasebe edilir. Muhasebenin gerçekleşmesi için mutlak bir ölçü şarttır. İsterse bu batıl bir ölçü olsun. Kul olma hasebiyle bütün insanlık için tek ölçü vardır o da; Allahu Teâlâ’ya iman ve O’nun rızasını kazanmak için gönderdiklerini yerine getirmedir. Müslüman muhasebeye bu çerçeveden bakar. Ve de muhasebesini Kitap ve Sünnet üzerinden yürütür: Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetce asla sapıtmayacaksınız: “Allah’ın Kitab’ı ve Resûlünün Sünneti.” (Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26)

Bu ölçüleri göz önünde bulunduran Müslüman için muhasebe; Allah ile olan bağları koruyan, sürekli hatırlayan, rızayı gözeten bir dürtüdür. Aynı şekilde yeisten, zandan, töhmet altında bırakmaktan uzak hayır bir çizgisi üzerinde yarışın mutlak adresidir.

Muhasebe; yıkıcı temeller üzerine değil yapıcı esaslar üzerinde bir var oluştur. Muhasebe Hakkın kuvvetli bir şekilde ortaya çıkartılmasıdır. Muhasebe her türlü sapmanın önünde surlardan bir surdur.

Muhasebede yerine göre; annenin evladına gösterdiği gibi şefkatte vardır, yerine göre; hutbeye çıkıp, kızgınlığını ortaya koyan Nebinin duruşu gibi sert duruşta vardır. Yerine göre yönetici ümmeti muhasebe eder, yine yerine göre ümmet yöneticisini muhasebe eder.

Onun için en basit bir muhasebede dahi temel duruşlar mutlaka gözetilmek zorundadır. “Ben muhasebe yaptım” demekle muhasebe olmaz. Ölçülerini, ilkelerini, adabını, zamanını da iyi bilmek gerekir. Muhasebe yapacak şahsiye ise yapacağı muhasebenin üstünde olmalıdır. Yani muhasebenin kendisine dönecek durumda olmamalıdır. Çünkü muhasebe neticesi ortaya çıkan sonuç her iki taraf içinde çok önemli olup amele etki edecektir. Fikren yapacağı muhasebeye hâkim olan kişi aynı şekilde siyaseten uyanık ve şahsiyetiyle de temiz olmalıdır. Her türlü muhasebe kendi içerisinde temizliğini barındırır. Yoksa neden muhasebe olsun ki?!.

İslam insan hayatını kapsayan her türlü muhasebeyi insanlığa öğretmiştir. Bunu her alanda görmek mümkündür. Birkaçını burada sıralayalım:

Allahu Teâlâ’nın kullarını muhasebesi: Bu iki şekilde gerçekleşir.

Dünya hayatı; Allahu Teala kullarını dünya hayatında peygamberleri yolu ile gönderdiği vahiyle muhasebe eder. Nitekim bu hususta ayeti kerimede şöyle buyurdu:

وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ

“Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.” (Nahl 89)

Bu muhasebede insan Allah’a ve onun gönderdiklerine yönelirse hesaptan kazançlı çıkacaktır ve kurtuluş kapısı açıktır.

Ahiret hayatında muhasebe: İnsanlar ahiret hayatında muhasebeye çekileceklerdir. Allahu Teala insanları ahirette amelleri ile muhasebe edecektir. Ayeti kerimede şöyle buyurdu;

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ

“Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir/tartıya koyarız. Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.” (Enbiya 47)

Bu muhasebede geri dönüş yoktur. Ve artık insana bırakılmış bir şeyde yoktur. Allahu Teala insanları dünyada yaptıkları amellerle muhasebe edip karşılığını verecektir.

Evet, Allah kullarını muhasebe eder fakat insanların Allahu Teâlâ’yı muhasebe etme hakları yoktur. Çünkü kul yaratılmış olandır. Yaratılmış olan ise acizdir. Aciz olanın muhasebede hüküm koyma yetkisi de yoktur. Allahu Teala şöyle buyuruyor:

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

“Rabb’inin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe ta­mamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (En’am 115)

Ne yaratma ne de hüküm konusunda Allah Azze ve Celle muhasebe edilemez. Koymaya kalktığında ise küfre düşer. Nitekim Allahu Teala kendisini muhasebeyi boşa çıkarttı ve bunu isyan olarak kabul etti. Ayeti kerimede şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ

“Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerden veya kendisine hak geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim kimdir? İnkar edenlere cehennem içinde bir konaklama yeri mi yok?” (Ankebut 68)

Peygamberlerin muhasebesi: Önce şunu belirtelim; peygamberleri aldıkları vazife hususunda muhasebe etme hakkı sadece Allahu Teâlâ’dır. İnsanların bu konuda onları muhasebe etme yetkisi yoktur. Allahu Teala şöyle buyurdu:

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ ﴿٤٤﴾ لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ ﴿٤٥﴾ ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ ﴿٤٦﴾ فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ ﴿٤٧﴾

“Eğer o Peygamber, bazı sözler uydurup bize isnat etmeğe kalkışsaydı, elbette biz O’nu kuvvetle yakalar ve O’ndan intikam alırdık. Sonra da, hiç şüphesiz onun şah damarını koparırdık. O zaman sizden hiç biriniz de buna engel olamazdınız.” (Hakka 44-47)

Yine başka bir ayeti kerimede;

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ 

“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır.” (Maide 49) buyuruyor.

Peygamberlerle insanlar arasındaki muhasebe iki şekilde ortaya çıkar:

Peygamberlerin insanları muhasebesi; risalet çizgisi doğrultusunda insanları yaptıklarından dolayı hesaba çeker. Bu noktada ayırım yapmaz. Kendisine, hırsızlık yapmış Fatıma adlı bir kadın getirildiğinde ona el kesme cezası vermiş. Aracılık yaparak cezayı hafifletmek isteyenlereyse öfkeyle; “hırsızlık yapan, kızım Fatıma dahi olsa elini keserdim” buyurmuştur.  (Buharî)

Bu hususta insanların Resulün risaletini muhasebe etme hakları yoktur. Çünkü o peygamberdir/elçidir ve Allahu Teâlâ’dan aldıklarını aynen yerine getirmek zorundadır.

İnsanların Resulü muhasebe etmesine gelince; peygamberler insandır. Onların risalet dışında diğer insanlar gibi yaşantıları vardır. Ancak insanlar bu yönü ile muhasebede bulunabilirler. Nitekim sahabe (Allah onlardan razı olsun) Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’i yaptığı aşıdan dolayı muhasebe etmişlerdir. Buna da Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in cevabı şöyle olmuştur:

“Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem aşılama yapan bir topluluğa uğradı. Onlara “Siz bunu yapmamış olsanız da (hurma) olur!” buyurdu. (O sene) hurmalar koruk çıkardılar (iyi bir verim alınamadı). Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, (neden sonra) onlara (tekrar) uğradı ve “Hurmalarınız ne durumdadır?” diye sordu.  Onlar da “Şöyle şöyle buyurmuştunuz, (biz de öyle yaptık ve sonuç böyle oldu)” dediler. (Bunun üzerine Resûlûllah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in): “Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz” dedi.” (Müslim, Fedail, 141)

Yöneticilerin muhasebesi; burada yapılan muhasebede farklı bir durum vardır. O da yöneticinin ismet sıfatının olmamasıdır. İsmet sıfatının olmaması yöneticinin her konuda muhasebe edileceği anlamına gelir. Bunu üç kategoride değerlendirebiliriz:

1- Yöneticinin uyguladığı nizamın muhasebesi; burada vahyin ortaya çıkarılması vardır. Eğer yönetici İslam’la hükmediyorsa insanlar onu muhasebe konusu yapmaz, teslim olurlar. Fakat İslam dışı yasalar uygulanıyorsa yöneticiyi hesaba çekme ve o yasalara çatma hakları vardır. Vahye dönmesi için yöneticiye kamuoyu oluşturarak baskı yapılır.

Eğer yönetici apaçık küfürle hükmetmeye kalkışırsa, Müslümanların onu bundan vazgeçirmeleri ve İslâm’ın hükmüne dönmesi için muhasebe etmeleri farzdır. Eğer dönmezse, o yöneticiyi Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeye dönmesini zorla kabul ettirmek için silâh kuşanarak ona karşı çıkmaları, Müslümanlar üzerine farz olur. Ubade b. es-Samit’den gelen hadiste olduğu gibi; وَأَنْ لا نُنَازِعَ الآمْرَ أَهْلَهُ إِلا أَنْ تَرَوْا كُفْرًا بَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللَّهِ فِيهِ بُرْهَانٌ “Allah’ın Kitabı’ndan sağlam bir delile dayandığınız apaçık bir küfür görmeniz müstesna, emir sahipleriyle çekişmeyeceğimize… beyat ettik.” (Buhari, Fitne, 6532) Müslim’in rivayet ettiği Avf b. Malik’in hadisi de şöyle: يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَلا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ فَقَالَ لا مَا أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلاةَ “Ey Allah’ın Rasulü, onlarla –zalim yöneticilerle– kılıçlarımızla savaşmayalım mı?” denildi. Allah’ın Rasulü: “Aranızda namazı ikâme ettikleri müddetçe hayır.” (Müslim, İmara, 3447) diye cevap verdi. (Namazın ikamesi, İslâm’la hükmedilmesinden kinayedir.)

Bu iki hadis, Dâr-ül İslâm’da (İslâm ülkesinde) Müslüman yöneticinin muhasebesi, bu muhasebenin nasıl olacağı ve Dâr-ül İslâm’da açık küfrün ortaya çıkışını men etmek üzere, bundan vazgeçmediği takdirde ne zaman yöneticiye karşı maddî kuvvet kullanılacağı konularındandır.

İçeriği gizli tutulması icap eden hallerde bunu keşfetmek ve onun hakkında konuşmak ve muhasebe etmek mümkün değildir. Halifenin dış siyasetle ilgili tavır ve hamleleri gibi… Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in Hudeybiye Antlaşmasındaki siyasi duruşu gibi. Yine ordunun amelleri hakkında da muhasebe olmaz, zira o ameller ordunun idaresine hastır. Veyahut harp ile alakalı meselelere hastır. Dolayısıyla, muhasebe ancak hakkında konuşulması mümkün olan açık ameller hakkında olur.

Peygamber efendimiz SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Mekke’nin fethine yöneldiğinde bunu gizleyerek ancak çok az insanın dışında kimseye söylemedi. Bunun gibi amelleri sorgulanabilir ve muhasebe edilebilir bir duruma getirmek caiz değildi. Bu Sahabe dahi olsa… Ve bu amellerin örnekleri çoktur.

Halifenin muhasebe edilmesini Allah’u Teala teşri etti. Aynı şekilde sorumlu kişi de muhasebe edilir. Fakat halifenin muhasebe edilmesi, muhasib kişinin kendisine gidip onun amelini zikredip bununla alakalı şer’i hükmü söylemesidir. Buna karşılık, halife ya bu amel ile alakalı kendi görüşünü açıklar veyahut muhasebeyi kabul eder. Ve bu durumda muhasebeye binaen amel eder veyahut etmez. Onu hesaba çekecek olan Allah’tır, insanlar değil.

Muhasib halifeyi kendi görüşüne ve muhasebesine zorlamaya hakkı yoktur.

2- Yöneticinin uygulamada muhasebesi: İnsanlar yöneticinin Şer’i hükümleri tatbik edip-etmediği hususunda muhasebe ederler.

Mesruk (63/683) anlatıyor: “Ömer b. Hattab, Rasulullah’ın minberine çıkarak: ‘400 dirhemin üzerinde mehir kabul etmiyorum’ dedi. Kureyş’ten bir kadın Hz. Ömer’e itiraz etti. Kadın: “Ey Mü’minlerim emiri! 400 dirhemden fazla mehir vermeyi insanlara yasakladın mı? deyince, Hz. Ömer “evet” dedi. Bunun üzerine kadın: Allah’ın Kur’anı Kerim’de: “Siz onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız verdiğinizden bir şey almayın …” (Nisa, 4/20) buyurduğunu duymadın mı? dedi. Hz. Ömer: “Allah’ım! Beni bağışla, bütün insanlar Ömer’den daha bilgili, dedikten sonra tekrar minbere çıkarak şunları söyledi: Ey insanlar! Ben size 400 dirhemin üzerinde mehir alamayacağınızı yasaklamıştım. Kim istediği kadar malından mehir verirse versin.” (İbn Hacer, el-Metalibü’I-Aliye, ll, 4-5)

Yöneticilerle diğer insanlar arasında muhasebe noktasında bir engelin olması doğru değildir. İnsanlara kapıları daima açık olmalıdır. Tebaadan herhangi bir kişinin yeri geldiğinde yöneticiyi muhasebe edecek konum ortada olmalı. Çünkü yöneticiler ümmetin işini görmek için vardır. Yönetici her an, ümmetin herhangi bir konuda muhasebesine hazır olup ümmetle arasına duvarlar örmemelidir.

Yöneticinin insanları muhasebesi: Dünya hayatında muhasebenin eğitimcisi Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem her kesiminin (eğitici, esnaf, komutan, kadı, vali…) nasıl muhasebe edileceğini öğretmiştir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şu örneğinde olduğu gibi:

“Bir gün Allah’ın Resûlü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya; “Bu ıslaklık ne?” diye sordu. Adam; ‘Ey Allah’ın Resûlü! Yağmur ıslattı’, dedi. Kutlu Nebî; “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya!” karşılığını verdi. Ardından; “Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurdu.” (Müslim, Îmân 164)

 Kitle/cemaat veya partilerde muhasebe:

Kitle için de muhasebe diğer hususlarda olduğu gibi ölçüler dahilindedir. Bir kitle emiri veya şahıslar (yukarıdaki gibi) bir yönetici muhasebesi gibi muhasebeye tabi tutulmaz. Emirlerle ilgili muhasebe hükmünün geliş şekli genel olabilir. Bu geneli tahsis eden bir delil varsa ona göre amel edilir.

1- Kitle emiri parti disiplini içerisinde diğer yöneticiler gibi muhasebe edilir. Fakat bazı hususlar iyi kavranmalıdır.

Fikirler vardır ve yerine getirilmesi gereken emirler vardır. Fikirler, her zaman tartışılır ve bunda sıkıntı yoktur. Emirler ise ne infazdan önce ne de infazdan sonra muhasebe edilir ne de tartışılır. Zira onlar yerine getirilmesi gereken emirlerdir ve ne gibi durumlarda ve hangi vakıaya binaen sadır olduğunu başkasından çok emri veren bilir. Yerine getirilmesi gereken şeyi tartışmak veya muhasebe etmek doğru değildir.

Fakat muhasebe farklı bir şeydir. Ümmet nasıl Ömer’i muhasebe ediyordu ise, aynı şekilde Ümmet halifeyi muhasebe etmesi gerekir. Aynı şekilde kitlenin veya kitle üyelerinin de kitleyi muhasebe etmesi gerekir. Yalnız burada muhasebe açık ameller hakkında ve hakkında konuşulması mümkün olan ameller hakkında olur.

Aynı şekilde sorumlu kişi bu şekilde muhasebe edilir. Ya kendisiyle münakaşa edilir veyahut kendisine mektup gönderilir. Ve o, ya kendi görüşünü beyan eder veyahut muhasebeyi dinler. Dolayısıyla, halife nasıl muhasebe ediliyor ise, sorumlu kişi de öyle muhasebe edilir. Muhasebenin yerini bulması ancak muhasebe edilenin bilinmesine bağlıdır. Kitle emirini muhasebe etmek için kitlenin kültürüne vakıf olmak gerekir. Mesela; kitle ile alakalı şu husus gibi:

Aralarındaki ortak bir işi yürüten cemaat için bir emir belirlemenin, Müslümanlara farz oluşuna gelince, bu şu rivayetlerden dolayıdır:

Abdullah b. Amru, Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti: لا يَحِلُّ لا يَحِلُّ لِثَلاثَةِ نَفَرٍ يَكُونُونَ بِأَرْضِ فَلاةٍ إِلا أَمَّرُوا عَلَيْهِمْ أَحَدَهُمْ   “Üç kişinin aralarından birisini başlarına emir tayin etmeksizin bir açık alanda durmaları helal değildir.”    (Ahmed b. Hanbel, 6360)

Bu hadisler, sayıları en az üç olan her gruba, aralarından birisini üzerlerine emir tayin etmelerini zorunlu kılmakta gayet açıktırlar. Ancak Hadislerdeki Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şu; في أرض فلاة  “Bir açık alanda”, في سفرbir yolculukta”  sözleri; onların, aralarında ortak bir iş üzere açık alanda bir araya gelmiş olduklarına ya da beraber bir yolculuk yaptıklarına ya da buna benzer ortak işlerden bir iş üzere olduklarına delâlet etmektedirler. Buna parti veya cemiyet, seriyye, ordu, mahalle, şehir, bölge ve diğerleri de girer. Bu, açık bir alanda olan ya da yolculuk yapan üç kişi için zorunlu kılınmış ise, bu zorunluluk daha büyük sayılar ve işler için daha evla ve daha uygun olur. Zira Hadisler, “açık alanda olmak”, “yolculukta olmak” ve onlardan da büyük ve önemli başka hususlar hakkında geneldirler.

Huzeyfe (ra)den peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
(Ahir zamanda) cehennem kapılarına davet eden davetçiler olacak, kim onlara icabet ederse onu cehenneme atarlar.” Dedim ki; “Ya Rasulullah onları bize tavsif et.” Buyurdular ki; “Onlar öyle kimselerdir ki, (ciltleri) bizim cildimizdendir ve bizim dilimizle konuşurlar.” Ben “Ya Rasulullah! Ben buna erişirsem bana ne yapmamı emredersin.” dedim. O da “Müslümanların imamına ve cemaatine yapış. Eğer Müslümanların bir cemaati ve imamı yoksa bütün fırkalardan uzaklaş, bir ağacın kökünü ısırma derecesine gelsen bile (onların içine girme) ölüm gelinceye kadar böyle devam et.” buyurdu. (İbn Mace)

Rasul SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem ona bu gruplardan uzak durmayı emretti, uzlete çekilip Müslümanlardan uzak durmayı ya da Halife’nin ikamesinden geri kalıp vazgeçmeyi değil.

Rasul SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem soru sorana: فَاعْتَزِلْ تِلْكَ الْفِرَقَ كُلَّهَا “O grupların hepsinden uzak kal” diye açık ve net olarak emretti. Hatta ona bir ağacın köklerini dişleri ile ısırıp kalsa dahi o cehenneme çağıran grupları terk edecek ve ölüm kendisine ulaşıncaya kadar o durumunu muhafaza edecektir. Hadis, böylesi bir ortamda yaşayan kimsenin dinine sımsıkı sarılmasını ve cehenneme davet edenlerden uzak durması gerektiği anlamını vurgulamaktadır.

Peygamber Efendimiz: “Ma’siyet işlemesi emredilmedikçe Müslüman, istesin-istemesin, sevsin ya da sevmesin dinleyip itaat etmek zorundadır. Ancak günah işlemesi emredildiği zaman ne dinler ne de itaat eder!” (Buhâri, Âhâd,1; Bey‘at,34)

İşte bütün bu hususlardan ve delillerden anlaşılacağı üzere genelde tüm Müslümanların özelde ise daveti yüklenen kişilerin muhasebesini yaparken ölçülere riayet etmesi de kaçınılmaz olur.

Daveti yüklenen kişi şu hususları iyi idrak etmelidir: kitle içerisinde herhangi bir görüşe kanaat getirmezse veya bir görüşün hatalı olduğunu görürse veyahut kitlenin benimsediği görüşle çelişen bir görüşü tespit ederse, hatayı düzeltmek, doğru fikre ulaşmak, fikirleri arındırmak, kitlenin vahdetini korumak ve fikrin birliğini muhafaza etmeyi hedef edinen doğru muhasebe yöntemini izlemelidir. Kitle içerisinde bu yöntem şu şekilde gerçekleşir;

2- Yöneticinin üyelerini muhasebesi: Kitle içerisinde yönetici üyelerini iki alanda muhasebe eder. Üyelerin parti kültürüne bağlılıkları ve parti disiplinini yerine getirip-getirmedikleri hususudur. Mesul olan üyeleri bu iki alanda muhasebe eder. Herkesin birbirini muhasebe ettiği hiyerarşik bir durum partiyi parti olmaktan çıkartır. Şahıslar üzerinden kitleyi muhasebe etmekte hatalıdır.

Daveti yüklenen kişinin muhasebesi, kitlede kendisinden sorumlu olan kimseyle veya direk kitlenin emiriyle münhasır kalmalı. Zira muhasebe hedefine odaklanmalı, ulu-orta yapılmamalıdır. Her muhasebe vasıflarına göre yerinde yapılmalıdır. Davet sürecinde ortaya çıkan hususlarda muhasebeden yetkili olan yalnız kitlenin emiri ve sorumlulardır. Muhasebeyi neticelendirecek, deliller çerçevesinde değerlendirecek olan emir ise benimsemek için de tek yetkilidir. Yine de benimsenenler hatalı çıkarsa onu değiştirmeye salahiyet sahibi yalnız kitlenin lideridir. Daveti yüklenen şahsın kitle içerisindeki gençlerle hataları muhasebeye kalkışması, gördüğü hataları diğerlerine iletmek için dolaşması, kitlenin benimsediği fikir, görüş ve hükümlere çatmak için onlarla muhasebede yoğunlaşması hiç caiz değildir. Nitekim böylesi bir muhasebe yapmak hiç faydalı olmayacaktır.

Muhasebeyi toplu hale dönüştürmek ise kitle içerisinde muhalif grup, akım, varlık ve cemaatlerin bulunmasını hissettirecek bir hal alır ki bu gibi eylem kitle içerinde kabul edilemez. İmam Malik; “Cemaatte hoşunuza gitmeyen şeyler, ayrılıkta hoşunuza giden şeylerden daha hayırlıdır.” diyor.

Elbette kitle içinde yer alan her daveti yüklenen şahsın fikirler, görüşler ve hükümlerden benimsenenler hakkında kitle ile muhasebe etme hakkı vardır. Tabii ki bu muhasebe hedefli, seviyeli, olgun, yapıcı, Müslümanın takva adabına riayetli olup şeytani vasıflardan uzak olmalıdır. Muhasebede kitle ikna olmazsa daveti yüklenen genç kendi kanaatine aykırı olsa bile kitlenin fikirlerini taşımalı ve onunla amel etmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus muhasebe konuları ve itaat konuları birbirine karıştırılmamalıdır. İtaat iyi anlaşılmalıdır.

Kitleye itaat, emirine itaattir. Bilindiği gibi kitle/hizb, üç kişi ve fazladan oluşan bir birleşimdir. Kitlede sorumlular vardır. Yani yönetim ile alakalı işleri yürüten emir ve sorumlu şahıslar vardır. Bunlardan bir herhangi bir emir sadır olduğunda bu emire itaat etmek gereklidir. Zira Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle diyor:

“Buhari, Ebu Seleme b. Abdurrahman’dan Ebu Hureyre’yi şöyle derken dinlediğini rivayet etmektedir: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Benim tayin ettiğim emire itaat eden bana da itaat etmiş olur, tayin ettiğim emire isyan eden bana da isyan etmiş olur.” (Buhari)

Emir kelimesi tüm emirleri kapsar. Bunun delili ise Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözüdür:

“Üç kişi yolculuğa çıktıkları taktirde, başlarına aralarından birisini emir tayin etsinler.” (Ebu Davud)

Kitleye itaat etmek farzdır ve ona başkaldırmak masiyettir.

Bu itaatin ne olduğuna gelince; Hadis mutlak bir şekilde itaatten bahsetmiştir ve itaati mutlak bir şekilde almıştır. Ve de genel olarak tüm itaatleri kapsar. Fakat başka bir hadisle bu hususilik mukayyet kılınmıştır. Zira Rasul SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir:

“Müslüman kişi masiyet ile emrolunmadığı sürece sevdiği hususlarda da hoşlanmadığı hususlarda da dinleyip itaat etmelidir. Kendisine masiyet ile emrolunduğu taktirde ise dinleyip itaat etmek söz konusu değildir.” (Müslim, 3423)

 Buna binaen, itaat Şari’nin hudutlarıyla sınırlıdır. Yani itaat edilenin masiyet olmamasıyla sınırlıdır. Masiyeti emretmek ise, haramı islemeyi emretmek veyahut farzı terk etmeyi emretmektir. İtaat bu kayıt ile mukayyet kılınmıştır.

Binaenaleyh, masiyeti emretmediği müddetçe kitleye itaat mutlak itaattir. Bu konuda referans; itaat ile alakalı varit olmuş ayet ve hadislerdeki itaatin vakıasıdır. Kısaca kitle içerisinde itaatin izahı budur. Muhasebe öncesi bu husus bilinmelidir.

Birey olarak yapılması gereken muhasebe:

Günümüzde muhasebe o kadar dar bir sahaya indirildiki sadece bireyin nefsiyle terbiyesi şeklinde anlaşıldı. Dahası uzlete çekilme, dünyadan el-etek çekme ve bunlarla ilgili amellere indirgendi. Oysa bu yanlış bir düşüncedir.

Kişinin kendisini muhasebe etmesi; yaptığı bütün amellerde ruh oluşmasıdır. Yani Allahu Teala ile olan bağını kurmasıdır. Yaptığı işlerin Allah’ın rızasına uygun olup-olmadığını hesap etmesidir.

Bireyler üzerinden muhasebeyi üç ana noktaya ayırmak mümkündür:

1- İnsanın yaratıcısıyla ilişkisi; akide ve ibadetleri; insan kendisini burada muhasebe eder. İbadetleri ne için yerine getirdiğini, eksik veya tam yaptığını hesap eder.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.” (Hac 77) ayetinin muhatabı olmaya çalışır.

2- Kendisiyle ilişkisi; ahlak, yiyecek, giyecek. En basitinden kazancının helal-olup-olmadığını gözetir ve haram kazançtan uzak durur.

3- Diğer insanlarla ilişkisi; muamelat ve cezaları kapsar. Bu çerçeve içerisinde insan muhasebesini yapar. Genel hayatta alakalarını İslam üzere yapmaya çalışırken karşılaştığı durumların muhasebesini de Allah’ın rızası doğrultusunda yapar. Bu alan çok geniş bir alandır. Muhasebenin en yoğun yaşandığı alan da burasıdır.

İnsanoğlu hiçbir alanda muhasebeden kaçamaz. Görevini yerine getirip haklı olan için sorun yoktur. O her zaman muhasebe olmaya hazırdır. Ancak hazır olmayan kişi muhasebede saptırmalara, bahaneler üretmeye gidebilir.

Kısaca şu hususa da açıklık getirelim; muhasebe edenle muhasebe edilenin fikri açıları çok önemlidir. İslam alemi bu noktada bir ikilem yaşıyor. Müslümanlar arasında İslam dışı fikirlerin olası aralarındaki muhasebeye de yansıyor. Aynı şekilde İslam aleminde İslam dışı yasaların olması Müslümanları muhasebede zora sokuyor. Müslüman birinin küfür mahkemelerinde hesaba çekilmesi buna bir örnek teşkil eder. Biri Müslüman diğeri laik… Müslüman Şer’i hükümler çerçevesinde hesaba çekilmek isterken, hakimin laik yasalara göre hesaba çekmek istemesi muhasebede tezat oluşturuyor. Bundan dolayı, haklı olarak dava adamları bu mahkemelerde yargılanmak istemeyeceklerdir. Çünkü oradaki muhasebe hakkı ortaya çıkartmaz. Onun için hiçbir Müslüman küfür yasalarına göre muhasebe/hesaba çekilmeyi istemez.

Yukarıda sıraladığımız muhasebe türleri bu şekilde uzayıp gider. Alimin yöneticileri muhasebesi, ticarette muhasebe, ordu komutanlarının muhasebesi, aile içerisinde muhasebe vb. toplumun her kesimi için belirlenmiş muhasebe alanı İslam kültüründe başlı başına birer konu olarak yerini alır.

Bu ayırımdan sonra muhasebenin önemi, nasıl ve neye göre yapılacağı, sorunlarından başka onun yapılacağı zamanın da önemli olduğunu söylemek gerekir. Daha açıkçası muhasebe gereken zamanda, alanı belli, konuları açık, muhatabı bilinen bir şekilde yerine getirilmeli. Bununla birlikte hatalar, yanlışlar biriktirilmemeli, vakit erkenken uyarı ve muhasebe yapılmalıdır. Yine mutlaka muhasebe yüz yüze yapılmalıdır. Zira ardından yapılan muhasebenin adının gıybet olacağı malumdur. Allah’u Teala şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ 

“Ey imân edenler! Zann’ın çoğundan kaçının. Şüphesiz ki, zann’ın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Birbirinizi gıyabında çekiştirmeyin. Sizden biriniz, ölen kardeşinin etini yemek ister mi? Ondan tiksinirsiniz. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çokça kabul edendir. Çok merhametlidir.” (Hucurat 12)

Gerçek dava adamı olmak itidalli olmayı, adaletli olmayı, güvenilir ve doğru sözlü olmayı gerektirir. Müslüman dava adamının muhasebesi de bu meyanda şekillenmek durumundadır. Allah’u Teala şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ 

“Ey iman edenler; Allah’dan korkun ve herkes, yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Hem Allah’tan korkun; çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr 18)

Allah bütün Müslümanları ve de dava kardeşlerimizi her türlü fitneden korusun ve kâmil manada, İslam kültürü ile yoğrulmuş muhasebe anlayışı üzerinde yürüyenlerden eylesin… (Amin)

Tahir Şanlı

Ayrıca...

Merhamet Kaynağımız Sadece İslam Olmalıdır -2-

-İnsanlara nispet edilen merhamet: İnsanın içgüdülerinde zalimliğe yönelik meyiller olduğu gibi merhamete yönelik meyillerde vardır. …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir